Nureddin Şirin

Nureddin Şirin

Siyonist Saldırı ve İhanet Çemberinde Hizbullah"ın Büyük Zaferi

Siyonist Saldırı ve İhanet Çemberinde Hizbullah"ın Büyük Zaferi

 

60. kuruluş yıldönümünün eşiğinde ABD Başkanı Bush ve dünya çapındaki destekçileri ile büyük çaplı kutlamalara hazırlanan Siyonist İsrail rejimi, 60 yıllık tarihi içinde Lübnan Hizbullah savaşçıları eliyle öylesine büyük yenilgilerle yüzleşti ki, artık siyonizmin bölgesel hedeflerine ulaşıp ulaşmayacağını değil, ne zaman ve ne şekilde yok olacağını konuşmaya başladık.

 

Hizbullah lideri Seyyid Hasan Nasrallah"ın 33 gün savaşının zafer kutlamalarında "İslam ümmeti için yenilgi dönemi kapanmıştır" sözü, siyonizme karşı mücadelenin efsane komutanı Şehid İmad Muğniye"nin cenaze merasiminde yaptığı konuşmada, "İmad Muğniye"nin kanı Siyonist rejimin varlığını ortadan kaldıracaktır" demesi, İmad Muğniye"nin şehadetinin 7. günü yaptığı konuşmada ise, "Siyonist rejim yakın zamanda ortadan kalkacaktır" vurgusunu yapması, bizlere özgür Filistin ve Kudüs"ün aydınlık şafaklarını muştuluyordu"

 

Kuşkusuz ki, hem Rabbimizin vaadi, hem Hz. Resul-i Ekrem"in müjdesi, bu siyonist varlığın er geç tarihin çöplüğüne atılacağının inancını yüreklerimize kazımışsa da, bu sürece canlı bir şekilde tanıklık etmek kadar bir müslümanı sevindiren başka bir şey olamazdı elbet..

 

İmam Musa Sadr"lardan Şehid Mustafa Çamran"lara, Şehid Ragıb Harb"lerden Şehid Abbas Musavi"lere iman, tevekkül ve direnişin mukaddes bir zirvesi olan Hizbullah, Seyyid Hasan Nasrallah gibi bir liderle birlikte İslam Ümmeti"nin göğsünü kabartan yüz akı haline geldi. Seyyid Hasan Nasrallah cihad ve mukavemetin, izzet ve zaferin, şerafet ve kerametin bir simgesi olmuştu. Öyle ki, Amerikalı bir kuruluşun Arap ülkelerinde yaptırdığı bir anket sonucuna göre, Seyyid Nasrallah'ın Arap dünyasının en sevilen kişisi olduğu da ortaya çıkmıştı. Seyyid Nasrallah sadece İslam ümmetinin ve Arap dünyasının değil, hristiyanların ve hatta Yahudilerin en çok güvendiği bir liderdi; zira 33 gün savaşı sırasında İsrailliler "Nasrallah ne dediyse yaptı, ama bizim yöneticilerimizin hiç bir sözüne güven olmaz" deme durumunda kalmışlardı...

 

Seyyid Nasrallah sadece işgal altındaki Lübnan topraklarının kurtuluşuna değil, aynı zamanda bütün Filistin"in özgürlüğü için bitimsiz bir mücadeleye adanmış, hangi kavim ve mezhepten olursa olsun bütün Müslümanların serencamını kendisine en büyük dert edinmiş bir ümmet sevdalısıydı. O hiçbir zaman belli bir mezhebin bayraktarı değil, yeryüzü Müslümanlarının, özellikle de Filistinli müslümanların istikbal ve esenliğini gözeten bir liderdi. Onun kitabında ittihad, mukavemet, özgürlük ve onurdan başka bir şey yazmıyordu. Seyyid Nasrallah siyonist düşman karşısında tarihin en kutlu bir direnişini sergileyen Filistinlilere seslenirken "Ey Filistinli kardeşlerim! Bütün dünya sizi terk etse de biz sizi terk etmeyiz; sizin canınız bizim canımız, sizin kanınız bizim kanımızdır!" diyordu"

 

Seyyid Nasrallah"ın aynı Hz. Ali gibi büyük bir "cazibe"nin yanı sıra bir de "iticilik" yönü vardı; yani çok seveninin yanı sıra, amansız düşmanlara da sahipti. Üstad Mutahhari "Hz. Ali'nin çekiciliği kadar, iticiliği de pek güçlüdür. Onun adını bile duymaya tahammül edemeyen yeminli düşmanları vardır. İmam Ali bir fert değil, bir ekoldür aslında. Bu nedenledir ki kimi insanları kendisine doğru çekmekte, kimi insanları da kendisinden uzaklaştırmaktadır. Evet, hem cazibesi, hem iticiliği güçlü olan nadir bir kişiliktir Hz. Ali.." derken sanki aynı zamanda "cazibesi" ve "iticiliği" ile Seyyid Nasrallah"ı tarif ediyordu"

 

Seyyid Nasrallah"ın bu yönüne, Seyyid Abbas"ın şehadetinden sonra Hizbullah hareketinin lideri olmasıyla birlikte adım adım tanık olduk..

 

Yazımıza, Seyyid Hasan Nasrallah hakkında bu kısa değerlendirme ile giriş yapmamızın sebebi, Lübnan hükümetinin Hizbullah"a karşı kalkıştığı haince komployu etkisizleştirmek için Seyyid Hasan Nasrallah"ın yaptığı sarsıcı çıkışla birlikte, Hizbullah savaşçılarının kısa bir süre içinde Beyrut"un kontrolünü ele alması sonrası gelişmeleri değerlendirmek içindi.

 

Seyyid Nasrallah bu çıkışı niçin yapmıştı?

 

Bilindiği üzere siyonist İsrail rejimi Hizbullah karşısında iki ağır yenilgi almıştı. Birincisinde, Lübnan"ı işgal eden Siyonist işgal güçleri, Hizbullah"ın yıllar süren kararlı ve güçlü direnişi karşısında hüsrana uğrayıp Mayıs 2000 tarihinde Lübnan"dan zelilce kaçmak zorunda kalmıştı. Bu yenilgi, Siyonist rejimin kuruluşundan bu yana yaşadığı "ilk kara yenilgisi" idi.

 

Ancak bundan daha ağır yenilgi ise Temmuz 2006 yılında olmuştu. Hem Siyonistlerin zindanlarından esirleri kurtarmak, hem de büyük bir saldırıyla karşı karşıya kalan Gazze"nin yardımına koşmak amacıyla İki Siyonist askerin Hizbullah savaşçıları tarafından kaçırılmasından sonra başlayan 33 gün savaşında, Hizbullah Siyonist İsrail güçlerine öylesine ağır bir darbe indirmişti ki; havaya uçurulan ünlü Merkava tankları, batırılan savaş gemisi, düşürülen savaş uçağı ve helikopterleri, öldürülen askerleri, siyonistlerin üzerine yağan 4500 füze ve Hayfa"nın vurulması bir kenara, Siyonist rejim için en ağır olanı, Seyyid Nasrallah"ın ifadesiyle, Ortadoğu"nun yenilmezlik zırhına bürünen bu Siyonist rejimin gerçekte bir "örümcek yuvası"ndan daha zayıf olduğunun ortaya çıkmasıydı. Hizbullah bu Siyonist rejimin yenilmesinin hiç de zor olmadığını ispat etmişti. Siyonist rejimin kendi eliyle kurduğu "Winograd Komisyonu" da İsrail'in Hizbullah karşısında yenildiğini itiraf etmişti. Artık Siyonistler kendi aralarında birbirine düşmüş, istifa etmek zorunda kalan bakan ve komutanlarının yanı sıra, İsrailliler için güvenilmeyen bir hükümet ve ordu imajı pekişmişti.

 

Siyonist İsrail rejimi kendini toparlayıp Lübnan"a tekrar bir saldırı yaparak, hem yenilgisini telafi etmek, hem de sarsılan imajını düzeltmek istiyordu. Bu amaçla ordusunun yeniden yapılandırıyor arka arkaya tarihinin en büyük tatbikatlarını düzenliyordu. Dolayısıyla, önümüzdeki yazın çok sıcak geçeceği, siyonist rejim ile Hizbullah ve Suriye arasında bir savaşın patlamak üzere olduğu askeri ve siyasi gözlemciler tarafından dile getiriliyordu.

 

Bu süreçte, Siyonist rejim ajanları 12 Şubat"ta Suriye"nin başkenti Şam"da Hizbullah direniş komutanı İmad Muğniye"yi bombalı bir araçla şehid ederek, bir açıdan 33 gün savaşının intikamını almaya kalkmış, diğer yandan da yıkılan imajını düzeltmek istemişti.

 

Ancak İmad Muğniye"nin şehadeti, Siyonist rejim için göreceli bir başarı gibi gözükse de, gerçekte bu cinayet, Seyyid Nasrallah"ın kesin beyanıyla, Siyonist rejimin "ölüm urganı"nı kendi elleriyle kendi boynuna takmasından başka bir şey değildi. Artık herkes Hizbullah"ın Siyonist rejime vereceği karşılığı beklemeye başlamıştı. Siyonist rejim bütün ülke çapında alarma geçip Hizbullah karşısında kendini korumanın hesaplarını yapıyordu. Zira karşısında "bekle bizi İsrail, beklediğin her yerde; bekle bizi İsrail, beklemediğin her yerde..!" diyen bir lider vardı"

 

BM Güvenlik Konseyi"nin 1701 sayılı ateşkes kararıyla sona eren 33 gün savaşıyla birlikte bir gerçek de gün yüzüne çıktı. Hizbullah savaşçıları Siyonist düşman karşısında tarihin en görkemli direnişini sergilerken, Lübnan hükümeti de Hizbullah"a karşı Amerika ve Fransa"nın yanısıra Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün, Birleşik Arap Emirlikleri gibi hain Arap devletleriyle birlikte ortak bir cephe oluşturuyor, Hizbullah"ın ezilmesi için Siyonist İsrail rejimiyle gizli işbirliği içine giriyorlardı. Denilebilir ki, Fuad Sinyora hükümeti ve bu hain devletler en az Siyonist rejim kadar Hizbullah"ın yok edilmesini istemişlerdi. Ancak Allah"ın yardımıyla Hizbullah hem Siyonist düşmanın saldırılarını bozguna uğratmış hem de bu ihanet cebhesinin komplolarını boşa çıkarmıştı...

 

Nitekim 33 gün savaşı sonrasında, zafer kutlamaları konuşmasında Seyyid Nasrallah bu komploları bütün dünyaya ifşa etmiş ve işbirlikçi Fuad Sinyora hükümetinin ihanetlerini kara suratlarına çarpmıştı.

 

Hizbullah"ın 33 gün zaferi ve ardından Beyrut"un bütün meydanlarını dolduran kitle gösterileri ile birlikte, hareket geçen güçlerin başında Amerika geliyordu. Amerika Fuad Sinyora hükümetine askeri, siyasi tam bir destek vererek Hizbullah"ı kuşatma ve silahsızlandırma girişimlerini yeniden yoğunlaştırmış, Lübnan hükümetiyle anlaşarak Beyrut"ta büyük bir askeri üs kurma planları yapmıştı. Lübnan hükümeti bir taraftan Amerika ve Arap ülkeleri tarafından silahlandırılırken, diğer taraftan Hizbullah"ın direniş gücünü kırmanın hesapları da yapılıyordu. Birilerinin eline silah veriliyor, birilerinin elinden ise silahları alınmaya çalışılıyordu"

 

İşte bu sırada Lübnan hükümeti bir yasa çıkartarak Hizbullah"ın askeri haberleşme şebekesinin yasa dışı olduğu ve sökülmesi gerektiği kararını aldı. Diğer yandan da Uluslar arası Beyrut Havaalanı Güvenlik şefi General Vefik Şukeyr'i görevinden alıyordu. Şukeyr"e yönelik suçlamanın gerekçesi ise, Dürzi lider Cambulat"in dile getirdiği, Hizbullah"ın havaalanına gizli kameralar yerleştirmesine göz yumduğu -ya da destek sağladığı- iddiası idi.

 

Lübnan hükümetinin aldığı bu iki karar, Seyyid Nasrallah"ın ifadesiyle, "Hizbullah"a savaş ilanı" anlamına geliyordu. Bu karar Hizbullah"ı silahsızlandırmaya çalışan Amerika"nın Lübnan projesinin bir parçası olduğu gibi, Siyonist İsrail rejimi için ise tam bir lojistik destek anlamına geliyordu. Zira, Direniş"in muhaberatını tahrip etmek, direnişi muharebesiz bırakmaktan başka bir şey değildi. Zira "muhabere" olmadan "muharebe" de olamazdı. Siyonist rejimin Lübnan"a saldırıya hazırlandığı, yeni bir savaşın her an patlamasının beklendiği bir sırada, Lübnan hükümetinin bu kararı, Hizbullah"ın gözünü kör, kulağını sağır etmekten başka bir amaç taşımıyordu. Bu karar Amerika ve İsrail tarafından Sinyora hükümetine dikte ettirilen bir karardı. Sinyora hükümeti Amerika ve bölgesel destekçilerinin emrinden dışarı çıkamazdı. Zira gayri meşru hükümetini de onların sayesinde sürdürüyor, sonuçta onların kendisini koruyacağı ve ayakta tutacağına sonsuz bir güven duyuyordu"

 

Amerika, İsrail ve bölgesel Arap devletlerinden aldığı destekle böylesi cüretkar bir adım atmaya kalkışan Fuad Sinyora, her türlü saldırı ve kışkırtmalara rağmen bir iç savaştan ısrarla kaçınan Hizbullah"ın, bu ihanet cephesine karşı fazla bir şey yapamayacağını düşünerek kendince cesur davranmıştı: ama bilememişti ki, Hizbullah savaşçıları caddelere çıktığında birkaç saat içinde Beyrut"un kontrolünü ele alacak, çok güvendikleri silahlı milisleri silahlarını atıp kaçacak, sözde lübnan halkını temsil ettiğini söyleyen Cambulat, Hariri ve Ca"ca gibi hain liderler korku ve panik içerisinde Lübnan ordusunun kollarına atlayıp sığınacak ve fareler gibi deliklere kaçacaklar, sonuçta, aldıkları kararları yürürlükten kaldırma zorunda kalacaklardı"

 

Seyyid Hasan Nasrallah 8 Mayıs günü yaptığı tarihi konuşmasında "Direnişe uzanan eller kırılır" dediğinde ve bütün hakikatleri ayrıntısıyla ortaya koyduğunda, başta Lübnan olmak üzere bölge ülkelerindeki sorumluluk mevkiinde bulunan kamuoyundan beklenen, Lübnan hükümetinin Amerika ve İsrail adına uygulamaya koyduğu bu haince karara, onurlu ve özgür bir insan olarak karşı çıkmaları, bu ihaneti mahkum edip Hizbullah"ın haklı ve meşru direnişine destek vermeleriydi"

 

Ancak ne yazık ki, Lübnan içindeki bazı gruplar, liderler ve sözde bazı müfti ve alimler, Hizbullah"ın Amerika ve İsrail menşeli bu alçakça ihanete karşı sergilediği direnişi "Şiilerin Sünnilere saldırısı" "iktidar kavgası" "askeri darbe girişimi" "İran"ın bölgede nüfuz elde etme girişimi" "silah zoruyla Beyrut halkını sindirme planı" "Beyrut'un işgal edilmesi" vs. şeklinde sundular...

 

Bu tür niteleme ve suçlamalara Arap dünyasından katılanlar olduğu gibi, ülkemizde de birtakım sözde Ortadoğu uzmanı veya yazarlar da, küstahlık ve seviyesizlikte hiç bir sınır tanımaksızın Hizbullah"ın haklı ve meşru direnişini saptırma ve gölgelemeye kalktı"

 

Mustafa Özcan adlı o malum gazeteci bunu hep yapıyor...!

 

"Gazze"den Beyrut"a: Nasrallah"ların savaşı!" başlıklı yazısında "Beyrut"taki "yeni iç savaş" her ne kadar Sünnîlerle Şiîler ve onların cephesindeki gruplar arasında seyeran ve deveran ediyorsa da savaşın esaslı iki sembol ismi var. Bunlardan birisi Hasan Nasrallah diğeri de Patrik Nasrallah Sufeyr. Bu açıdan, Beyrut savaşına da "Nasrallah"lar savaşı" demek daha uygun" diyen Mustafa Özcan"a öncelikle şunu sormak gerek: bu çatışmanın muhalefet kısmında yer alan Hizbullah ve Emel gibi hareketlerin "Şii" olduğunu söyleyebiliriz de, Fuad Sinyora, Saad Hariri, Samir Ca"ca ve Velid Cambulat gibi hainlerin başına "Sünni" nitelemesini eklemek kadar Ehl-i Sünnete yapılmış bir saldırı ve hakaret olabilir mi? "Sünni" ve "Şii" kelimelerini böylesine ilgisiz bir şekilde pervasızca kullanmaya kalkanlar, Amerika ve İsrail ağzıyla konuşmaktan başka ne yapıyorlar? Ne yüzle, Amerika, Fransa, İsrail ve hain Arap rejimlerinin kirli cephesini kutsal İslami bir şiar ile birlikte tanımlayabiliyorlar? Buyrun, Amerikan ve İsrail basınına bir göz atalım; bakalım ne kadar da aynı konuşuyorsunuz, ortaya çıksın, herkes görsün ve öğrensin". Ve hadi gelin yüzleşelim...

 

"Çok ilginç, İmad Muğniye"nin öldürülmesinin ardından Nasrallah, İsrail"e karşı açık bir savaştan sözetti. Ama İsrail"e karşı açık bir savaş gerçekleşmeden aynı açık savaş açıklamasını bu defa iç cepheye karşı kullandı" diyor Mustafa Özcan.. Evet ilginçtir ki Fuad Sinyora da aynısını söylemişti"

 

Sayın Özcan, Hizbullah"ın Beyrut caddelerine çıkmasına sebep olan hükümet kararlarını görmezlikten veya önemsemezlikten gelerek, Hizbullah"ın bu ihanete boyun eğmesini mi, ya da bir basın açıklaması yaparak bu Amerikan projesini kınamakla yetinmesini mi isterdiniz? Peki o zaman, yukarıda da dikkat çektiğimiz gibi, İmad Muğniye"nin şehadetinden sonra siyonist rejimle büyük bir hesaplaşmaya hazırlanan Hizbullah"ın "muhabere"sine el koymaya kalkanların yaptığının ne denli büyük bir ihanet olduğunu niçin belirtmezsiniz de, direnişini korumaya ve savunmaya çalışan Hizbullah"ın Beyrut çıkışını mahkum edersiniz? Gidin en yüzeysel askeri bilgileri içeren bir kitaba bakın, "muharebe" nedir? Bir savaşın kazanılmasında veya kaybedilmesinde ne anlama gelir? Hizbullah'ın bu konudaki hassasiyetini çok iyi anlarsınız!

 

Lübnan"daki gelişmeler üzerine Başta Mısır ve Suudi Arabistan Arap rejimleri büyük bir kaygıyla harekete geçti, olağanüstü toplantılar düzenlediler. Aynı şekilde İsrail ve Amerika da harekete geçti. Beyazsaray anında Fuad Sinyora hükümetine olan desteğini yineledi. Tel Aviv ise "çok tehlikeli bir gelişme" diyerek acil önlem çağrısı yaptı. Niçindi bu korku ve panik; kim neyi kaybediyor, kim neyi korumaya çalışıyordu?

 

Sayın Özcan, kralların ve diktatörlerin, hainlerin ve siyonistlerin Hizbullah karşısında duyduğu kaygıyı paylaşmak ve bu kaygıyı kağıda dökmek nedendir acaba? Satranç tahtasında hangi "taş"ı oynuyorsunuz? Hangi role soyundunuz?

 

Bana sorabilirsiniz, çekinmeden söyleyeyim hemen: Ben, Hizbullah"ın, direnişin ve onurun yanındayım".

 

Ne olursa olsun, Hizbullah, siyonist saldırı ve ihanet çemberinde tek dayandığı güç olan iman ve tevekkül ile yoluna devam edecektir...

 

Ama siz, El Arabiya gibi televizyonların, ya da El Mustakbel gibi gazetelerin ağzıyla yorum, analiz -ve aktarma- yapmakla, Suud, Mısır, Ürdün rejimleri ile Fuad Sinyora hükümetine kolaylıkla hizmet edebilirsiniz, ancak kalem ve fikrin onurundan sıyrılıp yalan ve saptırmanın utancına düşersiniz. Zaten şimdiye kadar yaptığınız da hep bu oldu. Bir gün gelir, İslam ümmetinin onuru ve Filistin"in özgürlüğü uğruna göğüslerini Siyonist düşmana siper edinenlerin kızıl kanları yüzünüze sıçrar da, ebediyen bunun altında kalır ve bir daha kalkamazsınız..!

 

Gazze ve Beyrut"

 

Beyrut"ta yaşananları anlayabilmek için bir yıl geriye giderek, Gazze"de yaşananlara kısaca bir göz atmamızda yarar vardır"

 

Bilindiği üzere 2006 yılında Filistin halkının büyük bir çoğunluğunun özgür iradesi ile seçimleri kazanarak hükümet kuran Hamas hareketini hem iktidardan düşürmek, hem de Filistin İslami direnişini kırmak için Amerika ve İsrail tarafından Gazze"ye yönelik büyük bir kuşatma ve ambargo başlatılmıştı. Gazze"ye uygulanan ambargonun hangi noktalara ulaştığı, Filistinlileri nasıl bir hayata mahkum ettiği bir çok yönüyle ortadadır.

 

Siyonist İsrail rejimi Amerika"dan aldığı sınırsız destek ve yeşil ışık, bölgesel Arap rejimlerinin tepkisizliği ve suskunluğundan aldığı cesaretle Gazze"ye yönelik saldırılarını sürdürürken, Gazze"deki Özerk Yönetime bağlı silahlı güçler de Muhammed Dahlan adlı hain bir ajanın komutası altında Hamas hareketine karşı alçakça saldırılarını gittikçe artırıyordu.

 

Muhammed Dahlan ve çetesi Batı Şeria"da Amerikalı bir generalin gözetimi altında eğitilirken Amerika tarafından parasal ve askeri açıdan sürekli güçlendiriliyordu. Ambargo ve kuşatma yoluyla Hamas hareketinin boğazı sıkılırken, Dahlan çetesi ise dolarlara boğuluyor, kamyon dolusu ağır silahlarla donatılıyordu.

 

Siyonist rejim başbakanı Ehud Olmert"in palyaçosu haline gelen El Fetih lideri Mahmud Abbas"ın gizli desteğini alan cinayetkar Dahlan çetesi Hamas hareketine yönelik saldırılarını öylesine artırmıştı ki, hareketin askeri kanadı olan "İzzeddin El Kassam Tugayları"na bağlı mücahidleri vurarak şehid ediyor, kaçırarak ağır ve onur kırıcı işkencelere tabu tutuyordu. Bu hain işbirlikçi çete, sadece mücahidleri değil, aynı zamanda hareketin diğer kadrolarına, cami imamlarına, İslami müesseselerine ve camilerine bile saldırmaya başlamıştı.

 

Bu çete Amerika"nın ellerine tutuşturduğu silahları Hamas hareketine yöneltmekle kalmamış, aynı zamanda Hamas hareketinin askeri gücü, eğitim kampları hakkında detaylı bilgiler ve haritalar hazırlayıp bunları Siyonist rejime servis ediyor, siyonist işgal güçleri de Dahlan çetesinden aldıkları istihbarat desteğiyle Hamas hareketine ve mücahidlerine yönelik kanlı saldırılar gerçekleştiriyordu. Hamas hareketinin önde gelen bir çok mücahidi ve kadrosu böylesi istihbarat desteğiyle siyonistler tarafından şehid edilmişti.

 

Dahlan çetesi saldırılarında hiçbir sınır tanımadığını, Filistin"in meşru başbakanı İsmail Heniye"nin evine roket saldırısı düzenleyerek göstermişti. Öyle ki, saldırı sırasında İsmail Heniye, ailesi ve çocukları ile birlikte evde bulunuyordu.

 

Dahlan çetesinin böylesine pervasızlaşması ve küstahlaşmasının ardında Amerika ve bölgesel devletlerden aldığı güçlü desteğe duyduğu güven ve Hamas"a karşı askeri bir darbe yaparak İslami direnişin gücünü tasfiye edeceğine dair ümit yatıyordu.

 

Ancak Allah"ın izniyle, İzzeddin el Kassam mücahidleri ve Hamas"ın diğer silahlı güçleri bir gece içerinde bu ihanet çetesini tamamiyle çökerterek ihanet planlarını boşa çıkarttı. Hamas"ın Dahlan çetesini çökertmesi sadece Gazze"deki hain ve cinayetkar bir grubun tasfiyesi değildi. Hamas Dahlan"ın ardındaki patronların Gazze üzerindeki planlarını boşa çıkarmıştı. Amerika, İsrail ve hain Arap rejimleri boylu boyunca Gazze"de yere serilmişti. Hamas"ı silahsızlandırmak ve direniş gücünü yok etmek için yıllarca hazırlık yapan ABD ve İsrail, İslami direniş kasırgası karşısında hallaç pamuğu gibi savrulmuştu"

 

Bizler, kudusyolu sitesindeki kardeşlerimizle birlikte velfecr olarak, baştan sona kadar Dahlan ihanetini gözler önüne serdik; Türkiye kamuoyuna yansımayan bir çok gizli ihanetin üzerindeki perdeleri kaldırarak, bir taraftan Hamas hareketinin bu ihanet çetesi karşısındaki direnişinin ne denli haklı olduğunu ortaya koymaya çalışırken bir taraftan da İslami camia içerisindeki bazı kişilerin Gazze"de yaşananların bir "kardeş savaşı" olduğu şeklindeki yanılgılarını düzeltmeye çalıştık.

 

Dahlan çetesinin Hamas hareketine karşı kullandığı saldırgan bir dil de "Hamas" hareketini "Şii" ve "İran ajanı" olarak suçlamasıydı. Miting meydanlarındaki konuşmalarda, gazete ve dergi yazılarında, kendilerine bağlı internet sitelerinde sürekli bu vurgulama yapılırken, cinayetkar güçler kaçırdıkları Hamas mensuplarına "canımız kanımız Dahlan"a feda olsun" "Şii Hamas" ve "İran uşağı Heniye" gibi şeklinde slogan attırıyorlardı. Nitekim bu işkencelerin video görüntülerini velfecr"de yayınladığımız gibi, Filistin enformasyon sitesinde de yayınlandı. Dahlan çetesi ve arkasındaki güçler, Hamas"ın Gazze"deki hainleri tasfiye herakatının İran desteğiyle olduğunu ileri sürmüşlerdi"

 

Bizim burada söylediklerimizin hepsinin kaynaklarını gösterebiliriz. Sitedeki bir arşiv taramasında hepsi ortaya çıkacaktır.

 

Şimdi hür ve pak vicdanlara şunu sormak istiyorum: Hamas hareketinin Gazze"deki Dahlan ihanetine karşı sergilediği tavrın haklılığı ve meşruiyeti ile, Hizbullah hareketinin Beyrut"taki Amerikan destekli Sinyora hükümetine karşı sergilediği tavrın haklılığı ve meşruiyeti arasındaki fark nedir?

 

Hamas"ın silahsızlandırılmak istenmesi ile Hizbullah"ın silahsızlandırılmak istenmesi arasındaki fark nedir?

 

Filistin"in Mahmud Abbas"ı ile, Lübnan"ın Fuad Sinyora"sı, Gazze"nin Muhammed Dahlan"ı ile Beyrut"un Velid Cambulat"ı arasındaki fark nedir?

 

İsrail basınından Jerusalem Post"a açıklamalarda bulunan El Fetih yetkilileri, Hamas ile Hizbullah arasındaki ilgi ve benzerlikleri izah ederken "Hamas"ın Gazze"de yaptığını Hizbullah da Beyrut"ta yapıyor" diyerek, aslında bir gerçeği itiraf etmiş oluyorlardı"

 

Bizler sadece dostlarımıza karşı değil, düşmanlarımıza karşı da adil oluruz. Rabbimizin Kur"an"da buyurduğu üzere, bir kavme olan husumetimizden dolayı adaletsizliğe düşemeyiz"

 

Sizden Hizbullah"ın bayrağını omuzlarınıza alıp kaldırmanızı beklemiyoruz; ama lütfen adil olun; adalet ve hakkaniyet kriterlerinizi bir yerde sivri tutup diğer yerde köreltmeyin. Bir yere gözlerinizi dikip diğer yere yummayın! Size her şeyden önce "Habir" olan Allah"ın adaletini hatırlatmak isterim. Bu dünya neticede burada kalacak, ama ahirette ilahi adalet karşısına çıkıp hesap vereceğiz. Başımız orada eğik kalmasın"

 

Bu konuda daha yazacaklarımız olacak...

Bu yazı toplam 4603 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar