Merve Kavakçı

Merve Kavakçı

“Bir gün…”

Bu ülkede Müslüman olarak ayakları üzerinde durmak isteyen milyonlarca genç kadından bir tanesinin hikayesine yer vermiştik, devam ediyoruz. Onunkisi onun değil sadece, binlerin, onbinlerin, milyonların hikayesi, çünkü ondan var, bu topraklarda her bir ailede. Yürek yakan bir mektup. Benim içimi en çok acıtansa mektubun sonunda gelen bir cümle. “Bir gün…” Zeki, tahsilli, birikimli, genç bir insana bu cümleyi kurdurabilenler nasıl taşırlar bu günahı… Bu hepimizin günahı.

“Bir fabrikada bana çok uygun bir ilan vardı ve üniversiteden bir hocamın mühendisler grubuna gönderdiği bir ilandı. Hemen başvurdum, üniversite hocamı referans gösterdim, telefonla aradım, işi çok istediğimi söyledim. Hemen mülakata çağırdılar. Mülakatta insan kaynakları çalışanı bir bayan ve birim şefi genç bir bayan vardı. Oldukça uzun ve olumlu bir mülakat oldu. Sonunda galiba örtülü de olsa kalifiye eleman alacak bir yer buldum diyordum. Benden kısa bir süre sonra teknik bir konuda ingilizce sunum yapmamı isteyeceklerini ve yine arayacaklarını söylediler. Hiçbir zaman geri dönmediler, her defasında ben aradım ve her defasında süreç devam ediyor dediler. Bir başka fabrika ise bir gün içinde olumsuz geri dönerken ‘lokasyon sebebiyle’ diyordu. Oysa orada arkadaşlarım olduğunu, mezun olduğum üniversitenin fabrikanın bulunduğu mekana yakın olması dolayısıyla çevreyi bildiğimi, taşınmam gerekirse ne yapacağımı sorduklarında onlara söylemiştim. Sonuç olarak mülakatta sorulan sorulara nasıl cevaplar verdiğimin hiçbir önemi olmadığını da bu mülakatta öğrendim.
Bu şekilde yüksek lisansı bitirmemin üzerinden bir yıl geçti. Artık devlet kurumlarının da ilanlarına bakmaya başlamıştım. Devlet kurumlarına, hem başörtüsü yasağı nedeniyle hem de ülkemizde vatandaşına değer vermeyen bir devlet yapısı olduğu için girmek istemiyordum. YÖK’ün öğretim üyesi yetiştirme programına (OYP) başvururken başka bir devlet kurumunun da uzman yardımcısı alımı ilanına başvurdum, bir devlet üniversitesi çıktı, araştırma görevlisi olarak orada ise başlayabilirdim. Bu elbette benim için çok büyük bir değişimdi. Neredeyse her günü ayrı bir travma olarak geçen bir yılın ardından bir başka şehre taşınmam gerekiyordu. Örtü yasağını bekliyordum, ancak telefonda işe başlama evrakı olarak örtülü fotoğraf verebileceğim söylendi. Ben yine de yanıma bir örtülü bir açık fotoğraf alarak evrakımı teslim etmeye gittim, ‘nolur nolmaz açık fotoğraf varsa açık olanı alalım’ dediler. İşte hali pür melalımızı özetleyen cümle. Hiçbir hak güvence altında değil, öyle bir sistem yok, öyle bir sistemi ne kuracak ne de işletecek bir irade var ortada, yarın noluuur, nolmaz.. Sonuç olarak araştırma görevlisi olarak yeni açılan üniversitede Türkiye’de doktora yapmayı aklımın ucundan geçirmediğim halde göreve başladım. Kervan yolda düzülür mantığıyla açılmış bu kurumun standartları, bir taşra üniversitesindeki eğitim kalitesizliğiyle yarışmakta ve konuşmalarda, ilişkilerde -kusura bakmayın- yoğun bir iktidar, güç odaklarıyla iyi ilişkiler içinde olma hali vardı. Her ne kadar göründüğü kadar kaliteli bir üniversite olduğunu söyleyemesem de okuduğum üniversitede bize akademik özgürlüğü, akademik sorumluluğu ve tutarlı olmayı bir ahlak ilkesi olarak göstermişlerdi. Araştırma görevlisi olduğum bu üniversitede benden beklenen düşünmemek, sorgulamamak, susmak ve haksızlıklara, adam kayırmalara göz yummak, gerektiğinde de hiçbirşey üretemeyen bu insanların elini eteğini öpmekti. Bir yılın sonunda, bir masanın başında örtülü olarak sabahtan akşama kadar oturup maaş alabiliyordum ancak bu paranın da helal olduğuna gönlüm razı değildi. Bu üniversitede çalışmayı kafamdan sildim ve iş aramaya devam etmeye karar verdim…. Gördüğünüz gibi yaşadığım mülakat tecrübelerinde hiçbir zaman doğrudan başörtülü oluşumla ilgili bir konuşma yaşamadım. Ancak her defasında da akla yatkın somut bir gerekçeden çok uzaktı sonuçlar. Bence bu noktada özel sektör biraz bilinçli davranıyor, imajlarına hiçbir şekilde zarar vermemeye azami özen gösteriyorlar.
Dürüst olmak gerekirse arayışlarım bitmedi. Birgün buradan gideceğim. Kişisel olarak kendimi kurtarabileceğim umuduyla yaşıyorum. Ancak ülkenin geleceğinde özgürlüklerin, insan haklarının güvende olacağına dair bir umudum yok, siz de biliyorsunuz, burası insanı boğuyor, tüketiyor. Örtü sorunu çözülmüş gibi duruyor. Ama gördüğünüz gibi halimiz bir dokun bin ah işit. Olumlu gelişmelerde adımlar bir ileri iki geri. Örtü sorununun çözülmüş gibi gösterilmesinde dindar kesimin imanının zayıflığı, kültür müslümanlığının baskın oluşu, kadınların kendi ayakları üzerinden durmalarının iyi olmadığı, cep harçlığı kazanmalarının yeterli olduğu varsayımları gibi nedenler de yatıyor bence. Kadınlar yorgun ancak erkeklerde umursamazlık daha ön planda diye düşünüyorum. Düşük ücretli güvencesiz işlerde başörtülü çalışabilmemiz makbul vatandaş imajı için yeterli sanki.”

yeniakit

Bu yazı toplam 1440 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar