Gülen'in Açıklamaları Kanıma Dokunuyor

Gülen'in Açıklamaları Kanıma Dokunuyor

İHH üyesi, Mavi Marmara aktivisti cemaatsiz, Türkiye'nin sivri kalemlerinden Hakan Albayrak; Hakkımda" Hakan Albayrak'ın hapse girmesi bir komploydu. Tayyip Erdoğan hapse girdi başbakan oldu. Ondan sonra Hakan Albayrak başbakan olur"

Cemaati olmayan adam...

Hakan Albayrak bundan yirmi yıl önce şiir yazıyordu. Ama Bosna'ya gittikten sonra şiir yazmayı bıraktı. Nedeni de Bosnalılara okuyabilecek tek bir şiirinin olmadığıydı. Türkiye'ye döndü ve o gün bugündür hem yazarak hem fili olarak yaraları sarmaya çalışıyor. Hükümetin Ortadoğu projesini desteklediği için Milli Görüşçüleri karşısına aldı, Gülen ile ilgili yazdığı yazılarla dikkat çekti. En sonda Altın Portakal için Türkiye'ye gelen Emir Kusturica'nın söylediklerini eleştirdi. Kimileri onun üslubu için "despot" dese de o "Arkamda kimse yok, Allah-ü Ekber deyip yoluma devam ediyorum" diyor. Fotoğraftaki Hakan Albayrak'a bakıp da aldanmayın, o aslında oldukça güler yüzlü ve esprili.



Gülen cemaatiyle ilgili eleştirisel ve destekleyici yazılarınız var. Fakat İHH olayından sonra üslubunuz daha da gerginleşti. "Bizimle uğraşmakta niçin ısrar ediyorsunuz?" diye sordunuz. Bu noktaya nasıl gelindi?

1990'lı yıllarda ve 2000'lerin başlarında sert eleştirilerim oldu. Doğrudan doğruya Fethullah Gülen Hocaefendi'yi de hedef aldım. Ama birkaç yıldır camaate iltifat mahiyetinde yazılar yazıyorum. Hatta bir dönem, bazılarına göre "cemaate yaranmaya çalışan bir yazar" olarak öne çıktım. "Fethullahçı" diyenler oldu. Hâlâ var.

Bundan rahatsız oluyor musunuz?

Hayır.

Neden?

Çünkü cemaatin, hem Türkiye hem de dünyadaki hizmetlerini hayati derecede önemli buluyorum. Bunları desteklemek anlamında "Fethullahçı" olmaktan niye rahatsız olayım?

Daha evvel söylemiş olduğu -ve söylediğini kabul ettiği- "Otoriteden izin almalıydılar" meyanındaki sözlerini sindirebildiniz mi?

Tabii ki içime sindirebilmiş değilim.

Sizin cesur kaleminiz cemaati yazarken biraz yumuşuyor. Sanki Hocaefendi ile ilgili çok radikal şeyler yazmak istemiyorsunuz...

Hayır istemiyorum.

Neden?

Seviyorum. Eleştirilmesi gerektiğini düşündüğüm hususlarda eleştiriyorum, ama karalama kampanyasının bir parçası olmamaya özen gösteriyorum. Çocuklarım için, Kürt meselesinde çözüm için, Afrika ile yakınlaşma için, daha pek çok şey için cemaatin bekasını önemsiyorum.

Ama Hocaefendi bunun yanında İsrail ile ilgili demeçler veriyor. Bu sizin çok katı eleştirdiğiniz bir konu. Kanınıza dokunmuyor mu?

Dokunmaz olur mu? Eğer Hocaefendi Türkiye'de serin kanlı tartışmalara konu olsaydı ben daha sert eleştirirdim. Ama o kadar sert ve ağır şeyler söyleniyor ki benim biraz frene basmam gerekiyor.

Fetullah Gülen'le görüşmeyi talep ettiniz mi?

Hayır.

Görüşseniz ona ne sorardınız?

Ben Hocaefendinin şu anki konumunda benim hiçbir soruma içinden geldiği gibi cevap verebileceğini zannetmiyorum. Onun için de görüşmeyi faydalı bulmam. Hal hatır sormak, hizmetlerinden ötürü "Allah razı olsun" demek için görmek isterim tabii. Nasip.

Medya cemaati, Gülen Cemaati ve siyasi cemaat. Siz bunlardan hangisine 'daha' aitsiniz?

Hiç birine. Veya biraz biraz hepsine.

Ayrıksılığın bir bedeli var mı?

Bilmem.

Cemaate ait olma ihtiyacı hissediyor musunuz?

Bazen. Genelde hissetmiyorum. Ama cemaat mensubu bir gençle konuştuğumda, onun bazı konularda cemaatten dolayı yanıldığını düşünsem de, onu cemaatten ayrılmaya teşvik etmem; tam tersine, ayrılmayı düşünüyorsa ve katılmayı düşündüğü başka bir cemaat yoksa onu orada kalmaya teşvik ederim. Genelde böyle. Çünkü gençler ortalıkta kalırlarsa ortalıktan kaybolabilirler.

Madem cemaate girmek bu kadar önemli siz neden dışındasınız?

Benim de o manada birçok aidiyetim oldu. Şu anda bütün cematlere, tarikatlara, gruplara sıcak bakan veya hiç değilse kategorik olarak "hayır" demeyen birilerine de Türkiye'nin ihtiyacı olduğunu düşünüyorum ve onlardan biri olmaya çalışıyorum.

Çok sert yazılar yazdınız, bunların bir çoğu medya sitelerine taşındı. Fakat medya sizi karalamadı. Bu dokunulmazlık nereden geliyor?

Dokunulmazlık değil. Şöyle: Bazıları tanımıyor, bazıları umursamıyor, bazıları da muhabbet duyuyor. Muhabbet duyanlar ya destekliyorlar ya da kıyamadıkları için yüklenmiyorlar. Türkiye basınında bir sürü rezillik var ama insani ilişkiler, arkadaşlık hukuku hâlâ belirleyici olabiliyor.

Mesela Ahmet Hakan'da olduğu gibi mi?... Sizi köşe yazılarında çok övüyor.

Ahmet Hakan'la 23 sene öncesine dayanan bir arkadaşlığımız var. Benimle ilgili tavrında veya üslubunda bu arkadaşlığın izlerine illa ki rastlanır.

Basını genel olarak nasıl görüyorsunuz?

Bir sürü rezillik var, ama şöyle bir şey de var: Türkiye basını dünyanın en özgür basınlarından biri. Veya şöyle söyleyeyim: Türkiye basını bireysel tavırlara, bağımsız ve aykırı çıkışlara en çok imkân tanıyan basınlardan biri.

Kime göre?

Mesela Amerika'daki gibi sıkı bir kontrol, totaliterliğe varan bir kontrol yok. Orada marjinal gazetelerde belki istediğinizi yazabilirsiniz ama New York Times'ta "Bugün Mavi Marmara'yı göklere çıkarayım" deme şansınız yok. Zaten yazılar sistem terbiyesinden geçmiş adamlar tarafından ince elenip sık dokunarak okunur, incelenir, denetlenir, gerekirse sansür edilir. Bizdeki köşe yazarlığı müessesesi çok eleştirilse de, "Nedir kardeşim bu başı bozukluk? Herkes kafasına göre takılıyor" filan denilse de, aslında bunun çok büyük bir faydası var.

Basın özgürlüğünü en çok nerede hissettiniz?

Mavi Marmara konusunda hiç ummadığımız gazetelerde birçok yazar veya muhabir bize gönülden destek verdi. Verebildi. Patronları ve editörleri bu desteği engellemedi, belki de paylaştı. Siyonistlerin, emperyalistlerin kontrol ettiğini varsaydığımız Doğan Grubu'nun gazetelerinde bile nefis yazılar çıktı, haberler çıktı. CNN Türk'te Cüneyt Özdemir adeta geminin bir parçası oldu. Düşünsenize; adında CNN olan bir televizyon.

Siz de sözde 'yandaş' denilen bir gazetede başbakanı eleştirdiniz. Sözü esirgemeden yazmanın bedeli nedir?

Öyle yazıyorsunuz bu taraftan tepki alıyorsunuz, böyle yazıyorsunuz o taraftan tepki alıyorsunuz. Ama çok şükür, genel tavrımı esas alan ve yazılarımı öyle okuyup öyle değerlendiren, hani "büyük resme bak" derler ya, büyük resme bakıp "Bu resimde senin yanındayız" diyen bir kesim var. Ummeten Vasaten prensibine uygun bir yazar olmaya çalışıyorum.

Bu güç nereden geliyor? Arkanızda birileri mi var?

Ne gücü? Benim gücüm filan yok. Allahu Ekber deyip geçiyorum.

"Başbakandan nefret edenlere yar olmam. AK Parti'li değilim ama AK Parti'ye vurmak için fırsat kollayanlardan hiç değilim" Bu teraziyi nasıl dengeliyorsunuz? Bıçak sırtı bir durum değil mi?

Başbakan Erdoğan İsrail Cumhurbaşkanı'na "one minute" dediğinde mutlu oldum, heyacanlandım ve "Allah razı olsun" dedim. Sonra, "Türkiye - Suriye sınırındaki mayınları İsrail firması temizlese bunun ne sakıncası olabilir ki?" gibi bir şey söylediği zaman eleştirdim. Şimdi de Mavi Marmara şehitlerinin aziz hatırasına saygı gösterdiği için, İsrail'e sıkı tavır koyduğu için yine "Allah razı olsun" diyorum. Gayet tabii şeyler bunlar.

Yazılardan sonra hiç Tayyip beyle görüştünüz mü?

Hayır.

Sizin Başbakanla bir diyaloğunuz var mı?

Öyle zannedilir. Hatta bir arkadaş, ismi lazım değil, AK Parti hükümetinin Ortadoğu açılımlarını savunduğum bir yazı üzerine, "Hakan elbette böyle yazacak, çünkü Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül'le aynı sofrada oturuyor. Oradaki pozisyonunu kaybetmek istemez" gibi şeyler yazmıştı bir internet sitesinde. Benim onlarla sık görüştüğümü ima etmişti. Ben Tayyip Erdoğan'ı Büyükşehir Belediye Başkanı iken sadece iki defa gördüm. Onun dışında hiç yüzyüze gelmedik. Telefonda ve yüzyüze hiç konuşmadık.

Yazılarınıza olumlu yada olumsuz yorumları geliyor mu?

Bizzat kendisinden hiçbir yorum gelmedi. "Şöyle dedi" diye haber getirenler oldu ama. Başbakanlıktan arayıp yazdığım yazılardaki iddialar hakkında bilgiler verenler de oldu. Ne bileyim, mesela "Gazze'ye şu şu yardımlar yapılmıştır" gibi.

Peki Erdoğan'dan herhangi bir davet aldınız mı?

Hayır. Hiçbir vesileyle almadım. Yani "Başbakandan menfaati olduğu için başbakanı övüyor" diyen varsa halt ediyor. Benim bu yazarlıktan tek maddi menfaatim Yeni Şafak'tan aldığım maaş. Başbakan'ı eleştirdiğimde de maaşımı almaya devam ediyorum.

Tayyip Erdoğan'la bu gün karşılaşsanız ona ne söylersiniz?

"Bütün bunlar için Allah sizden razı olsun" derim. Mavi Marmara konusundaki hassasiyeti için de bilhassa teşekkür ederim. Başka konular da olur.


Necip Fazıl gibi şair olamadığım için yazmayı bıraktım


Siz bir dönem şiir de yazdınız.

Son yıllarda sanki o tarafınızı ihmal ettiniz.

Şair Hakan Albayrak'a ne oldu?

Saraybosna tecrübesi bir kırılma noktası oldu. En çok şiir yazdığım dönem 1991-1992. 1993 sonlarında Saraybosna'ya gittim. İHH Saraybosna Temsilcisi oldum. Bir yıl kadar kaldım ve orada dehşetle fark ettim ki benim Boşnaklara okuyabileceğim bir şiirim yok. Zulme uğrayan, zulme direnen bir halka okuyabileceğim bir şiirim yok. Bu beni sarstı. Çok utandım. Döndüğümde artık şiir yazma hevesim yoktu.

Sizde yazdınız mı?

Bosna Hersek'te olup bitenleri, özellikle de Batılıların inanılmaz alçaklıklarını herkese mümkün olduğu kadar hızlı ve etkili bir şekilde anlatma arzusu vardı. Tam o günlerde Yeni Şafak kuruldu ve ben Yeni Şafak'ta yazmaya başladım. Aslında, itiraf edeyim, şu da var; Üstad Necip Fazıl'ın Sakarya şiirini çok kıskanıyordum. Öyle gümbür gümbür bir şiir yazamadığım için şiirden uzaklaştım. Tasavvur ettiğim gibi bir şair olamadığım için.

İstanbul'da yaşamayı neden düşünmüyorsunuz?

Düşünüyorum. Çok seviyorum İstanbul'u. Ama annem babam Ankara'da, Onları bırakamam.


Milli Görüşçüler beni Amerika'nın yetiştirdiğini zannediyor


Sizin Milli Görüşçülerle sert sürtüşmeleriniz olmuş. Hatta bunu bir yazınızda kaleme almıştınız. Milli Görüşçüler'le alıp veremediğiniz ne?

Milli Görüşçüler değil, Milli Görüşçüler içinde bir grup. Milli Gazete'den ayrıldığımdan beri durmadan topa tutuyorlar beni. Mesela Türkiye - Suriye yakınlaşması sürecinde bir yol katedilmiş, ben de bunu yazmışım. Hemen "BOP'çu, GOP'çu, AKP yalakası" derler. Herhangi bir Şii'ye herhangi bir şekilde iltifat ettiğim zaman "Şii yalakası" diyen bir grup da var. Onlar da adeta vazifeli, kadrolu. Bu konudaki hiçbir yazımı kaçırmazlar ve anında çok sert tepki verirler. Ama en çok tepki ulusalcılardan geliyor.

Peki bu eleştirilerin odağında ne var?

Türkiye'nin son yıllarda Ortadoğu'da takip ettiği siyasete, bölgesel entegrasyon siyasetine verdiğim destek yatıyor. Hükümetin bu siyasetinin aslında Amerikan siyaseti olduğunu iddia ediyorlar, dolayısıyla ben onlara göre Amerikancı oluyorum. "Hakan Albayrak'ı Amerika yetiştiriyor" diyenler bile var. Bir ara "Hakan Albayrak'ın hapse girmesi bir komploydu. Tayyip Erdoğan hapse girdi başbakan oldu. Tayyip Erdoğan'dan sonra Hakan Albayrak başbakan olur" gibi bir dedikodu bile çıkmış.

Yorumunuz ne?

Tabi bundan onur duydum. (gülüşmeler) Endişe etmesinler, ben 5816 sayılı kanuna muhalefetten siyasi yasaklıyım.

Sizi Amerika'nın yetiştirdiğine inanan zihniyetler bunu neden düşünüyorlar sizce?

Bunun altında büyük bir aşağılık kompleksi yatıyor. Hatta Amerika'nın herşeye kadir olduğu yanılgısı yatıyor. Türkiye'nin kendi iradesi olamaz, olsa bile kar etmez, son tahlilde Amerika ne derse o olur anlayışı. Ben diyorum ki; Türkiye Amerika'dan daha akıllıdır. Ortadoğu'da daha zekice politikalar geliştiriyor. Zaman zaman Amerikan siyasetiyle örtüşme var gibi görünse de veya gerçekten örtüşme olsa da Türkiye'nin siyaseti bağımsız bir siyasettir. Şimdi, biliyorsunuz, birtakım ulusalcı dedikodular var. Tabiri caizse ulusalcı hurafeler var. Bunlara dayanarak çok sorgulamadan bir şeyler söylüyorlar.

Ne diyorlar?

Amerika'nın projesi Yeni Osmanlıcılık filan... Türkiye bölge ülkelerini bir bayrak altında toplayıp Amerika'ya peşkeş çekecekmiş. Türkiye bu coğrafyayı şu veya bu şekilde derleyip toparladığı zaman, bu coğrafyada herkes birbirinden ve dolayısıyla kendinden emin olduğu zaman kim ne diye Amerika'nın uyduluğunu yapsın ki? Bir hükümet Amerikan dayatmalarına ya Amerika'dan çekindiği için boyun eğer ya da Amerika'nın koruyucu şemsiyesine muhtaç olduğu için.

Muhtaç mı?

Bunlar, Türkiye için söylüyorum, bundan 5-6 yıl öncesine kadar çok yoğun olarak sözkonusuydu, ama artık iyice azaldı. Bölgesel entegrasyon süreci ilerledikçe daha da azalacak ve nihayet tamamen bitecek. Yani bu konudaki ulusalcı söylentilerin mantıklı bir temeli yok.



YAYIN TARİHİ: 24.10.2010

 

yenişafak