Atasoy Müftüoğlu: Kârlı İhanetler-Kârlı Kötülükler

Atasoy Müftüoğlu: Kârlı İhanetler-Kârlı Kötülükler

İslami analiz.com yazarı Atasoy Müftüoğlu'nun yazısını iktibas ediyoruz

Atasoy Müftüoğlu: Kârlı İhanetler-Kârlı Kötülükler /İslamianaliz.com

İslam toplumlarında, düşünen zihnin önceliğinin yerini, düşünmeyen, yalnızca itaat eden, atıl zihnin önceliği aldığı için, bu toplumlarda yaşanan ahlaki kuraklıklar, entelektüel kuraklıklar hiçbir şekilde hissedilmiyor. Müslümanlar için düşünmenin, çok hayati bir sorumluluk olduğu gerçeği her nedense hiç hatırlanmıyor. Bugün, toplumlarımızda, ahlaki-entelektüel iklimin mevcut durumu, düşünen insanı dehşete düşürüyor. İçerisinde yaşadığımız toplumda gerçekliğe duyulan ilgi ile, hamasete duyulan ilgi arasında dipsiz uçurumlar var. Toplumu gerçekliğe yabancılaştıran romantik/nostaljik zihin dünyası, tamamlanması mümkün olmayan parçalanmış kişilikler, parçalanmış karakterler, parçalanmış kimlikler oluşturuyor.

İslami anlamda eleştirel bir tarih ve eleştirel bir medeniyet perspektifine/vizyonuna/bilincine sahip olmadığımız için İslam tarihini de İslam medeniyetini de ölçüsüz/abartılı bir propaganda kültürü ile anlamaya/anlatmaya çalışıyoruz. İslami düşünce/kültür/ilahiyat hayatı, günümüzde, hiçbir alanda karşılığı olmayan, geçmişe ait bilgileri/yorumları tüketmeye devam edebiliyor. Toplumlarımız, yeni düşünceler, yeni fikirler, analizler, öneriler, eleştiriler üretebilecek kadrolara sahip olmadığı için, eski düşüncelere, eski isimlere mahkumiyetimiz sürüyor. Bu nedenle de toplumlarımız için, hayati önem taşıyan, günümüz için zorunlu olan bilgi-yorum-analiz-eleştiri üretilmiyor. İslam toplumlarında yüzyıllardır yaşanagelen, bir türlü aşılamayan, aşmak yerine, her dönemde yeniden yerli-milli çıkarlar doğrultusunda tahkim edilen, güçlendirilen, derinleştirilen etnik rekabetler, mezhepçi rekabetler, resmi rekabetler-bencillikler sebebiyle, İslami bir gelecek vizyonu, bütünlük vizyonu üzerinde çalışılmıyor, böyle bir çalışmaya, hayati önemi olan bir çalışmaya her nedense ihtiyaç duyulmuyor.

Toplumlarımızda, kuşatıcı/kapsayıcı fikirlerin/bilgeliklerin yerini, hiçbir anlam ve ahlak içermeyen propaganda klişeleri ve kavramları aldığı için, kültürel hayatımız yok entelektüel hayatımız, estetik hayatımız yok. İslami düşünce/ kültür/ilahiyat hayatı yüzyıllardır uygulanmayan, uygulanamayan nasıl uygulanacağı bilinmeyen, İslami değerlerden/kavram ve kurumlardan söz etmeye devam ediyor. Varoluşsal bilinç, eleştirel bilinç, yeni sorgulamalar, yani yüzleşmeler, hesaplaşmalar yapmayı zorunlu kıldığı halde, bugün, içerisinde yaşadığımız toplumda, oportünist sağ muhafazakar popülizmin, halk dalkavukluğunun, toplumsallaştırılması, kurumsallaştırılması adına, toplumun sahip olageldiği niteliksel bütün birikim sistematik bir şekilde yok edilirken, niteliklere saygı da bütünüyle ortadan kaldırılmış bulunuyor. Ahlaki anlamda, entelektüel anlamda, eleştirel/bağımsız bir duruş/tavır/tepki gibi, vazgeçilemez yeteneklere sahip olmadığımız için, bugün, içerisinde yaşadığımız toplumda, yakıcı umutsuzluklara yol açma pahasına, çok saçma, çok gülünç, yüz kızartıcı, utanç verici kimi gerçekler, politik rekabetler, politik hesaplaşmalar, politik entrikalar yoluyla hayata geçirilebiliyor. Bu bağlamda, kimi üniversitelerin kapatılması, kimi üniversitelerin ele geçirilmesi, kimi üniversitelerin adının değiştirilmesi, kimi rakip politik figürlerin haksız bir biçimde lisans ve yüksek lisans diplomalarının geçersiz sayılması gibi, akademik felaketlere maruz kalıyoruz. Günümüzde, hangi toplumda olursa olsun, hak/hukuk/ adalet doğuştan sahip olduğumuz değerler olmaktan çıkarılmış, otoriter iktidarlar tarafından, bu iktidarların uygun gördüğü kadar, toplumun kimi kesimlerine verilecek ayrıcalıklar haline gelmiştir. Daha iyi, daha adil, daha ahlaki bir toplumun inşa edilebilmesi için, ilgili toplumun daha önce maruz kaldığı siyasal kötülüklerle, siyasal haksızlıklarla içtenlikle yüzleşerek, bunları telafi edebilecek kararlı ahlaki adımlar atabilmesi gerekir.

Eleştirel tarih bilincine sahip olmayan halklar, kültürler, statükocu tarih yaklaşımını büyük bir asabiyetle tekrar ederler, bu nedenle de ne yaparlarsa yapsınlar yeni bir tarih başlatamazlar. Patolojik milliyetçilikler, hiçbir özeleştiriye geçit vermezler. Patolojik milliyetçiliklerin propaganda silahı olarak kullanageldikleri linç kültürü sebebiyle, bugün, Yunanistan halkının Filistin duyarlılığımım, Türkiye’de yaşanan Filistin duyarlılığından daha etkili olduğunu, daha etkili sonuçlar verdiğini konuşmaya cesaret edemiyoruz. Eleştirel tarih bilincine ihtiyaç duymayan toplumlar/kültürler, tarihi mitolojik-hamasi iddialarla sürdürürler. Hiçbir halk, hiçbir gerekçeyle bir başka halktan üstün olduğunu iddia edemez, ancak, halklar, sahip oldukları evrensel nitelikler, evrensel vizyon/misyon, bilgi ve bilinç seviyeleri itibariyle üstün bir konum elde edebilirler. Her milliyetçilik, her mezhepçilik ilkel bir dar görüşlülüğü meşrulaştırmaya çalışır. Her milliyetçilik ve her mezhepçilik dar görüşlülükleriyle ne yazık ki iftihar ederler. Milliyetçilikler ve mezhepçilikler ölümcül önyargılarla malul'dür. Yerli- milli propaganda klişelerini düşüncesizce sahiplenen toplumlar eleştirel düşünürler, eleştirel akademisyenler, eleştirel bilginler yetiştiremezler. Akademik sıradanlık, eleştirel üretkenliğe izin vermez. Yerli-milli propaganda kavramlarıyla, sloganlarıyla entelektüel bir iklimin oluşturulabileceği görülmüş ve duyulmuş bir şey değildir. Klişelere, sloganlara mahkum edilen toplumlar-kültürler, olayları gerçekçi bir bakış açısı temelinde takip etmek yerine, duygusal yaklaşımlarla takip ederler. Günümüz İslam toplumları, yoğun bir biçimde, gerçekleri örtbas eden popülist-oportünist politik mücadelelere maruz kalıyor. İçerisinde yaşadığımız toplumda, politik popülist gündemin dayatmaları sebebiyle, düşünce hareketleri, fikir hareketleri, kültür hareketleri vb. üzerinde herhangi bir çalışma yapılmıyor. İslam toplumlarında, düşünce tarihinin, hamaset/keramet/kehanet tarihine dönüştürülmüş olduğunu görmek gerekiyor. Popülist politik dilin/söylemin sağ-sıkıcı tekdüzeliğine mahkum edilen toplumlarda, bu tekdüzelik sebebiyle, etkin/belirleyici bir kamuoyu oluşturulamıyor. Toplumsal akıl sistematik bir biçimde baskı altında tutuluyor. Demagoglar ve demagojilere maruz bırakılan toplumlar gerçeklerle ilgilenmiyor, kurgularla meşgul ediliyor.

İslam dünyası toplumlarında, İslami düşünce/kültür/ilahiyat hayatı, akla önem vermeyen bir kültürün, geleneğin, hayat tarzının, entelektüel/bilimsel bir ilerleme/etkinlik/belirleyicilik kazanamayacağını görmek, bu gerçekle, acilen yüzleşmek istemiyor. Bir diğer yanda, önyargılarla malul düşüncelerle, önyargılarla malûl bir tarih algısıyla, hiçbir alanda niteliksel bir inşa gerçekleştirilemeyeceği idrak edilemiyor. İslam dünyası toplumlarının/kültürlerinin öteden beri yaşayageldikleri bütün tarihsel gecikmeler, kültürel gecikmeler, entelektüel bilimsel zihniyetin yerini, mistik spekülasyonların almasıyla toplumsallaştı, kurumsallaştı. Bugün, İslam toplumlarında yaşanagelen tarihsel-kültürel gecikmelerin nedenleri üzerinde eleştirel çalışmalar yapan entelektüel kadrolar yok. Toplumlarımız tarihsel gecikmeleri, kültürel gecikmeleri bir sorun olarak görmüyor. Toplumlarımızda, politik çıkarların/ihtirasların lehinde olacak şekilde yapılandırılan politik popülist dil, gerçeğin aleyhinde olacak şekilde, tahkim edilmek suretiyle meşrulaştırılabiliyor. Politik dilin-söylemin yozlaşması-çarpıtılması, toplumsal-siyasal gerçekliğin de yozlaşmasına neden oluyor.

İslam dünyası toplumları-ülkeleri, modern/liberal/seküler dünyanın çok kârlı alçaklıkları, çok kârlı ahlaksızlıkları, çok kârlı ihanetleri karşısında, alçaklık/ahlaksızlık/ihanet tsunamileri karşısında, iradesizlik ve bağımlılıktan kaynaklanan çok derin savrulmalar/sürüklenmeler yaşıyor. Bu savrulma ve sürüklenmeler utanç verici uzlaşmalarla, utanç verici tercihlerle sonuçlanıyor. İslam dünyası ülkelerinde, Filistin duyarlılığına sahip oldukları iddia edilen politik liderlerin, aynı zamanda emperyalist iradeye dostluk ve müttefiklik konusunda da istisnai bir duyarlılık sergilediklerini tartışma konusu yapamayan toplumlarda yaşıyoruz. Kârlı ikiyüzlülükleri/kârlı ihanetleri sorgulamayan, sorgulayamayan dindarlıkların gönüllü körlükleri, Müslümanları hakikat ikliminden uzaklaştırıyor. Gönüllü körlükler, İslami-insani idrak sahiplerinin kanını donduracak gelişmeler/gerçekler karşısında, düşünülmesi, tasavvur edilmesi mümkün olmayan politik ilişkiler geliştirerek, Amerika’da yeni bir "apartheid" rejimi oluşturan, gestapo şefinden farksız uygulamalar sergileyen, Amerikan Başkanını folklorik gösterilerle/tezahüratlarla karşılayabiliyor.

Düşünmeyen, eleştirel sorgulamalar yapmayan toplumlar olayların gidişatına nüfuz edemezler, olaylara müdahale edemez, bu gidişat üzerinde söz sahibi olamazlar. Bir toplumda, ilgili toplumun bütün kesimlerini kuşatabilecek şekilde adalet uygulanmadıkça o toplumu, "terör"den arındırmak mümkün olamaz. Toplumlarımızda, oportünist muhafazakarlığın, dindarlığın ve siyasetin kötürümleştirici etkileri sebebiyle, İslama yabancılaşan genç kuşaklar, dijital teknolojiler yoluyla yoğun bir biçimde hipnotize edildikleri için, teknobilimsel derebeyliğin, haçlılığın, haydutluğun, evrensel sömürüsünün hangi boyutlara ulaştığını görmüyor, hissetmiyor, düşünmüyor. Kendisi hakkında, kendi dünya görüşü doğrultusunda bilgi/bilinç üretmeyen toplum/toplumlar, kendileri hakkında çarpıtılmış bilgiyi sömürgecilerden almak zorunda kalır. İslam dünyası toplumlarında halklar, hakikat duygusuna yabancılaştıkları için, varoluşsal İslami önceliklerin yerini, ne yazık ki, oportünist öncelikler aldı. Bu toplumlarda, oportünist öncelikler, Siyonist Naziliğin ve Amerikan emperyalizminin Gazze'ye uyguladığı soykırım sırasında, somut bir ihanete dönüştü. Oportünist muhafazakarlıkların gönüllü körlükleri, hiçbir zaman ve hiçbir şekilde Türkiye-İsrail ilişkilerinin belirsiz çerçevesini-ikiyüzlülüğünü sorgulamayı düşünmedi. Hangi toplumda olursa olsun, olayları bütün boyutlarıyla anlamaya çalışmayan, eleştirel bir tavra sahip olmayan, resmi propagandanın belirleyici çerçevesine mahkum edilen toplumlar, bir şekilde teslimiyetçiliği içselleştiriyor. Müslüman halkların, İslami anlamda var olma iradeleri konformist kültür ve konformist din algısı yoluyla etkisiz hale getirildiği için, bugün, oportünist muhafazakarlıklar ve siyaset, tarihsel olayların/gelişmelerin/oluşumların üzerinde, neden İslami bir etkiden söz edemediğimizi asla konuşmuyor, konuşmak istemiyor. Bütün bunlar yaşanırken, İslami direniş hareketleri-mücadeleleri İslami bir etki oluşturmak için, insanlık tarihinin en büyük risklerini alıyor, tanımlanması çok ağır bedeller ödüyor.

Günümüz Ortadoğu’sunda, tarih ve siyaset, ABD-İsrail çıkarlarına göre yeniden şekillendirilirken, İslam’ın, İslami yorum/yaklaşım ve oluşumların, bu çıkarlarla uzlaşabilecek, bu çıkarları tehdit etmeyecek bir çerçeve içerisinde yapılandırılması üzerinde çok yoğun çalışmalar yapılıyor. ABD-İsrail çıkarlarını tehdit etmeyecek bir İslam algısı için, Suudi yönetimi ve Kabe İmamları çok büyük çabalar harcıyor. Kabe imamlarının bu doğrultudaki dualarına amin diyen hac ve umre ziyaretçilerine va hayfa va esefa demekten başka bir söz bulmak mümkün olamaz. Çok aziz ve çok mükerrem İslama yönelik, İslamı bütünüyle işlevsiz-mistik, kişisel bir folklora dönüştürmeye çalışan, kültürel siyasal müdahaleler, İslam toplumlarında, bayağı-yozlaşmış/iğrenç popülizmlerle, kullanışlı aydınlar, kullanışlı "ulema" ve karanlık akıllar tarafından örtbas ediliyor. Antiemperyalist mücadele iradesine sahip olmayan toplumlar/ ülkeler, emperyalist vesayeti seçerler. Emperyalist vesayeti seçmek, alçaltıcı ve kolaycı bir yolu seçmek anlamı taşır. Masum Filistin halkına uygulanan soykırımı, Yahudi-Hıristiyan uygarlığı adına yürütülen bir savaş olarak meşrulaştırmaya çalışan, Siyonist-Haçlı emperyalizmi karşısında, İslam dünyası ulus-devletlerinin bu emperyalizmlerle dost-müttefik olma gayretleri, bu ülkelerin, çok karlı ihanetleri, çok karlı kötülükleri normalleştirdiklerini gösterir. Bağımsız siyasal tercihler yapma iradesine sahip olmayan ülkeler, Amerika-İsrail çıkarları doğrultusunda hareket etmek zorunda oldukları için, İran'a karşı mezhepçi bir cephe oluşturma çabası içerisindeler. Bu durum, İslam dünyasının iktidarlarının, iktidar ihtiraslarının hiçbir ahlaki engel tanımadığını gösterir. Çıkarları için, her tür ahlakiliği yok sayabilen iktidarlar, mevcudiyetlerini umutsuz hamaset hikayeleri anlatarak, bu hikayeleri çoğaltarak korumaya çalışırlar.

Kaynak:Haber Kaynağı