Emin Güneş : Devlet ve İslam (1)
Hürseda Haber yazarı Avukat Emin Güneş'in Devlet ve İslam başlıklı yazısını iktibas ediyoruz
Devlet, bir tüzel kişiliktir. Sendika, dernek ve partilerden farkı en yüksek otorite olup, silahlı yaptırım gücüne sahip olmasıdır.
İnsan, Allah’a (cc) kulluk için yaratılmış yani başıboş bırakılmamıştır. Rabbimiz bizlere uygulanmak üzere emir ve yasaklar koymuştur. Kitap ve sahih sünnetin düzenlediği kurallar bütünü İslam hukukunu oluşturur. Buna kısaca “hududullah” diyoruz.
Hukukumuzun hayata tatbiki için siyasi bir otoriteye yani devlete ihtiyaç vardır.
Bir kısım farzların ikame ve ifası devletin varlığına bağlı olduğundan siyaset ve devlet dolaylı olarak farz haline gelmektedir. Mesela Hanefi mezhebine göre “ululemr” yani devlet başkanı yoksa cuma namazı kalınmaz. Cihadın ilanı, kısas ve sair hadlerin uygulanması, devleti zorunlu kılar. Böyle olduğu için de İslam’da Devlet veya siyasetin hükmü nedir diye sorulduğunda rahatlıkla “farzdır” diyebiliriz.
Kitap ve sahih sünnetin düzenlediği kurallar başta Müslümanlar olmak üzere herkes için bağlayıcıdır. Müslüman olmayanların hukukları da bu düzenlemeler içerisindedir. En üst düzey yöneticiden en küçük bürokrata, halkın tamamı istisnasız bu kurallara boyun eğmek zorundadır. Biz buna “Hukukun üstünlüğü” diyoruz. Hiçbir gerçek ve hükmi şahıs hukukun üstünde değildir.
Raşid halifeler döneminde hayat bulan “hukukun üstünlüğü” maalesef süreç içerisinde üstünlerin hukukuna dönüşmüştür. Devlet, hukukun üstünlüğünü korumak ve üstünlüğü korunacak hukuk da yukarda bahsettiğimiz Allah ve resulünün koyduğu emir ve yasaklardan ibaret iken süreç içerisinde tam tersine dönmüş devlet, saltanat aracına; hukuk da yöneticilerin sopası, arzularının tatmin aracına dönüşmüştür.
“Her şey Allah için” anlayışı yerini “her şey devlet ve yönetici elitler için” anlayışına bırakmıştır. Din ve devletin şahsında bütünleştiği Allah Resulünden sonra yerine gelenlere “halife” denilmesinin nedeni ayni görevleri ifa edecekleri anlayışıdır. Ancak 23 yılda inşa edilen İlahi nizam yaklaşık 30 yıl sonra imha veya daha yumuşak bir ifade ile tahrip edilmiştir.
Efendimizin yıktığı kabilecilik esasına dayalı, kuvveti üstün tutan, muhalefeti kılıçla yok eden düzen 30 yıl sonra yeniden inşa edildi. Hilafetin içi boşaltılarak ısırıcı saltanatın libasına dönüştürülmüştür. Belki Peygamberimiz gelmemiş olsaydı putperest Mekke’nin hâkimi olacak Yezit, Efendimizin makamının işgalcisi konumunda Hicaz ve Bilad-ı Şam’ın hâkimi olmuştur.
Muaviye’nin oğlunu kendi yerine veliaht tayininden sonra o dönem hayatta olan sahabelerden Abdurrahman bin Ebu Bekir, Abdullah bin Ömer ve Abdullah bin Zübeyr devlet için şu ifadeyi kullanmışlardır: “İslam devleti artık yıkılmış, yerine Kostantiniye veya Sasaniyye kurulmuştur”. Nitekim Şam yönetimi Medine’deki mescidi nebeviyi değil Bizans sarayını model almıştır. Şam sarayı başta Bizans entrikaları olmak üzere yönetimini şu üç esasa dayandırmıştır: “Zer, Zor ve Tezvir”. Resulullahın inşa ettiği nizamı korumaya çalışanların direnci ya altın keseleri ile ya kılıç zoru ile ya da zehirleme ve benzeri faili meçhul cinayetlerle etkisiz hale getirilmiştir. Mesela Şam Bizans kralının eline geçmiş olsaydı mazlum Medine halkına “harre vakasında” yapılanlar yapılır mıydı?!
Böylece hükumet merkezi mescitten saraya; ibadet, işret ve sefahate; hukuk, yöneticilerin ayakları altında paspasa dönüştü. Saray uleması sözde hukukçular sultanların dalkavuğuna dönüşmüş, bunu kabule yanaşmayanlar bedelini hayatları ile ödemişlerdir. Kadılar, Kitaba uymayan sultanların zorbalıklarını kitabına uydurmuş, belamlar tefsir yoluyla ayeti çarpıtmakta başarısız kaldıkları noktada hadis uydurmakta beis görmemişlerdir. Devam edecek... (Emin Güneş - Hürseda Haber)