Şehadet Hayalleri Çeçenistan'a Zarar Veriyor

Şehadet Hayalleri Çeçenistan'a Zarar Veriyor

... Ondan sonra "bak ben dememiş miydim, bunların amacı El-Kaide gibi" diye birileri çıkar, kullanır. Bu noktaya gelmek için uzun laboratuar çalışmaları sonunda Umarov'u tuzağa düşürdüler. Şimdi ne oldu?

"Biz kendi içimizdeki çelişkilerimizi veya kültürel asimilasyonumuzun suçunu başkasının üzerine atmayı seviyoruz. Türkiye'de asimile olmamızın en büyük sebebi olarak kendi yapımızı, büyüklerimizin bu konudaki vurdum duymazlığını görüyorum."

Mehdi Nüzhet Çetinbaş" Diasporada Kafkasya davasına büyük emekleri geçmiş bir gönüllü" Kuzey Kafkasyalı sivil toplum hareketinde aktif görevler almış, Kuzey Kafkasya dergisinin yayın yönetmenliğini, Kafkas Vakfı'nın yönetim kurulu ve kurucular kurulu başkanlığını yürütmüş olan ve hâlihazırda yönetim kurulunda yer alan Çetinbaş, Ajans Kafkas'ın ufuk turunun konuğu oldu. Aslen Adıge olan Çetinbaş, 'Kuzey Kafkasyalı' kimliğini öncelerken asimilasyonda asıl suçun Çerkeslerin kendisinde aramaları gerektiğini vurguluyor. Kuzey Kafkasya cumhuriyetlerinin özerkliği konusunda zülfü yâre dokunduran Çetinbaş, ferdiyetçiliğin örgütlenmenin önündeki en büyük engel olduğuna da dikkat çekiyor. İşte Çetinbaş'la röportajın ilk bölümü:

Kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz?

Ben kendimi genellikle Kuzey Kafkasyalı olarak tanımlıyorum. Kuzey Kafkasya kelimesini ön plana çıkarıyorum. Tabii ki önce Adıge'yim, daha alt kimliğe girersek Şapsığ'ım ama bunları hiçbir zaman ön plana çıkarmadım. Hatta Çeçen Komitesi'nde bulunduğum sıralarda Anadolu'nun birçok yerini karış karış dolaştım, insanların bir kısmı da beni Çeçen olarak bilirlerdi. Bunu da kabul ederdim. Yeri gelir Çeçen olurum, yeri gelir Karaçay olurum, başka zaman Abhaz olurum, eşim Abaza" Benim için Kafkasya'nın tüm halkları aynı değerdedir. O bakımdan, kendimi Kuzey Kafkasyalı olarak kabul ediyorum.

Peki kimliğimiz sizce ne üzerine inşa edilmeli? Din, dil vesaire"

Dünyada toplumları, milletleri oluşturmak öyle kolay değildir. Zaman içinde olur. Bana göre, öncelikle insanlar din etrafında birleşirler. İnsanları en fazla bir araya getiren inançtır, idealdir. Bunun illâ din olması gerekmez. Pagan olan bir topluluk kendi arasında daha bütündür, daha birliktir. Aynı şeyi ben Kafkasya'da da görüyorum. Kabardey'de iki tane Hıristiyan Kabardey köyü var, oradaki İslam'ı doğru düzgün tanımlayamayan, yarım yamalak Müslüman olan Kabardeylerin onlara bakış açısını görüyorum. Yani onlardan bile kız alıp vermiyorlar orada. Şimdi böyle bir atmosferde, böyle bir yapıda, kabuk bile olsa, kimlik bağlamında Müslüman olmak veya toptan Hıristiyan olmak veya bir başka şey olmak bir millet için önemli bir unsurdur. Bırakın onu, bir dinin mezhepleri arasında bile aynı ırka mensup insanlar bile birbiriyle anlaşamıyorlar. Dolayısıyla, tamam kavga edelim demiyorum ama, ütopik olarak Kafkasya'da o Hıristiyan olsun, bu bilmem ne olsun, bu falan olsun tarzındaki bir görüş, çok sağlıklı bir görüş değil. Yani Hıristiyan olanı dışlayalım, onu bilmem ne yapalım tarzındaki bir görüşü kesinlikle dile getirmiyorum. Ama bakıyorsunuz Lübnan'da ikisi de aynı soya mensup insanlar birbirleriyle kavga ediyorlar. Biri Hıristiyan, biri Müslüman; veya biri Katolik biri Protestan" O zaman, demek ki inanç birliği, insanları ortak hedefe götüren en önemli unsurdur. Dolayısıyla Kuzey Kafkasya'da zaten temeli olan bir dini imajın, dini birliğin, insanları bir araya getireceğine inanıyorum. Bugün Kuzey Kafkasya halklarının içinde Müslümanlık oranı yüzde 90'dır, 90'ın üzerindedir. Bu küçümsenmeyecek ve işlenecek olan bir formattır. O zaman böyle çok ucuz veya marjinal, ufak tefek bir takım grupların söylemlerini ciddiye almamalıyız. Kafkasya, İslamlaştığı oranda özgürleşecektir, İslamlaştığı oranda kimliğini koruyacaktır. Yani İslami kimlik Kuzey Kafkasya'nın Çerkesliğini de Kafkasya kimliğini de koruyacaktır. Aksi takdirde orada Slav unsurları arasında yok olup gideceklerdir. Ben bunu bu anlamda söylüyorum. İslamiyet kesinlikle asimilasyoncu değildir, kavimleri eritmeyen bir yapıdadır. Ama bakıyorsunuz, Hıristiyanlık asimile edici bir faktördür, ben bunu görüyorum.
 
Rusya'da kimliği ayakta tutmak için Müslümanlık" Türkiye de Müslüman bir ülke. Peki Türkiye'de kimliği diri tutmak için ne gibi öğelere atıfta bulunulabilir?
 
Türkiye'de belli dönemlerde Çerkesliğin veya Kafkas kültürünün üzerinde baskı uygulanmamıştır dediğiniz zaman, bu yalan olur. Ben ilkokul ikinci sınıfta ki ilkokula başladığım zaman neredeyse hiç Türkçe bilmiyordum, arkadaşımla bahçede Çerkesçe konuştuğum için öğretmenimden çok şiddetli dayak yemiş bir insanım. Bu 60 ihtilaline denk geldiği için farklı bir dönemdi belki ama 'vatandaş Türkçe konuş' tarzındaki bir baskının toplum üzerine uygulanması sonucu asimile olduğumuzu söylersek de hata ederiz. Aynı baskı Kürtlere de uygulanmıştır. Halen Doğu'da insanların büyük kısmı Türkçe bilmiyorlar. Sokakta dilin konuşulmasının yasaklanması, evde konuşulmasını engelleyemezdi. Biz kendi içimizdeki çelişkilerimizi veya kültürel asimilasyonumuzun suçunu başkasının üzerine atmayı seviyoruz. Türkiye'de asimile olmamızın en büyük sebebi olarak ben kendi yapımızı, büyüklerimizin bu konudaki vurdum duymazlığını görüyorum. Baskı altında kalmışlardır mutlaka ama biraz da özeleştiri yapmak durumundayız. Hemen kolaya kaçarak, ucuz sonuçlarla bir yere varılmaz. Tabii şunu açıkça dile getirmeliyiz: Biz Kuzey Kafkasyalıyız, Çerkesiz. Bu kimliğimizi her zaman, her noktada ön plana koymalıyız.
Çerkesçenin en azından evlerde konuşulan bir dil olmasını sağlamak bize düşüyordu, biz bunu sağlayamadık. Bunu bir başkasından beklememiz de çok doğru olmaz kanaatindeyim.
 
KAFKASYA'DA FARKLI YAPIDA DEVLET VARDI
 
Kimliği diri tutmak için gerginlik politikasının gerekliliğine inananlar da var mesela. Bunun nasıl bir etkisi olur sizce?
 
Gerginlik politikalarını uygulayan toplumlar olmuştur. Genellikle Yahudilerin uyguladığı politikalar arasında en önemlisidir. Kendilerini mağdur duruma getiren, hatta soykırıma uğratarak kenetlenme politikası uygulayan toplumlar zaman zaman olmuştur. Ama Kuzey Kafkasyalılar için bu tür bir politikanın çok büyük fayda getireceğini zannetmiyorum. Bu biraz da toplumların karakteristik yapısıyla ilgilidir. Kuzey Kafkasya toplumları genellikle ferdiyetçi toplumlardır. Ferdiyetçilikten kastımız, insanların ferden özgürlüklerine düşkün olmaları, itaati kabul etmemeleri ve başka hegemonyalar altında kalmak istememesi" Bunun gibi birçok faktör zaman içinde Çerkes toplumunda birlik oluşturma aşamasında bir takım sıkıntılar yaşattı. Yer yer de güçlü olan liderler ortaya çıktığında" Tarihe bakıyorsunuz, Muhammed Emin, Batı Çerkesya'ya Dağıstan'dan gelmiştir. Hem güçle gelmiştir, hem de bir söylemle gelmiştir. Güç ve söylemi bir araya getirdiği zaman bakıyorsunuz ki Abzekhler arasında Adige kökenli olmamasına rağmen İmam Şamil'in Naibi'nin çok önemli icraatlar yaptığını, ordular kurduğunu, bir takım düzenlemeler yaptığını görüyorsunuz. O bakımdan, Kuzey Kafkasya'da önemli özelliklerin başında güç dediğimiz kavramın olmaması geliyor. Yani o anlama gelecek yapılar zamanla ortaya çıkmadı, çıkmayınca da böyle parça parça Ruslarla savaşırken toplum yok oldu. Bu enteresan bir yapıdır. Bakıyorsunuz, Wubıh çarpışırken Abzekh olayın içine henüz girmemiştir veya Şapsığ çarpışırken diğeri tam manasıyla işin içine girmemiştir. Bu kabile kabile özgür yaşam, Kafkasya'da maalesef devlet yapısını oluşturamadı.
Rahmetli Said Şamil'le hemen hemen ömrünün son üç senesinde haftanın aşağı yukarı üç dört gününü beraber geçiriyorduk. Onun da söylediği enteresan bir yapı var. Bana şunu söyledi: 'Aslında' dedi 'Kafkasya'da çok güzel bir devlet yapısı vardı.' Şimdi devlet dediğimiz şeyin tanımı batıda bir şekilde yapılmış ve o tanım bizim kafamıza bir şablon olarak oturduğu için devletin tanımını ona göre yapıyoruz. Ona göre yaptığınızda tabii ki Kafkasya'da devlet yoktu diyorsunuz, yani böyle bir yapı yok. Ama devletin tek bir tanımını oluşturamazsınız ki! Bakıyorsunuz, orada herkesin toprağı var, kimse kimsenin toprağını işgal etmiyor, malını mülkünü gasp etmiyor. Öyle bir yapı var. Hapishane yok mesela. Ama işin ilginç tarafı suç da yok. Devlet yok ama hukuk var. Yazılı değil ama bakıyorsunuz bir köyde beş tane thamade toplanıyor, kural koyuyor. Diyor ki şu şu şu" Bitti. Onun üzerine daha bir söz yok. Anayasa Mahkemesi kararı gibi. Hangi devlet bunun üstünde hukuk uyguluyor? Devleti devlet yapan hukuktur. Hukuksa, bu Kafkasya'da var. Bir insanın bir mağduriyeti olduğu zaman başvuracağı bir müessese var. Herkesin yeri yurdu var. Adamın hayvanı var, hayvanının üstünde damgası var, onu gördüğü zaman getiriyorlar, sahibine teslim ediyorlar. Ama derseniz ki Rusya tarzında bir devlet var mıydı, o yoktu. Site devleti gibiydi buradakiler. Niye? Çünkü diğerine ihtiyaç duyulmamıştı. Bir ihtiyaç duyma aşamasına geldiğinde de fırsat kalmadı. Kafkasya o tarzda 50 sene daha yaşayabilseydi, birlik kurulacaktı. Çünkü ona doğru gidiyordu. İhtiyaç hasıl olduğu anda da Rusya üstüne çökmüştü. Artık can derdindeydi.
 
Yani devletin yerine getirdiği işlev başka yollardan yerine getiriliyordu"
 
Tabii. Enteresan noktalar var. Konumuz belki oraya girmiyor ama" Bugün benim en çok üzüldüğüm nokta, gözümüzün içine baka baka hem hukukun ırzına geçiyorlar, hem insanları aptal yerine koyuyorlar. Ve insanlar da bununla ilgili sahneye çıkıp rol yapıyor. Diyorlar ki Kafkasya'nın Rusya'ya ilhakının 450. yılı. Şaşaalarla bilmem nelerle kutluyorlar. Böyle bir mantık olabilir mi? Nedir, Kabardey Prensi Temriko İdar'ın kızının Çar'la evlenmesi" Tamam evlenme de, ben hiç hayatımda duymadım böylesini. Pşı veya Kabardey, kızını verdiği zaman wase (başlık) alır. Burada kızla beraber çeyiz olarak ülke de çara gidiyor. Böyle bir mantık olsaydı, Çar'ın evlendiği kızla beraber ülkeyi de almış olsaydı, Almanya, Avusturya, Polonya hepsi Rusya'nın olurdu. Böyle bir mantığı kabul edebilir misin? Böyle bir mantıksızlığı, Kafkasya'da aydın dediğimiz insanlar kutluyorlar. Bu tür safsatalarla resmen tarih bilincimizle, gururumuzla, her şeyimizle alay ederek bizi aşağılık duruma düşürüyorlar. Arkasından da elimizdeki kozları tamamen elimizden alıyorlar. Çok acı bir durum yani.
 
Kültürel yapımıza ve örgütlenme biçimimize baktığımızda, bu yapılar mevcut sorunlarımızı çözmeye elverişli midir, yeterli midir?
 
Kesinlikle elverişli değil. Ve ben dünyada bizim dışımızda, bu kadar hakarete maruz kalıp, bu kadar soykırıma uğratılıp da kendisini soykırıma uğratan bir topluma hesap sorma, sözle hesap sorma yürekliliğini gösteremeyecek organizasyonlar, yapılar oluşturan bizden başka topluluk yoktur. Türkiye'de bu organizasyonların tepe noktasına baktığınız zaman da bu insanlar bugün Kafkas diasporasında sözü geçen, önde gelen insanlar gibi görülüyorlar. Böyle görülmelerinin sebebi bugün, Rusya Federasyonu denen yapı içinde muhatap alınmaları ve o yapı içinde kabul görmeleri; orada, Rusya Federasyonu'nun kuklası olan yönetimlerle geliştirdikleri diyaloglar sayesinde bu insanlar tabii ki Türkiye'de rahat bir durum istiyorlar. Ama ben şuna eminim; eğer Türkiye'deki Kafkas diasporası, yekvücut olarak Rusya'yı rahatsız eden, Rusya'yı titreten, Rusya'nın karşısına her platformda dikilen bir topluluk oluştursaydı, Rusya böyle rahat hareket edemezdi. Zaman zaman, çok güçlü olmasa da burada Çeçenistan için çıkardığımız birkaç patırtıdan bile korktular, tedirgin oldular. Ama ne yaptılar? Hemen karşı propaganda ve provokasyona başladılar. Ben ta 12 Eylül öncesi zamanlardan beri biliyorum, bununla ilgili şu anda söyleyemeyeceğim, bildiğim birçok şeyler de var. Derneklerimiz Rus KGB ajanlarının cirit attığı yerler haline geldi o dönemde. Birçok insanımıza çengeller atıldı. Ve ben bunu her zaman yüksek sesle de söyledim: Dönüşçülük, dönüş propagandası -ki bu Sovyetler Birliği yıkılmadan önce de vardı- Rusya'nın, o zamanki Sovyetler Birliği'nin Türkiye'deki Çerkes diasporasını bölmek, zayıf düşürmek için ortaya attığı Rusya kaynaklı bir propagandaydı. Dönüşçülük, dönelim, gidelim, anavatan" Ne oldu şimdi? Açıldı kapı" Dönen adamları tekme tokat kovuyorlar. Bütün şeyleri orta noktaya getiriyor. Bir Tanzanyalının Rusya'ya gitmesiyle bir Çerkes'in gitmesi arasında hiçbir fark yok; hatta tam tersine Tanzanyalı benden daha rahat gidecek Kafkasya'ya. Ne oldu o zaman? Bu tam bir yalan değil mi? Yıllarca insanların gözlerinin içine baka baka Rodina adında birimler oluşturdular, özerk cumhuriyetlerde. Nedir? Diasporayla ilişkileri geliştirmek için kurulan kurum" Bu rodinalar KGB'nin gençlik kolları gibi çalıştı, oraya eleman yetiştirdi. Daha sonra Sovyetler yıkıldığında Türkiye'ye gelen bir dostum –daha sonra çok samimi olduk-, bana açık açık şunu söyledi: 'Bizim görevimiz' dedi, 'yıllar boyu diasporadaki Çerkesleri kontrol etmek, onların Rusya aleyhinde yapacakları bir takım çalışmaları güdükleştirmekti, bununla vazifeliydik.' Bunu açıkça ifşa etti bana. Orada Adigey'deki Rodina'nın temsilcilerinden biriydi kendisi. Sonradan kendisi çizgi değiştirdi, para buldu, Rodinacılığı da bıraktı" 'Zamanında yurt dışına çıkmanın bir tek yolu buydu' dedi. Yani sonuç olarak, bunu yıllar boyu yaptılar. Ve bizim buradaki insanlarımız da onlarla bağlantı kurarak, "Bakın Rusya topraklarıyla, bereketiyle bize kucak açıyor, 'gelin' diyor" diyorlardı. Duvar yıkıldı, gittik" Ne oldu orada? Hacı Bayram hadisesi, bilmem ne hadisesi" Muzaffer Avcı, iş adamı. Yatırım yapmak istiyor adam orada, Çerkes olduğu için yatırım yaptırtmak istemiyorlar. Veya Cihan Candemir, Kaffed başkanı. Bir iki yerde, sağda solda yanılmıyorsam bir şeyler konuşmuş herhalde, ki ispiyon yanlış gitmiş, o da yanılmıyorsam Soçi Olimpiyatları ile ilgili bir yerde olumsuz bir cümle söylemiş, ondan sonra da buyrun girişiniz yasak. Hadi ben kendim için söylemiyorum, bana zaten, teşekkür ediyorum, vize bile vermiyorlar en baştan. Cihan Candemir'e vize veriyorlar, terbiyesizler, sınırdan sokmuyorlar. Ben teşekkür ederim, çünkü beni yormuyor sınıra kadar. O bakımdan böyle bir noktada hala daha 'efendim ben haksızlığa uğradım'" Haksızlığa bile uğrasan, seni bir başkasının ispiyonuyla sınırdan döndürene bu tavrı koyamıyorsan, o zaman sen yoksun demektir. Hala daha oraya girebilmenin peşinde" Tam tersine, olayın üstüne gideceği yerde, olayı geçiştirme yoluna gidiyor. O mantıkla bakınca benim ne suçum var? Bugün Türkiye'de, Kuzey Kafkasya'da herkesten daha fazla birinci dereceden akrabaları olan insanım. Benim babamın amca çocukları orada. Ben 1916'da Türkiye'ye gelmiş bir ailedenim. Ben buna rağmen korkmadan, çekinmeden bir haksızlık varsa bas bas bağırarak konuşuyorum. Benim babamın öz amcasının çocukları var, yani öyle sülaleden birileri değil. Ben bu kadar konuşurken öteki oradaki dükkanım ne olur, falana giremem filana giremem derse Kafkasya davası hiçbir şekilde yürümez. Nazım Hikmet öyle diyor: "Sen yanmasan, Ben yanmasam, Biz yanmasak"" Birimiz bir fedakarlık yapmadığımızda" Hem işimiz dört dörtlük olacak, hem hiçbir mağduriyetimiz olmayacak" O zaman davamız yürümez ki! Yani sonuçta benim o kadar yakın akrabalarım varken, ben babamın amcasının oğlunun cenazesine gidemedim, Kafkasya'ya giremedim.
 
Yani Rusya'nın sunduğu ekonomik ilişkiler bir yerde yem"
 
Tabii. Bunu yem olarak koyuyorlar, insanları zayıf noktasından yakalıyorlar. Kafkasya'ya bugün Türkiye'den en büyük yatırımı yapabilecek kişi Muzaffer Avcı'dır. Yani Türkiye'de ondan daha zengin bir işadamı yoktur. Böyle büyük bir işadamı Kafkasya'ya yatırım yapmak istiyor; adamı aşağılıyorlar, adamın direncini kırmaya çalışıyorlar. Buna rağmen o insan oralarda birçok şeyler yapıyor. Bu durumda orada iyi niyetten bahsedemezsiniz. Muzaffer Avcı'nın ekmeğini yiyen Adıgey başbakanı, Adıgey devlet başkanı, milletvekillerinin tamamını Türkiye'ye özel uçakla getirtip misafir eden bir adam olarak, hiçbir tanesinin bir şey için gücü yetmiyor. O zaman hangi devlet oradakiler? Adıgey Cumhuriyeti kim o zaman? Krasnodar Havaalanı'nda, bırakın Muzaffer Avcı'yı almayı, onunla görüşemiyorlar bile. Milletvekilleri havaalanına gidiyorlar, otelin içinde Muzaffer Avcı'yı görmeye sokmuyorlar. O zaman bana kimse oradaki devletlerden bahsetmesin. Kanokov gelmiş de burada anlaşma imzalamış" Yahu Kanokov'un imzaladığı şey, kağıt parçasıdır bana göre. Onu merkeze soracaktır, uygulayın derlerse uygulayacaktır. Yani kendi başına yapacağı hiçbir şey yoktur. Buraya gelir, turistik seyahat yapar, nutuklar atar ama sonucunu beraber göreceğiz. Ne olacak? Uygun bir takım şeyler için icazet varsa yapılabilir, ama bunun haricinde hiçbir şey yapamaz. Çünkü öyle bir yetki yok ellerinde.
 
Rusya'nın diasporayı şekillendirme, yönlendirme ve kontrol altında tutma politikası sizin de dediğiniz gibi 12 Eylül öncesi dönemlerden beri var" Bugünkü durumda bu politika biraz şekil değiştirdi mi, ekonomik boyutun öne çıkmasıyla? Dahası, Kanokov'un gezisini de bu bağlamda değerlendirebilir miyiz? Rusya bu bağlamda kendi dış politikasında da Kafkasya cumhuriyetlerini işlevsel hale getirdi diyebilir miyiz?
 
Tabii zaten işi daha ileri aşamaya getirdi. Eskiden gene kısmen güçlü yapılar vardı orada, en azından göstermelik de olsa halkın oyuyla iktidara gelen yapılar vardı.  Kanakov'un gücü nereden geliyor ki? Kanokov, Putin'in veya yardımcısının göreve getirdiği bir adam. Halk seçmedi, Putin atadı. Bitti. Kovuyorum dediği anda da işi biten bir adamdır. Şu anda Kafkasya'da devlet başkanı dediğimiz kişi bir memurdur, validir. Başbakan bizde bir kararnameyle valiyi görevden alabilir mi? Alabilir. Onların adı devlet başkanı. Devlet başkanı atanabilir mi? Atamayla gelen insanın hangi gücü olabilir?
Ben bugüne kadar oradan gelen sayısını hatırlayamadığım kadar heyetle görüştüm. Kimi ekonomik, kimi kültürel; gayet güzel nutuklar atılır, ama sonuçta hiç. Kafkasya'da,  oradaki devletin desteğiyle oraya yatırım yapmış bir kişi göstersinler bana. Çok iş yapan var ama hepsi dişiyle tırnağıyla, mafyayla bilmem neyle işbirliği yaparak kendilerine yer açan insanlar. Bu insanlar tam tersine bürokrasiyle mücadele ediyorlar. Anlatıyorlar" Adıgey'de küçük, 5 metrekarelik portatif büfelerden açmak için evraka 28 tane farklı imza attırmanız gerekiyor. O 28 tane imzayı hayatta zaten tamamlayamazsınız, bir yerden sonra lanet olsun deyip bırakırsınız. Çünkü her imza sonrasında limit yükseliyor. Açacağınız dükkanın 5 -6 senelik kazancını peşin olarak vermek zorunda kalıyorsunuz. Ya da güçlü, mafya bozuntusu birileriyle ortak oluyorsunuz"

Evet, Ethem haindi ama Çerkesler için

"Çerkesler çok büyük travmalar yaşadı. Anzavur'la birlikte hareket eden Bandırma, Manyas, Gönen yöresindeki Çerkes köyleri tamamen tehcire tabi tutuldu. Halbuki Çerkeslerin büyük kısmı Kuvayi Milliye'nin içerindeydi. Hain Çerkes Ethem gibi yaftalar Demokles'in kılıcı gibi tepemizde sallandırıldı. Ama çok enteresan paradokslar yaşıyorsunuz. Çerkes Ethem'i hain ilan edenlerin içinde Çerkesler var. Birçok Çerkes'i ipte sallandıranların tepesinde Kılıç Ali'yi görüyorsunuz, Çerkes kendisi. Çerkes Ethem Düzce isyanını bastırıyor, 70 küsur Çerkes'i parkta çınar ağaçlarına asıyor. Bana göre Ethem haindir. Ama Türkiye Cumhuriyeti'ne ihanet etmemiştir, Çerkeslere ihanet etmiştir."

Mehdi Nüzhet Çetinbaş, Ajans Kafkas'a verdiği röportajın ikinci bölümünde Türkiye'de uzun yıllar Çerkesler 'hain' damgası vurulmuş Çerkes Ethem nedeniyle sindirildiğini hatırlatırken, Ethem Bey'in hayatı boyunca Türklere hizmet ettiğini, Çerkeslikle alakasının olmadığını ve ihanet ettiği kesimin de aslında bizzat Çerkesler olduğunu savunuyor" "Rusya'ya Gönüllü Katılışın 450.Yıl Dönümü' adı verilen Kuzey Kafkasya'daki kutlamaları bütün Kafkasya direniş tarihini 'asiler tarihine' tahvil eden büyük bir ihanet çabası olarak yorumlayan Çetinbaş, Çerkes toplumunun en temel problemlerinden birinin de kadrosuzluk olduğunu hatırlatıyor.

450. yıl iddialarıyla Rusya tam olarak neyi hedefliyor? Tarihimizi yıpratarak Kafkasyalıların kendi tarihlerinden utanmalarını ve kimliklerini zayıflatmayı mı? Diğer taraftan şöyle yorumlar da var; tamam geçmişte bazı sorunlarımız olmuş, ama bunları unutup her iki tarafın da kazanmasını sağlayacak şekilde geleceğe bakalım" Yani bir çeşit barış eli mi?
 
Burada çok şeytani bir politika izliyorlar. Kafkasya halkları olarak 450 yıl önce Rusya'ya gönüllü katıldığınızı kabul ettiğiniz zaman, 1825'ten başlayıp 1864'e kadar süren savaşlarda asi duruma düşüyorsunuz. Ve o savaşlarda akıtılan kanlar, verilen şehitler teröristtir, onlar devlete karşı isyan eden asilerdir. Hacı Giranduko Berzeg'in kemikleri sızlıyor. Hacı Kuzbek'in kemikleri sızlıyor. Sayısını tam olarak bilemediğimiz insanlar burada oluk oluk kan akıtıyor ve siz bu insanların hepsini, bütün atalarımızı asi pozisyonuna düşürüyorsunuz. Yani burada verilen savaş özgürlük savaşı değil, devlete karşı bir başkaldırı. 1820'lerde Kafkasya'daki Rus sayısı kaç? Yüzde bir bile değil, sıfır. 1820'lerde sıfır oran Rus oranını bugünkü duruma getiriyorsunuz. Yani bunlar tamamıyla oradaki satılık aydınların yaptıkları şeylerdir. Telefonla zaman zaman görüşüyoruz, gerekçeleri de son derece çirkin. Bilmem kaç milyon ruble gönderdiler diyorlar, o parayı geri mi çevirelim" Böyle bir mantık olabilir mi? Özgürlüğünüze, tarihinize, mazinize 300 – 400 milyon ruble yardım karşılığında, böyle bakan insanlar var. Bu son derece acınacak ve çirkin bir durum. Tabii onurlu insanlar eziliyor, sesleri duyulmuyor. 
 
Kültürel kodlarımızın bugün için tıkayıcı rol oynadığı durumlar var mı? Mesela geçmişte yaşananlar bize aktarılabildi mi? Bakıyoruz bin yıl önceki Haçlı Seferleri'nden bugüne Arapça'da ağıtlar kalmış, ama bize aileden sürgünle ilgili neredeyse hiçbir şey aktarılmadı, gelenekten bu konuda pek bir şey öğrenmedik. Kültürel kalıplarımızda sorun var mı?
 
Tabii olmaz olur mu" En güzel model, 1910'lu yıllarda ortaya kondu. Kapatılan Çerkes Teavün Cemiyeti çok önemli bir modeldi. İçinde birçok Çerkes aydınını barındıran, milletvekillerinden paşalara varıncaya kadar birçok aydının içinde yer aldığı bir kurumdur. Şanssız bir şekilde cemiyetin ana unsurunun bir kısmı padişahın tarafında kalınca, cemiyet daha sonra kapatıldı. O dönemde, Çerkes Teavün Cemiyeti kapatılınca üyelerinin bir kısmı da Kafkasya'ya gittiler, Kafkasya'da 1918 Cumhuriyeti'nin içinde yer aldılar, bağımsızlık hareketine katıldılar. Orada yıkıntı olunca bir kısmı orada kaldı, dönemedi. Kadrolarımızın çok önemli kısmını bu sıralarda kaybettik: Kurtuluş savaşı, Çerkes Teavün Cemiyeti'nin kapanması sırasında" Ve Cemiyet kapatılınca maalesef arşivi talan edildi. Bunlar tabii soruşturulması gereken olaylar, oradan bize doğru düzgün bir şey kalmadı. Bununla beraber Çerkesler çok büyük travmalar yaşadılar. Anzavur'la birlikte hareket eden, hareket ettiği var sayılan Bandırma, Manyas, Gönen yöresindeki Çerkes köyleri biliyorsunuz, tamamen tehcire tabi tutuldu, yerinden kaldırıldı. Halbuki Çerkeslerin büyük kısmı da Kuvayi Milliye'nin içerisindeydi. Yani bir çok travmalar yaşandı, uzun dönem hain Çerkes Ethem gibi yaftalar Demokles'in kılıcı gibi tepemizde sallandırıldığı için 1950'lere kadar gelen dönem içinde insanlar Çerkesliklerini gizlemek gibi durumlara düştüler. Ama bu olurken de çok enteresan paradokslar yaşıyorsunuz. Çerkes Ethem'i hain ilan edenlerin içinde bakıyorsunuz yine Çerkesler var. Birçok Çerkes'i ipte sallandıranlara bakıyorsunuz, tepe noktasında mesela bir Kılıç Ali'yi görüyorsunuz, Çerkes kendisi. Veya bakıyorsunuz Çerkes Ethem Düzce isyanını bastırıyor, 70 küsur Çerkes'i parkta çınar ağaçlarına asıyor, astıklarından bir tanesi de Kuvayı Milliyeci Sefer Berzeg. Bana göre Ethem haindir. Ama Türkiye Cumhuriyeti'ne ihanet etmemiştir, Çerkeslere ihanet etmiştir. Ethem, Çerkes toplumunu mahveden, Çerkes toplumunun yüz karası bir haindir. Tarih kitapları Çerkes Ethem'e hain dediği için biz ona refleks olarak sahip çıkıyoruz. Kim için hain Çerkes Ethem, kime ne yapmış? Çerkeslerin dışında hiç kimseye ihaneti olmamıştır. Çerkes Ethem'in hayatının hiçbir anında Çerkeslikle en ufak, tırnak ucu kadar alakası olmamıştır. Çerkes Ethem, Enver Paşa'yla, kardeşi Nuri Paşa'yla Türkistan'a giden ordunun içindedir. Kendisini Türkçülüğe adamış, 'Büyük Türk Dünyası'nı kurmaya çalışan, böyle bir insan. Özeleştiri olarak söylüyorum bunları. Çerkes Ethem'e iadeyi itibar diyorlar" Hiçbir zaman imza koymam böyle bir şeye. Çerkes Ethem'in hangi Çerkes'e faydası olmuş, Çerkeslik için ne yapmış? Bunun anlatılması lazım.
 
Önündeki Çerkes ifadesi bütün Çerkeslere karşı da olumsuz bir yaklaşımın oluşmasına yol açmıyor mu peki?
 
Ben ona karşı geliyorum tabii. Ama bizim savunma mekanizmamız Çerkes Ethem olmamalı. Evet Çerkes Ethem haindir, ama Çerkes toplumuna haindir. Hayatı boyunca Türk toplumuna hizmet etmiştir. Çerkeslik için hiçbir şey yapmamış ki. Bu konuyu da ilk ben Kuzey Kafkasya dergisinin yayın yönetmeniyken dile getirdim. Sefer Berzeg'le olan davası üzerinden. Sefer Berzeg'i de tamamen eskiye dayalı bir kız davası yüzünden asmıştır Ethem. Bunlar tarihi gerçekler. Yani Çerkesler olarak önce kendimize iğne batırarak uyanmadığımız zaman, sanal ortamda, hiçbir şey okumadan, böyle şeyler yazdığımız zaman bir yere varamayız. Sanal ortamı zaman zaman takip ediyorum, bakıyorum, birileri bir şeyler yazıp duruyorlar. Yahu hangi kurumda ne yaptın bugüne kadar? Yazı yazmak çok kolay. Önemli olan hizmet. Türkiye'deki Kafkasya ile ilgili kitapların tirajı kaç? Üç yüz-beş yüz. Ama yazan dolu. Okumadan yazıyorlar. Önce kendimizi silkeleyeceğiz. Ve şuna da inanıyorum, Kafkas toplumu çok büyük, kalabalık kitlelerle bir yere varmaz. Biz ayağı yere basan, Kafkasya meselesinde bir şeyler üreten 100-150 tane aydın yetiştirdiğimizde mesele bitmiştir. Ama hâlâ o noktadan çok uzağız. Bizim hedefimiz de odur. En azından bir takım düşünen insanlar yetiştirmek. Sosyolojinin kuralı vardır; kitle, kalabalıklar sürü psikolojisiyle gider. Okuyan, entelektüel, sözü dinlenen insanlar bu toplumun içinden çıksın. Bizim en büyük sıkıntımız, Rusya ile topla tüfekle mücadele ederek zaman kaybetmemiz. Ha, bunu söylerken gidiyorsun başkasının söylemine ortak oluyorsun denilebilir. Çeçenistan'da ben hiçbir zaman silahlı mücadeleyi tasvip etmedim, desteklemedim. Ama yapılmak zorundaydı. Çeçenler savaşmak zorundaydı, Çeçenler başlatmadı savaşı, kendilerini savunmak durumunda kaldılar. Senin evine girip senin ailene, namusuna kastedeni öldürürsün, bu öyle bir şey. Başka bir seçenek yoktu. Rusya Çeçenistan'ı kurban seçerek diğer yerlere de şiddeti gösterdi. Ama bu bana göre geçici bir süredir. Belli bir noktadan sonra bitecektir. Ben şuna inanıyorum. Rahmetli Said Şamil'in bir sözü vardı, 1979'da şöyle dedi: "Yaklaşık 15-20 yıl içinde Rusya yıkılacak, ben belki görmeyeceğim. Ama eğer Rusya yıkıldığında biz örgütlü, güçlü değilsek, dünyaya oradaki durumu anlatamazsak, oradaki insanların yanına örgütlü olarak gidemezsek, örgütlü olarak onlarla kucaklaşamazsak gene biz bir şey kazanamayacağız." Ve aynen öyle oldu. 90'larda güçlü bir diaspora olsaydı, bugün Kafkasya bağımsızdı, kesinlikle bağımsızdı. Çünkü biz oradaki küçük cumhuriyetler arasında entegrasyonu kuramadık. Biz Kafkas Vakfı olarak 2000'li yıllara kadar serbest giriş çıkış zamanında oralara birçok hizmet götürdük, belli bir kesimin bilinçlenmesine katkı sağladık. Doğru şeyler yaptık ama yalnız kaldık. Doğru teşhisle gittik ama yanımızda yeterli gücümüz yoktu. Şimdi yine kesinlikle 25-30 sene içinde bir parçalanma daha yaşanacak, yaşanmak zorunda. Rusya gibi bir yerin, 22 tane federal bölgeden oluşan bir yapının böyle merkezi bir sistemle yaşaması mümkün değil. Rusya'nın bir ucu Japonya'da, diğeri Avrupa'da, iki ucu arasında 11 saat zaman farkı var. Böyle bir ülkeyi merkeziyetçi anlayışla yönetemezsiniz. Nüfus ve daha birçok sorunu var. Her yıl nüfusunun 700 bin civarında azaldığı söyleniyor. Bir taraftan Müslüman nüfus artıyor. 30 sene sonra, 120 milyon civarında nüfusa sahip olacak Rusya'nın neredeyse 45 milyonu Müslüman olacak. Böyle bir duruma gidiyor Rusya. Eğer bizim bir takım hedeflerimiz varsa şimdiden projektör ışığı yansıtarak çalışmamız lazım. Çünkü Rusya'nın şu anda yaptığı şey rant yemek, petrol fiyatlarının aşırı derecede yüksek olmasıyla Putin böyle bir ekonomik rant oluşturdu, bununla bir şeyler yaptı. Sürekli böyle gitmez ki. Petrol fiyatları düştüğünde, Rusya anında bir krizin içine girecektir. Zaten bu ekonomik refah Kafkasya'ya hiç gelmemiştir. Bakıyorsunuz, Moskova'da 4 bin dolar, Petersburg'da 4 bin 500 civarında olan milli gelir İnguşetya'da 170 dolar. En yükseği Osetya'da, o da 800 dolar, o da kaçakçılıktan ve oradaki askeri üslerden. Düşünebiliyor musunuz? Rusya'daki en fakir bölgelere bakıyorsunuz, Kafkasya'daki cumhuriyetlerin hepsi arka arkaya sıralı. Adıgey'in 75 km mesafede hemen bitişiğindeki Krasnodar'da 3 bin dolar olan milli gelir Adıgey'de 500 dolar. Arada 6 kat fark var. Kimse bunun hesabını sormuyor. Tersine çeviriyorlar. Krasnodar'da refah yüksek, onun içine girelim" Adıgey'in refahını yükseltelim demiyor kimse. Devleti lağvedecekler, Krasnodar'a katılınca refah yükselecek. Zaten eline reel olarak geçmeyen o para, Krasnodar'a katılınca hiç geçmez. Sen sadece Krasnodar'ın ortalama gelirini düşürürsün. Yani sonuçta, senin bulunduğun coğrafyaya bilinçli olarak o yatırım yapılmıyor. Bunu görmüyorlar, bunu tartışmıyorlar. Rusya'da 89 tane federal birim var, bunlara baktığınız zaman bizimkiler refah seviyesi bakımından en dipte. Bir ara Kalmukya araya katıldı yanılmıyorsam. 81'den 89'a hepsi Kafkasya'da. En geri kalanların hepsi Kafkas cumhuriyetleri. Bütün Rusya'nın en güzel yerleri olmasına rağmen böyle. Üzerinde insan yaşamayan yerler bile Kafkasya'dan daha iyi durumda. Problem şurada: Kafkasya'nın ekonomik planlaması merkezden yapılıyor. Orada hiçbir işadamımız, ne (Kabardey-Balkar Devlet Başkanı) Kanokov'un ne (Adıgey Devlet Başkanı Aslan) Thakuşinov'un verdiği sözle iş yapamaz; ancak merkezden onaylanırsa yapabilir.
 
Bugünkü durumda Türkiye'de bir Kafkasyalı nüfus var ve elde olanlar da ortada. Bu durumun içindeyken, nereden başlanmalı, sahip olan imkanlar içinde en öncelikli yapılması gereken şey ne size göre?
 
Öncelikle kendi entelektüelimizi, okuyan, Kafkasya'yı bilen, geleceğimize projeksiyon yansıtabilen, dil bilen, dünyayı tanıyan kadrolar yetiştirmediğimiz müddetçe hiçbir şey yapamayız. Artı, vakıf olarak bunu hep dile getirdik, Kafkasya'yı dünyaya entegre etmemiz lazım. Problemimizi dünyaya anlatmamız lazım. Bunu da kesinlikle Türkiye'de yapamazsınız. Türkiye dünyada gözükmeyen, takip edilmeyen bir ülke. Bugün Çeçenistan'la ilgili eğer Ahmet Zakayev ve diğer Çeçenler Avrupa'nın çeşitli yerlerinde olmasalardı, Türkiye'de olsalardı bir gram sesleri çıkmazdı. Bugün dünyada Çeçen mücadelesiyle ilgili bir takım şeyler yansıyor. Yansıma sebebi de Çeçen diasporasının bir kısmının Avrupa'daki merkezlerde bulunması. Bugün Lahey'de mahkeme binasının önünde 15 kişi bağırsa bütün dünya televizyonlarında geçer. Ama Ankara'da 20 bin kişi eylem yapsa dünyanın haberi olmaz. Kendi meselemizi dünyaya anlatmak zorundayız. Anlattığınız zaman dinlerler. Dünyayı sayılı insanlar yönetiyor, onlara ulaşacaksınız. Zamanında Avrupa ile ilgili uluslar arası bir toplantı İstanbul'da yapıldığında Kafkas Vakfı olarak çok önemli girişimlerimiz olmuştu, önemli kişilerle görüşmeler yaptık, hatta Amerika Dışişleri Bakan Yardımcısı ile görüştük. İlgi gösterdiler, takip ettiler" O dönemde çok önemli mesafeler alma noktasına geldik. Fakat bunu sürdürebilecek, takibini yapabilecek kadrolardan yoksunsun. Doğal olarak bu işi takip edecek insanlar gerekiyor. Ermeniler, Yahudiler insanlar yetiştiriyor, o insanları finanse ederek, onların arkasında durarak davalarını anlatıyor. Kadro olmadığı zaman hiçbir hareketi başarıyla yürütemezsin. Bizim en önemli eksiğimiz profesyonel kadroların olmayışı. Bir insan bir işte çalışıyor, boşta kalan zamanıyla da Kafkasya meselesiyle ilgileniyor. Bu bilime de aykırıdır, eşyanın tabiatına da aykırıdır, insanın tabiatına da aykırıdır. Bu yapıyla kesinlikle hiçbir yere varılamaz. Sizin finansörlüğünüzde, sizin desteğinizde araştırmalar yapılacak, projeler üretilecek. Bunu yapabildiğiniz zaman dünya sizi dinleyecektir. Rus temsilcilerin karşısına belli platformlarda çıkıp karşı görüşünü ortaya koyabilecek insanlar yetiştirdiğiniz zaman meseleyi çözersiniz. Rusya'nın Soçi ile adaylığını koyduğu olimpiyatlarla ilgili toplantı yapılırken, oylamaların yapıldığı ortamda İngilizce konuşan 20 tane Çerkes delikanlısı oy kullanacak insanlara Soçi'de ne olduğunu anlatsa etkili olmaz mı? Putin oraya gidip konuşacaktı ama üyelerden bir tanesi yapılan anlatımlardan etkilenip "Ey Putin! Sen o topraklarda 1864 yılında bilmem şu kadar insanı öldürmüşsün, oralar sit alanı" diyebilirdi. Bunun için büyük organizasyonlar gerekiyor, güçleri birleştirmek gerekiyor. Bu konuda Kaffed'e de iş düşüyor, Kafkasya Konseyi'ne de, herkese iş düşüyor. Bugün ortak buluştuğumuz bir nokta var: Soykırım. Soykırımla ilgili projeler geliştirelim. Dünyaya anlatalım, belgeler ortaya koyalım, filmini yapalım. Sonuçta bir yere gelmemiz lazım.
 
Said Şamil'in son yıllarında yanındaydınız. O nesilden bahseder misiniz biraz?
 
Son üç sene çok yakınında bulundum, Said Şamillerin neslinde de en büyük sıkıntısı kadrosuzluktu. Hep şikayet etti kendisi de. Öte yandan kendisinin fert olarak çalışırdı. Suudi Arabistan'da Rabıta'nın Merkez Komitesi'ndeydi. Ben ona sürekli "Said amca şu bağlantılarını başkalarına da aktar, bize de aktar" derdim. Ama 81-82 yaşında olmasına rağmen çok daha uzun yaşayacağını umuyordu. Dolayısıyla bir türlü o bağlantıları ve kendi birikimlerini başkalarına aktaramadan gitti. Said Şamil'in kafasında o kadar çok bilgi vardı ki, hepsi onunla beraber gitti. Bu birikimlerin nesilden nesle aktarılabileceği bir yapıya kavuşmamız lazım. Biz de zaten Kafkas Vakfı'nda böyle bir şey için çalışıyoruz. Osmanlı arşivlerinde belge taraması yaptık mesela, çok yüksek maliyetli bir çalışma. Ama tabii düğün, ekip gibi şeylerin dışında faaliyet gösterdiğimiz için insanların dikkatine fazla çarpmıyor.
 
Düğün-dernek gibi olaylara fazla eğilim, yapılması gereken diğer şeyleri biraz öteliyor mu?
 
Ben onu yapmayalım demiyorum, o kültürün bir parçası, olması gerekir. Ama bir hayat tarzı haline geldiğinde, bütün mesele tamamen bundan oluşunca tıkanıyor. Çerkes'im deyin dışarıda, hemen danslarımızdan bahsediyorlar. Bir Şamil bir de danslar. Demek ki insanlar bizi sadece bununla tanımış. Ben ülkesinden sürülen, mağdur edilmiş, vatanını kaybetmiş bir halk olarak tanınmayı yüz bin kere tercih ederim. Ama maalesef bunu ortaya koyamadık.

 

Etnik siyaset doğru yapılırsa olur

 

Etnik kimliği çok aleni biçimde ortaya koyarak politika yaptığınızda başarılı olamazsınız Türkiye şartlarında. Ama bu etnik kimliği ortaya koyarak politika yapılmaz anlamına da gelmez. Örnek olarak Türkiye'deki Gürcü sayısı Çerkeslerin dörtte biri kadardır. Ama Gürcülerin parlamentoya yansımalarıyla Çerkeslerin yansımasını karşılaştırdığınız zaman Gürcü sayısı Çerkeslerin beş katıdır, belki de daha fazladır.

Mehdi Nüzhet Çetinbaş, Ajans Kafkas'a röportajının üçüncü bölümünde Türkiye'de Çerkeslerin örgütlü çalışma yürütemedikleri ve taktik hatalar yaptıkları için siyasette etkili temsil edilemediklerine işaret ediyor.

Son seçimlerde etnik kimlik üzerinden siyasete girilmesi yönünde çalışmalar oldu. Kimileri eleştirdi kimileri destekledi" Siz nasıl değerlendiriyorsunuz etnik kimlik üzerinden siyaseti? Ne getirir ne götürür?
 
Etnik kimliği çok aleni biçimde ortaya koyarak politika yaptığınızda başarılı olamazsınız Türkiye şartlarında. Ama bu etnik kimliği ortaya koyarak politika yapılmaz anlamına da gelmez. Örnek olarak Türkiye'deki Gürcü sayısı Çerkeslerin dörtte biri kadardır. Ama Gürcülerin parlamentoya yansımalarıyla Çerkeslerin yansımasını karşılaştırdığınız zaman Gürcü sayısı Çerkeslerin beş katıdır, belki de daha fazladır.
 
Ama şu farkın da altını çizmek gerekir herhalde, bir Çerkes'in meclise girmesiyle Çerkes etnik kimliği üzerinden siyasetle meclise girmesi farklı. Mesela Gürcüler Gürcü kimliğiyle mi giriyorlar meclise?
 
Gürcü kimliğini kullanarak giriyorlar, ama bunu çok deklare etmiyorlar. Ben gençlik kollarından başlayarak çok yoğun olarak particilik de yaptım. Oradaki yapıyı gördüm. Bir siyasi partinin il teşkilatına blok olarak 200-300 üye yapın, etnik kimliğiyle değil ama, normal şekilde, o üyeler size milletvekilliği getirir. Bunlar çok basit şeyler" Ama biz bunu beceremiyoruz. Biz gidiyoruz, zannediyoruz ki 'biz Çerkesler şu kadar kişiyiz' diyerek işi hallederiz" Ona kimse bakmıyor. Parti tabana, içindeki aktif örgütlenmeye bakar. Bugün birçok ilden çok sayıda Gürcü milletvekili var. Mesela Bursa'dan" Bursa'da Gürcü sayısı ne? Ama milletvekili çıkarıyorlar.
 
Öte yandan bunu yaparken Gürcüler siyasete giriyor diye bir gürültü de kopmuyor"
 
Onu söylüyorum" Mesela Faruk Çelik" Kaç kişi bilir Faruk Çelik'in Gürcü olduğunu Türkiye'de? Ama bütün herkes Nazım Ekren'in Çerkes olduğunu bilir. Halbuki Çerkeslikle de hiçbir alakası yoktur. Hayatı boyunca da Çerkes kültürüyle de, zorlamalar dışında, bir ilişkisi olmamıştır. 30 senedir tanırım, ta imam hatip okulunda okuduğu zamandan tanırım, bir kere bile derneğe götüremediğim bir adamdır. Ama Nazım Ekren'i bütün herkes Çerkes Nazım Ekren diye bilir. Faruk Çelik çatır çatır Gürcülerin işlerini yapar, İnegöl'de beş Gürcü köyü vardır, yirmi beş tane de Çerkes köyü vardır. Bir tane geçen dönem Şerif Birinç girdi. Mesele burada, seçtiğimiz milletvekillerini koruyamıyoruz, yıpratıyoruz hatta. Bir dönem aynı hatayı ben yaptım. Çerkes kimliğiyle, dernek adıyla Ak Parti'nin kuruluş döneminde politika yapmaya kalkıştım. Dernekleri arkama almasaydım daha şanslı olurdum ve seçilirdim de. Dernekler zarar verdi. O kimlikle çıktığında korkutuyor insanları.
 
Nasıl bir zararı oldu? Birileri aleyhinizde propaganda mı yaptı?
 
Yok hayır. Şöyle, dernekçilikle yapılan usul çok çirkin kaçıyor. Bakıyorsunuz, dernekler bir heyet oluşturuyor, CHP'yi ziyarete gidiyor, 'bizim adayımız Seyfettin Diner, destekleyeceğiz' diyor. Aynı heyet iki gün sonra Ak Parti'ye gidiyor 'Bizim adayımız Çetinbaş diyor' diyor" Böyle bir şey olmaz.

Biraz kültürden bahsedelim. Derneklerde dil kursları var ve iki farklı lehçede eğitim veriliyor. Her şeyi koruma güdüsü her şeyin birden kaybolmasına da sebebiyet verebilir" Bir lehçe etrafında uzlaşılması daha işlevsel olmaz mı?
 
Ben bunu öteden beri savunuyorum. Sovyetler zamanında Adıgey'de Çemguy diye bir lehçeyle resmi dil oluşturdular, Karaçay'da Besleney'le bir alfabe oluşturdular, Kabardey'de Kabardey alfabesini oluşturdular. Bunlar zamanla yazıya dökülerek birbirinden kopuk hale getirildiler. Halbuki bu şekilde olsa bile en azından alfabeyi tek yapabilseler, o da bir şey. Enteresan şekilde alfabeyi de farklı farklı yaptılar. Bu tamamen kasıtlı bir hareketti. Rusya 1930'lu yıllarda kendilerine göre dil devrimi yaparken, 1936'da Kiril'e geçilirken –biliyorsunuz, o zamana kadar Latin ve Arap alfabeleri kullanılıyordu, zorla Kiril'e geçildi- Adıge aydınları çok büyük gayretler gösterdiler. Fakat hepsini astılar, kellelerini uçurdular. Burjuva milliyetçisi falan diye suçladılar, Kalmuk Betal dahil olmak üzere, ki bunlar Kafkasya'ya komünizmi getiren adamlar olmalarına rağmen. Ve Adıgece üçe bölündü. O süreçte enteresan şekilde yalnızca iki halk kendini kurtarabildi: Ermeniler ve Gürcüler. Bizde de aynı şey yapılabilirdi, uzun süre Latin alfabesi kullanıldı. 1936'ya kadar Latin alfabesiyle birçok kitap yayınlandı. Çerkes Teavün Cemiyeti'nin alfabesi kullanılıyordu Kafkasya'da. Buna rağmen yapıldı. Bugün gene her Dünya Çerkes Birliği toplantısında bu gündeme getirilir. Kaçıncısı yapılıyor sayısını unuttum. Olmayacak bir şey de değil; ama kasıtlı olarak yapılmıyor.
Bana göre basit bir uydu televizyonuyla insanlar birbirini izleseler, bir iki sene içinde şiveler yakınlaşır. Ben şimdi Kabardeyce'nin tamamını anlıyorum. Üniversite zamanında Kabardey arkadaşlarla beraberken söktüm. Olay dönüyor dolaşıyor, güdümlü devletlere geliyor. Adı Adıgey, ülkeye adını vermiş; Adıgey televizyonu günde ne kadar yayın yapıyor biliyor musunuz? 45 dakika! Kabardey-Balkar'daki de onun gibi, en fazla bir-iki saat yapıyordur. Bir federe cumhuriyet kendi dilinde yayın yapamıyor. Bırakın onu, televizyonu yok! Televizyon yayını da şu: ORT televizyonunun kanalından o saatte bir bant ayarlıyorlar, Moskova'ya gidiyor bant, bayat haberler, Adıgey'in vericisinden yayınlanmak üzere bandı takıyorlar, o bant yayına giriyor. Yayın diyorlar, Kanokov yayın yapamaz, Kabardey-Balkar televizyonu diye bir televizyon yok ki! Onlar sadece hazırlıyorlar bandı, Moskova'ya gönderiyorlar. Olay bu. 5-6 senedir gidemiyorum, şimdi belki biraz iyileşmiştir.
En basit olay, radyo. Bugün tamamen ilkel hale gelmiş, o bile bir, bir buçuk saat. İmkan var mı? Var. Ama o yerlerde oturanlar tıkamak üzere oradalar.
Bizim internet yayınıyla bir şekilde Çerkesçe'yi işler hale getirmemiz lazım. Şu an mesela İsrail'de yapıyorlar. Dil ancak konuşularak, yaşanarak, dinlenerek olur, işlerlik kazanır, öğretilir. Müzik dil öğrenimi için çok önemli mesela. Kulak aşinalığı, kulağın kırılması önemli.
Dünya Çerkes Birliği'ne bir defa katıldığımda da bu konu gündeme gelmişti, zaten bir daha katılmadım, oradan bir şey çıkmayacağını anladım. En kısa zamanda kapatılması ve yerine yeni bir kurumun oluşturulması gerekir. Türkiye'nin DÇB'den çekilmesi lazım, zaten Türkiye çekilince fonksiyonel olmaz, kapanır.
 
Kafkasya'ya yönelik olarak önceliklerimiz ne olmalı? Eldeki, varolan imkanlar içinde"
 
Öncelikle Kafkasya'ya gidiş gelişler kesinlikle devam ettirilmeli. En azından imkanı olan insanların turistik de olsa o bölgeye seyahat etmesi gerekir. Bunu teşvik etmek lazım. Kafkasya meselesine en uzak insanlar bile oraya gidip geldikten sonra kendilerine göre, kendi önceliklerine göre bir çok şeylerin yapılması noktasında kanaat sahibi olarak dönüyorlar. Bu çok önemli. Yani Kafkasya davasına uzak olan insanlar gidip geldikten sonra kafalarındaki şey değişiyor, orayla ilgilenilmesi gerektiğini düşünüyorlar. Bu cemiyete çok önemli bir dinamizm kazandırıyor. Ama bir taraftan da, bir motivasyon olmadığı takdirde bir umutsuzluk da meydana getiriyor. Altyapısı iyi doldurulmadığı zaman olur. Ben Kafder'in veya Abhaz Derneği'nin oraya çocukları gönderme, orada birkaç hafta kalmalarını sağlama gibi çalışmalarını takdirle karşılıyorum. Bunlar çok önemli, gidip gelme, aradaki bağlantının güçlenmesi" Bir insana istediğiniz kadar anlatın, oradaki fiziki şartları yerinde görmediği müddetçe çok etkili olamıyorsunuz. Bunun haricinde Kafkasya için en güzel şeş, dönüşün şartlarının oluşturulması lazım. Ben dönüşçülerden daha fazla dönüşçüyüm ama şartlarının oluşturulması lazım. Yani zincirleri kırarak orada yatırımlar yapılabildiği müddetçe, orada açılan istihdamın mesela yüzde yirmisi Türkiye'den götürülerek oluşturulması, o yüzde yirminin oraya bir şekilde yerleşmesini sağlar, oturmasını sağlar. Eğer karnı doyuyorsa arkasından eşini dostunu götürecektir. Bu çok daha güzel bir transferdir. Zaten Muzaffer Avcı'nın düşündüğü de bu tarz bir çalışmaydı. Buna benzer şeylerle Kafkasya'ya dönüş büyük ölçüde sağlanır. Yoksa buradan sırtlanıp oraya gitmeyle geri dönemezsiniz, çünkü sizin hayatınızı idame ettirmeniz gerekir. Emekli bile olsanız orada yaşayamazsınız, bir meşgalenizin olması lazım, başka türlü yaşayamazsınız. Nasıl Almanya'ya işçi olarak gidiyorsa, oraya istihdamla gitmesi lazım. Şunu yapmak lazım: Eğer biz oraya rahatlıkla gidemiyorsak, yatırım yapamıyorsak, Çerkes kimliği olmayan bir sermayedarın o bölgeye gitmesine vesile olmak lazım, teşvik ederek" O noktada sivil toplum örgütleri olarak buna vesile olmaya çalışmalıyız. Yoksa başka türlü oraya gitmekle tutunamazsınız.
 
KOSOK'UN MEZARININ NAKLİ PSİKOLOJİK ZAFER OLUR
 
Hatajuko Valeri bir süre önce Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti Devlet Başkanı Pşimaho Kosok'un mezarının İstanbul'dan Nalçik'e taşınması için Kabardey Balkar Devlet Başkanı Kanokov Arsen'e bir mektupla başvurmuştu. Siz zamanında o mezarın yeriyle ilgili çalışma yapmıştınız. Mezarın Kafkasya'ya taşınmasının temsili önemi hakkında neler söyleyeceksiniz?
 
Zaten o teklifi Hatajuko'ya yapan bendim. Sadece Pşimaho Kosok değil, İmam Şamil de dahil olmak üzere Kafkasya'da doğup vatanlarından ayrı ölen bütün Kuzey Kafkasyalıların sembolik de olsa mezarlarının kendi doğdukları toprağa taşınması gerektiğine inanıyorum. Hacı Giranduk Berzeg olsun, Degumuko Berzeg olsun, Muhammed Emin olsun, Alihan Kantemir'lerden Haydar Bammat'lara varıncaya kadar her biri için söylüyorum. Bunu bir yerlerden bir şekilde başlatmak lazım. Böyle bir şey yaptığınız zaman, bu orada çok büyük bir heyecan uyandıracaktır. Düşünebiliyor musunuz, Pşimaho Kosok'un mezarını siz doğduğu köyüne götürdünüz, oraya bir sürü insan gidecek ve gittiği zaman en azından adamın kafasında "Aaa biz 1918 yılında devlet kurmuşuz, bir devlet tecrübemiz oluşmuş" düşüncesi doğacak. Zamanla onun üzerine araştırmalar yapılacak, bir takım şeyler oluşacak. Ben bu bilinçle Hatajuko'ya o zaman bunu önerdim. Hatta mezarını da beraber bir iki günlük arama sonunda bulduk. Bu tabii önemli bir atmosfer. Bir yerden başlanacaksa buradan başlansın. Buna tabii izin verildiği zaman kesinlikle yapılması gerektiğini, bunun üzerinde durulması gerektiğini düşünüyorum. Mezarlar bir toplumun, bir milletin o topraklar üzerindeki basılı mührüdür, mühürdür. Burası bana aittir, benim toprağımdır, diye bir mühürdür. Vatanı vatan yapan, onun üzerindeki ecdatların, ataların hatıralarıdır. Vatan budur. Kafkasya maalesef bu noktada çok zayıf bir ülke. İşte bu zayıflık, insanlarda o gücü, o kuvveti oluşturmuyor. Hiçbir mezarlığımızda sembolik değeri olan şeylerimiz yok; Bizi coşturacak, bize maziyi, bize geçmişi hatırlatacak insanlarımız yatmıyor mezarlarımızda. Böyle olmadığı zaman insanlarımızda geçmişle ilgili bir heyecan uyanmıyor. Dolayısıyla, bir şekilde bu insanların götürülüp orada mezarlarının yapılması lazım. Hatajuko bunu yapıyor ama tek başına olması yetmiyor. Bizim de buradan destek vermemiz lazım. En azından buradan nakli konusundaki prosedürü bizim halletmemiz gerekir. Çünkü sadece oradan biz Pşimaho Kosok'un mezarını alıyoruz, götürüyoruz, demekle götüremiyorlar. Çünkü Pşimaho Kosok öyle veya böyle T.C. vatandaşı olarak öldüğünden, mezarının nakli için Vakıflar Kurulu kararı gerekiyor. Ve yapılabilirse, bu çok önemli psikolojik bir zaferdir.

