İnönü"nün “Gözden Irak” Akrabaları

İnönü"nün “Gözden Irak” Akrabaları

Soyadı farkı, yolsuzlukları da yüzbinlerce dolarlık komisyon iddialarını da halkın ilgisinden uzak tuttu. Okuyun bakın neler neler olmuş...

Tuncay Opçin - Yeni Aktüel

İsmet İnönü'nün "Gözden Irak" Akrabaları

Geçen haftalarda Habertürk televizyonunda "Teke Tek" programına konuz olan Reha Oğuz Türkkan'ın İnönü ailesine dair anlattıklarından yola çıkarak tarihin tozlu sayfalarında gezindik, İsmet İnönü'nün saltanat günlerine, kamuoyunun tanımadığı kardeşlerine ulaştık. "Temelli" soyadını alan ailenin öyküsünü ulaşabildiğimiz kaynaklardan sizler için derledik... Okuyun bakın, neler neler olmuş"

Sesinizi duyar gibiyim; "Düğün değil, bayram değil, şimdi İsmet İnönü ve ailesi de nereden çıktı?" diye soruyorsunuz. O halde sizi fazla bekletmeden cevabımı vereyim. Habertürk televizyonunda Fatih Altaylı ve Murat Bardakçı, "Tek'e Tek-Özel" programına birkaç hafta önce Reha Oğuz Türkkan'ı konuk etti. Türkkan, 90 yaşına merdiven dayamış bir isim. Milliyetçi camianın kanaat önderlerinden Tabutluklarda sorgulanmış, Turancılar Davası'nda yargılanmış. Bir devrin de önemli tanıklarından.

Türkkan'ın babası ise Halit Ziya Türkkan, Mustafa Kemal Atatürk'ün mesai arkadaşlarından. Cumhuriyetin ilk Tapu ve Kadastro Genel Müdürü. Programda Reha Oğuz Türkkan, ilk gençlik yıllarını, o yıllarda yaptıklarını anlatırken söz döndü, dolaştı babasına geldi. Bir ara Halit Ziya Türkkan'ın görevden alınışını hikâye etti. Osmanlı hanedanına ait İstanbul-Maçka'da bir arsa vardı. Bu arsanın bulunduğu muhite Taşlık denmekteydi. İşte İstanbul'un son derece güzel manzaraya sahip bu semtindeki arsa cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün dikkatini çekmişti. Bir şekilde arsaya sahip olmak istiyordu ve bunun için de baskı yaptığı isim Halit Ziya Türkkan'dı. Türkkan, bu isteğe sonuna kadar direndi. Zaten istifasını cebinde taşıyan bir bürokrattı. Ancak istifasına fırsat verilmeden, 1946 yılında emekliye sevk edildi.

Reha Oğuz Türkkan bu durumu son derece tabii, sıradan bir olayı anlatıyormuş gibi dile getirdi. "Tabutluktan Gurbete" başlıklı kitabında da aynı konuyu işlemişti ve İnönü ailesinden hiçbir tepki almamıştı. Biz de Türkkan'ın anlattıklarından tarihin tozlu sayfalarına doğru yolculuğa çıktık, İsmet İnönü'nün saltanat günlerine, kamuoyunun tanımadığı kardeşlerine ulaştık. "Temelli" soyadını alan ailenin öyküsünü ulaşabildiğimiz kaynaklardan sizler için derledik...

Eniştesi yüzünden tartıştı

İsmet İnönü, İzmir'de doğmuştu. Babası Reşit Efendi Malatyalı, annesi Cevriye Hanım ise Rumeliliydi. Reşit Efendi Malatya'ya Bitlis'ten gelmişti ve Kürümoğullarındandı. Hakkari-Tiyar Vadisi'ndeki Erdel köyünden Anadolu'nun dört bir yanına dağılan ailenin ikinci durağı, ismini aldıkları Kürüm köyü olmuştu. Buradan Van, Diyarbakır, Bitlis ve Siirt gibi yerlere savrulmuşlardı. İşte İsmet İnönü'nün babası Reşit Efendi bu geniş ailenin Bitlis kolundandı. Burada durup küçük bir not düşelim; Aynı aileye mensup, kamuoyunun yakından tanıdığı bir başka isim ise eski cumhurbaşkanlarından Ahmet Necdet Sezer'in eşi Semra Sezer'di...

İnönü'nün üç kardeşi olmuştu; Hasan Rıza, Seniha ve Hayri. Soyadı Kanunu çıktığında anne Cevriye Hanım sağdı ve çocuklarıyla birlikte "Temelli" soyadını aldı. Kızkardeşi Seniha ise Abdürrezzak Okatan ile evliydi. İnönü'nün küçük kardeşi Hayri, 1937'de vefat etmişti. Bu vefat aile içinde büyük üzüntüye neden olmuştu.

İsmet İnönü'nün ailesi 1930'lu yılların başından itibaren görünür, bilinir hale gelmeye başlamıştı. Özellikle kardeşi Hasan Rıza ile eniştesi Abdürrezzak, İsmet İnönü'nün başını bir hayli ağrıtmıştı. Hatta Falih Rıfkı Atay'ın Çankaya kitabında anlattığına göre İsmet İnönü ile Atatürk arasında yaşanan ve İnönü'nün başbakanlıktan ayrılmasıyla sonuçlanan olayın ateşleyici fişeği enişte Abdürrezzak Okatan olmuştu.

O sıralarda büyük yoksulluk içinde olan Türkiye'de az sayıda fabrika vardı. Bunlardan bir tanesi Bomonti Bira Fabrikası'ydı. Atatürk bir de Ankara'da "Gazi Çiftliği"nde bira fabrikası kurdurmuştu. İstanbul'daki fabrikanın çoğunluk hisseleri Ahmet İhsan Tokgöz'deydi. Tokgöz yönetim kurulu üyeliğine Abdürrezzak Okatan'ı almıştı. İkili Ankara'daki fabrikanın genişletilmemesi ve Bomonti'nin ayrıcalıklarının uzatılması için İnönü'ye baskı yapıyorlardı. Onlara göre Ankara'daki fabrikanın gelir getirmesi imkânsızdı. Dolayısıyla yeni yatırımlarla genişletilmemesi gerekiyordu. Atatürk ise konuyu Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak vasıtasıyla Danimarkalı uzmanlara inceletmişti. Uzmanlar Ankara'da üretilen biranın son derece kaliteli olduğuna, gerekli yatırımların yapılması halinde bunun Anadolu'ya yeteceğine dair rapor vermişlerdi.

İşte ne olduysa bu rapordan ve Soyak'ın bu raporu Atatürk'e vermesinden sonra oldu. Atatürk, tüm kabineyi her zamanki gibi bir akşam yemeği için Çankaya'ya davet etmişti. İnönü ise Soyak aracılığıyla Danimarkalı uzmanlara hazırlatılan raporun önceden haberini almıştı ve bu olaydan dolayı son derece rahatsızdı. Çankaya'daki akşam yemeği öncesinde Anadolu Kulübü'ne gitmiş ve iki kadeh viski içmişti. Yemeğe bu ruh haletiyle katılan İnönü, Atatürk'ün daha ilk sorusunda patlamıştı. Atatürk Gazi Çiftliği'ndeki ağaçların bakımsızlığı ile ilgili Tarım Bakanı Şakir Kesebir'e bir soru sormuş, bakanı yerine İnönü cevap vermişti; "Adamlarınıza sorunuz". Sonra da hiç durmadan sözlerine devam etmişti: "Ne oldu paşam size? Eskiden böyle değildiniz. Artık emirlerinizi hep sofradan mı alacağız? Aramıza Kara Tahsinler giriyor. Konuşmamıza meydan vermiyorlar" demişti. Kara Tahsin, II. Abdülhamid'in saraydaki başkatibiydi ve İnönü bu makamı şimdi Soyak'a layık görüyordu. Despot padişahın yerine ise Atatürk'ü koymuştu. İşte bu olayın ertesi günü İsmet İnönü'nün başbakanlığı Atatürk'ün sözleri ile son bulmuştu; "Görev arkadaşlığımız bitmiştir. Ama dostluğumuz devam edecek."

Kaçakçılığın belgesi var

İsmet İnönü'nün tek başağrısı eniştesi değildi. Atatürk, daha sonra "Temelli" soyadını alacak olan kardeşi yüzünden de İnönü'yü uyarmıştı: "Atatürk bir İstanbul dönüşünde doğru İnönü'nün evine gitmiş, hiç parasızlıktan zengin olan kardeşi üzerine dikkatini çekmişti. Kardeşinin sorumluluğunu üzerine almayan İnönü kılını kımıldatmamıştı..." Bu bilginin de kaynağı Falih Rıfkı Atay'ın Çankaya kitabı.

Hasan Rıza Temelli İstanbul'da "mahrukatçılık" yapıyordu. Yani odun-kömür ticaretiyle uğraşıyordu. Mahrukatçılık o tarihlerde son derece önemliydi. Çünkü tren ve gemilerin kazanlarında odun-kömür yakılıyordu. Temelli de zaten odun ve kömürü devlete satıyordu. Kömür sattığı kurumlardan bir tanesi de Seyr-i Sefain İdaresi'ydi (Türkiye Denizcilik İşletmeleri).

İşletme zarar etmeye başlayınca, bu zararın nereden kaynaklandığı araştırıldı ve sorumlusu ortaya çıktı; Hasan Rıza Temelli. Bu vurgunu ortaya çıkaran ve açıklayan ise dönemin muhalif gazetecisi Arif Oruç'tu. Oruç, Yarın gazetesindeki yazılarıyla Temelli'yi afişe etti.

Oruç'un bir iddiası daha vardı Hasan Rıza Temelli hakkında. Temelli'yi ipek kaçakçılığı yapmakla suçluyordu. Kurtuluş Savaşı sırasında Anadolu'dan İstanbul'a ipek ve ipekli mamullerin gönderilmesi yasaklanmıştı. Ancak Temelli o yıllarda Mersin'den İstanbul'a bu işin sevkiyatını yapıyordu; "Hatta Hasan Rıza Bey'in ipekli sandıkları, Mersin gümrüğünde yakalanmış ve o zaman cephe komutanı olan İsmet Paşa kendi imzasıyla bir emir vererek kaçak sandıkları serbest bıraktırmıştı. Zaferden sonra dosyadaki hususi emir yaktırılmıştır. Fakat bir zat bunun fotoğrafını aldırmıştı. El yevm mahfuzdur."

Yazar Ümit Bayazoğlu, konuyla ilgili kaleme aldığı "Peki, Kambura Ne Diyelim?" başlıklı yazısında Temelli ile ilgili başka bilgiler de aktarıyor. Bu arada unutmadan söyleyelim Hasan Rıza'nın lakabı "Kambur"du; "Temelli, Varlık Vergisi uygulaması sırasında bir kez daha gündeme geldi. Cumhuriyet gazetesinin sahibi Yunus Nadi'nin vergi borcunun düşürülmesinde, İstanbul Valisi Lütfü Kırdar'la birlikte Temelli'nin rol aldığı öne sürüldü". Varlık Vergisi sırasında İstanbul Defterdarı olan Faik Ökte, "Varlık Vergisi Faciası" adlı kitabında şu bilgileri veriyor:

"Hasan Rıza Temelli, Vali Kırdar'a gelip giderdi. İdrofil pamuk fabrikası sahipleri vergilerini ödeyemiyorlardı. İlgililerin sıkıştırılması için Temelli, iki defa bana geldi. Nihayet 'arkadaşlarım' dediği grup fabrikayı satın aldı. Temelli'nin de bu gruba dahil olduğunu o zaman söylediler."

İnönü bu kardeşinden çok çekti. Yine vergi borcunu ödemekte zorlanan bir şirketin 300 tonluk bir şilebine göz koymuştu. Bunun için Vali Kırdar ve Defterdar Ökte'yi sıkıştırıp duruyordu. Beri yandan da şirket ufak ufak borcunu ödeyerek iyi niyet gösteriyordu. Ökte, Temelli'nin baskılarından bunaldığı bir gün ona şunları söyledi:

"Borcunu ödemek isteyen herkes bu imkânlardan istifade eder. Bu mükellef de iyi niyet sahibidir ve borcunu ödüyor. Bizi de kendinizi de size yakın olanları da (İnönü'yü kastediyor) boş yere töhmet altına sokacaksınız."

Cami arsasını aldılar

1949 yılında Türkiye altı gemi almaya karar vermişti. Yapılan araştırmalardan sonra altı geminin ABD'den alınmasına karar verildi. Alımlar yapıldıktan sonra o sırada Demokrat Parti milletvekili olan Ahmet Gürkan'a bir ihbar mektubu geldi. Gemilerin alımı için yüklüce bir komisyon ödenmişti. Ama asıl ilginç olan komisyonun ödendiği şirketin ortağı olan isimdi; Hasan Rıza Temelli. Komisyonun ödenebilmesi için de özel kanun çıkartılmıştı. Gürkan konunun üzerine gitmeye karar verdi. Ancak devrin başbakanı Adnan Menderes'in "Devr-i Sabık" yaratmak gibi bir düşüncesi yoktu. Zaten kendilerinden önceki dönemi kapsayan bir af çıkmıştı. O yüzden geçmişin kurcalanmasına gerek yoktu.

6 Haziran 1949 tarih ve 5426 sayılı kanunun 1. maddesi hükümete komisyon ödemek için yetki veriyordu; "Amerika'dan satın alınan altı yolcu gemisi işinde hizmetleri görülen Me. Cann'e ve ortağına, bu hizmetlerine mukabil, Devlet Deniz Yolları ve Limanları bütçesinden 175 bin dolar ikramiye vermeye Ulaştırma Bakanı yetkilidir".

Ahmet Gürkan o günlerde yaşadıklarını ve ulaştığı yolsuzluk dosyalarını "İsmet Paşa'nın Beytülmâli" isimli kitapta topladı. Reha Oğuz Türkkan'ın televizyon ekranında anlattıklarının teferruatı da bu kitapta bulunuyor. Taşlık arsasının ele geçirilmesi içinse hayli dolambaçlı bir yol izlenmiş.

Maçka'da Sultan Abdülaziz bir cami yaptırmak ister. Bu yüzden önce arsa alınır, daha sonra hazırlıklar yapılır ve caminin temeli atılır. Ancak Abdülaziz tahttan indirilip, katledilince temeli atılmış cami bitirilmeden olduğu gibi bırakılır. Semt de inşaat için buraya yığılmış taşlardan dolayı "Taşlık" adını alır.

Arsa Osmanlı hanedanına aittir. Özel mülk olduğu için sahiplerinin rızası olmaksızın el değiştirmesi imkânsızdır. Ama devrin idaresi oldukça ilginç bir biçimde bu işi sonuçlandırır. Arsa şahıslara aittir ama üzerinde cami inşaatına başlanmıştır; o halde bu arsa Evkâf'ın yani Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün olmalıdır. Nitekim arsanın tapusu vakıflara geçirilir. Vakıf malları ise o tarihlerde haraç-mezat satılmaktadır. Daha sonra da satışı yapılır ve İnönü ailesi adına tescil edilir.

Arsanın önünde, boş bir arsa daha bulunmaktadır. Bu arsa da istimlâk edilir ve park haline getirilir. Böylece cami arsasına yapılacak olan evin önü kapanmayacak, deniz manzarası dünya durdukça kesilmeyecektir. Ancak arsadan birkaç metre yola gitmektedir. Bunun için de yol güzergâhında küçük bir düzeltme yapılır ve yol biraz kaydırılır, yamaçta yer olmadığı için de direkler üzerine inşa edilir. İnönü ailesinin adının karıştığı tek olay bu değildir. Ayaspaşa arsaları ve Dragos'ta yapılan kooperatif evleri de devrin iktidar partisi CHP ile ilintilendirilir.

Hasan Rıza Temelli bu dönemde sadece ticaretle uğraşmamış, bir taraftan da köklü ailelerle akrabalıklar kurmuştu. Bunlar içerisinde hiç şüphesiz en önemlisi İlmen ailesiyle kurulan bağdı.

Hasan Rıza-Adalet Temelli çiftinin kızları Mutlu Temelli, Vecihe İlmen'in oğluyla evlenir. Vecihe İlmen, Latife Uşaki'nin yani Atatürk'ün eşi "Latife Hanım"ın kızkardeşidir. Vecihe İlmen ise İstanbul'un Anadolu yakasında pek çok yere adını veren Süreyya İlmen Paşa'nın oğlu Hayri İlmen'le evlidir. Vecihe İlmen'in erkek kardeşi İsmail Uşaki ise Süreyya İlmen'in kızı Melahat İlmen ile evlenmiştir. Temelli ailesi İlmenlerle yapılan evlilikle hem Uşakiler, hem de bu yoldan devrin sosyetesini oluşturan büyük ailelerin tamamıyla hısım ve akraba olmuştu.

Yazının başında da dediğimiz gibi Reha Oğuz Türkkan'ın ağzından çıkan bir cümle bizi yakın tarihin tozlu ve bir o kadar da kirli sayfalarında yolculuğa çıkardı. Boşuna dememişler "Maziye Bir Bakıver, Neler Neler Anlatır" diye"