Siyasi Kriz ve Sonrası

Siyasi kriz ve sonrası
İnsanlar gibi toplumlarda da, "denge istisna", değişim ve değişim sancısı, yani bir tür "bunalım kural"dır.

Değişim ona uyum sağlamayı, ona göre yeniden yapılanmayı, esnekliği gerektirir.

Aksi takdirde, ya "kaos"a teslim olunur ya da kaosu zapturapt altına almaya çalışan bir merkezin, meşruiyetini bu merkezden alan başına buyruk siyasetin "tahakkümcü hükümranlığı"na...

Böyle olduğu anda siyaset; toplumda olup biteni, kültürel alandaki seyyaliyeti izleyemez.

Ayrıca ve ne yazık ki topluma, kültüre ait olan, kendi başına bir dinamizm kazanmış gibi görünse de, aslında içten içe siyasete bağımlı hale gelir, onun rotasına tâbi olur.

En nihayet böyle anlar, aşırı siyasallaşma ana çelişkisini devreye sokar, siyallaşma arttıkça siyasete küçümseyici bakışlar üretir, onu marjinal ilan eden duruşlar yaratır; garip bir çoğunluk, siyasetle özdeş kıldığı insan hakları sorunlarını, düşünce özgürlüğünü, demokrasiyi ve işlevlerini hafifsemeye başlar.

Ama bu, gerçeği değiştirmez...

Siyaset karşısında toplumsal ve kültürel alanın "özerkliğinin" zedelenmesi, sadece mağdurlar açısından değil, konumları ne olursa olsun toplumun tüm bireyleri açısından faturası ağır olacak ciddi bir problemdir.

Ülkedeki genel hava ve yapıya bakılırsa, Türkiye'nin izlediği güzergâhın da bu olduğu söylenebilir.

"İnsan, katılım, talep unsurları tedrici olarak rafa kaldırılmış", siyasetin içi boşaltılarak "yapısal bir vesayet rejimi tesis edilmiş", içi boşaltılmış siyaset, görünmez bir girdap gibi önce kendi oyuncularını yemiş, ardından iyiden iyiye daralttığı toplumsal alanı tamamen emmeye, tümüyle emmeye yüz tutmuştur.

İlginçtir; Türkiye, hâlâ, olup biteni "toplumsal", "kültürel", "ahlaki" sanıyor.

"Cemaatçi", "kavgacı", "rantçı" tavırlar alıp bu tahakkümü pekiştiriyor.

Ne bu süreci başlatan sorunlara ilişkin bir adım atılıyor; ne soru sorulabiliyor ne de tartışılabiliyor...

Her soru, her tartışma çabası "yıkıcılık, bölücülük, düşmanlık" olarak yaftalanıyor, yerden yere vuruluyor, tartışan tarafın kimliğine, tutumuna, muhalifliğine işaret edilerek tartışmalar geçiştiriliyor. Kapatma davaları nedenleri, aktörleri unutulup her geçen gün sıradanlaştırılıyor"

Soru olmayınca sorunların ortada kalması kaçınılmazdır...

Kürt sorunu, AK Parti, demokratikleşme, özgürlük, hak, adalet...

Bunların hepsi ortada kalan, ortada bırakılan sorular bugün"

Bunlara ilişkin ortada sadece "devlet"in koyduğu oyun kuralları, düşünce çerçeveleri var"

Sorunların tanımları ve çözümleri buna oranla yapılıyor"

"Kapatma davası haklı mı haksız mı, kapatma olursa yeni siyaset nasıl şekillenir" gibi sorular; "ara rejim dönemi, yeni siyasi yelpaze ve kontrollu parlamenter düzen" gibi gibi çözümler zihinlerde, sütunlarda, kulislerde dolaşıyor"

Bilmek gerekir ki, sorunların ortada kalması ne denli ciddi meseleyse; "merkeziyetçi bir zihniyet ve yapıya" sahip, devlet ile siyaset ilişkisini tamamen birincisinin egemenliğine bırakmış toplumlarda, devletin önerdiği çözüm reçetelerinin başarısız olması, o denli ciddi bir mesele haline gelir.

Başarısızlık geriye sadece kavgayı, saray çatışmasını bırakır"

Devlet hükümranlığındaki siyasi alanda yaşanan kavgalar ise her zaman kötü kokular saçar"

Yine saçıyor"

Toplumu siyasete, siyaseti devlete endeksleyen, siyasi alan kadar devlet alanını da zaafa düşüren tehlike büyüyor.

yenişafak

Bu yazı toplam 513 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar