Orman Yangınları ve Keçilerin Önemi

Orman Yangınları ve Keçilerin Önemi

Prof. Dr. Ortaş'a göre doğaya zarar vermekle suçlanan keçiler ağaçların çevresindeki otları yiyerek orman yangınlarının büyümesini engelliyor

Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. İbrahim Ortaş, son günlerde çıkan orman yangınlarının, "ormanların günah keçisi ilan edilen keçilerin önemini ortaya çıkardığını" savundu.

Yüksek yapılı bitkilerin kök biyolojisine yönelik araştırmaları bulunan Ortaş, yaz sıcaklarıyla birlikte artan orman yangınlarının doğanın akciğerlerini yok ettiğini, resmi kaynakların, sadece bu yılın başından bu yana 642 orman yangını çıktığını bildirdiğini belirtti. 

'Keçi faktörü yeniden ele alınmalı'

Orman yangınlarıyla birlikte keçi faktörünün yeniden ele alınması zorunluluğunun doğduğunu ifade eden Ortaş, son yıllarda ormanların adeta günah keçisi ilan edilen keçilerin aslında "ormanların koruyucusu" olduğunu ileri sürdü. Ortaş, özellikle doğanın ve ekolojinin yasalarından birinin de keçinin ekosistemdeki yeri olduğunu belirterek, "Akdeniz Bölgesi'nin orman yangınları bakımından diğer bölgelere göre daha az etkilendiği bilinmekteydi. Ancak, bu durum son yıllarda keçi varlığının bilinçli olarak azaltılmasıyla tam tersine dönmeye başladı" dedi. Genelde keçilerin orman için zararlı olduğunun düşünüldüğünü, günah keçisi ilan edildiğini, hatta bazılarının, "soyu tükensin diye fetva da verdiğini" anlatan Ortaş, bunun doğanın diyalektiğine aykırı olduğunu kaydetti.

Prof. Dr. Ortaş, şunları söyledi: "Keçinin hep maki bitki örtüsüne sahip ormanlar üzerinde baskı unsuru olduğu söylenir. Bu nedenle ormanların genç fidanlarını yok ettiği iddia edilir. Evet ormanların genç fidanlarına zarar verdiği doğrudur, ancak keçilerin olduğu ortamda ormanların varlığını günümüze kadar sürdürdüğü de bir başka gerçektir."

'Bilim çevreleri kabul ediyor'

Prof. Dr. Ortaş, dünya bilim çevrelerinin önerdiği ve orman bakanlığının da kabul ettiği "keçiler ormanların fahri dip temizleyicileri" ifadesinin çok anlamlı olduğunu belirterek, şunları kaydetti: "Keçiler, ormandaki ağaçların diplerini otlardan temizleyerek, yangın çıkışını engelliyor. Keçilerin orman içinde yarattıkları seyreltme ve açtıkları patika yollar ise yangının büyümesine set oluşturuyor. Kemirgen ve selülozu yüksek bitkileri tercih eden keçiler ağaçlarına üst dallarına 1,5-2 metre kadar tırmanarak besinlerini sağlarken doğal olarak ağaçları budayarak yangından koruyor."

Ortaş, keçinin olmaması durumunda ise otların geliştiğini ve yazın kuruyan otların mercek etkisi yapan cam kırıkları nedeniyle yangına davetiye çıkardığını belirterek şöyle devam etti: "Gelinen noktada, Çevre ve Orman Bakanlığı keçi sayısını azaltmamalı, tam tersine artırmalı, orman köylüsüne destek çıkmalıdır. Doğal alanların kontrollü keçi otlatmasına açılması, bölge çiftçisi ve köylülerinin geçim kaynağı olabileceği gibi, sağlıklı süt ve beslenme için de yararlı olacaktır. Keçiyi bilmeden düşman ilan etmeyelim, yararlı hayvanın hakkını verelim, yeniden ormana dönmesini sağlayalım. İnsan olarak tahrip ettiğimiz, yakıp yıktığımız doğamızın zararını keçiye yüklemekten vazgeçelim."

-----------------------

Orman Yangınları ve Keçi Düşmanlığı

Yazın gelmesini çok severim, ancak orman yangınları çıkacak diye de hep endişelenirim. Bu yaz bir tarafta ülkenin yükselen sıcak gündemi, diğer taraftan artan küresel düzeydeki kuraklık ve sıcaklar ile birlikte çıkan orman yangınları da hepimizi üzmektedir.

İki gündür Mersinin Gülnar ilçesinde meydana gelen yangında iki kişi yaşamını yitirdi, yaklaşık 50 kişi dumandan etkilendi, 200 baş hayvan yandı, 9 köyün yangından etkilendiği belirlendi. Yangının büyüklüğü uydulardan çekilen fotoğraftan da görülüğü gibi dumanları Kıbrıs adasının üzerine kadar yayılmış durumdadır. Bir tarım bilimcisi ve ekoloji gönüllüsü olarak bu yangına duyarsız kalınmaması gerektiğini düşünüyorum.

2008 yılı içinde şu ana kadar 642 orman yangını meydan geldi ve bu yangınlardan 18000 dekar orman alanı yanmıştır. Orman yangınlarının bir çok nedeni var. Bir önceki yazımda da belirttiğim gibi çoğunlukla %95 oranında insandan kaynaklandığı artık resmi ağızlardan duyurulmaktadır.



TEMA Vakfı orman yangınları ile mücadele için alınması gereken önlemleri şöyle sıralamaktadır

Yangın Eylem Planı Hazırlanmalı,
Bilinçlendirme Kampanyası Sürdürülmeli,
Erken Uyarı Sistemi Geliştirilmeli,
Erken Müdahale Yöntemleri Geliştirilmeli,
Hava Söndürme Araç Sayısı Artırılmalı,
Yanmayan Servi ve Akasya Gibi Ağaçların Dikimi de Önemli,
Yangın Emniyet Yolları Açılmalı,
Mesire Yerlerinin Yasaklanması Gündeme Gelmedir


Temelde insan faaliyetleri yanında, yanlış enerji hatlarının ormanlık alanlardan geçirilmesi de nedenler arasındadır. Şimdilik elektrik kablolarının geçirildiği alanlar temizleniyor. Doğrusu artık elektrik hatlarının yer altına taşınması bir çok yönden güven oluşturacaktır.

Orman yangın kuşaklarının oluşturulmaması, bunun için orman içinde belirli alanların oluşturulması ve yangının yayılmasının önlenmesi açısından önemlidir.



Keçi Orman İçin Zararlı Değil Yararlı da Olabilir

En önemlisi de orman diplerinin temizlenmemesidir. Orman diplerinin temizlenmemesi ve yapılan ihmaller yangınların hızla yayılmasına neden olmaktadır.

Tabii bütün bunlar orman yönetimi açısından önemli stratejilerdir. Uzun zamandır yüksek yapılı bitkilerin kök biyolojisini çalıştığım için ağaca ve ormana ayrı bir ilgi duymaktayım

Orman Mühendisleri Marmara Bölgesi Başkanı Prof. Dr. Uçkun Geray ise ilkimin kuraklaşması ile başlayan yangınların arttığını, yangın söndürme ekonomisi uygulanması gerektiğini belirtti. Ancak bütün bu önlemlere rağmen doğanın kendi yöntemleri ve ekolojisine de dikkat edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Özellikle doğanın ve ekolojinin yasalarından biri de keçinin ekosistemdeki yeridir. Akdeniz bölgesinin orman yangınları bakımından diğer bölgelere göre daha az etkilendiği belirtilmektedir. Yangının nedenini tam olarak bilmiyoruz ancak Akdeniz bölgesinde meydana gelen yangınlar ile birlikte aklıma kıl keçilerinin varlığı gelir.



Keçi Akdeniz Bitki Örtüsü İçin Zararlı mı?

Orman yangınları söz konusu olduğunda konuyu bilen bilim insanları için hep akla keçiler gelir. Genelde keçiler orman için zararlıdır diye suçlu ilan edilir. Hatta bazıları için ormana zarar veriyor gerekçesiyle soyu tükensin diye fetva da verilmektedir. Ancak gerçeğin kendisi öyle değildir. Akdeniz maki bitki topluluğunun olduğu alanlarda belki daha eski olan tarihi kayıtlı bilgi ile MÖ 4000 yıllarından bu yana yaşadığını tahmin ettiğimiz latincesi Capra İngilizceci Ordinary Goat olarak bilinen kıl keçileri doğanın bir parçası olarak varlıklarını günümüze kadar sürdüregelmişlerdir. Bir yandan doğanın bir parçası olan keçilerin doğanın düşmanı ilan etmek doğanın diyalektiğine aykırıdır. Her türlü arazi koşullarına adapte olabilmesi ve manevra yeteneği yüksek olan kıl keçisi genelde düz ovada beslenmek yerine orman ve kayalık alanda beslenmeyi daha çok tercih etmektedir.



Doğaya Saygı, Keçiye Saygı Ormanı Yangından Korur

Orman yangınları konusundaki en önemli yönetim, anlayışıma göre dip temizleme işlemidir. Bilindiği gibi keçinin otlandığı makilik Akdeniz ekosisteminde dip temizlemeden dolayı daha az yangın çıktığı da bilinen bir gerçektir.

Ülkemizde Akdeniz havzasında 100 milyon hektarlık alan kaplayan ve Akdeniz iklim tipinin klimaks bitki örtüsü olan makiliklerin varlığını bugüne kadar taşımasında keçilerin varlığı da inkar edilemez. Keçinin hep maki bitki örtüsüne sahip ormanlar üzerinde baskı unsuru olduğu söylenir. Bu nedenle ormanların genç fidanlarını yok ettiği iddia edilir. Evet ormanların genç fidanlarına zarar verdiği doğrudur, ancak keçilerin olduğu ortamda ormanların varlığını günümüze kadar sürdürdüğü de bir başka geçektir. Ancak unutmamak gerekir ki orman yangınlarının neredeyse tamamına yakınının nedeni insan faktörü ve açılan alanların doğaya uygun olmayan baskı, yeni kesim, tarla açma ve kültür ormanı alanlarından kaynaklandığını belirtmek gerekir.



Kontrollü Keçi Otlatılması Yararlıdır

Dünya bilim çevrelerinin önerdiği ve bizim orman bakanlığının da kabul ettiği "keçiler ormanların fahri dip temizleyicileri" ifadesi çok anlamlıdır. Keçilerin orman içinde yarattıkları seyreltme olayı ve açtıkları patika yollardan dolayı hem yangın çıkması ve yayılması engellenmiş olmakta hem de yangın çıkması olasılığında iç alanlara ulaşılmasında yarar sağlayan etkisi bulunmaktadır. Kemirgen ve selülozu yüksek bitkileri tercih eden keçiler makiliklerde bir tarafta dipte biriken otları temizlerken diğer taraftan ağaçları üst dallarını 1.5-2 m kadar tırmanarak besinlerini sağlarken doğal olarak ağaçları budayarak yangından korur. Keçinin olmaması durumunda diğer otlar gelişiyor ve yazın kuruyan otlar mercek etkisi yapan cam kırıkları nedeniyle yangına davetiye çıkarılmaktadır.

Özellikle makilikler arasında koridorlar açarak olası yangınları önlemeleri ormancılar tarafından benimsenmektedir. Keçilerin sürgünlerin olduğu dönemin dışında otlatılması bu konuda orman köylülerinin bilinçlendirilmesi ve ormanın sürdürülebilirliğinin sağlanması bakımından önemlidir. Özellikle vurgulanması gereken KONTROLLÜ OTLATMA ve keçi yetiştiricilerinin bilinçlendirilmesi orman yangınlarının önlenmesi ve ormanların doğasına uygun korunması için yapılması yararlı bir işlemdir..



Bilim İnsanları Keçi-Ekosistem-Yangın İlişkisini Araştırmalıdır

Kaldı ki yangınlar çoğunlukla rantın yüksek olduğu müdahaleli alanlarda çıkıyor. Yeni veya yenilenen dikim alanları başta olmak üzere ekosistemin taşıyamayacağı ağaçlandırma alanlarında yangının çıktığını söylersek yanlış olmaz.

Maki bitki örtüsü kendi sürdürülebilirliği en yüksek olan bir bitki topluluğu olup yangın çıkması olasılığı daha az olan korumalı bir bitki örtüsüdür. Yarı kurak, uzun süren yaz sıcaklarının bulunduğu coğrafyalarda makinin kendini sürdürmesi başka türlü de açıklanamaz. Söz konusu alanlarda keçinin sistemden çekildiği durumlarda otsu türlerin çoğalması ile yangına hassas hale gelir ve alanların yangınla tahribatı artar. Nihayet bunun en açık örneği ülkemizin Akdeniz Bölgesinde Ege ve diğer bölgelere göre daha az yangın çıkmaktadır. Bu konuda ormancılar, toprak ve ekoloji bilimcilerininin ortak araştırma yapması çok yararlı olacaktır.



Keçi Orman Dostudur Sorun İnsandan Kaynaklanıyor

Son yıllarda doğal bitki örtüsüne ve binlerce yıllık adaptasyona rağmen bir üst Klimaks bitki örtüsünün sisteme alınması ile başlayan kültür ormancılığının toprak, besin ve su talebinin fazla olması nedeniyle hem başarılı olmamakta hem de yangına davetiye çıkarılmaktadır.

Bu bağlamda Orman Bakanlığına bağlı Ağaçlandırma Genel Müdürlüğünün konuyu yeniden dikkate alarak tek bitki yerine doğaya adapte olmuş bitki türleri zenginliğine dönmesi ve keçi ile maki bitki örtüsünün korunmalı duruma getirilmesi yararlı olacaktır. Bu bağlamda insanın doğaya müdahalesi durdurulmalıdır.

Doğayı kendi haline bırakırsan doğa daha başarılı bir denge içinde yaşamını sürdürecektir. Doğa günümüze kadar aslan ve kaplan gibi geviş getiren hayvanları yiyerek beslenen hayvanlarla dengeyi bozmadığı gibi ağaçların fidanlarını yiyen keçiler de tükenmedi. Doğa kendi dengesini kendisi kurmakta ve ihtiyacı kadarını tüketmektedir. Asıl sorunu gözü doymayan, bir anda binlercesini yok eden insanda aramak gerekir.

Doğanın yasalarının bilinmesi doğanın yönetilmesine büyük katkı sunulmasına yardımcı olacaktır. Doğayı bilmeden kulaktan dolma bilgiler ile yola çıkılması durumunda keçiler "günah keçisi" olurlar.



Keçi Sayısını Artıralım, Ormanları Yangından Daha İyi Koruyalım

Keçi ile doğanın otlatılması ormanların yangından kurtarılması bakımından önemli bir unsur ocaktır. Onun için Orman Bakanlığının keçi sayısını azaltması değil tam terinse artırması, orman köylüsüne destek çıkması ve koruması önerilmedir. Doğal alanların kontrollü keçi otlatmasına açılması, bölge çiftçisi ve köylülerinin geçim kaynağı olabileceği gibi, sağlıklı süt ve beslenmesi için de yararlı olacaktır.

Keçiyi bilmeden düşman ilan etmeyelim, yararlı hayvanın hakkını verelim.

İnsan olarak tahrip ettiğimiz, yakıp yıktığımız doğamızın zararını keçiye yüklemekten vazgeçelim. Doğaya ve keçiye saygı, insana ve ormana saygıdan geçer. Keçi ile uğraşmaktan vaz geçelim insanımızı duyarlı ve bilinçli duruma getirecek süreçlere taşımanın yollarını arayalım.

Güzelim ülkemizin doğal kaynaklarını doğru tanıyalım, ekolojimizi iyi koruyalım, sürdürülebilirliğin ilkelerine değer verelim. Ülkemizin eğitimli insanlarının orman yangınları konusunda biraz daha duyarlı olması, çevresini başta sigara izmariti, şişe ve diğer mercek etkisi yaratacak materyalleri ormanlık alana atmamaları konusunda toplumun eğitilmesi ve uyarılması yararlı olacaktır. Hepimiz bu coğrafyanın her yönden yaşanılabilir olmasından sorumluyuz. Küçük çıkarlarımız için değil, güzel geleceğimiz için üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirelim.





Not: Sayın Hocam, bazılarınızın e-posta adresi bir şekilde makinemdeki adres listesine takılmıştır. e-posta almak istemeyenler lütfen belirtin isminizi listeden çıkarırım. Şimdiden ilginize teşekkür ederim. Saygılarımla



Not: Daha önce keçi ve erozyon konusunda yazdığım yazımı ilgilenenlerin bilgisine sunuyorum.





Çukurova'da Keçi ve Erozyon

Suçlu keçi mi? İnsan mı?

Prof. Dr. İbrahim Ortaş

Çukurova Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Toprak Bölümü, Adana.





Erozyon Nedir?

Çocukluğumda keçi ve oğlak güderek büyüdüm. Hatta annemin sütü yetersiz olduğu için de keçi sütü ile büyütülmüşüm. Bilindiği gibi anne sütüne en yakın süt keçi sütüdür. Onun için keçilere karşı bir sempatim vardır.

Ancak keçi ile ormanların zayıflatılması ve erozyon arasında bir bağ kurulduğu için konu bilimsel olarak ilgimi çekmektedir. Onun için konunun açıklığa kavuşması için öncelikle erozyon nedir? Keçi ne kadar erozyonun oluşmasında etkindir? İnsanın rolü ihmal mı ediliyor? Onu açıklayalım.

Erozyon "Toprağın su ve rüzgâr gibi doğal etmenleri ile aşındırılması sonucunda bulunduğu yerden başka yerlere sürüklenmesidir". Bu işlem gerçekleşince arazinin yüzeyinde bitkilerin besin elementi ve su sağladıkları kısım uzaklaştığı için bitkisel üretim istenilen ölçüde gerçekleşememektedir. Bunun oluşturduğu etkiler maddi ve manevi boyut ile ciddi sorunlar yaratmaktadır. İnsanlık, yanlış toprak ve bitki yönetimi nedeniyle yurtlarından olmuştur. Bunu da en iyi Orta Asya'dan Anadolu'ya göç eden Türkler biliyor.



Erozyon iki şekilde oluşur

1. Doğal yolla oluşan etkiler

2. İnsan faaliyetleri sonucu oluşan etkilerle.

Doğal olan erozyon doğal sürecin bir parçasıdır. Bazı kültürel önlemlerle doğal erozyon önlenebilir. Ancak doğal erozyonun faydaları da bulunmaktadır. Eğer doğal erozyon olmasaydı bugün Çukurova diye bir verimli tarım ovası olmaz idi. Denizlerdeki canlıların büyük çoğunluğu erozyon sonucu ırmaklardan denize taşınan organik bileşikleri tüketerek yaşamlarını sürdürmektedirler. Ekosistemin işleyiş mekanizması içinde canlıların birbirini yiyerek sürdürülebilirliğinde doğal erozyonun bir miktar faydası da vardır.

İnsanın yarattığı erozyon ise çok daha ciddi sorun yaratmaktadır. İnsanın doğaya hakim olması ile başlayan doğa-insan savaşının bir parçası olarak devam eden erozyon riski günden güne artarak devam etmektedir.



İnsan Doğa İlişkisi

Orta Asya da yanlış arazi kullanımı ve otlatma sonucu yurtlarını terk etmek zorunda kalan Türk boyları Anadolu'ya vardıklarında adeta her tarafı yeşilliklerle kaplı bir yurt bulmuşlardı. Ankara'nın Çubuk ilçesi civarında Yıldırım Beyazıt ile Timurlenk'in fillerinin orman içinde ağaçların altında saklanarak savaştıkları söylenmektedir.

Arkeologlar MÖ 3-4 bin yıl önce Orta Anadolu'da yaşayan Hititlerin Çukurova'ya şimdiki Gülek boğazından inmeyi denediklerini yoğun ormanlarla karşılaşmışlardı ki, ondan başka da geçiş yolunun olmadığını belirtiyorlar. Milattan önce 430 yılında Atinalı Kirus (Kyrus M.Ö. 401) Kilikya Bölgesinde her türlü meyve ağaçları ve asmaları bol olan bir ovaya indiğini ve burada susam, darı, buğday ve arpa yetiştiğini belirtmektedir.

Karatepe rölyeflerine yansıyan resimlerde bölgede hurma tarımının yapıldığı belirtilmektedir. Evliya Çelebi, Seyahatnamesinde, Adana ovasında ekilmiş arazinin çokluğundan ve nimetlerinin bolluğundan söz ederken, portakal, limon, zeytin, incir, nar ve şeker kamışını överek, pamuğun her tarafa buradan gittiğini, halkın çoğunun pamuktan para kazandığını söyler.

1850 yıllarından Alman Elçisi Karataş ilçesine yoğun bitki örtüsü ve yırtıcı hayvanlardan dolayı gidemediğini ve Doğankent civarından geri dönmek zorunda kaldığını belirtiyor.





Dinlerin kökeni olarak bilinen Hz. İbrahim, Mezopotamya'daki Ur şehrinden gelmiş, 75 yaşına kadar Harran'da tarımla uğraşmıştır. Nemrut'un, Hz. İbrahim'i Urfa kalesinden Mancınık ile dev odun ateşinin üzerine atması ve odun parçalarının mucizeyle birer balık olması geçmişte bölgenin ormanlık olduğunun ve verimli alanların varlığının bir göstergesi olarak kabul edilmektedir.

Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Gaziantep'e palmiye bahçeleri arasından girdiğini söyler. Gavurdağının ve Torosların yüksek çam ağaçlarından bahsedilir. Bugün ise kuru tarımın ve zeytin, fıstık ve asmanın dışında susuz hiç bir ürünün yetişmediği herkesin malumudur. Uygarlığın beşiği olarak anılan bölgede geçmişten günümüze yürütülen arkeolojik kazılar, bu bölgede geçmişte tarımın yapıldığını ve yanlış toprak yönetimi sonucu arazinin bozunuma uğradığı ve bunun sonucu olarak zaman zaman büyük göçlerin yaşandığı yönünde deliller ileri sürmektedir.

Tüm bu gelişmeler, tarihi bilgi ve belgeler toplum olarak arazi kullanımı konusunda çok duyarlı olmadığımızı göstermektedir.

Bu süreçte ne tür yanlışlar yapıldı? Veya ülkemizin erozyon ve çölleşmeye neden olan başlıca etkenler nelerdir

1. Mera niteliğindeki arazilerin bir bölümünün sürülerek tarıma açılması,

2. Meraların kapasitesinin üzerinde otlatılması,

3. Tarım alanlarının yerleşim yerlerine açılması (Adana bunun ciddi bir örneğidir),

4. Plansız göçler sonucu yerleşim yerlerinin aşırı büyümesinin doğa üzerinde yaratığı tahribat,

5. 5. Ormanların tahribi,

6.

7.

8.

9.

10.

11.

12.

13.

14.

15.

16.

17.



gibi faktörler yanında doğal erozyonun da etkisiyle ülkemizin dağlarından ovalarına ve denizlerine geniş bir sedimantasyon taşınması gerçekleşmiş ve süreç devam etmektedir.

18.

19.

20.

21.

22.

23.

24.



Azalan meraların yetersizliği, hayvan yemlerinin azalması sonucu ülkenin hayvan varlığında da ciddi zaaflar yaşanmıştır. Tarım dışı alanların tarıma açılması ve hayvanların beslenme alanlarının sınırlandırılması doğal olarak ormanların beslenme alanı olarak seçilmesine neden olmuştur. Keçi; koyun ve sığırlardan farklı olarak daha dayanaklı olması ve orman ağaçlarının yapraklarını tüketiyor olması nedeniyle eskiden beri erozyona neden olan bir hayvan olarak bilinir. Bu süreçte keçinin konu olması ve keçi nezdinde erozyonun nedenleri ve çözüm yolarının tartışılması bilimsel ve sosyo-ekonomik yönden bir bütün olarak işlenmelidir.









"Günah Keçide mi?"

Söz konusu "Orman, Keçi, Erozyon ve Turizm" konulu tartışmada, keçi erozyona neden olabilir mi? Olursa etkisi ne kadar olur?

Bu konuda ulus ve uluslararası literatür ne diyor?

Keçinin bulunmadığı bölgelerde erozyonun nedeni nasıl açıklanacaktır. Örneğin erozyonun yoğun yaşandığı İç Anadolu Bölgesinde ne kadar keçi bulunmaktadır.

Keçi Akdeniz ikliminin bir hayvanı. Ve bu kuşağın hakim bitki örtüsü ise makiliklerdir. Yani kısa boylu bitkilerdir. Keçinin binlerce yıldır bu ekolojide yaşadığı ve bulunduğu doğa ile iç içe mutlu bir şekilde bugüne kadar geldiyse ve erozyona neden olduğu konusunda da ciddi bir verinin olmadığı gerçeğini dikkate alırsak sorun keçi değildir anlayışı ortaya çıkar. Keçi yüzünden Akdeniz makilerinde önemli bir azalma olup olmadığı ciddi araştırmalarla ortaya konmaya muhtaçtır. Tabii siyasiler değil, ormancılar, botanikçiler, peyzaj mimarları, zoologlar ve ziraatçılar tarafından.

Sorularının cevabı söylendiği gibi, sorun keçi değil İNSAN.



Günah Keçisi Nedir"

Hepimiz "inatçı keçi", "keçi gibi dağa tırmanan" "keçileri kaçırmak" ve değişik anekdotlar yanında keçinin sütünün ne kadar yarlı olduğunu biliriz. Ancak keçi hakkındaki en eski anekdot ise "günah keçisidir". Yahudilikte günahlardan arınmanın bir yolunun da Tanrı'ya kurban vermek olduğu; bir keçi alıp çöle saldığımızda onunla günahlarımızdan da arınacağımız (uzaklaşacağımız) gibi bir inanış bulunuyor. Bu keçiye de "günah keçisi" adı veriliyor. O gündür bu gündür herhangi bir olumsuzluk olduğu zaman bir günah keçisi aranır. Sanırım bu gün biz iyi niyetle de olsak erozyonun sorumlusu olarak günah keçisini seçmiş bulunuyoruz (Umarım çevremizde gördüğümüz bunca çirkinliğin sorumlusu da keçi değildir). Kaldı ki doğadaki her canlımım bir birine katkısı var ve mutlaka biyolojik çeşitliliğe değer vermemiz gerekir.

Ayrıca ekolojik bakış açısı ile başta üniversiteliler olarak coğrafyamızdaki bütün gen kaynaklarını korumak ve geliştirmek zorundayız. Aksi takdir de dün yabancı ırk sığırlarda başımıza gelen yarın yabancı ırk keçilerde de gelebilir. Şimdiden gen kaynaklarımıza sahip çıkalım.



Erozyonun Nedeni Keçi mi? Yoksa İnsan mı?

Son yılarda sanki erozyona neden olan günah keçisi olarak fatura bizim orman köylüsünün biricik katık kaynağı olan keçilere biçildi. Evet, keçi orman tahribatında önemli bir tehdit. Ancak tek başına bugün erozyonun nedeni keçi değildir. En azından şunu biliyoruz ki keçinin olmadığı bazı ekosistemlerde de yoğun erozyon yaşanıyor.

Sonra keçinin orman için faydası da vardır. Keçi ağacın gövdesindeki daları ve yaprakları bir yere kadar tıraşladığı için yangında bu tür ağaçların kurtulduğunu ormancılar çok iyi bilirler.

Ancak Adana ve çevresinde yaşanan tarım dışı arazi kullanımı dikkate alındığında keçinin zararı neredeyse yok denecek kadar azdır. Literatürden bildiğimiz erozyonun % 95 nedeninin insan kaynaklı olmasıdır. Keçinin sahibi de insan. Keçiyi nereye sürersen oraya yayılmaya gider. Çoban ormana götürürse ormana, ovaya götürürse ormana.

Osmaniye'den tutun Mersine kadar neredeyse eski E5 yolunun sağlı solu her tarafı artık işgal altındadır. Binci sınıf tarım arazilerinin hepsi beton altında. Bölge sürekli bir göç altında. Halen de Adanın etrafından insan yerleşkesi için hâlâ tarım arazileri arsa olarak satılmaktadır. Adana'nın çevre mahallelerinde yoğun göçün yaratığı alt yapı yetersizliği, ikili eğitim, dengesiz gelir dağılımı, işsizlik ve buna bağlı olarak artan kapkaç, hırsızlık ve terör olgusu kanımca daha büyük zarar vermektedir.

Adana kentinin yetersiz park ve yeşil alan eksikliği nedeniyle artık insanlar Adana'da hava alacak yer bulamıyor. En azından işsiz güçsüz genç insanların enerjilerini alacak yeşil alan, spor yapabileceği ve olumlu yönde zaman geçireceği alanların olmaması erozyon kadar önemlidir.



Sonuç

Bilimsel bulgular ışığında bakarsak, dünyada doğal erozyon bütün şiddeti ile devam ediyor. Buna yapılacak pek müdahalemiz yok. Bu doğanın yasası. Ancak insan eli ile şiddetlenen erozyonu engelleyecek önlemler almamız gerekir. Bu bağlamda Belediye Başkanının duyarlılığı önemli. Bu duyarlılığı, geri dönülmez bir yanlış olacak 2B konusunda da göstereceği ümidimi korumak istiyorum. Herkesin üzerinde yaşadığımız toprakların kaybolmasına duyarlılık göstermesi gerekir. Başta da siyasiler. Ancak bölgemizdeki erozyonun insan kaynaklı olduğunu bildiğimiz için keçiden çok devletin başta 2B yasası olmak üzere doğayı tahrip eden yasaları geri çekmesi gerekir. Köyden kente göç engellenmeli. Şehirlerin plansız programsız daha da büyümesi engellenmelidir. Toprak yasası mutlaka çıkarılmalı. Toprak Su Teşkilatı yeniden kurulmalı. Tarım arazileri üzerinde yerleşke ve sanayi tesisi açılması engellenmeli. İnsanların bulundukları yerde mutlu olacak önlemler alınmalı. Başta insanın eğitimi önemli bir görev olarak kabul edilmelidir. Bütün sivil tolum kuruluşları bu tür anlayışlara destek vermeli.

Bilimsel olarak erozyonun nedeni olarak gösterilen yukarıdaki olguların ışığında eğer bugün erozyon konusunda suçlu ayağa kalk denirse, "Keçi mi? İnsan mı?", bana göre İNSANIN ayağa kalkması gerekir.

Onun için erozyonun esas sorumlusu keçi değil, İNSAN türünden birileri ve bazılarıdır.

Bunun için sayın başkanın erozyon konusundaki duyarlılığı anlıyorum ve destekliyorum. Bu konu aynı zamanda benim bilimsel sorumluluğum içinde bulunmaktadır. Ancak halen suçlunun keçi olduğu konusunda ben de tatmin olmuş değilim.

Ve diyorum ki, acaba üniversite olarak bu konuda biraz daha mı duyarlı davransak. Hani şu çarpık toprak ve kentleşme politikaları konusunda biraz daha duyarlı olsak. Bilimsel sorumluluğumuz bunu gerektiriyor. Bölge halkı da üniversiteden bilimsel sorumluluğa uygun olarak bölgenin sorunlarına yönelmesini istemektedir.

Prof. Dr. İbrahim ORTAŞ, Çukurova Üniversitesi