
Abdurrahman Dilipak: Teopolitik, jeopolitik, jeostratejik ve konjonktür
Habervakti.com yazarı Abdurrahman Dilipak'ın yazısını iktibas ediyoruz
Abdurrahman Dilipak: Teopolitik, jeopolitik, jeostratejik ve konjonktür/Habervakti.com
1-TEOPOLİTİK AÇIDAN BAKINCA, Türkiye'yi önemli kılan özelliklerinin başında ülkenin Teopolitik tarihi geçmişi geliyor. Burası Roma, Selçuklu ve Osmanlının devamı. Hilafet merkezi olmasının yanında Ortodoks’luğun da merkezi. Arz-ı Mevud’un bir parçası olmasının yanında, Hatay, Ege’deki 7 kilise, İznik, Urfa önemli dini merkezler.. Ermeniler için Ararat’ın ayrı bir önemli var. Geleceğin tarihi, kıyamet teolojisi açısından önemli bir coğrafyada bulunuyoruz. Kıyamet Savaşı denilen (Melheme-i Kübra ya da Hrisityanların ifadesi ile Armagedon) son savaşın platosu da burası. Ayrıca Karay, Hazara, İbrahimi yasalar, Nuhi Yasalar konunun tabi platosu, kesişme noktası da burası.
İstanbul kadim uygarlıklar açısından dünyanın sıfır noktasıdır. Bunun da merkezinde Ayasofya yer alır. Ayasofya aynı zamanda kıbleteyn noktasıdır.
“Moiz Kohen imalatı olan Kemalizm” üzerinden aslında bu coğrafyanın İslam kimliği silinmeye çalışıldı. Bu akıl, Tanzimat'tan başlayarak, İttihat Terakki üzerinden, Batılılaşma fikrini merkeze alan, Türkleşme ve İslamlaşma ya da Türk tipi İslamcılık temelinde yeni bir dil, din, ahlak, felsefe, hayat tarzı, tarih ve coğrafya algısı üretemeye çalıştı. Bunun sonucu dini, mezhebi, etnik, ideolojik, politik, felsefi ve vijdani kanaat farklılıklarına dayalı olarak Agop Dilaçar’lar, Lazaro Franco’lar üzerinden bize yeni bir dil, yeni bir akıl, ideoloji, siyaset tarzı aşıladılar. Bugüne böyle geldik. Bu farklılıklarımız bizim için zenginlik değil çatışma sebebi oldu. Bizi kendi içimizde nötr hale getirdiler. Soğuk savaşta aynı ülkenin çocuklarını bu farklılıklar üzerinden birbirine düşürdüler ve birileri de onların kanları, gözyaşları çalınan alın terleri üzerinden kendilerine iktidar ve servet ürettiler. Bugünlere böyle geldik, hem de gerektiği zaman on yılda bir yapılan darbelerin gölgesinde. Bize ezberletilen din, dil, tarih, coğrafya hepsi bir kurgu. İçi boşaltılan ideolojilerin kulağa hoş gelen sloganları ile bugünlere geldik.
Herkes Türkiye’ye Teopolitik açıdan bakarken, biz dünyanın en laikçi ülkesi haline getirildik. Türkiye’nin bu dünden gelip geleceğe uzanan misyonu üzerinden diğer ülkeler senaryolar yazarken biz bu eşsiz zenginliği görmezden geliyor ve bu tarihe karşı adeta düşman ediliyoruz. Aslında bu toplumsal bir intihar biçimidir.
2-JEOPOLİTİK AÇIDAN BAKINCA, Türkiye’nin JeoPolitik konumu, bu geçmişin üzerine oturmasının yanında, bu coğrafya, Doğu ile Batı, Kuzey’le Güney arasında muhteşem bir konum. 3 tarafımız denizle çevrili, 4 mevsim yaşanan, dünyanın en zengin, iklim, hava, toprak ve su kaynaklarına sahip bir ülke. Burası aynı zamanda “Kavimler kapısı”. Hz. Adem de burada yaşadı, Hz. Nuh’da, Hz. İbrahim de burada yaşadı. Daha bir çok peygamberin yaşadığı bir coğrafyada yaşıyoruz. Hz. İsa yaşarken ona iman eden bir kıral vardı burada. Uygarlık tarihi insanlık tarihi kadar eski bir coğrafyadan söz ediyoruz, ama bunu bizim tarih ya da coğrafya kitapları yazmaz. Tarih burada Mustafa Kemalle başlar!? O da Atlantis, Mu, Kızılderili bağlantısı, Sümer’ler, Asur’lar, Akad’lar, Eti’lerle daha çok ilgili idi.
3-JEOSTRATEJİK AÇIDAN BAKINCA, JeoStaretejik açıdan baktığımızda, tarihi ipek yolu, baharat yolunun ötesinde, bugün, Anadolu’dan hava yolu ile 3 saatte doğu batı, kuzey güneye uçtuğunuzda dünya nüfusunun üçte ikisine sahip ülke sınırlarına ulaşırsınız. Batı’da Londra’ya, Kuzey’de Fillandiya’ya, Güney’de Yemen’e, Doğu’da, Çin ve Hindistan sınırlarına ulaşırsınız. En büyük enerji koridoruna sahibiz. Bir kuşak bir yol projesi aslında tarihteki İskender yolu ya da Atilla yolu üzerinde. 100 yıl önce yıkılan Osmanlı imparatorluğunun sınırları 3 kıtaya yayılmıştı.
Dünyanın en önemli boğazlarından ikisi olan İstanbul ve Çanakkale boğazı bizde ama, biz bu boğazların sadece bekçiliğini yapıyoruz, bizim için doğrudan geçişlerle ilgili bir ekonomik kazanç sağlamıyor. Bununla da, bize ölümü gösterip, hastalığa razı ettikleri için övünüyoruz!
Anadolu dünyanın en önemli Doğu-Batı, Kuzey-Güney aks’ında bulunuyor. Bakın burada nadir elementler açısından dünyanın en büyük rezerve sahip iki ülkesinden biri. Boraksta dünyanın 1 numarasıyız. Rezervimizin ifade ettiği değer Suud petrolünden daha değerli ve rakibimiz de yok. Karadeniz’de inanılmaz bir Hidrojen Sülfür kaynağı var, ama bu kaynağı kullanmadığımız için korkarım bu imkan diğer Karadeniz ülkeleri ile birlikte bizim de başımıza bela olarak Gazab ve helak sebebi olacak böyle giderse. +45 / -45 klimatolojik ısı farkı, arazideki engebeler sebebi ile (Türkiye'nin deniz seviyesinden en yüksek tepesi 5137 metre ile Ağrı Dağı'nın zirvesidir. En düşük seviyesi ise Konya Ovası'ndaki Tuz Gölü çevresidir, yaklaşık 900 metre deniz seviyesinin altındadır.) bunun sebeb olduğu atmosfer basıncı, mineral ve su zenginliği ile dünyada yaşayıp Türkiye’de yaşayamayacak ne bir bitki türü, hem de bir hayvan türü var ve biz bu zenginliğimize rağmen insanımızı bile insanca yaşatamıyoruz maalesef. Cahillik, Ahlaksızlık, ahmaklık başa bela maalesef.
4-KONJONKTÜREL AÇIDAN BAKINCA, Bugün Türkiye’ye olan ilgi Konjoktürel bir ilgidir. Bunun sebebi de sadece bugün ya da Cumhuriyet rejimi sebebi ile değil, Bugünlerde yaşanan olaylar, süreçlerle ilgili olduğu kadar TeoPolitik, JeoPolitik, JeoStratejik önemli ve öncelikleri ile ilgilidir. Ukrayna’yı önemli kılan Zelensky ya da İsrail'i önemli olan Netenyahu değil, ya da Bakü’yü önemli kılan Aliyev değil. Bu konu Konjoktürel bir POLİTİK POLARİZASYON konusudur. BAE ya da Mısır’daki Sisi yönetiminin, FKÖ başkanı Abbas'ın önemi, itibarı, ülkesinin imkanlarını, kaynaklarını, tarihten gelen ya da hali hazır misyonunu pazarlama konusundaki kabiliyeti ile ilgilidir.
Halk nazarında bu farklı olsa da, Hak nazarında itibarın kaynağı bellidir. Akıl, Can, İnanç, Nesil ve Mal emniyetinin korunmasını esas almayan hiçbir itibar muteber değildir.. Adil olmayan hiçbir sözleşme, mutabakat, anlaşma, ittifak meşru olarak kabul edilemez. O zulüm vesilesi olur ki, bu insanlık suçudur. Yapılan böyle bir zulüm bir topluma değil, tek bir insana yapılmış olsa bile, bu bütün bir topluma yöneltilmiş bir tehdit olacaktır. Bizim kişi, toplum ya da ülke olarak taraf olacağımız, hakem olacağımız, diyalog zemini oluşturacağımız hiç bir uzlaşı/mutabakat bu ilkelere aykırı olamamalıdır, olamaz. Böyle bir uygulama beraberinde uzlaşma metni değil, ona zemin oluşturan ve katılan tüm tarafların meşruiyetlerini tartışmaya vesile olur. Devletlerin, anayasa ve yasaların varlık ve meşruiyeti bu temelin aksine bir tasarruf sonucu tartışmaya açık hale gelir.
Hani derler ya “bana dostunu söyle, sana kim olduğunuzu söyleyeyim”. Şimdi siyasilere sormak gerek, müttefikiniz, dostunuz, stratejik ortağınız, aynı yekun içinde bir olarak değerlendirdikleriniz kim, siz bana onu söyleyin, ben size kim olduğunuzu söyleyeyim..
Sakın İns’in Şeytanları ile, veresetüşşeytan olanlarla birlik olmayın, onlara yardım etmeyin, ön açmayın, onları zulüm üzerinde birleştirmeyin, sonra onları yakacak ateş size de dokunur. Sakın onlardan birilerini veli edinmeyin, onlara sevgi ve saygı duymayın, yoksa onlardan olursunuz.
Trump’a güvenmeyin. O sadık dostu (!?) daha dün, oturması için koltuğunu sürdüğü kişi bugün harcayıverdi. Onun çıkarları söz konusu olduğunda gerisi teferruat oluveriyor. Her şeyi alabileceğini ve satabileceğini düşünüyor. Onun sözüne güvenilmez, onun ipiyle kuyuya inilmez, o uzak durulması gereken biri. Ondan da onun dostlarından da uzak durmak gerek. Selam ve dua ile.