Kadın Erkek Eşitliği

Kadın Erkek Eşitliği

Mehmed Alagaş’ın Kadının Onuru kitabından iktibas ediyoruz.

Günümüzde oldukça popüler olan “Kadın Erkek Eşit­liği” adı altında ileri sürülen görüşleri, tezleri veya önerileri dikkate aldığımız zaman, bu konuda birbirleriyle çelişen birçok görüşün olduğunu ve fikri bir anarşinin yaşandığını söyleyebiliriz.

Bu fikri anarşinin içine, bir başka fikir anarşisti ola­rak girmememi? için, meseleyi önyargılarla değil, önyargılardan uzak sağlıklı bir metod ile değerlendirmemiz gerek­mektedir. “Kadın Erkek Eşitliği” meselesini sağlıklı bir şekilde değerlendirebilmemiz ise, bu meselede yer alan “Kadın”, “Erkek” ve “Eşitlik” kavramlarına açıklık getirme­mizle mümkündür. Bu nedenle öncelikle eşitlik üzerinde durmamız, bu kavramı adil bir düzlemde ve doğru olarak tanımlamamız gerekecektir.

Adil bir düzlemde eşitlik nedir?

Bu soruyu sormamız, belki de bazı kimselerin gülme­sine neden olacaktır. Fakat yine de lütfedecekler ve bizlere dönerek “Eşitlik demek, iki unsur arasındaki dengenin sağ­lanması, her iki unsura da aynı muamelede bulunulması ve aynı hakların verilmesidir” diyeceklerdir.

Yaşadığımız toplumda kendilerine aydın(!) denilen ke­sim arasında yaygınlaşan bu tanım, hiç şüphesiz ki gözlem ve düşünce fakirlerinin tanımıdır. Nitekim “Kadın Erkek Eşitliği” meselesinde eşitliği bu şekilde tanımlayan düşünce fakirleri, bu tanımdan hareket ederek birçok görüşler ileri sürmektedirler. Kadını ve erkeği kemiyet terazisinin birer kefesine oturtup; erkeğe verilen bir hak, kadına veya kadı­na verilen bir hak, erkeğe verilmediği zaman “Bu eşitlik değildir! Bu apaçık bir haksızlıktır” diyerek feveran eden­ler, yine bunlar, yine bu gözlem ve düşünce fakirleridir. Oysa bu kimselere “Eşitlik nedir?” sorusunu değil, “Adil bir düzlemde eşitlik nedir?” sorusunu yöneltmiştik. Belki de gülmeyi bırakarak şaşkınlıkla yüzümüze bakacak­lar ve “Aralarında ne fark var ki!” diyeceklerdir. Cevabımız gayet açık olacak ve bu kimselere “Zulüm ile adalet, hak ile haksızlık arasında ne fark var ise, o fark vardır.” diye­ceğiz.

Çünkü eşitliğin adil bir düzlemde tanımlanması de­mek, eşitliğe getirilecek olan tanımın teori ve pratikte adil olması, tatbik edildiği zaman tarafları haksızlığa değil, hak ve adalete götürmesidir. İşte mesele bu noktaya geldiği za­man, hak ile eşitliği veya haksızlık ile eşitsizliği birbirinden ayırmamız gerekir. Çünkü günümüzde yaygınlaşan anlayı­şın zannettiği gibi, her eşitlikte hak, her eşitsizlikte haksızlık yoktur. Aynı olan şeylere eşit davranmak hak ve adalet iken, aynı olmayan şeylere eşit davranmak hak ve adalet değil­dir. Dolayısıyla eşitliğin adil bir düzlemde tanımlanması de­mek, farklı olan şeyler arasında değil, aynı olan şeyler ara­sındaki dengesizliğin önlenmesi, aynı olan şeylere aynı değerin veya aynı ödev ve hakların verilmesidir.

Gerçi pratik yaşantının açık realitesinde, bunun böyle olduğunu kendileri de bilmektedir. Mesela düzenledikleri olimpiyat yarışlarında kadınlara ve erkeklere ayn davranmaktalar, yüz metreyi 11 saniyede koşan kadın atlete alün madalya verirken, aynı mesafeyi 10 saniyede koşan yüzlerce erkek atlete demir madalya bile vermemektedir­ler.

Bu durum, kadın ve erkek arasında bir eşitsizlik değil midir?

Ebetteki eşitsizliktir!.

Ancak bu eşitsizlikte bir haksızlık, bu eşitsizlikte bir adaletsizlik yoktur. Çünkü kadın ve erkeğin farklı özellikleri dikkate alınmakta ve dolayısıyle farklı düzlemlerde yarıştırılmaktadırlar. Kadın ve erkeğe bu konuda eşit davranma­malarının, onlan aynı düzlemde yarıştırmamalarının adil ve hak oluşu, kadın ve erkeğin bu konuda eşit olmadıkla dandır. Daha açık bir ifade ile, eşit olmayan şeylere eşit davranmamak, adalet ve hakkın bir gereği olmaktadır.

Peki, kadın ve erkeğin farklı düzlemlerde ele alınması gere­ken durumlar, sadece bu gibi müsabaka durumlan mıdır?

Kadın ve erkeğin farklı özelliklere sahip oluşunun, sosyal yaşantıya ve sosyal eylemlere yansıyan boyutları yok mudur?

İşte bu soruîan sağlıklı bir şekilde cevaplandırabilmemiz, kadını ve erkeği doğru tanımlayabilmemizle mümkündür. Eşitliğin adil düzlemdeki tanımını yaptığımız gibi, ka­dın ve erkeği de adil bir düzlemde tanımlamamız gerekecektir.

İnsanı yaratan ve yarattığı insanı hakkıyle bilen şanı yüce Rabbimizin, daha önce zikrettiğimiz bir ayet-i kerimede “Allah'ın kendisiyle kiminizi kiminize göre üstün kıldığı şeyi temenni etmeyin.”, buyurduğunu, bu üstünlüğün sadece erkeğin kadına veya kadının erkeğe üstünlüğü olmadığını belirtip “Nitekim fiziki güç, metanet, sabır, soğukkanlılık, adil ve itidalli davranmak gibi özelliklerde erkekler kadınlara nazaran daha üstün olmalarına karşın; fiziki zerafet, le­tafet, duygusallık, nezaket, incelik, merhamet ve şefkat gibi özelliklerde de kadınlar erkeklere nazaran daha üstün­dürler.” demiştik. Dolayısıyla kadın ve erkeğin adil bir düz­lemde tanımlanması, insani olarak aynı, cinsi olarak ise birbirlerinden farklı, birbirlerine nazaran üstün olabildikleri bir tanımlamadır.

“Allah'ın kendisiyle kiminizi kiminize göre üstün kıldığı şeyi temenni etmeyin”, buyruğuna dikkat edilirse, buradaki üstün kılınma vakıasında bir mukayese bulunmakta ve söz konusu üstünlük, mukayeseli bir üstünlük olmaktadır. Peki, bu mukayese doğru mudur? Kadını veya erkeği tanımlarken, her iki cinsin üstün veya zayıf yönlerini belirlerken, bu iki cinsin birbiriyle mu­kayesesi gerekli midir?

Elbetteki gereklidir!.

Çünkü kadın ve erkek birbirinden ayrı, birbirinden müstakil canlılar değildir. Her ikisi de insan kavramı içersi­ne girmekte ve her ikisi de aynı yaşamı birlikte yaşamak, birlikte paylaşmak durumundadırlar. Dolayısıyla kadını veya erkeği tanımlarken, bunlara sosyal yaşantıda bir yer verirken, mutlaka ve mutlaka karşı cinsin dikkate alınması gerekmektedir. Birçok feministin yaptığı gibi erkeği dikka­te almadan kadını, kadını dikkate almadan erkeği tanımla­mak ve bu tanımlamaya göre onlara dünya yaşantısında bir yer vermeye çalışmak; hiç şüphesiz ki denizleri dikkate almadan karalan, karalan dikkate almadan denizleri ta­nımlamaya ve dünya haritasını, bu tek taraflı tanımlamaya göre çizmeye benzeyecektir!.

Oysa gözümüzün nuru İslam, kadını ve erkeği birbirinden ayrı, birbirinden müsta­kil, birbirinden bağımsız düşünmüyor. Kadını tanımlarken ve kadına sosyal yaşantıda yer verirken erkeği dikkate aldı­ğı gibi, erkeği tanımlarken ve erkeğe sosyal yaşantıda yer verirken de mutlaka kadını dikkate alıyor. Çünkü erkeğin erkek olarak varlığı, kadının varlığıyla anlam kazandığı gibi; kadının da kadın olarak varlığı, erkeğin varlığıyla an­lam kazanmaktadır. Kadının olmadığı bir dünyada erkekle­re özgü erkeksi özelliklerin önemli bir anlamı olmayacağı gibi, erkeğin olmadığı bir dünyada da kadınlara özgü ka­dınsı özelliklerin önemli bir anlamı olmayacaktır.

Kadın ve erkek, birbiriyle önem, birbiriyle anlam kazanan iki cinstir.

Netice olarak erkeği dikkate almadan kadını tanımla­mamız, kadının hak ve ödevlerini belirleyebilmemiz müm­kün olmadığı gibi, kadını dikkate almadan da erkeği ta­nımlamamız, erkeğin hak ve ödevlerini belirleyeb ilmemiz mümkün değildir. Peki bu belirlemede, bir pastayı tam ortasından bölmek gibi bir eşitlik ola­cak mı?

Eşitliğin adii bir düzlemde tanımlamasını yaparken “Farklı olan şeyler arasında değil, aynı olan şeyier arasın­daki dengesizliğin önlenmesi, aynı olan şeylere aynı değe­rin veya aynı ödev ve hakların verilmesidir.” demiştik. Kadın ve erkek arasında aynı olan yönler olduğu gibi farklı olan yönler de bulunduğuna göre, kadın erkek eşitliğini konuşacağımız ve tartışacağımız zaman, aynı ve farklı olan bu yönleri mutlaka ve mutlaka dikkate almamız gerekecek­tir.

İşte bütün bu gerçekleri dikkate aldığımız zaman, ka­dın ve erkeğin bütün hak ve ödevlerini “İnsan hak ve ödevleri” gibi genel bir başlıkta ifade edebilmemiz müm­kün değildir. Çünkü daha önce de belirttiğimiz gibi kadın ve erkek insani düzlemde aynı olmasına rağmen, cinsi özellikler düzleminde birbirlerinden farklıdırlar. Dolayısıyla kadın veya erkeğin hak ve ödevlerini belirlerken, bu belir­lemede bütün insanların ortak özellik ve konumlarını dik­kate alarak “İnsan hak ve ödevleri” başlığına yer vermekle beraber, kadın ve erkek arasındaki farklı özellikleri dikkate alarak da “Erkek hak ve Ödevleri” ve “Kadın hak ve ödev­leri” olmak üzere iki ayrı yardımcı başlığa da yer verme­miz gerekecektir. Çünkü her iki cinsin, insan olarak ortak hak ve ödevleri olacağı gibi, farklılıklardan kaynaklanan, kendilerine veya cinslerine özgü özel hak ve ödevleri de bulunacaktır.

İnsani düzlemde, insan olarak aynı olan kadın ve erkek, insanın sahip olması gereken can, mal, akıl, nesil ve din güvenliği gibi bütün haklara sahiptirler. Allah'a kulluk, İlahi ceza ve mü-kafaat meselesinde önemli bir ayırım olmadığı gibi, zalim­lik veya mazlumluk meselesinde de durum değişmez. İs­lam'a göre zulme uğrayan mazlumun veya zulüm yapan zalimin cinsiyetine bakılarak karar verilmez. Dolayısıyla İslami ve insani düzlemde belirlenecek olan “İnsan hak ve ödevleri” hukukunda kadın erkek ayırımı yoktur. Nitekim İslami anlayışa göre “İnsan hak ve ödevleri” denilirken, ka­dınıyla erkeğiyle, genciyle yaşlısıyla bütün insanlar muha­tap alınmaktadır.

Kadın ve erkeğin bazı farklı özelliklere sahip olduğu cinsiyet düzleminde ise her iki cinsin farklı durumlan ve sadece müslümanlan bağlayacak olan bazı farklı İslami ve­cibeleri dikkate alınarak bu hak ve ödevler belirlenir. Hak ve ödevleri birlikte zikretmemizin nedeni, bazı hakların ödevlerden ayrı düşünülemeyeceği içindir. Çünkü İslam'a göre erkek ve kadın arasındaki bazı farklı haklar, erkek ve kadının bu konulardaki farklı ödevlerinden kaynaklanmak­tadır. Meseleyi örneklendirmek gerekirse, İslam'daki miras hukukunu ele alabiliriz. Hiçbir sağlıklı ölçüye ve insafa sa­hip olmadan İslam'ı eleştirmeyi bir meslek haline getiren günümüzdeki birçok yazann sık sık gündeme getirdikleri gibi, İslam'daki miras hukukunda erkeğe iki, kadına bir pay verilmektedir.

Bu durum eşitsizlik midir?

Tabi ki eşitsizliktir!. Ancak bu eşitsizlikte bir haksızlık, bu eşitsizlikte bir adaletsizlik yoktur. Çünkü aynı eşitsizlik bu konudaki ödevlerde de bulunmakta, kardeşlerinin, anne babasının ve ailesinin maddi ihtiyaçlannı karşılama ödevi, kadına değil erkeğe verilmektedir.

Peki, “İslam'daki miras hukukunda erkeğe iki, kadına bir pay veriliyor! Bu nasıl adalet!.” diyerek fevaran edenler, erkeğe yüklenen farklı ödevler konusunu neden gözardı ediyorlar?

Objektif olmaktan anladıklan bu mu?

Oysa haklar konusundaki eşitsizliği dikkate aldıklan gibi, ödevler konusundaki eşitsizliği de dikkate alarak, bu konudaki farklı hak ve ödevleri birlikte değerlendirdikleri zaman, farklı hakların, farklı ödevlerden kaynaklandığını anlayacaklardır.

İslam'a göre kadın ve erkeğin hak ve ödevleri belirle­nirken, cinsiyet düzlemindeki fiziki ve psikolojik farklılıklar­la beraber, sadece müslümanlan bağlayacak olan bazı farklı İslami vecibelerin de dikkate alındığını belirtmiştik.

Feminizmi savunan bazı kimseler için kadınların hak ve ödevleri belirlenirken, kadının onuru, iffeti ve Allah'a kulluğu gibi vasıflan yeterince önemli olmasa da veya bazı vasıflara kendilerince bir anlam verip, bu anlamla yetinseler de; kadına gerçek manada değer veren İslam, kadına değer kazandıran bu vasıflara gerçeklik düzleminde önem vermekte ve yükleyeceği ödevlerde bu vasıflan korumayı gözetmektedir.

Nitekim bu kitap çalışmasında kadınla ilgili olarak iş­leyeceğimiz konular ve bu konulardaki İslami hükümler, meselenin İslam'a göre nasıl ele alındığını gösterecektir. İs­lam'ın hak ve adalet eksenindeki bu yaklaşımlardan herke­sin razı ve memnun olması tabi ki mümkün değildir. An­cak şunu itiraf etmeleri gerekir ki, onların razı ve hoşnut olmadıkları şey, İslam'daki kadının durumu değil, İslam'ın ta kendisidir. İslam'a olan düşmanlıklarını, kadını kullana­rak gündeme getiren bu kimseler “İslam'da kadının özgür­lüğü yoktur!.” sloganı altında, bu düşmanlıklarını yürüt­mektedirler. Onların bu sloganını tekzip edecek ve bu sapıkların anlayışına göre başıboşluk veya başmabuyrukluk manasına gelen özgürlüğü kabullenerek “İslam'da kadın özgürdür!.” gibi bir safsatayı tabi ki savunmayacağız. Fakat bu şaşkınlara İslam'da kadının özgürlüğü olmadığı gibi, er­keğin de özgürlüğünün olmadığını belirtmek isteriz. Çünkü İslam, bunların anladığı manada bir özgürlük dini değil, Allah'a kulluk dinidir. Allah'a kul olan bütün müslümanlar ise hem kadınıyla ve hem de erkeğiyle İlahi hükümlerin bağla­yıcılığı altındadır. Kadın ve erkeğin hak ve ödevleri konu­sundaki farklılıklar, erkeği özgür, kadını köle durumuna getiren farklılıklar değildir. Aile yapısında kadına hakim gözüken koca dahi, başınabuyruk bir özgür(!) değil, İlahi hükümleri dikkate almak ve yaşamak zorunda olan bir kul durumundadır.

Meseleyi sonuca bağlayacak olursak, İslam dininde, bazı düşünce özürlü kimselerin ileri sürdükleri gibi yaşamın her boyutunda, bütün hak ve ödevlerde aynılık anlamına gelen kadın erkek eşitliği(!) gibi bir saçmalık yoktur. Çünkü hak ve adalet dini olan İslam, böyle bir eşitliğin hak ve adaletten uzak olduğunu, özellikle kadına zulmetmek anlamına geldiğini beyan etmektedir.

Dolayısıyla fıtri farklılıkların dikkate alınması gereken konularda, İslam bu farkhlıklan dikkate almakta ve kadını kadın olarak, erkeği de erkek olarak muhatap almaktadır. Nitekim İslam'ın erkeğe yüklediği özel ödevlerde, erkeğin özel durumu dikkate alındığı gibi, kadına yüklediği özel ödevlerde de kadının özel durumu dikkate alınmakta ve netice olarak yüklenen ödevlerde farklılık olduğu gibi, bu ödevlerden kaynaklanan haklarda da bazı farklılıklar ol­maktadır.

Ancak kadın ve erkek arasında farklı olan ve farklı olması gereken bütün bu haklar ve bütün bu ödevler mukayeseli olarak birlikte değerlendirildiği zaman, en ufak bir haksızlıkla değil apaçık bir adaletle karşılaşılacaktır. Eşitsizlik gibi gö­rülmesine rağmen sonucu hak ve adalet olan böylesi fark­lılıklar ise, gerçek manada eşitsizlik değil, eşitliğin, hak ve adalet karşısında gerçek eşitliğin ta kendisidir.