Boykotun önündeki en büyük engel: Yahudi tekelleşmesi

Boykotun önündeki en büyük engel: Yahudi tekelleşmesi

Boykot listesindeki en önemli markalardan olan Unilever, Türkiye pazarında satış rekorları kırıyor. Peki, bunun tek suçlusu biz miyiz?

Bugün haber sitelerine düşen bir haber, soykırım destekçisi Unilever firmasının, Türkiye'de satış rekorları kırdığını gözler önüne serdi. Bu tüm boykot çağrılarının akim kaldığı anlamına mı geliyor, yoksa sorunun kaynağını çok daha farklı mecralarda mı aramamız gerekiyor.

Bir ev hanımı düşünün, ona ısrarla belli bir markadaki temizlik ürünlerini almaması gerektiği söyleniyor, ancak bu ev hanımı markete gittiğinde raflarda bu marka dışında bir temizlik ürünü bulamıyor. O hanımı, böyle bir ürünü aldığı için suçlayabilir misiniz? Çamaşırlarını ırmak kenarında dövmesini, bulaşıklarını toprakla yıkamasını tavsiye etmeyeceksinizdir herhalde. Eğer çağrınıza uymasını istiyorsanız, ona alternatif ürünler sunmalı ve "onu değil bunu al" diyebilmelisiniz.

Ne yazık ki bugün boykot listesindeki bazı firmanın satış rekorları kırmasının nedenlerinden biri, tekelleşmenin halkı çaresiz bırakmış olmasıdır. Vatandaşın bu konularda ekstra bir hassasiyet göstermesi sorunu büyük ölçüde çözecektir ancak her şeyi vatandaştan beklemek de çok gerçekçi bir yaklaşım olmayacaktır.

İsterseniz gelin Unilever Türkiye'de tekel mi değil mi, bilimsel veriler ışında bir inceleme de bulunalım.

Öncelikle tekelleşme nedir?

Tekelleşme, bir mal veya hizmetin üretim ve dağıtımında yalnızca bir firmanın ya da kurumun hâkimiyet kurması anlamına gelir. Bu tekel, vicdanlı bir hükümetin elinde olduğunda belli bazı avantajlar sunsa da, uzun vadede birçok ciddi sorunu beraberinde getirir.

Öncelikle, tekel durumundaki bir firma fiyatları keyfi olarak belirleyebilir. Tüketicinin alternatif ürün ya da hizmete ulaşma imkânı olmadığında, fahiş fiyatlar ve düşük kalite kaçınılmaz hale gelir.

Rekabetin yokluğu, yenilikçiliği de durdurur. Şirket, ürününü geliştirmek zorunda hissetmez.

Tekelleşme aynı zamanda girişimciliği ve küçük işletmeleri bastırır. Yeni firmaların pazara girmesi zorlaşır, ekonomik çeşitlilik ortadan kalkar. Çünkü tekelleşmiş olan firma çok büyük reklam bütçesi ve dağıtım ağındaki hegemonyası nedeniyle, küçük rakiplerinin nefes almasına dahi izin vermez.

Ayrıca, tekel konumundaki şirketlerin siyasi ve sosyal alanlarda orantısız etki kazanması, onları devlet yönetimi üzerinde bir baskı noktası oluşturmaya ve bu gücü kullanarak finansal kanunları kendi lehine çıkarttırmaya muktedir kılar.

Sonuç olarak, tekelleşme hem ekonomik hem de toplumsal adaleti zedeler. Vatandaşı en kalitesiz ürünü en fahiş fiyattan satın almaya mahkum eder.

Şimdi gelelim Unilever'e

Unilever, temizlik ürünleri pazarında çok güçlü ve küresel bir aktör olmakla birlikte, tekelleşmiş (monopol) bir yapı olarak da değerlendirilebilir. Zira Unilever, temizlik ürünleri kategorisinde "oligopol" yani az sayıda dev şirketin pazarı domine ettiği bir yapı içinde yer alır. Ve bu yapı içerisindeki şirketlerin neredeyse tamamı Soykırım destekçisi boykot listesindeki şirketlerdir. Bu firmalar tek merkezden yönetiliyormuş gibi hareket eder ve birbirlerinin arkalarını kollarlar. Mesela Unilever, muazzam dağıtım ağıyla, rakibim dediği Henkel ve benzeri bir çok firmanın ürünlerini market raflarına taşır. Küçük üreticinin böylesi büyük bir lojistik karşısında tutunması ve rekabet etmesi mümkün değildir.

Bu tür tekelleşmiş firmalar, perakende zincirleriyle (üç harfli marketler) kurduğu ilişkilerle raf hâkimiyeti sağlar. Bu da küçük markaların görünürlüğünü azaltır. Aynı zamanda reklam ve pazarlama üstünlüğünü kullanarak da tüketicinin aklında küçük firmalara yer kalmayacak kadar büyük bir yer edinir.

Sözün burasında artık meramımızı ifade etmenin zamanı gelip çatmıştır.

Tekelleşmenin karşısında olduğunu beyan eden hükümetler, bu tip gizli tekelleşmelere karşı çok daha ciddi önlemler almalıdır. Gizli tekelleşme diyoruz, çünkü firmalar tekel oldukları halde bunu gizlemek için farklı adlar altında markalar oluşturarak, ürünlerini piyasaya sürebilmektedirler. Böylece rekabet ortamı varmış gibi yapıp aslında tek merkezden fiyat belirleme gücünü ellerinde tutabilmektedirler. Hatırlayacak olursak, Türkiye'nin üç harflilerinin kendi aralarında, tüketici aleyhine yaptıkları anlaşmalar, bir zamanların en önemli gündem maddelerinden biri olmuştu.

Yahudi sermayenin, dünya çapında, sürümü olan ürünler üzerinde sürekli olarak bir baskı oluşturduğu ve kendi firmalarını tekel konumuna yükseltme çabası içerisinde olduğu bilinen bir gerçektir. Hükümetler bu gerçek ışığında adımlar atmalı, kendi üreticisini destekleyici eylem planları üzerinde çalışmalıdır.

Kaynak:doğruhaber