Abdurrahman Dilipak
Biz ve Onlar
“Biz” dediğim iman eden Allah’ın muttaki kulları. Biz Müslümanlardanız. Allah’ın rızasının tecellisinin vesileleriyiz. İlk Müslüman ve Peygamber Hz. Ademdi, İslam’ın son Peygamberi de Hz. Muhammed’dir (sav). Bu anlamda biz, ötekilerin yaptığı gibi, İsevi, Musevi ya da Muhammedi değiliz. Hz. Adem’den Hz. Muhammed’e bütün peygamberler (Hepsine selam olsun) bizim peygamberimiz, bütün kitaplar ve suhuf’lar o gün yaşayan bizlere geldi. Hepsine iman ettik.
Biz aslında inkarcılarla aynı zamanda yaşıyor gibi görünsek de, farklı bir dünyada yaşıyoruz.. Onlar alarak zenginleşeceklerini zannediyorlar, bir vererek zenginleşeceğimizi düşünüyoruz. Çünkü Allah’ın(cc)rızasını gözeterek verdiğimiz de Allah (cc) bize onun karşılığını 10 katı, 100 katı, hatta 700 katı ile geri verecek. Biz Allah (cc) yolunda can feda ettiğimizde ölümsüz olduğumuza inanıyoruz. Mesela, aklın muktezası olan eksiklerimizi imkanlarımız nisbetinde giderdiğimizde düşmanla Savaşmaktan geri durmamamız gerektiğine inanırız. Çünkü Allah’ın yardım eli, bizim ellerimizin üzerinde olduktan sonra bizi kim yenebilir ki! Hasbunallahu ve niğmel vekil…
Bizim gören, duyan, bilim, hüküm sahibi, kadir-i mutlak, “ol” deyince olduran, “öl” deyince öldüren bir Rabbimiz var. O kadere, rızg’a ve ecel’e hükmeder. Biz ecelimizden önce ya da sonra ölmeyeceğiz, rızgımızdan az ya da çok da yemeyeceğiz, kaderimizden başka bir kader de yok, o zaman ne gam.
Allah (cc) kapalı kapılar arkasında fısıldaşarak konuşulanları, şifreli haberleşmeleri, akıllarından ve kalplerinden geçenleri, kaçırıp saklandıkları sandıkları kasalarının yerlerini bilir.
Mesela biz nefes alıp verdikçe, her nefes’de ölüme bir adım daha yaklaşırız. Ötekiler nefes alıp vererek yaşadıklarını düşünürler. Onların “yaşamak” dedikleri şey, “Ağzımızın tadını kaçıran ölüm”e doğru bir yürüyüştür yaşamak. İnsanlar aslında bu anlamda kaçtıklarını sandıkları şeye doğru koşarlar.
Ölüm bir mü’min için “asude bir bahar ülkesi”dir. “Dünya sürgünü”nün sona ermesidir, ölümlü dünyadan ölümsüzlük alemine geçiştir. Geldiğimiz yere, ana yurda geri dönüş, çıkartıldığımız cennete kavuşma günüdür. Rabbimize kavuşma günüdür, “Şeb-i Arus”tur yani, bayram günüdür.
Mesela yaşamak için ihtiyaç duyduğumuz şey karbon’dur aslında, Oksijen değil. Oksijen Karbonu okside ederek içindeki hayat enerjisini almamızı sağlar. Araçtır. Biz ve onlar farklı algılara sahibiz.
Farkında olmalısınız, bu kadar kısa sürede, bütün imkansızlıklara rağmen ve bu kadar önemli komutanlarını şehid veren İzzeddin Kassam mücahidlerinde bir dağılma, umutsuzluk hali yok. Kimse, “onların yeri doldurulmaz”, “onların yokluğu direniş için büyük bir kayıp” falan demiyor. Aksine Şehitlikleri kutlanıyor ve bu olay bir başarı olarak algılanıyor. Onlar hayatın gayesi olan bir mertebeye yükseldiler. Defalarca, Talud-Calud olayını anlattım. Sonunda çocuk Davud’un sapan taşı, Tanrı kıral Calud’u öldürmeye yetti. Oysa İşaya peygamberin işareti ile Talud, 70.000 kişilik derme-çatma bir birlik oluşturdu. Yahudilerin ileri gelenler, “içlerinden biri olan Talud’un bu işe komuta etmesine itiraz ettiler, çünkü o peygamber soyundan keramet gösterecek manevi tasarruf sahibi bir olmadığı gibi, kırallar soyundan, savaşlar kazanan bir kurmay da değildi. Sahi, Talud’un ordusunda asker olsaydık, savaş meydanına gelirken ırmaktan “içme” denilen sudan içer miydik? İçenler bayıldı, geriye 301 kişi kaldı. Bu durumda o 301 kişi, savaşmak için nehrin öbür tarafına geçer mi idik!? Aslında Kur’anda bize anlatılan sadece tarihi bir vakıa değil bu gün bizim imanımızı test etmemiz için bir misaldir. Buyurun karar verin. Bu anlamda sizin Allah’ın (cc) indindeki yerinizi görmeniz için Allah’ın (cc) bu gibi örneklerde olduğu gibi, eylem ve düşünce dünyanızda sizi neyle meşgul ettiğine bakın. Liderlerinize, örgütlerinize, şeylerine tapınmaktan vazgeçelim. Allah (cc) bizden kendinden başka birisini, din ve devlet büyüklerini ya da herhangi birini ya da bir şeyi İlah ve rab, put ve idol edinmememizi istiyor. Ben burada “Biz” ve “onlar” bir ayırım yaparken, aslında bu “onlar” dediklerim, dinde kardeşimiz olmasa da, ten de bir eşimizdir. Onlar da Adem oğullarıdır. Tamam, insanların istisna dışında hepsi hüsrandadır da, Allah’ın ipine tutunanların, diğer kardeşlerini de, Allah’ın ipine tutunmaya çağırmamız gerekiyor. İnsanları kendimize, liderimize, örgütümüze, mezhebimize, tarikatimize, partimize değil, Allah’a (cc), Resulü’ne (sav) ve kitaba çağırmamız gerekiyor. Biz onları “bize” değil bizim iltica ettiğimiz makama çağırmamız gerekiyor. Biz alemlere rahmet olarak gönderilen ahir zaman peygamberinin ümmetiyiz. İstikamete bakmak gerek. Zaten sonunda buluşacağımız yer Allah (cc), kitap, resul değil mi? Din gününden onlardan hesaba çekilmeyecek miyiz?
Halid b. Velid’in şahsında bir çok defa bu konuyu anlatmaya çalışmıştım. Hz. Ömer, bir takım kişilerin zaferi Allah’tan değil, Halid b. Velid’den bekliyor olmalarından endişelenerek Halid b. Velid’i görevinden azletmişti. Bu durum hem Mücahidler açısından yanlış bir anlayışa sebeb olurken, komuta kademesinde ise yenilmezlik atfedilen kişilerin nefsinde kibre vesile oluyordu. Bu durumun böyle devamı halinde ise, Allah’ın yardımının kendilerine ulaşmasına engel olabilirdi.
Bizim geleneğimizde, ölülerden de dirilerden de meded umulmaz. Bu konuda “Allah (cc) yeter”.
Resulullah bir adamın bir kişiyi övdüğünü ve övmede çok ileri gittiğini işittiğinde: “Adamı mahvettiniz” buyurmuştur. Allah ve Resulü’nün sevmediklerinden olmak istemeyenler, “övünmek”ten ve övülmek istemekten kaçınırlar. İlim sahibi ilmi ile övünürse bu kibir alametidir. Siyaset ehli işi ile övünürse bu başa kakma anlamına gelir. Kendini övdüren siyaset adamı manen intihar etmiş sayılır. Siyaset velayet değil vekalet müessesesidir. Bir ev satın aldınız. Müteahhit her yerde ona bu evi ben verdim diyor. Evi satmış, ama gelip “bunu ben ev sahibi yaptım, ben olmasam kirada sürünecekti” falan diyor.. Sizin kendini alkışlamanızı istiyor. Bu bir politikacı, bir belediye başkanı da olabilir. O aslında ücretini alıp, sizin paranızla size hizmet ediyor. Ama bunu yaptığı için sizin kendine borçlu olduğunuzu düşünüyor. Bilbordlarda kullanılan dil halkı aşağılama ve lideri yücelten kibir dili değil mi?
Haklı olarak da birini yüzüne karşı övmek, onun felaketine sebep olabilir. Haddi aşarsa kibre, olmayan şeyi varmış gibi söylerse yalana, Sevmediği kimseyi övmek riya olabilir. Öven övüleni yüceltir. Övülen kişi de kendini diğer insanlardan üstün görebilir. Bunlar Kibir ve ucub’a sebeb olur ki, bu ise, insanı helak eder. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki: Din kardeşinden bir ihtiyacını isterken onu övmekle söze başlamayın. Böyle yapan ona kötülük yapmış olur. Evet insanların birbirine iltifat etmek için onu övmekle, aslında ona iyilik etmiş olmaz. Aksine ona zarar verir. Öven övülen kişiyi manen arkasından hançerlemiş gibidir. Halbuki kendini aciz, eksik, günahkâr gören, kibirlenemez, salih amel işlemeye ve haramlardan daha çok sakınmaya gayret eder. İtibar için israf etmez, tasarruf eder. Kendisini başkalarından üstün gören kimse ise, bütün faziletlerden mahrum kalır. Bizi öven bize iyilik etmiş olmaz. Bizi arkadan hançerlemiş olur. İbni Hibban rivayet eder ki “Meddahların ağzına toprak atın”, biz onlar kadroya aldık. Mediamız, sosyal mediamız, Halkla ilişkiler uzmanı toplum mühendislerimiz var. (Toprak saçmak, onu aşağı bilmek, sözlerine değer vermemek demek olsa gerek). İyileri övmek uygun olmayınca, fâsıkları, (açıktan günah işleyenleri) övmek doğru olmaz. Resulullah buyurdu ki, “Fâsık övüldüğü zaman Allahü teâlâ gazaplanır”. Hazret-i Ömer, kendisini öven birine, “Beni de, kendini de helak mı edeceksin” buyurdu. Deylemi’nin rivayet ettiği bir hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: “Övülmeyi sevmek, insanı kör ve sağır eder. Kusurlarını görmez olur. Doğru sözleri, verilen nasihati işitmez olur”. Evet “Cennetin ebedi nimetlerini isteyen, övülmekten hoşlanmasın.”
Kim neye sahipse, mal, para, makam, akıl, ilim, cesaret onu Allah (cc) verdi, birileri onları kendinden zannediyorlar. Eğer onları Allah’ın rızası yönünde kullanmazlarsa bu onlar için gazap sebebi olacak, cehennem yakıtına dönüşecektir. Evet, Allah (cc) gazap edeceklerine de servet ve iktidar verebilir. Ya da onların cezasını artırmak ya da onları kendi ipini bırakanların başına musallat etmek istiyor da olabilir. Zaten bize hayır gibi gelen şeylerde şer, şer gibi gelen şeylerde Allah (cc) hayır murat etmiş olacağı hakkında uyarılmadık mı? Kur’an-ı kerim bu anlamda yaratanın yaratılana gönderdiği yaşama biçimidir.
(Zümer 49-52). Ne deniyordu: “İnsana bir zarar dokunduğunda bize yalvarır; sonra ona katımızdan bir nimet verdiğimizde, ‘Bunu ancak bir bilgi sayesinde elde ettim’ der. Aksine o nimet bir imtihandır ama çokları bunu bilmez. Onlardan öncekiler de böyle sözler söylemişti; ama elde ettikleri şeyler onlara fayda vermedi. İşledikleri kötülükler kendilerine ceza olarak döndü. Bunlardan haksızlığa sapanlar da yaptıkları kötülüklerin cezasını çekeceklerdir. Onlar Allah’ı âciz bırakacak değillerdir. Bilmiyorlar mı ki Allah rızkı dilediğine bol bol verir, dilediğine de ölçülü verir. Kuşkusuz inanan bir topluluk için bunda dersler vardır.” Yoksa siz bunları liderlerinizden, örgütlerinizden mi bekliyordunuz!?
Allah (cc) bir topluluğa Peygamber gönderince Şeytan da gelir. Ayet bunu bize nasıl haber verdi: (Araf 16-17) ”… Bunun üzerine İblîs şunları söyledi: “Beni azdırmana karşılık, yemin olsun ki ben de kullarını saptırmak için senin doğru yolun üzerinde pusu kurup oturacağım. Sonra onlara mutlaka önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Sen de onların çoğunu şükredici bulamayacaksın” dedi”. Ve Allah (cc) bize demedi mi?: (Hac 52-55﴿ “Senden önce hiçbir resul ve nebî göndermedik ki, o bir temennide bulunduğunda şeytan ille de onun arzularına bir şeyler katmaya kalkışmasın. Fakat Allah şeytanın katmaya çalıştığını iptal eder. Sonra Allah kendi âyetlerini (onun kalbine) sağlam olarak yerleştirir. Allah hakkıyla bilmekte, hikmetle yönetmektedir. Bunu Allah, şeytanın kattığını kalplerinde hastalık bulunanlar ve yürekleri katılaşmış olanlar için sınama vesilesi kılmak için yapar. Şüphesiz zalimler derin bir ayrılığa düşmüşlerdir. Bunu bir de, kendilerine ilim verilenlerin, onun rabbin tarafından gelmiş kesin gerçek olduğunu anlamaları, ona iman etmeleri ve böylece bütün kalpleriyle ona bağlanmaları için yapar. Muhakkak ki Allah iman edenleri dosdoğru bir yola iletir. İnkâr edenler ise, kıyamet kendilerine ansızın gelinceye veya sonu olmayan günün azabı kendilerini yakalayıncaya kadar Kur’an hakkında hep şüphe içinde kalacaklardır”. Gelin yeniden iman edelim. Dinimizi Kitap ve risaletin rehberliğinde Allah’a (cc) has kılalım. Selam ve dua ile.