Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Memleket Havası

Viranelerin yasçısı Baykuşlara döndü”. Akif 1935 Ağustos’unda böyle diyordu ve devam ediyordu: “Gördüm de hazânında bu cennet gibi yurdu. / Gül devrini bilseydim onun, bülbül olurdum (…). Bu güne geldiğimizde “Her doğan günün yeni bir derd olduğunu...” düşünmeye başladı insanlar. Şimdi biz de oturup düşünmeye başlayalım: Biz nerede yanlış yaptık! Ülke nereye gidiyor, bilen var mı? İyiye gitmediğini herkes görüyor, biliyor. Ama kimse sorumluluğu kendinde aramıyor, herkes “ötekilerin” suçu, günahı, vurgunu, akılsızlığı, ahlaksızlığı zulmünün arkasına saklanıyor.. Bu sokakta da böyle, Mecliste de..

Rivayetler muhtelif, kimi uçuyoruz diyor, kimi çakılıyoruz diyor? Önemli olan siz ne diyorsunuz?

Ben dünyada, bölgemizde ve ülkemizde işlerin iyi gitmediği düşünenlerdenim. Dahası gelecek günlerin geçen günleri aratmasından korkarım. Korkuyorum çünkü “inni küntü minezzalimiyn”. Evet, cahillerden ve zalimlerden olduk. Allah (cc) ise cahil ve zalim bir topluluğa hidayet nasip etmez ve biz kendimizi değiştirmeden de, bizim hakkımızdaki hüküm değişmeyecektir.

Ekonomiden başlayalım isterseniz, Euro 44 lira, Dolar 39.- Fiyatlar artmaya devam ediyor. İşsizlik de artıyor, yatırım gelmesi şöyle dursun, sermaye kaçışı başladı. İşten çıkartmaların sebebi ekonomideki durgunluk ve belirsizlik. Kredi kartları ile başlayan icra takipleri, esnafı vurmakla kalmadı, orta ölçekli işletmeler de icralık oldu. Sıra büyük işletmelere geldi. Alacaklarını alamadıkları için borçlarını da ödeyemiyorlar. Yarın sıra Bankalara gelecek. İcraya düşen iş adamı kredi de alamaz, vergi de ödeyemez. Tefeci’nin eline düşer. İş bu noktaya geldikten sonra algı yönetimi ile yönetilemez. Algı ile örülen duvardan bir tuğla çekerseniz bütün duvar yıkılır. Gelinen noktada resmi açıklamalara değil, piyasa aktörleri kendi yaşadıklarına bakar. Alacağını alamadığında borçlunun niye ödeme yapamadığını sorar, kendi ödeme yapamadığında da kendi durumunu anlatır. Tuzu kuruların beyanlarını duydukça ya da onların sessizliğine baktıkça, kendi çaresizliği hatırlayıp öfkesi daha da artar. Bakın borsanın durumu da hiç iç açıcı değil.

AK Parti’nin tabanını eriten ateş, bu öfkenin tutuşturduğu ateştir. Ve, borç para bularak işletmeler dönmeyeceği gibi, dökme su ile bu değirmen dönmez ve bu ateş dökme su ile de sönmez.

Yolsuzluk, rüşvet ve torpil hız kesmedi bu arada. SİAD’lara sorun bakalım, size ne diyecekler. Sektörlere bakın bakalım, Sanayi, Ticaret, Turizm, Tekstil, Tarım vd halinden kim memnun. Şimdi başımıza bir de Karbon ayak izi belasını sarıp, yeni bir vergi daha yüklemeye kalkarsanız, Tosyaya pirince giderken evdeki bulgurdan da olursunuz.

Adaletten söz etmeye gerek yok, çünkü yok! Bırakın “Hukuk Devleti” olmayı, “Kanun Devleti” şartları bile yok. Yasa çıkmadan, Politika kurulu, Bilim kurulu, bir Stratejik eylem planı, bir genelge bir tamim uygulama başlıyor. Yani yasa’ya da gerek yok.

