Bedevi, Amerika'ya Yaranamadı

Bedevi, Amerika'ya Yaranamadı

Malezya’nın modernist muhafazakâr başbakanı Abdullah Ahmed Bedevi, her ne kadar ülkesinin ekonomik bağımsızlığını güçlendirmeyi amaçlayan politikalarıyla öne çıksa da...

Malezya’nın modernist muhafazakâr başbakanı Abdullah Ahmed Bedevi, her ne kadar ülkesinin ekonomik bağımsızlığını güçlendirmeyi amaçlayan politikalarıyla öne çıksa da ülkesine Batılıların ve özellikle ABD’nin beğeneceği yeni bir imaj kazandırmanın gayreti içine de girmişti.

Özellikle 11 Eylül olaylarından sonra Batı’nın İslâm’ı, İslâm dünyasını ve Müslümanları hedefe yerleştiren politikaları karşısında Bedevi, kendine göre uzlaşmacı bir İslâm modeli ortaya koymak ve Batılıların gözüne batan tarafların üstüne kısmen perde çekebilmek için bir revizyon faaliyeti başlatmıştı.
Yalancı medyanın senaryo ve kurguları için mekân olarak binlerce km uzaktaki bir ülkeyi seçmeleri işlerini kolaylaştırmıştı. Nitekim o dönemde yayınlanmış ve isyan iddialarını içeren masaüstü haberlerine yazılan yorumları incelediğimizde birçoklarının küçük çapta da olsa bu tür tepki eylemlerinin yaşanmış olabileceğini kabullendiklerini gördük. Böyle bir durum onları cesaretlendirmiş olmalı ki başörtüsü yasağının ciddi şekilde sorgulandığını görmeleri üzerine yine aynı ülkeden yeni bir senaryo kurgulama cüreti gösterebildiler. Ama bu kez yalanlarının sorgulandığını görünce mumlarının sönmek üzere olduğunu anladı ve tartışmanın boyutunu farklı yönlere çekebilmek amacıyla kendileri de sanal âlemde oluşturulan sahnenin gerçek mahiyetini yakından inceleyecek medya ekipleri gönderme ihtiyacı duydular. Tahmin ediyoruz gönderilen ekipler oradaki manzaraları, yaşayış tarzını ve gittikleri ülkenin inanç özgürlüğü konusunda yaşadıkları ülkeden ne kadar ileride olduğunu müşahede edince kendilerini gönderenlerin attığı yalanların ne kadar büyük boyutta olduğunu bizzat gözleriyle görmenin şaşkınlığını yaşamışlardır.

BEDEVİ, AMERİKA’YA YARANAMADI
Aslında meselenin dibini biraz kurcaladığınızda iki devlet veya iki toplum kıyaslaması boyutunu aştığını görüyorsunuz. Tartışmanın havasının kısmen yatışmaya başlaması sonrasında gündeme gelen bazı iddialar da bunu teyit edici nitelikteydi. Anlaşıldığı kadarıyla Amerikan emperyalizmi, Malezya’nın tutumundan pek memnun değildi ve onun yıpratılmasını amaçlayan bir kampanya söz konusuydu.
Malezya’nın modernist muhafazakâr başbakanı Abdullah Ahmed Bedevi, her ne kadar ülkesinin ekonomik bağımsızlığını güçlendirmeyi amaçlayan politikalarıyla öne çıksa da ülkesine Batılıların ve özellikle ABD’nin beğeneceği yeni bir imaj kazandırmanın gayreti içine de girmişti. Özellikle 11 Eylül olaylarından sonra Batı’nın İslâm’ı, İslâm dünyasını ve Müslümanları hedefe yerleştiren politikaları karşısında Bedevi, kendine göre uzlaşmacı bir İslâm modeli ortaya koymak ve Batılıların gözüne batan tarafların üstüne kısmen perde çekebilmek için bir revizyon faaliyeti başlatmıştı. Bu amaçla Uluslararası İslâm Üniversitesi’nde bile bazı kürsüleri kaldırma, bazı bölümlerde isim değişikliğine gitme ve bazı dersleri de zamana yayarak devre dışı etme programını uygulamaya geçirmişti.
Fakat anlaşıldığı kadarıyla Bedevi bütün bu gayretlerine rağmen yine de ABD’ye yaranamamış görünüyor. Çünkü ABD’nin istediği, onun gözüne batan unsurları törpülemiş ya da onların üzerine birtakım isim değişiklikleriyle perde çekmiş, vitrin değişikliği yapmış bir İslâm dünyası değil tümüyle kendisinin sömürgeci politikalarına teslim olmuş bir İslâm dünyasıdır. IMF’nin kredi önerilerini reddeden Malezya, Uluslararası İslâm Üniversitesi’nde birtakım dersleri öğretimden kaldırarak, bazı kürsüleri ilga ederek Amerika’ya yaranamaz. Eğer ABD’nin sömürgeciliği globalleştirme programlarına ayak bağı olursanız, o da kralınızın eşinin başörtülü olmasından dolayı uzaktan kumandalı kartel medyası vasıtasıyla ülkenizdeki Çinlileri isyan ettirir. Çağdaş sömürgeciliğin toplumları yanıltma ve yönlendirme politikalarında verilen haberin doğruluğu önemli değildir. Önemli olan o haberin aynı anda koro halinde birçok medya organı tarafından ve yüksek sesle dillendirilmesidir. Çağımızın hâkim güçleri toplum üzerinde değişik araştırmalar, denemeler yapmış ve toplum psikolojisini tanımışlardır. Yalanın koro halinde söylenmesi veya yalancıların birbirlerine şahitlik etmeleri durumunda toplumun “bu kadar gazete, radyo ve televizyon hepsi birden yalan söyleyecek değil ya!” diyeceğini bilirler. Çünkü hiç kimse “bozacının şahidi şıracı” diye düşünmez.
ABD’yi tek rahatsız eden, kendisinin sömürgeciliği globalleştirme politikalarına teslim olunmaması değildir. O, her ne şekilde olursa olsun İslâm’ın, İslâmî kimliğin vitrinde öne çıkmasından da memnun değil. Bazıları onun tepkilerinden yola çıkarak ona batan tarafları törpülemek veya perdelemek suretiyle işi halledebileceklerini zannederler. Ama gerçekte İslâm tümüyle ona batmaktadır. Şiddeti veya onun isimlendirmesiyle “terörü” hedef alan tavırlarını kriter edinerek “uzlaşmacı” ya da “ılımlı İslâm” modeli ortaya çıkarabileceklerini zannedenler yanılgı içindedirler. Çünkü o İslâm’a karşı hiçbir zaman ılımlı ve uzlaşmacı olmadı, olması da mümkün görünmemektedir. Doğrudan İslâm’ın peygamberini hedef alan çirkin karikatür saldırıları gerçekleştirmeleri bunu gözler önüne sermiyor mu?
ABD’nin faaliyetleri bir “ılımlı İslâm modeli” peşinde olduğu intibaı veriyor. Ama gerçekte o İslâm’ın vitrini süslemesinden bile son derece rahatsızdır. “Ilımlı İslâm” tanımlamaları ise hem ifsat politikasının bir boyutunu hem de anti-propaganda faaliyetlerinin bir boyutunu oluşturmaktadır. Çünkü bir “ılımlı İslâm modeli” çıkarma çabası içinde olunması, var olan İslâm’ın veya İslâmî duyarlılığın bunun tersi olduğu kanaati uyandırmaktadır.

Ahmet Varol / Vakit