İsrail Lobisi ve ABD Dış Politikası

İsrail Lobisi ve ABD Dış Politikası

İsrail'i ABD'nin en önemli müttefiki olarak görmek, hem bu konularda İsrail'in ABD'ye yapacağı yardımı abartmak, hem de İsrail'in politikalarının ABD'nin işini ne kadar zorlaştırdığını gözardı etmektir.

JOHN J. MEARSHEIMER*
STEPHEN M. WALT**
Amerikan dış politikası, dünyanın her bir köşesindeki olayları şekillendiren bir dış politikadır. Bu gerçek, sürgit istikrarsızlık yaşayan ve büyük stratejik önemi haiz olan Ortadoğu için özellikle geçerlidir. Bu mesele herkesi ilgilendiren bir mesele olduğu için bütün ülkelerin ABD'nin Ortadoğu politikasını belirleyen itici güçleri anlaması zorunludur.
ABD'nin ulusal çıkarları, Amerikan dış politikasının ana hedefi olmalıdır. Ancak ABD'nin Ortadoğu politikasının merkezî belirleyici gücü, İsrail'le kurduğu ilişkilerdir. ABD'nin İsrail'i sorgusuz sualsiz desteklemesi, Arap ve İslâmî duyarlıkların alevlenmesine ve ABD'nin, başına yoktan yere büyük bir güvenlik sorunu almasına yol açtı.
EŞİ-BENZERİ OLMAYAN BİR DURUM
ABD'nin siyasî tarihinden eşi-benzeri olmayan bir durumdur bu. Hâl böyleyken, ABD, başka bir ülkenin çıkarlarını pekiştirmek için neden kendi güvenliğini tehlikeye atıyor öyleyse? Bunun nedeni, iki ülkenin ortak stratejik çıkarları ya da zorunlu ahlâkî hassasiyettir, diye düşünülebilir. Ancak bu makalede birazdan göstereceğimiz gibi, bu iki neden de, ABD'nin İsrail'e yaptığı olağanüstü maddî yardımı ve verdiği büyük diplomatik desteği açıklamaya kâfî değildir.
Bütün bunların aksine, ABD'nin dış politikasını Ortadoğu'ya [İsrail'e] endekslemesi, bütünüyle Amerikan iç politikasıyla, özellikle de ABD'deki "İsrail Lobisi"nin faaliyetleriyle ilgili bir durumdur.
Ortadoğu'nun stratejik önemi ve diğerleri üzerindeki etkisi göz önünde bulundurulduğunda, hem Amerikalıların, hem de Amerikalılar dışındaki herkesin İsrail Lobisi'nin Amerikan politikaları üzerindeki etkisini anlaması ve ona göre hareket etmesi önem arzetmektedir.
ARAŞTIRMAMIZ, İSRAİL KAYNAKLARINA DAYANIYOR
Analizimizi dayandırdığımız veriler ve gerçekler, bu konuya hakikaten ışık tutmuş İsrailli bilim adamlarının ve araştırmacıların / gazetecilerin araştırmalarına ve bulgularına dayanıyor. Ayrıca İsrailli ve uluslararası insan hakları örgütlerinin çalışmalarından da önemli ölçüde yararlandık. Keza, İsrail Lobisi'nin Amerikan dış politikası üzerindeki etkile-rine dair iddialarımız, bizzat İsrail Lobisi'nin üyeleriyle, onlarla birlikte çalışmış politikacıların tanıklıklarına dayanıyor. Bazı okuyucular, vardığımız sonuçlara katılmayabilirler; ancak sunduğumuz kanıtlar, aslâ tartışmalı kanıtlar değildir.
STRATEJİK MEŞRUİYETİ YOK
Amerikan-İsrail İlişkileri Komitesi AIPAC'ın web sitesine göre, "ABD ile İsrail, Ortadoğu'daki artan stratejik tehditleri göğüslemek amacıyla ben-zersiz bir ortaklık kurdular... Bu ortak çaba, ABD'ye de, İsrail'e de büyük yararlar sağlıyor." Bu iddia, İsrail destekçileri arasında bir inanç akidesi gibi kabul edilir ve hem İsrailli politikacılar, hem de İsrail yanlısı Amerikalı politikacılar tarafından sürekli olarak atıfta bulunulur ve hatırlatılır.
1967 Altı Gün Savaşı'ndan sonra ABD'nin uzantısı gibi hareket eden İsrail, bölgede Sovyet yayılmasının "durdurulması"na yardımcı oldu; ABD'ye Sovyetlerin askerî kapasitesi konusunda dikkate değer istihbarat bilgileri verdi.
İSRAİL'İN STRATEJİK ÖNEMİ ABARTILMAMALI
Bütün bunlara rağmen, bu dönemde, İsrail'in ABD açısından taşıdığı stratejik değer ve önem abartılmamalıdır. Zira İsrail'i desteklemek hiç de kolay ve ucuza patlayan bir iş değildi/r; çünkü bu, ABD'nin Arap dünyasıyla ilişkilerini, içinden çıkılmaz hâle getirecek kadar karmaşıklaştırmıştır. Mesela, ABD'nin Ekim (1973) Savaşı'nda 2.2 milyar dolar acil askerî yardımda bulunması, OPEC ülkelerinin petrol ambargosu kararı almalarına yol açtı; bu da, Batı ülkelerinin ekonomilerine büyük bir darbe vurdu.
Dahası, İsrail ordusu, bölgede ABD'nin çıkarlarını korumakta yeteri kadar başarılı olamıyordu. Sözgelişi, 1979'daki İran Devrimi, İran Körfezi'ndeki petrolün güvenliğini tehlikeye sokunca, ABD, petrolün güvenliğini garanti altına alabilmek için İsrail'e dayanarak hareket edemeyeceğini görmüş ve "Acil Hareket Gücü" kurarak bölgeye yerleştirmek zorunda kalmıştı.
İSRAİL YÜKÜ
Belki İsrail, Soğuk Savaş sırasında ABD için stratejik bir yardımcı güçtü; ama 1990-91 Birinci Körfez Savaşı'nda Amerika'nın sırtına yük olmaya başlamıştı. ABD, anti-Irak koalisyonuna zarar verebileceğinden çekinerek İsrail üslerini kullanamıyor ve İsrail'i Saddam karşıtı ittifakı parçalayacak saldırılardan uzak tutabilmek için Patriot füzeleri gibi ilâve [ve masraflı] askerî kaynakları devreye girdirmek zorunda kalıyordu.
Tarih, 2003'te yeniden tekerrür etmişti: İsrail, ABD'nin Saddam'a saldırması için sabırsızlanıyordu ama Başkan Bush, Arap muhalefetinin patlak vermesine neden olmamak için İsrail'den yardım istemeye çekiniyordu. Dolayısıyla, İsrail, bir kez daha kenarda kalmış oldu .
TERÖR GEREKÇESİ, ABD'YE ZARAR VERİYOR
1990'larda, özellikle de 11 Eylül'den sonra başlayan ABD'nin İsrail'e verdiği destek, her iki devletin de Arap ya da İslâm dünyasından neşet eden terörist gruplar ve bu teröristleri destekleyen bir dizi "haydut devlet" tarafından tehdit edildiği iddiasıyla meşrulaştırılmaya çalışılıyor. Bu meşrulaştırma gerekçesi, Washington'ın her hâl ve şartta İsrail'in Filistinlilere karşı sürdürdüğü mücadelede İsrail'i desteklemesi ve ABD'nin, bütün Filistinli teröristler hapsedilinceye ya da öldürülünceye kadar İsrail'e Filistinlilere taviz vermesi konusunda baskı yapmaması anlamına geliyor.
Bu, ayrıca, ABD'nin, İran İslâm Cumhuriyeti, Saddam Hüseyin'in Irak'ı ve Beşşar Esad'ın Suriye'si gibi ülkeleri yakın takibe alarak zamanı geldiğinde vurması gerektiği anlamına da geliyor. Böylelikle İsrail, ABD'nin teröre karşı verdiği savaşta hayatî bir müttefiği olarak görülmeye başlandı; zira İsrail'in düşmanları, aynı zamanda ABD'nin düşmanlarıydı.
Bu yeni gerekçe, ikna edici gibi görülebilir; ama gerçekte İsrail'in terörle savaş politikaları ve daha genel anlamda ise "haydut devlet"lerle ilişkisi açısından ciddî bir meşruiyet sorunu ile karşı karşıya olduğunu unutmamak gerekiyor.
Her şeyden önce, "terörizm", çeşitli siyasî gruplar tarafından başvurulan bir taktiktir; ortak ve tek bir düşman yoktur burada. İsrail'i tehdit eden HAMAS ve Hizbullah gibi terörist örgütler, tıpkı 1982'de Lübnan'da olduğu gibi ABD onların iç işlerine müdahale etmediği sürece ABD'yi de tehdit eden örgütler değildir. Dahası, Filistin terörizmi, İsrail'e ya da "Batı"ya karşı pattadak zuhur etmiş bir şiddet hadisesi değildir; aksine, İsrail'in uzunca bir zaman diliminden bu yana yürüttüğü West Bank'ı ve Gazze'yi sömürgeleştirme kampanyasının bir sonucudur ve dolayısıyla burada asıl sorumlu ülke İsrail'dir.
Daha da önemlisi, İsrail ile ABD'nin aynı ortak terörist tehditle karşı karşıya oldukları iddiası, gelişigüzel ve tabansız bir iddiadır. Burada meselenin püf noktası şudur: ABD, İsrail'in yakın müttefiki olduğu için terör sorunuyla karşı karşıyadır; yoksa tersi değil. ABD'nin İsrail'i desteklemesi, anti-Amerikan terörizminin tek kaynağı değil, yalnızca kaynaklarından biridir. O yüzdendir ki, bu durum, Amerika'nın terörle savaşı kazanmasını zorlaştırmaktadır.
Mesela, Bin Ladin de dahil pekçok el-Kaide liderinin İsrail'in Kudüs'teki varlığı ve Filistinlilere yaptığı zulümler dolayısıyla harekete geçtikleri inkâr edilemeyecek bir vakıadır. 11 Eylül Komisyonu'nun hazırladığı raporda da açıkça belirtildiği gibi, Bin Ladin, ABD'yi, İsrail'e verdiği destek de dahil, Amerika'nın Ortadoğu politikalarından ötürü cezalandırmayı amaçlamış ve 11 Eylül saldırısını da bu sorunu gündeme getirmek için bir fırsat olarak değerlendirmeye çalışmıştır.
Aynı ölçüde önemli bir başka nokta da, ABD'nin İsrail'i sorgusuz sualsiz ve şartsız desteklemesi, Bin Ladin gibi aşırı kişilerin kitlesel destek almalarını ve kendileriyle birlikte mücadele edecek kişilerin saflarına katılmasını kolaylaştırmaktan başka bir işe yaramamasıdır.
"HAYDUT DEVLETLER", ABD İÇİN TEHDİT DEĞİL
Öte yandan, ABD'deki kamuoyu yoklamaları, Arap halklarının, ABD'nin İsrail'e verdiği destek dolayısıyla ABD'ye düşman gözüyle baktıklarını ortaya koyuyor. ABD Dışişleri Bakanlığı'na bağlı Arap ve İslâm dünyası konusundaki diplomatik ilişkilerle ilgilenen Danışma Grubu, "bu ülkelerin yurttaşları, Filistinlilerin çektiği acı ve zulümden büyük tedirginlik duydukları ve ABD'nin bu bağlamda oynadığını düşündükleri rolden rahatsız oldukları" sonucuna varmıştır.
Ortadoğu'daki "haydut devletler" meselesine gelince... Aslında bu ülkeler, Amerikan çıkarlarına doğrudan bir tehdit oluşturmuyorlar. Eğer ortada bir tehdit varsa, bu, ABD'nin İsrail'e verdiği şartsız desteğin sonucunda ortaya çıkan bir tehdittir. Her ne kadar ABD, bu rejimlerle pekçok bakımdan çeşitli anlaşmazlıklar yaşıyorsa da, eğer ABD, İsrail'le yakın ilişkiler ve ittifaklar içinde olmasaydı, İran, Irak ve Suriye konusunda bugün olduğu kadar kaygı duyan bir ülke olmayacaktı. Elbette ki kimse arzulamaz ama bu ülkeler nükleer silahlara sahip bile olmuş olsalar, bu, ABD için stratejik bir felaket olmaz.
NÜKLEER ŞANTAJ, İMKÂNSIZ
Nükleer silahlara sahip bu "haydut devlet"lerden hiç biri, Amerika'ya da, İsrail'e de şantaj yapabilecek bir güce ve imkâna sahip değildir. Çünkü şantaj yapacak böyle bir ülke, kendisi bu tür bir tehdide maruz kalmadığı sürece, bu silahları kullanma şantajı yapmaya cesaret edemez. Edemez; çünkü başına neler gelebileceğini kestirebilir.
Öte yandan, nükleer silahların teröristlere transfer edilme tehlikesi de uzak bir ihtimaldir. Çünkü böyle bir "haydut devlet", böyle bir transferin tespit edilebileceğini ya da suçlanacağını ve şiddetle cezalandırılacağını çok iyi bilir.
Dahası, ABD'nin İsrail'le kurduğu yakın ilişkiler, bu ülkelerle sonuç alabilecek şekilde baş edebilmesini zorlaştırmaktadır. İsrail'in nükleer silahlara sahip olması, komşularının da nükleer silahlara sahip olmak istemesinin nedenlerinden biridir ve bu ülkelerin rejimlerini değiştirme tehdidi, bu ülkelerin nükleer silahlara sahip olma arzularını artırmaktadır. Kaldı ki, İsrail, bu rejimlere karşı verilen savaşta bizzat kendisi savaşa katılamadığı için hiç de ABD'nin işine yardımcı olan bir ülke değildir.
ABD'NİN İŞİNİ ZORLAŞTIRIYOR
Kısacası, terörizme ve Ortadoğu'daki diktatörlüklere karşı yürütülen kampanyada İsrail'i ABD'nin en önemli müttefiki olarak görmek, hem bu konularda İsrail'in ABD'ye yapacağı yardımı abartmak, hem de İsrail'in politikalarının ABD'nin işini ne kadar zorlaştırdığını göz ardı etmektir.
Dahası, ABD'in İsrail'e verdiği şartsız destek, Amerika'nın Ortadoğu dışındaki konumunu da zayıflatmaktadır. Yabancı ülkelerin yöneticileri, ABD'yi, İsrail'i sürekli olarak gereğinden fazla destekleyen bir ülke olarak görüyorlar ve İsrail'in işgal edilmiş topraklarda uyguladığı baskıya hoşgörülü yaklaşmasının ahlâkî açıdan oldukça sorunlu olduğunu ve terörizme karşı sürdürülen savaşta bir handikap oluşturduğunu düşünüyorlar. Nisan 2004'te 52 eski İngiliz diplomatı İngiltere Başbakanı Tony Blair'e bir mektup gönderdiler ve mektupta "İsrail-Filistin sürtüşmesinin Batı ile Arap ve İslam dünyası arasındaki ilişkileri zehirlediğini" belirterek, Blair'i, "Bush ile Şaron'un politikalarının tek yanlı ve gayr-ı meşrû olduğu" konusunda uyardılar.
İsrail'in stratejik değerinin sorgulamanın son gerekçesi de, İsrail'in hiç de sadık bir müttefik gibi hareket etmemesidir...
* Chicago Üniversitesi, Siyasetbilimi Bölümü profesörü.
** Harvard Üniversitesi, John F. Kennedy İdari Bilimler Departmanı profesörü
Kaynak: Yeni Şafak