“Kafası kesik tavuk gibi” yaşamak


Bu köşenin müdavimleri biliyor. Bilmeyenler için tekrarlayalım. Yaşadığımız bütün ilkesizliklerin, sıkıntıların bir mesafe sorunu olduğunu söylüyorum. Yanlış anlaşılmasın mesafe sorununu hallettiğimizde, yaşadığımız sıkıntılar bitemeyecek, ama en azından müzakere ve çözüm üzerinden yol almamız mümkün olacak.

Konuyu bu defa bir örnek üzerinden berraklaştırmak istiyorum. Pazar günü Hürriyet gazetesinde yayınlanmış olan Doğan Avcıoğlu'nun eski eşi Sevil Avcıoğlu ile yapılmış söyleşi üzerinden.

Oldukça güzel bir sunum eşliğinde verilmiş söyleşide Sevil hanım Doğan Avcıoğlu'na Hasan Cemal'in haksızlık ettiğinden, esasında Avcıoğlu'nun ne kadar iyi bir dava adamı olduğundan bahsediyor. Yani bir nevi eski eşi savunma misyonuyla verilmiş bir söyleşi. Bu satırların yazarı için bu söyleşiyi "kıymetli" yapan Doğan Avcıoğlu'nun "dava adamlığı" değil, nasıl bir eş ve baba olduğu. Yine yanlış anlaşılmamak için hemen ilave etmeliyim ki esasında Avcıoğlu'nun eş ve baba olarak kimliğini eleştirel bir bakış açısı ile değerlendirmek derdinde değilim. İlkesel olarak bunu çok yanlış bulurum.

Benim meselem "dava delisi" bir solcu erkek ile cumhuriyet modernliğinin bütün kazanımlarını elde etmiş bir genç kadının evlilikleri söz konusu olduğunda, "bu onların hayatı/onların tercihi" olarak yargısız ve yorumsuz sunulurken; yani hayatlarını kimseye hesap vermek zorunda kalmadan anlatma ve hatırlama hakkı kendilerinden esirgenmez iken, aynı çevrelerin söz konusu İslami hayat tarzı olduğunda fazlasıyla despot ve ahlakçı kesilerek, "evdeki ezilen kadını kurtarma" operasyonuna başvurmaları.

Dışişleri'nde görevli iken, bağlı olduğu kurumdan "evlilik izni" çıkmadan evlendiği için işinden olan Sevil hanım, hayatı boyunca kendi deyimiyle bir "hizmetçi" gibi çalışır:

Topladım çantamı eve geldim. Doğan, "İş bulup çalış" dedi. Asalak karı istemez. "Tabii ki çalışacağım" dedim. Ve ondan sonra, gündelikçi kadınlar gibi nerede iş bulduysam çalıştım. Odalar Birliği'nde çalıştım. Sonra bir sürü sendikaya girdim, ne yazık ki sonunda hep kovuluyordum. Çünkü Doğan onların aleyhine yazıyordu. Adamlara "sarı sendika" diye yazdı, ben daha deneme dönemindeyim, paldır küldür attılar beni, "Kocana da selam söyle" dediler.

Dame de Sion mezunu, modern cumhuriyet kadını Sevil hanım, kocası için adeta saçını süpürge etmiştir:

Gündüzleri işe gidiyorum, o evde kalıyor. Bir çalışma odası yaptım, sevmedi. Yemek masasını tercih etti. Masanın bir köşesinden başladı, sonra yayıldıkça yayıldı. Yemek yiyecek yerimiz kalmadı. Bir sürü de insan ağırlıyorduk. Yaşar Kemal'den Kemal Tahir'e, Çetin Altan'a kadar. Bir de Yön'ün çekirdek kadrosu, İlhami Soysallar, Mümtaz Soysallar, İlhan Selçuklar... Annem de onlara bayılıyor, Doğan'a müthiş saygısı var. Bir de Doğan ona "Hanımefendi" diye hitap ediyor. Annem koşa koşa yardıma gelirdi, evlatlıkları vardı, onları da getirirdi. Zaten evlendiğimiz gün, bize bir vale ayarlandı, alışveriş yapıyor, sofraya hizmet ediyor, yemek yapıyor. Tabii büyük dedikodu oldu, "Adam bak, hem solcu hem erkek uşak çalıştırıyor" diye. Hayat biçimiyle ideolojinin aynı olması gerekiyordu o dönemde.

Dindar kimlik söz konusu olduğunda, kişileri eş üzerinden değerlendirmek çok yaygın seküler çevrelerde. Modern sıfatını hak etmek için eşlerin müstakil ve başına buyruk yaşaması gerektiği vaaz ediliyor. Tersi olduğunda "saçını süpürge etmiş ezik Müslüman kadın" imajı içine hapsediliyor dindar kadınlar.

Doğan Türkiye'yi kurtaracaktı, ben de onun hayatını kolaylaştıracaktım. Ben evin konforunu sağlamakla yükümlüydüm. Yeter ki o rahat çalışsın. Kafası rahat olsun, gelenler ağırlansın, hizmette kusur olmasın...

Eşi için her şeyi yapan, ama bunun karşılığını asla muhabbet olarak alamayan Sevil Hanım, eşinden şikayet eden bir edada konuşmuyor yine de:

Doğan kavga etmezdi. Bana "matkap" derdi. Duvarı zırrrrr deler ya matkap, çok konuşuyorsun anlamında. Faturaları ödeyeceğim, her şeyi yapacağım ve sesimi çıkarmayacağım. Çarşambadan çarşambaya konuşma hakkım vardı. Dergi baskıya girince, o zaman "Tamam söyle şimdi" diyordu. Ama aradan o kadar zaman geçmiş oluyordu ki, ne söyleyeceğimi unutuyordum.

Dava delisi bir adam ile mi yoksa onun davası ile mi evli olduğunu, Sevil Hanım eşi kendisini genç bir kadın ile aldatıncaya kadar hiç sorgulamıyor bile. Çünkü "dava"sı olan bir adama hizmet etmeyi kendine "dava" ediniyor.

Hayatta hiçbir şeyi tam yapamadım. Büyükelçi de olamadım, evliliğimi de sürdüremedim, siyasete de giremedim. Hepsi yarım yarım. Cyrano de Bergerac'ın bir lafı vardır, çok hoşuma gider: "Her şey olmak isterken, hiçbir şey olamadım." Ben oyum işte. Kafası kesik tavuk gibi koşturdum ortalıkta.

Seküler zihniyetli erkekler ve kadınlar lütfen şu soruyu sorsun kendisine. Ve cevabını özgürce vermeye çalışsın.Yukarıdaki profil bir sosyalistin profili değil de, mesela muhafazakar kimlik ile tanınmış bir şahsiyetin eşine ait olsa idi" Eşine nasıl hizmet ettiğini aşağı yukarı aynı kelimeler ile anlatsa idi" Bu "hizmet"i nasıl değerlendirirdiniz?

Mesafe sorunu derken kast ettiğim bu işte. Eylem, olay odaklı düşünememek. Bizden olanların her şeyini sevmek, bizden olmayanların her şeyini yargılamaya kalkmak. Bu anlayış hukuka da bulaştığında, hepimizi saran gökyüzü o kadar mavi olmayacak.

Umarım derdimi anlatabilmişimdir!


yenişafak

Bu yazı toplam 727 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar