Ahmet Taşgetiren
Bilâl’in serzenişi
''Bilâl” bilinen Bilâl. Tabii ki Bilâl Erdoğan. Bizim kaşağın çocuğu yaşında olduğu için soyadı ile birlikte değil küçük ismi ile söylenmesi normal. Medya dilinde de “Bilâl” oluverdi kendiliğinden. Tayyip Erdoğan’a da “Tayyip” dedi mesela medya dünyası…
Bilâl Ak Parti iktidarları döneminde kendisine gençlikle ilişki misyonu biçmiş göründü. “Dindar nesil” misyonu ona emanet edilmiş gibi oldu ya da kendisi o misyonu üstlendi. İmam Hatiplerle ilgilendi, İlim Yayma Cemiyeti ile ilgilendi, kendisi iyi eğitim gördü, vasıflı insan gibi bir vizyonunun olduğu da söylenebilir. Bunlar iyi şeyler ayrıca.
Son zamanlarda da babasından sonra “Halef” olabileceğine dair tahminler sıklaştı. Siyasetin baskın sorusu şöyle çünkü: Erdoğan yeniden aday olacak mı, olabilecek mi, olmayacaksa Ak Parti’deki halefi kim olur?
Biraz “Tayyip’in yerini dolduracak aday” sıkıntısı çekiliyor ve orada acaba “Aileden biri pozitif ayrımcılığa nail olur mu?” sorusu etrafında Bilâl’in ismi öne çıkıyor.
Bugün bu ihtimalleri değerlendirecek değilim. Burada bu hafta gündeme yansıyan “Bilâl’in serzenişi” üzerine yazmak istiyorum.
Bir ortamda “Cumhurbaşkanımızı biraz daha güçlü kılsaydık İsrail soykırım yapamazdı; Cumhurbaşkanımızın gücünü, enerjisini azalttık” gibi bir cümle kurdu. Ama peşinden “Daha ne kadar güç gerekiyordu, Bilâl Erdoğan babası için daha hangi güçleri istiyor?” gibi eleştiriler aldı.
Bu eleştirilere “Benim oradaki kastım milletçe, milletin birliğini temsil eden cumhurbaşkanlığı makamı üzerinden olması gereken asgari destekti. Cumhurbaşkanı dışarıda Türkiye’nin tamamının menfaatini temsil ediyor. Orada cumhurbaşkanının arkasında durmayı özellikle vurguluyorum” şeklinde cevap verdi.
Okuyucularım bu ifadelerdeki “milletin birliğini temsil” konusunu önemsediğimi bilirler. “Partili Cumhurbaşkanı” sistemi bizzat Tayyip Erdoğan’ın ısrarı ile Anayasaya girdi ve kendisi de Cumhurbaşkanlığı süresince, bütün eleştirilere ve yadırgamalara rağmen, “Partili” özelliğini sergileyen tutumdan rahatsız olmuyor. Hem “partili” hem “milletin birliğini temsil” niteliği kolay işlemeyen hatta bizdeki siyasi yarılmalar dikkate alındığında işlemesi mümkün olmayan bir ikilem.
Ne zaman Cumhurbaşkanı ne zaman parti başkanı hüviyetiyle toplumun – milletin karşısına çıkacağınız belli olmadığında kitlelerde de sizin hangi birliği temsil ettiğiniz konusunda kafalar karışıyor.
O Ak Parti Genel Başkanı. Türkiye’de partiler var ve her parti kendi özgün kimliği ile toplumla iletişim kurmaya çalışıyor, parti bağlılığını bir kimlik boyutu haline getirmek için çaba gösteriyor. Onun için de zaman içinde “Ak Partililik – CHP’lilik – MHP’lilik – DEMP’lilik vs…” bir kimlik oluyor. Geçtiğimiz süreçte Ak Parti’den ayrılan, ya da ideolojik çizgi bakımından birbirine yakın partiler bile “partililik” söz konusu olduğunda milim gerilemiyor.
Ayrıca, hani partiler arasında ortaklaşma aranan dış politika konuları bile, “Sisi’nin, Cemal Kaşıkçı cinayeti ile Suudluların, meşruiyet vs gündemleri sonucu Trump’la ilişkilerin iç politika malzemesi olarak kullanılması sebebiyle” bizde iç siyasetin uzantısı haline gelince orada da “milletin birliğini temsil” olayı aşınmaya maruz kaldı.
Bilmem bu tür işler meselâ bir aile meclisinde konuşulur mu? Bilâl Bey, sahadan aldığı izlenimleri babasına iletir mi? Bunların olması da tabii. “Baba alanda şunları gözlüyorum” diyebilir pekâlâ… “Siz milletin birliğini temsil ediyorsunuz, daha az parti dili kullansanız” diyebilir.
Bilâl’in, Cumhurbaşkanı babasına ilişkin gördüğü, güven aşınması aslında. Ama o “Her şeye rağmen destek” beklediği için, güven aşınmasının seslendirilmesini yadırgıyor. Orada yapılması gereken şey siyasetçinin güveni korumada hassasiyet göstermesi. “Neden aşınma gerçekleşiyor?” sorusuna sağlıklı cevap üretilmesi.
ARGEDER Strateji Enstitüsü Başkanı Mehmet Ali Kulat bir veriyi paylaştı kamuoyu ile. Kendisi muhafazakâr kimliği ile biliniyor.
Bir araştırma yapmış. Araştırmada vatandaşlara, “Siyasi tercihlerinizde iki adaydan birinin rakibine göre daha dindar olması tercihinizi olumlu anlamda ne düzeyde etkiler?” sorusu yöneltilmiş. Diyor ki: “10 yıl önce bu soruya “Çok etkiler” ve “Etkiler” diyenlerin oranı yüzde 62 seviyesindeydi. Bugün aynı oran dramatik bir düşüşle yüzde 31 seviyesine geriledi.” Kulat, paylaştığı bu veriyi, “Dindar siyasetçiye bakış açısında geldiğimiz nokta...” notuyla kamuoyunun takdirine sundu.
Ne yapmalı bu veriyi?
10 yıl içinde ortaya çıkan bu “çizgi aşınması” kişilere yansımayacak mıydı? Ya da kişilerden bağımsız olabilir miydi?
Yapay zekaya “Bugüne kadar kaç kişi hakkında Cumhurbaşkanına hakaret dâvâsı açıldı?” diye sordum. “2014 -2021 arasında 35 bin 581 kişi hakkında hakaret dâvâsı açıldığını” bildirdi. Bu rakamı 55 binlere çıkaran sonuçlar da var.
Ne oldu bu insanlara kafalarını mı yediler de Cumhurbaşkanlarıyla kavgalı hale geldiler.
En son iki dönem Ak Parti’den milletvekili olan Hüseyin Kocabıyık, 2 yıl 5 ay hapis cezası aldı Cumhurbaşkanına hakaretten. “Hakaret etmedim, sadece eleştirdim” dedi ama inandıramadı. Hüseyin Kocabıyık ile Cumhurbaşkanının dünyası neden bu kadar ayrıldı acaba?
Yola umutlarla çıktı muhakkak Tayyip Erdoğan. Son seçimde yüzde 52 oy aldı. Şimdilerde oy oranı bir hayli aşağıda gözüküyor. Muhtemel rakipleri favori gösteriliyor. Ve o yüzden mahkemelerde süründürüldükleri kanaati hakim. Böyle olmamalı, diyor insan. Daha iyi finaller herkes için iyi olur. Bilâl de buna kafa yorabilir. Evlatların da babalara söyleyeceği şeyler olabilir.