Abdurrahman Dilipak: Siyasal İslam mı dediniz? Nereden nereye...

Abdurrahman Dilipak: Siyasal İslam mı dediniz? Nereden nereye...

Habervakti.com yazarı Abdurrahman Dilipak'ın yazısını iktibas ediyoruz

ABDURRAHMAN DİLİPAK: SİYASAL İSLAM MI DEDİNİZ? NEREDEN NEREYE.../HABERVAKTİ.COM

“Siyasal İslamcılık” diye eleştirilen Milli Görüş ve Adil düzen çizgisinden “Muhafazakâr Demokrat”lığa uzanan ince ve uzun bir yolun sonunda geldiğimiz noktada ne İslamcılık kaldı ne muhafazakarlık. Bugün geldiğimiz noktada yola Büyük Ortadoğu Projesinin eş başkanı olarak “Uluslararası sistemle” uygun adım devam ediyoruz.

Devleti ve toplumu dönüştürmek için yola çıkanlar nasıl dönüştüler, bunu yaşıyoruz. Bu; aslında sadece iktidar için değil, CHP, MHP, DEM fark etmiyor. MHP dün Apo asılsın diye meydanlardaydı, bugün Apo’yu meclise davet etmekten söz ediyor. AK Parti CHP gelirse Apo’yu, Demirtaş’ı serbest bırakırlar diyordu, bugün AK Parti “Terörsüz Türkiye” diye tam tersini yapıyor. Dün başörtüsü mücadelesi verenler ve onların çocukları bugün başörtüsünün suyunu çıkartıyor. CHP deseniz ne geçmişi savunabiliyor ne de geleceğe ilişkin bir tasavvurları var. Kadroları da yok. Bu anlamda Laikleşme ve Sekülerleşme süreci farklı bir zemine kaydı. Batıda sekülerleşme dinin kendi özel alanına çekilmesi anlamı taşıyordu İslam dünyasında din daha görünür oldu ama bu olurken içi boşaltıldı. Kemalist Sekülerleşme politikaları batının baskısı ile, içeride darbeci unsurların eliyle dayatılınca dindarlık halkın direnişine sebep oldu. Adalet, barış, özgürlük talebi içeren politikalar İslamcıların işine yaradı.

Daha önce din adına siyasi talepler şeklinde anlaşılan İslamcılık, İran devrimi sonrası yeni, farklı bir anlam kazandı. Dini kuralların, başka inanç sahiplerine dayatılması anlamında kullanılmaya başladı ve “Siyasal İslam” diye bir şey ortaya çıktı. Oysa Türkiye örnekliğinde en büyük siyasi örgüt devlet, devlet kontrolündeki Diyanet ve eğitim kurumları ile TSE damgalı bir dinin misyonerliği yapılıyordu. Bu siyasi çerçeve Kemalizm’le çizilmişti. Bu anlamda Kemalizm dinler üstü bir din, rejimler üstü bir rejim, ideolojiler üstü bir ideolojik norm haline geldi.

Bu yolla “Şeriat devleti” söylemi, iktidar ve servetle tanışan Müslümanların eli ile dini zeminden uzaklaşarak “reel politik” endişelerin öne çıktığı ertelenmiş bir beklentiye dönüştü. İslamcılar devlet yönetimini ele geçirdiler ama artık o güç, devleti dönüştürmenin değil, din ve dindarların dönüştürülmesi anlamında bir güce dönüştü. Gelinen noktada yeni yönelim Müslüman kimliğini demokratik sistem içinde korumak için dinin siyasete dokunan kısmını törpülemek şekline dönüştü. Neo İslamcılar iktidar ve serveti kaybetmemek için dinden taviz vermeyi fiilen kabul ettiler.

Graham Fuller ile 1990’ların başında konuştuğumuzda o gün bu beklentisini dile getirmişti. Daha sonra adını alacak olan FETÖ bunun Truva atı idi aslında. ABD bu şekilde “ılımlı İslam”a havuç sunarken, radikal İslam’a karşı NATO’nun da desteği ile BÇG üzerinden sopa gösterecekti. Hem zaten SSCB dağılınca NATO ülkeleri tarafından da zaten bu gaye ile tehlikenin rengi “Kırmızı” dan “Yeşil” e dönmemiş mi idi? Zaten, 2002’ye geldiğimizde AK Parti Millî Görüş, Adil Düzen gömleğini çıkartıp “İslam devleti değil, muhafazakâr demokrat” kimliği ile yoluna devam etme kararı aldı. Bu dönüşüm diğer İslam ülkeleri için de bir model oluşturdu. “İslam ve Demokrasi” tartışmaları başladı. Artık Şeriat doğrudan talep edilmeyecek, Şeriat, kişisel ve kültürel bir çeşitlilik olarak Demokratik çoğulculuk anlamında bir zemine kaydırılacaktı.

Yeni dindarlık anlayışı üzerinden batılılaşmayla aslında daha hızlı, daha kolay, daha kısa sürede ve daha az sancılı bir şekilde İslam kendini batılı kavram ve kurumlarla ifade eden, dünyevi hedefleri öne çıkartan bir “Yaşam tarzı”na dönüştü. Başörtülü ya da sakallılar Helal sertifikalı “fastfood” ları çok sevdiler. Artık helal şaraplar, biralar da var. Tesettür defileleri düzenlemeye başladılar. İslami pop müzik, diziler, reality Show’lar, sosyal medya fenomenlerinin rezillikleri, daha neler neler. Din artık devletin kontrolünden, devletle iş birliği içindeki Cemaat ve parti içindeki kişilerin kendi geleneksel tercihlerine, atalarının mefahir ve menkıbelerle süslenmiş dinine dönüştü. Biz eskiden herkesi camiye çağırırken, şimdi bunlar, cami cemaatini kendi partisine, kendi dergahına çağırıyor. Herkesin camisi, Kuran kursu, İnsani yardım örgütü, Turizm şirketi, medyası, mektebi var ve kendi içlerinde ciddi şekilde rekabet ediyorlar. Ümmet şuurunun yerini, mezhepçilik ve tarikatçılık aldı, o da kendi içinde alt kollara bölündü.

Laikçiliğin yerini bugün Sekülerleşme aldı. İslamcılar bu oltayı daha çabuk yuttular. Kemalist laikçilik Sosyetik bir karaktere sahip, Fransız laikliği varlık ve meşruiyetini İncil’den alan ve Westefelya anlaşmasının çerçevesini çizdiği bir kilise kurumu. Angelo-Sakson’lar “din özgür, devlet onların iç işlerine karışmaz” anlayışı ile onları kendi içinde nötr hale getirdi. Dini toplulukların siyasi olarak farklılıklarını etnik ve kültürel çoğulculukla birlikte düşününce İngilizlerin Din/Kilise-Devlet ilişkisindeki başarılarının arka planı daha kolay anlaşılıyor.

Bazı batılı düşünürler bu konuda yeni bir denge oluştuğunu düşünüyorlar. Din siyasallaşamıyor, İslam Kamusal alanda sosyo politik ve kültürel olarak var. Gelinen noktada “Post-İslamcı bir denge” kurulmuş gibi gözüküyor: Müslümanlar demokrasiyi, sekülerler Müslüman kimliğini fiilen kabul etmiş gözüküyor. Hatta iş dinler arası diyalog ve dinin yeniden yapılandırılmasına geldi. Trans Humanizm, UK Ultra / Beyin kontrol, Neuralinkle nesneler arası iletişim, “Yeni insan” dan söz ederken, Yapay zeka üzerinden bilgi ve algı bilgi baronlarının gözetim ve denetimine geçiyor.

AK Parti İslamcı sıçramanın tramplen tahtası olacaktı ama gelinen noktada, batılı anlamda Demokratik dönüşümün adresi oldu. 18 Şubat 2020’de Abdullah Gül bir röportajında bir soruya verdiği cevapta “Siyasi İslam’ın tüm dünyada çöktüğünü” açıkladı. Gül, 'Siyasi İslam'ın çöktüğünü düşünüyor musunuz?’ sorusuna "Öyle, tüm dünyada. Biz bunu görüp, paradigmadan kopuşu gerçekleştirmiştik, ama sürdürülemedi." dedi. Artık AK Parti ABD, İngiltere ve Mısırla birlikte eski Osmanlı Milletler topluluğuna dahil, İslam ülkelerinin sınır, rejim ve iktidar yapılarını BOP içinde dönüştürmek için ABD ile eş başkan olarak yeni bir misyon üslendi. Bu misyon önce Kushner / Dahlan senaryosu ve bu gün de 6’lı masa ile işin içine İsrail’in de katılımı ile daha da güçlendirildi.

“Kim dine bir şey ekler ya da ondan bir şey çıkartırsa kişi eklediği ve çıkarttığı ile baş başa kalır, din aradan çekilir.” Oyun bitmiş değil.

Sahi Siyasal Hristiyanlık ve Siyasal Musevilik diye bir konu konuşulmuyor. Oysa bunların tamamen birer siyasi proje olduklarını biliyoruz artık. Aleviler CHP’li ve Kemalist’tir, bu Siyasi Alevilik olmuyor mu mesela. “Siyasal anti İslam” politikası adeta CHP’nin resmî ideolojisinin içinde mündemiç ve tahtında müstetir bir konu.

Aslında bu siyaset ne doğuda ne de batıda tam da siyasetin beklediği şekilde sonuçlanmadı. Laiklik ve Sekülerizm İslam’ı yok edemedi ama Müslümanlar, servet ve iktidar ilişkisi içinde seküler dünyada dönüştü. Batı’daki gibi “din kamusal alandan çekilsin” modeli İslam dünyasında işlemedi. Bunun yerine kültürel, küresel, etnik kimliklerin gelenekleri ile şekillenmiş “yeni Müslüman” tipi doğdu.

Post-İslamcılık (İngilizce: Post-Islamism), Olivier Roy’un Secularism Confronts Islam kitabında ve daha geniş olarak Asef Bayat gibi düşünürler tarafından geliştirilen bir kavramdır. Kısaca:


“İslamcılığın (siyasal İslam’ın) başarısızlığı sonrası ortaya çıkan yeni dini-siyasi eğilimdir.”

Alınız ilmini garbın, alınız san’atını, / Veriniz hem de mesâîye son sür’atını. / Çünkü kabil değil artık yaşamak bunlarsız, Ünlü Bir Alıntı (Asef Bayat):

"Post-İslamcılık, ne İslam’ın sonu ne de sekülerleşmedir. İslam’ın siyasal projesinin iflası sonrası, dindarlığın yeni, özgür ve sivil biçimler almasıdır." Yeni moda “Post-İslamcılık”. Postu kaptırdık ama İslamcılık yeni bir şekli büründü. “siyasal İslam’ın bittiği yerde o başlıyor artık. Devlet yerine kişi ve toplum, cemaat öne çıkmaya başladı. Çünkü dünün İslamcılarının iktidarı ve iktidar nimetlerini paylaşmak konusunda birbirlerine karşı daha acımasız olabildiklerini de gördük bu arada. Bir kısım İslamcılar Demokrasiyi çok sevdiler. Çünkü o süreçte iktidar ve servetin nimetlerinden cömertçe yararlandılar. Ve siyaset aynı zamanda onları modernleştirdi.

Akif’in batıya bakışı Cumhuriyet öncesinde şekillenmişti. Onun bulduğu formül şöyleydi: “Lâkin sakın almayın ahlâkını, dinini; / Onların ruhu bozuk, kalbi hasta, vicdanı kirli. / Bizimkisi temiz, bizimkisi pâk, bizimkisi nurlu; / Onlarınki karanlık, bizimki aydınlık! / Onlar maddeye taptı, biz manaya taptık; / Onlar dünyaya taptı, biz ahirete taptık. / Onlar beden için yaşar, biz ruh için yaşarız; /

Onlar geçici için, biz ebedî için yaşarız. / İşte bu farktır ki bizi ayırır onlardan; / İşte bu farktır ki bizi üstün kılar onlardan. / Yeter ki biz de çalışalım, ilim yapalım, san’at yapalım; / O zaman biz de yükseliriz, onlar gibi oluruz!” Ah, bu “şuride siyaset” bu arada bizim alamet-i farikalarımızı da (ayırt edici özelliklerimizi de) yok etti.

Geriye dönüp baktığımızda dün Abdullah Gül 2007’de “Muhafazakâr demokrasi, dindarların özgürlüğü ile laiklerin güvenliği arasında dengedir” diyordu. Erdoğan 2004’te “Biz laikliği dinsizlik olarak görmüyoruz. Laiklik, devletin dini özgürlüklerin teminatı olmasıdır” diyordu. F.Gülen üzerinden “Dinler arası diyalog” bile başlatılmıştı. Muhafazakâr demokrasi adına birtakım yazarlar İslamcı devleti reddederken, Müslüman kimliği çoğulculuk çatısı altında koruma altına almaktan söz ediyordu. CHP’de devlet dini engellerken, AK Parti döneminde devlet ılımlı İslam için koruyucu kalkan oldu. Milli Muhafazakarlık, Cemaat, Medya, Eğitim üzerinden kendi İslam telakkisini dayatma yolunu seçti.

İşte bugün de tam bu noktadayız. Tek başına Globalizm tehdidine karşı gücümüz kalmadığını düşünüyor kimileri. İşin en kötü yanı, tefrika, irtidat, dinden uzaklaşma, ahlaksızlık. Şimdi övgüyü, sövgüyü bir kenara bırakıp, her şeyi yeniden düşünme zamanıdır. Selam ve dua ile.