 

Çeçenya'da savaş bitti, yeni cephe açıldı

 

Rusya'nın çok güzel bir laboratuar çalışmasıyla Çeçenistan aslında dünyada bir bağımsızlık hareketinin nasıl güdük hale getirildiğinin iyi bir örneği. Eğer özgürlük hareketleri, bağımsızlık hareketleri belli bir periyot içinde amacına ulaşamazsa, uluslararası istihbarat teşkilatları tarafından piyon olarak kullanılır, maşa haline gelir.

Mehdi Nüzhet Çetinbaş, röportajının son bölümünde Çeçenya'da direnişte yaşanan sapmalara dikkat çekiyor. Çetinbaş, Rusya'nın Çeçen cephesindeki direnişin asıl mecrasından çıkarılması hedefine ulaştığını ve artık mücadelenin demokratik zemine kayacağını belirtiyor. 

Çeçenistan'daki emirlik ilanıyla ilgili gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Ayrıca Türkiye'deki Kafkas kurumları bu durumda nasıl bir tavır almalı size göre?
 
Çeçenistan meselesi yürek yarası. Konjonktür, yapı, Rusya'nın çok güzel bir laboratuar çalışmasıyla Çeçenistan aslında dünyada bir bağımsızlık hareketinin nasıl güdük hale getirildiğinin iyi bir örneği. Tamamen planlı bir çalışmayla bir özgürlük mücadelesi bu noktaya getirildi ve 250 bin insanın öldürülmesine rağmen dünyada sessiz sedasız bu noktaya getirildi. Bu mücadelenin içinde bulunan insanların büyük bir kısmı yakından tanıdığım insanlar.
Bir kural vardır: Eğer özgürlük hareketleri, bağımsızlık hareketleri belli bir periyot içinde amacına ulaşamazsa, uluslararası istihbarat teşkilatları tarafından piyon olarak kullanılır, maşa haline gelir. Bu genel bir kuraldır. Çok iyi bir niyetle oluşturduğunuz bir bağımsızlık hareketi dünyadaki bir takım romantik insanlara cazip hale geliyor ve orada Küba'daki Castro hareketi gibi kendilerine bir takım vehimler addeden, çeşitli ideolojiden insanlar, gidiyor orada basit yoldan amacı her neyse ona ulaşmaya çalışıyor. Ben bunları Kafkas Vakfı başkanı olduğum dönemde, Komite'de çok yaşadım. Adam geliyor, dünyada hiçbir şeyi olmamış, dikili bir ağacı olmamış, hayattan kopmuş, geliyor "Abi şu Çeçenistan'a bir gideyim de hiç olmazsa şehit olayım" diyor. Cennete gitmek istiyor, dünyada yolu uzun görüyor, oraya gidip de bir Rus'tan kurşunu yediği zaman hop pasaportsuz cennete gidecek! Bu tür insanların, maceraperestlerin hedefi haline dönüştü Çeçenistan zamanla. Bu noktaya geldikten sonra artık sizin kontrolünüzden çıkıyor olay. İlk zamanlar verilen o mücadele belli bir noktadan sonra heyecanını, dinamizmini kaybetmeye başlıyor. Bir yere geliyorsunuz, mücadele verirken artık kutsallarınızı kaybediyorsunuz. Nereden olursa olsun, elime mücadele için para gelsin, ulaşsın; hiç fark etmez paranın kaynağı" İşte o çok tehlikeli bir çizgidir. Para gelsin de esrardan mı gelir, eroinden mi gelir, oradan mı gelir, buradan mı gelir" Bu noktaya geldiği zaman davanız bitiyor. Çeçenistan davası bu noktaya doğru geldi. Geliyor size biri, bir yerden bir şey üfleniyor sizin kulağınıza; Kafkasya Emirliği bilmem ne" Tamam da eğer siz gerçekten bunun için şartların olduğuna, oluştuğuna emin olursanız yapabilirsiniz. Yani en uygun şartlarda İmam Şamil'in ilan etmediği bir şeyi siz nasıl yapacaksınız? Hükmünüzün geçmediği bir yerde, birilerinin sizin kulağınıza üflemesiyle, birinin gelip "böyle bir emirliği ilan ederseniz, herkes oluk oluk gelir katılır" demesiyle hareket ederseniz işi bu noktaya getirirsiniz. Ondan sonra "bak ben dememiş miydim, bunların amacı El-Kaide gibi" diye birileri çıkar, kullanır. Bu noktaya gelmek için uzun laboratuar çalışmaları sonunda Umarov'u tuzağa düşürdüler. Şimdi ne oldu? Zaten mücahitlerin en büyük sıkıntıları, tamamen dünyadan kopuk olarak yaşamaları. Dağdasınız, doğru düzgün dış dünya ile irtibatınız yok, öyle bir şey üfürüyorlar ki sizin kulağınıza, "Karaçay-Çerkes'te kaç bin kişi bir işaret verseniz sizinle beraber gelecek" gibi"
 
Hayattan bu kadar kopuk mu mücahitler, hemen yanı başlarındaki Karaçay-Çerkes'te bile durumun ne olduğundan haberleri yok mu? Oralara dağlardan gidip gelmiyorlar mı?
 
Gidiyorlar ama o dağlarda onların yanına gelen, onlarla irtibat kuran, aracılık eden insanlar var, onlar yapıyor bunu. Bu cemaat psikolojisidir. Türkiye'de de böyledir. Bir cemaatin içinde bulunan insan, bütün Türkiye'yi o gözle görür. O en önemlidir, diğerleri ikinci plandadır. Bu atmosfer orada bu noktaya getirdi durumu. Bu kadar büyük emek sarf edilmiş bir hareket" Rahmetli Aslan Mashadov, Zelimhan Yandarbiyev –ki benim çok yakın dostumdu, Allah gani gani rahmet eylesin-, Dudayev" Bu durumu görseydiler, kim bilir ne kadar üzülürlerdi. Şimdi Çeçen mücadelesi bitmiş değil tabii ama bunun en önemli safhası Avrupa'da veya uluslararası camiada mücadele vermek. Ben şuna inanmıyorum: Orada mücadele bitti, Kadirov her şeye hakim" Şimdi orada bir rejim belli bir şeye oturtulmuş, insanlar orada mecburen hayatlarını devam ettirme noktasında çaba gösteriyorlar. Aynı Çeçenler Sibirya'ya sürüldüklerinde birçok zorlukları göğüslediler. Yarın öbür gün, Kadirov'un etrafında yer alan insanlar, Ruslara ilk olarak silah çekecek olan insanlardır aynı zamanda. Çeçenistan'ı gezdim, gördüm, biliyorum. Hiçbir Çeçen'den Rus dostu olmaz. Birkaç satılık insan çıkar, o kadar. Bundan sonra süreç biraz daha demokratik mücadele noktasına doğru gidilecektir.
 
Yani mücadelenin ana ekseni Avrupa'daki Zakayev ekibine mi kayacak?

Zamanla demokratik mücadeleye kayacaktır, zamanla" Kadirov bir maşadır, kullanılıyor şu anda. Babasını tanıyordum, kendisini tanımam ama belli ki psikopat bir adam. Önümüzdeki günlerde bir kuşunla gidebilir, belli olmaz ne olacağı" 30 yaşında bir adam, dengesiz, nerede ne yapacağı belli değil. Bir tarafta hamamda kadınlarla sefa yapıyor, öteki tarafta kadınlara başını örteceksin diyor, Noel ağacı dikiyor" Böyle bir adamdan devlet başkanı olur mu? O tamamen oradaki Çeçenleri aşağılamak için Putin tarafından atanmış bir adam. Bir psikopatı Çeçenlerin başına geçiriyorlar ve Çeçenler de ona tahammül etmek zorunda kalıyor. Sonuçta bir yerden sonra patlayacak ama ne zaman"
 
Yani bugün Kadirov'un demir yumruğu altında yaşayanlar da aslında bağımsızlıktan vazgeçmedi diyorsunuz" Zakayev de bir röportajında bunu dile getirmişti"
 
Tabii ki. Başka türlüsü mümkün değil. 250 bin tane insan ölmüş. Toplam nüfus zaten 1 milyon. Bu insanlar affeder mi? Her aileden mutlaka ölenler olmuş. Şu anda Kadirov'un çevresindekilerin bile ya amcası ya teyzesi ölmüştür Rus kurşunuyla. Siz 1 milyon nüfuslu bir halkın 250 binini katlettikten sonra, o halktan dostluk bekleyeceksiniz" Bu eşyanın tabiatına aykırı. Birçok Çeçen'le konuştum, "Allah büyüktür. Bizim elimize de bir fırsat geçer" diyorlar. Ama şu anda şartlar uygun değil diyorlar. En yakın fırsatta tetikte. İnsanlar intikamcıdır. Senin ağabeyini öldürmüş, evine bomba atmış" Böyle bir atmosferde insanlar barış içinde yaşayacak! Bir gün patlayacak.

Zaman ayırdığınız için teşekkür ederim.

Ben teşekkür ederim.

 

Ajans Kafkas

Konuyla ilgili öncelerden yazılmış ilginç bir makale

    Şahadet Hayalleri ve Gerçekleri