Toplumsal barış için adliyelere bakmak gerek. Ailelerin yarından fazlası sorunlu. Cezaevleri tıklım tıklım dolu. Mahkeme koridorları AVM’lerden daha kalabalık. Hapishane’ler de öyle Hastahane’ler de! Buyurun Hapishane gerçeği: Türkiye‘de 1 Temmuz 2024 itibarıyla toplam 403 cezaevi bulunmaktadır. Bu cezaevlerinde 295.064 hükümlü ve 47.462 tutuklu bulunmakta olup, toplam 342.526 kişi cezaevlerinde kalmaktadır. Cezaevlerinin toplam kapasitesi ise 295.328‘dir, yani kapasite fazlası 47.198 kişidir. Cezaevlerinde 70.000e yakın kişi esrar kullanıcı olarak tutuklu bulunuyor. AİHM’ye, 47 Avrupa ülkesinden yapılan şikayetlerin toplamı 60.350. Bunların %35,8’i, yani 21.600’i Türkiye kaynaklı hak ihlali iddialarından oluşuyor. 8.150 başvuruyla Rusya, yaklaşık 7 bin 700 başvuruyla Ukrayna, ardından 3.850 başvuruyla Romanya ve 2.600 başvuruyla Yunanistan takip ediyor. Yaklaşık 13.400 adet bekleyen öncelikli başvuruların %80’i de Türkiye, Ukrayna, Rusya, Romanya ve Yunanistan’dan geliyor. Nasıl kriminal bir topluluk (!?) olduğumuz ortada. Uyuşturucu, Fuhuş, Kumar, Cinayet, dolandırıcılık, Mafia, rüşvet, torpil, ihaleye fesat karıştırma, mala çökme, gasb konularına girelim mi, kalsın mı?

Siyasi tutuklu sayısında herhalde dünya rekoru bizde olsa gerek.

Siyaset desen, hani toplumun rol modelleri, örnek aldığı insanlar bunlarsa vay halimize.. Seçtiklerimiz bunlarsa, seçen ne halde. Ne dersiniz, “Tencere yuvarlanmış, kapağını bulmuş” mu? Meclisteki tartışmalara bakıyor musunuz, kendileri de biliyorlar, karşılarındakilerin yaptıklarının aynısını kendilerinin adamlarının da yaptığını ve fırsat bulsalar daha fazlasını da yapacaklarını. “İman ettik” deyipte, kitaba bağlı kalmadan heva ve hevesleri peşinde koşanlar yok mu, ne Allah’tan korkuyorlar, ne kuldan utanıyorlar, İlahi Adalet Divanını hiç birinin hesaba kattığını düşünmüyorum. Bunların “İnandık” diyenlerini de Şeytan Allah’la kandırıyor.

Birileri de, dinlerini “saray ülemaları”nın fetvaları ile te’vil ederek günahlarına perde ve basamak yapıyorlar. Bunlar dün de böyle idi, bugün de böyle.. 2. Mahmud da öyle yapmıyor mu idi? Şeyhülislama fetva örneğini yazıp gönderiyor, “ya fetvayı imzalar gönderirsiniz ya da kelleni alırım” demiyor mu idi! Siyaset Yargı ve istihbaratı kontrolüne alınca, sermaye, cemaat, sivil toplum, akademi, eğitim ve Media siyasetin arka bahçesine habsedildi. Onlar şimdi orada kum’da oynuyorlar. Cemaat desen, halimiz ortada. Eskiden bir FETÖ vardı, say say bitmez. Kendilerini Said-i Nursi’ye nisbet eden bugün bir çok grub var. F.Gülen’in karşısında Tahşiye’ciler var mesela. NuBihar ve MedZehra var, Yeni Asya’cılar var, Okuyucu-yazıcı bir sürü grubçuk. Menzil’i mı sayalım, İskenderpaşa’yı, İsmailağa Cemaatı’nı mı? Şimdi Süleymancılar’a, CHP ile olan ilişkileri üzerinden operasyon çekiliyor. Eskiden Kalkancı, Öngüt filan vardı. Sonra Adnan Oktar çıktı ortaya. Kıbrısi’de ölünce çocukları birkaç parçaya bölündü. Haydar Baş Milli Görüş’ten gelip Atatürkçü oldu. Şimdi partileştirler. Hasan Mezarcı Mesih oldu bu güne gelirken. Evrenesoğlu’cuların pek sesi çıkmıyor artık Evrenesoğlu ölünce.. Hangisini sayalım ki. Hizbullah, Hizbuttahrir saymıyorum. Nakşi, Kadiri, Mevlevi, bir çok alt kollara ayrılıyor. Ilımlı, diyalogcu, radikal, yeni yeni topluluklardan söz ediyorlar ama onları geçelim. İstanbul’da en meşhurlarsan Sami Efendi müntesibleri var. Ama artık insanlar Tarikatlere mesafeli. Babaları çocuklarını bir yurda yazdırırken, ne olur ne olmaz diye düşünüyor. Bir derneğe üye olurken, Bankaya para yatırırken de!

1960’lar Müslümanlar olarak genelde biz insanları camiye çağırırdık. Allah’a , resul’üne, kitaba çağırırdık. Belirgin tartışma İmam Hatiplilerle Süleymancılar arasında idi. İmam-Hatip, Kur’an Kursu ayrışması rahatsız edici bir durumdu. Bugünkü cemaat dediğiniz yapılar, Cami cemaatı’nı kendi dergahına çağırıyor. Hemen hepsi Holdingleşti, Siyasi pazarlıklara girişiyorlar. Hepsinin Yayınevi, Media’sı, Turizm Şirketi, İnsani Yardım derneği var. Eskiden Zekat, Fitre, Kurban derisi kavgası vardı, artık bunlar Cemaat(ler) arasın da taksim edildi. Kimse kendi müridinin başkasının hocasının rehberliğinde Hac ve Umre ziyareti yapsın istemiyor. Çoğunun Camisi de var, Kur’an. Kursu da, öğrenci yurdu da! Aynı Allah’a, aynı Resule ve Aynı Kitaba iman ediyorlar ama bir araya gelemiyorlar, İstişare ve Şura yapamıyorlar. Çünkü hepsinin “yanılmaz” Şeyhleri, hocaları var! Kendi seçtikleri kitaplardan başkasını da okumalarını istemiyor. Havuza daha fazla su toplama dertleri de yok, hepsi havuzdaki suyu kendi bahçesine akıtma derdinde. Batıda İhtida, memlekette İrtidat rüzgarları esiyor, yine aynı durum söz konusu. Camiler Farz-ı Kifaye sorumluluğunu üslenmiyorlar. Ama insanları ayetleri, hadisleri, risalet’i tartışıyorlar. “Kendisi himmete muhtaç bir dede, nerdeki gayrıya himmet ede” halindeki bir Cemaatten kime ne hayır dokunur ki!

Gençlik deseniz, siyasetin ve cemaat’ın elinde oyuncak olmuş bir gençlik var. Bunlara yakasını kaptırmamışsa, nereye gideceğini bilmiyor. Mektep’de irfan yok. “Kitap yüklü eşek” bile değiller. İstisnaları saymıyorum, herşeye rağmen direnen yok değil. “İbrahimi bir duruş”la Hakka yürüyenler yok değil. Onları trollüğe, amigoluğa, figüranlığa zorlayan bir takım abilerin elinde, evet efendim’ci, ezberci, bir nesil geliyor. Artık Deist de değiller, Agnostik oldular.

Bu rezillikler, bir tek kişi, kurum ya da çevrenin işi değil, hepimiz suçluyuz aslında. “Balık baştan kokar” derler, o zaman Siyasetten başlayalım. (Yönetim, Partiler, yerel yönetimler), Sonra Bürokrasi, Yasama, Yargı.. Burada kime laf anlatacaksınız. Kafalar kirada, Hiyerarşik bir düzen kurmuşlar öyle gidiyor. Cemaat’ın halini anlattım. Media derseniz parayı verenin öttürdüğü bir düdük. STK siyasetin arka bahçesinde siyasete sıçrama tahtası ya da bürokrasinin İK’sı.. Akademi Media’dan farklı değil. Sermaye de “kazan kazan” kurulanına göre, Siyasetle gayrimeşru bir aşk yaşıyor. “Al gülüm-ver gülüm” geçinip gidiyorlar. Esnaf!ın hali yaman!. İşler Fuzuli’nin “Şikayetname”sindeki gibi: “Selam verdim rüşvet değildür deyu almadılar”. Faiz/Riba artık siyasetin gündeminde “NAS” olarak değerlendirilmiyor. Ailenin halini ne siz sorun ne ben söyleyeyim. Toplum sağlığı deseniz, hala CoVID’in sırrını çözemedik. PCR, mRNA konusunda kimsenin ağzını açmıyor ama, Turbo Kanser can almaya devam ediyor. Kısırlık patladı. Kalp krizleri de öyle.

“Derdim çoktur, hangisine yanayım”. “Dili yok kalbdimin ondan ne kadar bizarım”. Daha fazlasını da “ne siz sorun, ne ben söyleyeyim”. Millet zaten, bu gerçeklerden çok bu gerçekleri duymaktan rahatsız oluyor. Bugünlük de bu kadar. Selam ve dua ile.

mirathaber

Bu yazı toplam 158 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar