Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Arz-ı Mev’ud coğrafyası derken

Sumud’dan son haber. İsrail Tunus’daki Sumud gemisine ve Suriye’deki Türkiye’nin askeri tesislerine saldırdı. “Dostumuz, müttefikimiz, Stratejik ortaklarımızABD ve İngiltereKafir Netenyahu”nun yanında yer alarak, İsrail’in Gazze halkına yönelik saldırılarına ilişkin “soykırım suçlaması”nı reddettiler. BM Genel kurulu, ABD’nin Filistin yönetimine vize vermemesi üzerine BM İnsan Hakları forumunun Cenevre’de toplanması konusunda bir karar alındı. Trump, Gazze konusunda UCM’den sonra BM ilkelerine karşı da tavır aldı.

Önce, Allah’a Hamd, Resülleri ve Nebi’lerine selavat ve “İnsanlığın yüz akı” olan, Hılf-ul fudul’un manen dirilişi anlamına gelebilecek Sumud filosu yolcularına, onlara maddi ve manevi destek veren duaları ve gönülleri ile onlarla birlikte olanlara, tüm dünyada Gazze direnişine destek veren herkese, Gazze’deki şehidlerin kanları ile yazılan adalet, barış ve hürriyet mücadelesine destek veren eylemcilere, boykotçulara selamla başlıyorum. Bugün size Arz-ı Mev’ud’dan söz edeceğim. Kur’an-ı Kerim’de bu terim doğrudan “Arz-ı Mev'ud” olarak geçmez, ancak “Arz-ı Mukaddes” (Kutsal Topraklar) veya “Bereketli Arz” gibi ifadelerle anılır ve genellikle Kudüs bölgesiyle ilişkilendirilir "Arz-ı Mev'ud" (Vadedilmiş Topraklar) terimi, Musevi şeriatına göre ise “Allah’ın Hz. İbrahim ve soyuna vadettiği bölge”yi ifade eder.. Bizim inancımızda “Arz-ı Mukaddes” aslında 4 büyük kitabın vahyedildiği Vahiy coğrafyasını ifade eder. Kur’an-ı Kerim’deki ifade ise “Millet-i İbrahima” şeklinde telaffuz edilir. Bu ifade Bakara 130, 135, Âl-i İmrân 95, Nisa 125, Nahl 1123, Hac 78’da geçer. Bu ayetler, Hz. İbrahim’in hanif, tevhid merkezli dinine uymayı emreder ve bu dinin şirkten uzak, Allah’a teslimiyetle dolu olduğunu vurgular. Mealen, “İbrahim’in milletiAllah’a yönelen, saf bir inanç olarak tanımlanır ve Müslümanların bu yolu devam ettirmesi gerektiği belirtilir. İslam, “Musevi”lik ya da “İsevi”lik gibi “Muhammedi”lik değildir. Allah’ın yarattığı insanlar için seçtiği tek dindir. Bu anlamda Hz. Adem de, Hz. Nuh da, Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. Davud, Hz. İsa ve Hz. Muhammed’de (hepsine selat ve selam olsun) İslam idi. Yani Müslümandı.

İbrahim milletinde Nübüvvet silsilesi, Hz. Sare annemizden gelen Hz. İshak ve oğlu Hz. Yakub’la başlar, Tevrat’ın verildiği Hz. Musa, Zebur’un verildiği Hz. Davud ile devam eder ve bu soy İncil’in verildiği Hz. İsa Mesih ile ile son bulur. Son peygamber olarak ise Hz. İbrahim’in Haacer’den olan oğlu Hz. İsmail üzerinden devam eden soyun nübüvvet açısından son halkası da ahir zaman peygamberi olan Hz. Muhammed’dir. (sav). Kutsal metinlerden çıkan anlama göre bu coğrafya bir ırka değil, Hz. İbrahim sonrası gelen Peygamberlerin ayak izinden giden muvahhid’lere emanet edilen, hakimiyet kurulması değil, hadim olunması gereken vahiy coğrafyasını ifade etmektedir. Bunun anlamı şudur. Son peygamber, ahir zaman peygamberi bu emanetin manevi olarak tabii varisidir. Söz konusu olan bir ırk değildir. Yahudiler bu coğrafyanın kendilerine Allah tarafından verildiğini iddia etmektedirler. Ve bunu kendi devlet ve siyasetlerinin merkezine almaktadırlar.

Bugünkü Siyonist Yahudiler zaten muharref bir kitaba inanmanın da ötesine geçerek Tevhid’den uzaklaşmakla kalmamışlar Pedefolik, Satanist bir yola sapmışlardır. Newyork’taki Chabat havrasının bodrumunda yaşananları biliyoruz. Epstein skandalının arkasında kimlerin olduğunu da biliyoruz.

Öte yandan Biz Hz. Davud’u Peygamber biliyoruz ve Zebur’u da ilahi bir kitab kabul ediyoruz orijinal şekli ile. Yahudiler ise Hz. Davud’u peygamber kabul etmedikleri için Zebur’a da iman etmiyorlar. Onu İsrailoğulları’nın siyasi birliğini kuran, dindar, savaşçı bir kral olarak görmekle kalmıyorlar, dahası ona iftira da ediyorlar. Hz. Davud’un oğlu Hz. Süleyman’ı da çok zengin, olağanüstü imkanlara sahip dindar bir kral olarak görüyorlar, onun da peygamberliğini kabul etmiyorlar.. “Süleyman Mabedi” onlar için bir ”Mukaddes emanet” değil, tarihi ve kültürel bir mirastır.

1.Konstantinin annesi Helana 326’da Kudüs’e Hac için gitti. Helana’nın dönüşünde imparator, annesinden duyduklarından çok etkilenir. Çünkü Süleyman Mebedinin yerinde o gün derme-çatma bir yapı vardır. Konstantin Kudüs’teki Mabed yerine İstanbul’da “Süleyman’ı kıskandıracak bir mabed yaptıracağını ve insanların Hac için artık Kudüs’e gitmeyip, İstanbul’a geleceğini” söyler. Bu da gösteriyor ki, Söz konusu olan Mabed’in onlar için dini bir anlamı yok. Mukaddes olan Emanet sandığıdır o da Nebukadnezar / Buhtunnasr’ın mabedi yıktığı günden beri meleklerin koruması altında muhafaza edilmektedir. Mesela İznik konsülü de o zaman Kudüs’te değil, İznik’te yapılmıştır. Büyük Konstantin (1.Konstantin), 324 yılında Konstantinopolis’i (bugünkü sur içi İstanbul) Roma İmparatorluğu’nun yeni başkenti olarak seçtiğinde, şehri çevreleyen ilk surların inşasına başlandı. Konstantin Surları, yaklaşık olarak 330 yılında, Konstantinopolis’in resmi başkent ilan edilmesiyle tamamlandı. Surların inşasında İskandinav bölgesinden gelen ve yeni dine giren insanlar çalıştı. Bu mekan aynı zamanda, bu anlamda sadece Romanın merkezi değil, Mukaddes bir mekandı, onlara göre.

Ayasofyanın inşasına Büyük Konstantin (1. Konstantin, 272-337) döneminde, 326’da başlamış, ancak oğlu 2. Constantius / Konstantin tarafından tamamlanarak 15 Şubat 360 tarihinde ibadete açılmıştır. İnşaatın yaklaşık 30-35 yıl sürdüğü tahmin edilmektedir. Büyük Konstantin 324 yılında Konstantinopolis’i (bugünkü İstanbul) Roma İmparatorluğu’nun yeni başkenti olarak kapsamlı bir inşa projesi başlattı ve bu çerçevede şehri çevreleyen surların inşasına başlandı ve yaklaşık olarak 330 yılında, şehrin resmi başkent ilan edilmesiyle de surlar tamamlandı. Bu arada 1. İznik konsülünün de 20 Mayıs 325’de başlayıp 25 Haziran 325’de tamamlandığını hatırlatalım. Kimine göre konsüle 250, kimine göre 318 ruhani katılmıştır. Bunlardan biri de “Noel baba” olarak bilinen Santa Claus’dur. Konsül sonucunda İznik İnanç Bildirgesi (Nicene Creed) yayınlandı. Buna göre Hz. İsa’nın Tanrı ile “aynı özden” (homoousios) olduğu kabul edildi. Bu, Arianizm’in reddedilmesi anlamına geliyordu. Yani evlat ve babadan münezzeh tek-bir Allah inancı terkedilerek teslis kabul edildi.. Arianizm’in Lanetlenmesinin ardından Arius ve takipçileri aforoz edildi. 20 kadar kanon (kilise kuralı) kabul edildi; bunlar piskoposların atanması, kilise disiplini ve litürjik kurallarla ve Paskalya bayramının tarihini standardize edilmesi (bahar ekinoksundan sonraki ilk dolunayda kutlanması) ile ilgiliydi.

Arz-ı Mukaddes” bölgesi ile ilgili ayetler şunlardır: (Mâide 21-26): “Ey kavmim! Allah’ın sizin için yazmış olduğu (sizin için derken o günkü Müslümanlar kasdedilmektedir) Arz-ı Mukaddes’e giriniz ve arkanıza dönmeyiniz; sonra hüsrana uğrayanlardan olursunuz.” Bu ayet İsrailoğulları’nın Mısır’dan çıktıktan sonra Filistin’e gitmeleri ile ilgilidir.. Ancak, İsrailoğulları, bölgedeki güçlü topluluklar (Amâlika ve Kenanlılar) nedeniyle korkar ve itaatsizlik eder. Bu nedenle Allah, onlara bu kutsal toprakları 40 yıl boyunca mahrum bırakır. Bakınız:(Mâide 26).

(Enbiyâ 71)’de “Biz İbrahim’i ve Lût’u kurtarıp âlemler için mübarek kıldığımız bir diyara ulaştırdık.” Bu bölge, ayette peygamberlerin yaşadığı ve tevhidi yaydığı kutsal bir alan olarak tanımlanır ve “alemler için mübarek kılınan bir mekan” olarak tanımlanır. (Enbiyâ 105)’de açıkça “salih kullar”dan söz edilir: “Andolsun ki, Zikir’den (Tevrat’tan) sonra Zebur’da da yazdık ki: ‘Arz’a benim salih kullarım varis olur.” (Kasas 5-6): “Biz ise, yeryüzünde zayıf düşürülenlere lütufta bulunmayı, onları önderler yapmayı ve onları (Firavun’un topraklarında) varisler kılmayı diledik.” Diyor. Burada işaret edilen zayıf düşürülenleri zalim müstekbirlere üstün kılmaktan, önder yapmaktan söz ediyor. Yani buradan çıkacak anlam, FKÖ’nün değil, Gazze’nin üstün kılınması ve önder yapılması değil mi? (A’râf 137) “Hor görülüp ezilen o kavmi, doğusuna batısına bereket verdiğimiz toprağın varisleri kıldık.”

İsrailoğulları’nın, Firavun’un zulmünden kurtarılıp bereketli topraklara gitmeleri gibi, bugün de Zalim Siyonistlere karşı mazlum Gazze halkı için bu yardımdan söz ediliyor olamaz mı?

Kur’an, Arz-ı Mukaddes’in İsrailoğulları’na vadedildiğini, ancak bu vaadin şarta bağlı olduğunu vurgular. İsrailoğulları’nın itaatsizliği (örneğin, Mâide 24’te Hz. Musa’ya “Sen ve Rabbin gidin savaşın” demeleri) nedeniyle bu topraklar onlara 40 yıl haram kılınmıştır. Ayrıca, (Enbiyâ 105) gibi ayetler, bu toprakların sadece Yahudilere değil, Allah’ın salih kullarına miras kalacağını belirtir.

Tevrat’ta Arz-ı Mev'ud Hz. İbrahim milletine vadedilen topraklar olarak sıkça anılır. Bu bölge, “Kenan diyarı” veya “süt ve bal akan diyar” olarak tanımlanır. Tekvin (Yaratılış 13:14-17): “Rab İbrahim’e dedi: ‘Gözlerini kaldır ve bulunduğun yerden kuzeye, güneye, doğuya ve batıya bak. Görünen bütün memleketi sana ve zürriyetine ebediyen vereceğim”. (Tekvin 15:18-21): “O gün Rab, İbrahim’le ahdedip dedi: Mısır ırmağından (Nil) büyük ırmağa, Fırat ırmağına kadar bu diyarı senin zürriyetine verdim.” (Tekvin 17:8) Hz. İbrahim’e, “Ve senin gurbet diyarını, bütün Kenan diyarını sana ve senden sonra zürriyetine ebedî mülk olarak vereceğim ve onların Allah’ı olacağım.”

(Mısır’dan Çıkış 3:8): “Onları Mısırlıların elinden kurtarmak için geldim ve onları o diyardan, süt ve bal akan diyara, Kenanlılar’ın, Hittiler’in… diyarına çıkaracağım.” (Çıkış 6:2-8): “İbrahim’e, İshak’a, Yakup’a vermek için yemin ettiğim diyara sizi getireceğim ve onu size miras olarak vereceğim.” (Sayılar 34:1-12): Bu bölümde Tevratta Arz-ı Mev'ud’un sınırları detaylıca tanımlanır. vadedilen Kenan diyarı’dır. Sınırları genellikle Akdeniz’den Fırat’a, Sina’dan Lübnan’a uzanır. Ancak, bu vaadin gerçekleşmesi, İsrailoğulları’nın Allah’a itaat etmesine bağlıdır. İtaatsizlik durumunda (misal olarak, altın buzağıya tapma veya Hz. Musa’ya isyan), bu topraklardan mahrum bırakılacakları belirtilir (Hezekiel 20:6-26; Tesniye 32:29). “Güneyde Tsin çölü ve Kadeş-Barnea, kuzeyde Lübnan, doğuda Ürdün Nehri, batıda Akdeniz...” (Tesniye 11:24-25): Yuşa (as)in gittiği yerlerden söz edilerek “Ayak tabanınızın basacağı her yer sizin olacak.” (Yeşu 1:2-4): “Musa kulum öldü; şimdi kalk, bu Ürdün’ü geç, sana ve bu kavme verdiğim diyara git.”

İncil’de “Arz-ı Mev'ud” terimi doğrudan kullanılmaz, ancak Yahudi geleneğindeki vadedilmiş topraklar kavramı dolaylı olarak Eski Ahit’e (Tevrat’a) atıflarla yer alır. İncil, daha çok manevi bir krallık (Allah’ın Krallığı) vurgusu yapar ve fiziksel topraklardan ziyade manevi mirasa odaklanır. İlgili ayetler: (Matta 5:5): “Yumuşak huylular mübarektir, çünkü onlar yeryüzüne mirasçı olacaklar.” Bu ayet, Zebur’daki (Mezmurlar 37:11) “Salihler yeryüzüne mirasçı olacak” ifadesine dayanır. (Romalılar’a Mektup 4:13): “Çünkü İbrahim’e ve onun zürriyetine, dünyanın mirasçısı olacağı vaadi, kanun yoluyla değil, iman yoluyla (iman şartına bağlı olarak) verildi.” Bu ayet, Arz-ı Mev'ud’un Yahudilere özgü olmaktan çıkıp tüm iman edenleri kapsayan manevi bir anlama evrildiğini gösterir. (İbraniler’e Mektup 11:8-10): “İbrahim, imanla, miras alacağı yere çağrıldığında, nereye gittiğini bilmeden yola çıktı… Çünkü o, temelleri Allah tarafından atılmış bir şehri bekliyordu.” İncil’de arz-ı Mev’ud belirli bir coğrafyadan çok iman ve salih amellerle ulaşılacak, sorumluluk alanı olarak tüm dünyayı kapsayacak bir hedef olarak sunulur. İslam’da da “Alemlere rahmet olarak gönderilen bir peygamber” anlayışı aslında bu hedefi de kapsamaktadır. Allah’ın Arz-ı Mukaddes vaadi itaat ve salih amel şartına bağlı olduğu, Yahudi. Irkına tahsis edilen bir alan olmadığı vurgulanır. Bu konulara yarın da devam edeceğim için bugünlük bu kadar.. Selam ve dua ile.

Bu yazı toplam 288 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar