Müftüoğlu: Direniş Ekseni'ne Karşı Kullanılan Dil İsrail'e Hizmet Ediyor

Müftüoğlu: Direniş Ekseni'ne Karşı Kullanılan Dil İsrail'e Hizmet Ediyor

Yazarların/düşünce adamlarının/ilahiyatçıların/politikacıların, Suriye/İran/Hizbullah bağlamında kullandıkları dil ve takındıkları tavır, İsrail’in beklentileri, hassasiyetleri ve çıkarları doğrultusunda şekilleniyor”

Atasoy Müftüoğlu / İslami Analiz

Dondurulmuş Sessizlikler-Dondurulmuş Önyargılar

Bugünün dünyası, insanlığın ayakta kalması için değil, vicdanın, merhametin ve adaletin ayakta kalması için değil; finansal sistemin ayakta kalması için olağanüstü çabalar harcayan bir dünyadır. Günümüzde hiçbir özgürlük, pazarın özgürlüğünden daha önemli değildir. Pazarın ihtirasları hepimizin, bütün bir insanlığın hayatını tehdit ediyor. Pazarın ihtirasları bütün toplumlarda çok büyük eşitsizliklere/yoksulluklara/mahrumiyetlere neden oluyor. Bütün dikişleri sökülmüş bir dünyada yaşadığımız halde, organize yalanların, aldatıcı maskelerin ve “Evrensel insan hakları beyannamesi” gibi uyuşturucu metinlerin tahakkümü sebebiyle gerçekleri göremiyoruz.

Günümüzde hemen her şey sayısal ve mekanik bir dille tanımlanıyor, içerdikleri değerler ve niteliklerle değil. İkiyüzlülüğün sıradanlaşması, normalleşmesi, hiçbir ahlaki sisteme tabi olmayan bir dünyada yaşadığımızı gösterir. Gazze ve Guantanamo çağında hiç bir şey, demokrasilerin, insan haklarının, özgürlüklerin faziletinden söz etmek kadar saçma olamaz.

Bugünün ikiyüzlü, dikişleri sökülmüş, pespaye dünyasında her şeyi, her durumu anlatabilecek kelimeler var, ancak, biz Müslümanların içerisinde yaşadığımız çok derin çelişkileri/çatışmaları ve patolojileri anlatabilecek, anlaşılabilir kılabilecek kelimelerimiz yok. Kapitalizmin/sekülerizmin/neoliberalizmin/materyalizmin bütün kavram ve kurumlarıyla belirleyici olduğu, İslam’ın ise hiçbir alanda, hiçbir belirleyiciliğinin olmadığı bir toplumda, Müslüman aydınlar/entelektüeller/gazeteciler/din adamları/politikacılar, bu yıkıcı/yakıcı sorunla yüzleşmeleri gerekirken, mezhep karşıtlıklarının, etnik karşıtlıkların sınırları dışına çıkmayı düşünmüyor oluşları utanç verici bir durumun adıdır.

Gerçeklerden başka hiçbir şeyi söylememek için, büyük bir irade ortaya koyması gerekenler, bugün yalnızca gerçekleri söylemiyor, söyleyemiyor. Gerçekler karşısında dondurulmuş sessizlikler yaşıyor, dondurulmuş önyargıları temsil ediyoruz. 

Düşünen/araştıran/sorgulayan/eleştirebilen sahici/bağımsız düşünce adamlarının, kültür adamlarının, entelektüellerin oluşturduğu toplumlarda, gerçekler ne pahasına olursa olsun gizlenemez. Rüzgâr ne yönde esiyorsa, o yönde konumlanan yazarların/düşünce adamlarının/ilahiyatçıların/politikacıların, Suriye/İran/Hizbullah bağlamında kullandıkları dil ve takındıkları tavır, İsrail’in beklentileri, hassasiyetleri ve çıkarları doğrultusunda şekilleniyor. Olayları asli bağlamlarından kasıtlı olarak kopararak, mezhep rekabetleri/çatışmaları temelinde yorumlamak, düşünce ahlakından yoksun olduğumuzu gösterir. Bugün, her yerde karşımıza mezhebi önyargı ve bencillik duvarları çıkıyor. Bu duvarlar sebebiyle birbirimizle konuşamıyoruz, birbirimize sesimizi duyuramıyoruz.

Hangi bağlamda olursa olsun, her türlü iktidara/otoriteye itaati bir ilişki sistemi haline getiren toplumlarda/kültürlerde yukarıdan dayatılan yorumlar/değerlendirmeler dışında hiçbir yoruma hayat hakkı tanınmaz. Kendimizi düşündüğümüz, değerli ve haklı bulduğumuz kadar, başkalarının da haklı ve değerli olabileceklerini, düşünüyor olabileceklerini kabul ediyor olsaydık, her şey bu kadar olumsuz ve karmakarışık olmayacaktı. Gerçek anlamda düşünüyor ve araştırıyor olsaydık, kolaylıkla çok ucuz bir propaganda malzemesi haline getirilmeyecektik. Bu kadar paramparça olmasaydık, bu kadar birbirimize yabancılaşmasaydık, bu kadar bencil olmasaydık, dünyanın bilincini ve vicdanını harekete geçirebilecek İslami bir dilimiz, kelimelerimiz, söylemimiz, düşünce ve edebiyat hayatımız olacaktı. İslami çevrelerde özellikle mezhepçilik bağlamında patolojik bir tekelciliğin ilgi görüyor olması, faşizan bir psikoloji ile malul bulunduğumuzu gösterir. Hangi mezhepçilik adına olursa olsun, mezhepçilik batağına saplanmak aklın/bilincin ve ahlakın yozlaşması ile çok yakından ilgilidir.

Bugünün dünyası derin bir ahlaki krizle sakatlanmamış olsaydı, özellikle İslam dünyası/halkları/toplumları bunca zulme maruz kalmayacaktı. Günümüzde Müslümanlara karşı işlenen bütün suçlar hep cezasız kalıyor. Ahlaki/vicdani bilincimiz aşındığı için, hiçbir şeyin hesabını sormuyoruz. Bir kez aşağılanmaya katlandığımızda, bu defa hep aşağılanıyoruz, hep katlanıyoruz. İstediğimiz halde pek çok şeyi yapmıyoruz, yapamıyoruz; çünkü İslamî irademiz, modern/seküler gerçeklik tarafından kırılmıştır. Bir diğer yanda paranın, tüketim hazlarının ve iktidarın büyüsü hepimizi çürümenin ve kokuşmanın eşiğine getirmiştir. Bugünün dünyasında gerçeklik algımızı dumura uğratan pek çok olumsuz etkiye maruz kalıyoruz. Her tür propaganda/manipülasyon aklımızı, hafızamızı, birikimimizi hafife alabiliyor, yok sayabiliyor. Gerçeklik algımız dumura uğratıldığı için, kendimize, içimize, ruhumuza yabancılaşıyoruz. Bir insan için en tehlikeli yabancılaşma, o insanın kendi ruhuna yabancılaşmasıdır. Her kim olursa olsun, ruhunun özgürlüğünü/özgünlüğünü kaybeden herkes büyük sürüye katılır. Sürüye katılanların, gerçeği bilmek, gerçeğe sahip olmak gibi bir kaygıları yoktur. Gerçekler örtbas edilmek için değil, açıklanmak içindir. Bu nedenle gerçeği bulunması gereken yerde tutmak çok önemlidir. Günümüz insanının ahlaki yoksunluklarla ilgili, düşünsel/kültürel yoksunluklarla ilgili kaygıları yok, yalnızca ekonomi ile ilgili kaygıları var.

Politik propaganda nasıl gerçeklik algımıza zarar veriyorsa, din adına sürdürülen olumsuz/çarpık/kirli temsiller de İslam’a bir o kadar zarar veriyor. İslam’a nisbet edilen ucuz/bayağı/temelsiz propaganda dili hepimizi bir şekilde istismar ediyor. Bu ucuz/bayağı/temelsiz/derinliksiz/bilgisiz/ahlaksız temsillerle ilgili olarak ne yazık ki, yargılayıcı/uyarıcı bir entelektüel kamuoyuna sahip bulunmuyoruz. İslami bütünlük bilincine dayalı hafızamız ve bilincimiz hala yaşıyor olsaydı din adına sürdürülen bayağılıklara/yozlaşmaya/çürümeye/istismara asla katlanmayacaktık, ahlaki ölümler yaşamayacaktık.

Duygusal yoğunluklar, hamaset ve popülizm yoğunlukları sebebiyle teslimiyetçilikleri seçiyoruz. Teslimiyeti, sessizliği, görmezden gelmeyi seçmek, söyleyebilecek hiçbir şeyi olmayanların, hayata geçirebileceği, insanlığa kazandırabileceği hiçbir yeni bilgi/tavır/duruş/değer ve inisiyatifi olmayanların işidir.