Abdurrahman Dilipak : Devlet Millet  Kaynaşması mı?

Abdurrahman Dilipak : Devlet Millet Kaynaşması mı?

Habervakti.com yazarı Abdurrahman Dilipak'ın yazısını iktibas ediyoruz

Abdurrahman Dilipak: Devlet-millet kaynaşması mı?/Habervakti.com

Bu tür kulağa hoş gelen, içi boş laflarla hamaset yapmayı çok seviyoruz. Dilerim bu günler, bazı şeyleri yeniden düşünmemiz ve karar vermremiz açısından, uyanmamız açısından bir şok etkisi yapar.

Defalarca yazdım, Laiklik, Sekülarizm, Cumhuriyet gibi kavramların kelime anlamlarını bile bilmeyiz, ama uğruna ölümü göze alabiliriz. Bu gün bile, politik kamplarda benzer tartışmalar yapabiliyoruz.

28 Şubatta önüne gelen Şeriata sövüyor. Bizde bu işler böyle, Şeriatı seven de, Şeriata sövende işin aslını bilmez, ama bir asırdır, Meşruiyetin istinatgâhı olan Hakkı ikame eden, yücelten koruyan hukuk düzeni anlamına gelen Şeriatın ne anlama geldiğini bilmezler. Bilmediklerini de bilmezler. O zaman “Yaşasın Şeriat” diye bir kitap yayınladım da, en azından Şeriatçı diye, Şeriat propogandası yapmaktan insanlar hakkında dava açılması sona erdi. Bugün bu kitabı “Şeriata neden karşılar” diye yeniden yayınladık. Hala Şeriatın ne anlama geldiğini bilmeyenler var. Mehmet Akif’te Safahat’ında sormuyor mu idi, “Şeriat’ın sizin lehçede banası bu mu?” diye. Sahi insanlar bir şey için “Gayrimeşru” derken ne demiş oluyorlar? “Şeriata uygun değil” demek değil mi bu. Şeriat, Meşruiyetin temeli olan Hukuk demek! Şeriat aynı zamanda bir dinin meşruiyet alanı, emir ve yasakları demek. İncil’de de, Tevrat’ta da Şeriat’tan söz edilir.

Al sana Siyasal İslam! Siyasi toplum’un, sivil topluma dayattı din ve o dine ilişkin yorumunun adıdır, Siyasal İslam. Yani çerçevesini Laikleri çizdiği, topluma dayatılan resmi din anlayışının ta kendisidir bu. Fransız Oliver Roy da bunu ilk dönemde bu anlamda kullandı. Bizimkiler bunu alıp ters yüz ettiler. Sivil toplumun din adına talepleri değil. Hatta batıda Hristiyan Demokrat Parti var. Kimse bunları Siyasal Hristiyanlık diye suçlamaz.

Bizde bu işler birbirine karıştırılır. Birçok CHP’liler, Laikliğin meşruiyetini İncil’den alan bir Katolik teolojisine dayalı kilise kurumu olduğunu bile bilmez. Fransa’nın ülke olarak Laik olduğunu zanneder yurdum insanı. Ama başkenti Strasbourg olan Alsace Laurenne eyaletinin Laiklikle değil, Kontrat esaslarına göre yönetildiğini de bilmez. Ülkemizdeki Hristiyan tarikat okullarının Laik (!?) Fransız hükümetinin himayesinde olduğunu da anlamaz.

Biz de Tek devlet, tek millet, tek vatan, tek bayrak diye gideriz işte!

Ya hu millete bu kadar eğitim veriyorsunuz, bunlar Devlet ile Hükümet arasındaki farkı bilmiyorlar. “Devlet-Millet kaynaşması” ne demek. Eğer aralarında adalet/Hukuk temelli bir işbirliği yoksa, Millet değil, devlet dediğiniz hükümet / Yönetici kadro gayrimeşru olur. Devlet dediğimiz şey, belli bir coğrafyada yaşayan bir halk, bir bir arada yaşama iradesi ile bir düzen kurar ve düzeni işletmek için de bir yönetim oluşturur. Biz ona hükümet diyoruz. Servet-Silah ve iktidar bir elde toplanması diye de, Yasama, Yürütme ve yargı erki bölünür. Buna Kuvvetler ayrılığı diyoruz. Bunun yanında Yerel Yönetim ile merkezi hükümet de bu çerçevede ayrıştırılır. Bunların dışında bir de Sivil toplum ve Media oluşturulur ki, Halkoyu özgürce oluşsun ve toplum Hükümetten bağımsız bir sivil alan oluştursun diye. Bunların tümünün tek bir yapı, ya da tek bir parti ya da örgüt ve tek bir Şahsın kontrolüne geçmesi, “Tek Adam” rejimine, Monarşiye dönüşmesine sebeb olur. Ve yönetici kadro dini de kullanmaya başlarsa “Tanrının gölgesi”, “Tanrının kılıcı”na dönüşür. Bir adım sonrası ise “Kutsal devlet”in “kutsal kıral”ı olur. Ve o bir de “Tanrının gölgesi” oldu mu, “Tanrı Kıral”a dönüşür. Ve “Teb’a” ve “Reaya”sına “Kullarım” diye hitap etmeye başlar.. Dini metinlerde karşılığı olan “Hizbullah”, “Zıllullah”, “Seyfullah” gibi tarihten gelen bir takım sıfatların, dünyevi ihtirasların basamağı olup, kontrol dışına çıkmasının sonuçlarını tarih okuyanlar bilirler ve Kur’an onlardan ve onların akıbetlerinden uzun uzun bahseder.

Bakın, şu son deprem olayında yaşananlara bakıyorum da, AFAD, Kızılay, DİB V. Ve diğer Sivil Vakıflar arasındaki hiyerarşi, görev alanı sorunu ciddi bir polemik konusu oldu. Eğer bu konuda bile anlaşamıyorsak vay halimize. Dini, ahlaki, insani, vicdani bir konuda bile yaşanan polemikler utanç verici. Bakın bu yapılarda görev yapıp da, o kaynakları başka maksatlar için kullananlar, yıkık evlere girip soygun yapanlardan daha alçaktırlar. Onların namazı da kabul edilmez. O mal ve makamlar “Kul hakkı”ndan öte “Yetim malı” kategorisindedir.

AFAD İnsani yardım örgütlerinden herhangi biri değil. RESMİ bir kurum, Herkesin ve hepimizin. Dolayısı ile diğer İnsani yardım örgütleri onun rakibi değil. AFAD Kamu kaynakları ile, insanımızın yanında, diğer İnsani Yardım kuruluşları ile birlikte durmalıdır. O Altyapı, Koordinasyon ve Kamu otoriteleri ile ortak çalışma yönü ile diğer yardım örgütlerinin sahip olmadığı imtiyaz ve statüye sahiptir. AFAD olarak onlar da AFAT’a muhtaçtır. AFAD’ın zaafı diğerlerinin, diğerlerinin zaafı AFAD’ındır. KIZILAY, tüm dünyada örgütlü, Uluslararası anlaşmalarla yurt içinde ve dışında Hak, Hukuk, İmtiyazları olan bir kuruluştur. Ayrıdır ve hem AFAD, hem de Diğer STK’larla işbirliği içinde olması gerekir. Diyanet ve Vakfı, hem ülkemizde, hem de İslam dünyasında tanınan, Dini bir yapı olmasının yanında bir kamu kurumudur. 70.000 in üzerinde ülke genelinde en yaygın kamu kuruluşudur ve 100.000’e yakın İK’ya on milyonlarla ifade edilen cami cemaati ile, sahip olduğu fiziki mekanları ile, her anlamda bu yapı içinde vaz geçilmez bir yere sahiptir. AFAD’da İlahiyat kökenli bir Başkan yardımcısından söz edildi. Aslında bu arkadaş Diyanetle koordinasyon için görevlendiriliyorsa, hem yardım toplamak, hem dağıtmak, hem de stoklamak, bilgi alma ve verme açısından bu kaynak kullanılsa, inanılmaz bir katma değer sağlanır. Cami üzerinden, elektirik de kesilse, insanlara ezan okunan minarelerden haber verilebilir. Ezan okunsa insani yardım için o çevredekiler, Allah rızası için koşar gelirler. Biz hepimiz aynı bütünün parçalarıyız. Öyle olmalıyız. Taş yerinde ağırdır. Kimse kimsenin rolünü üslenmemeli. Müslümanlar için bunlar Allah rızası için yapılan ibadetlerdir. İbadette gösteriş olmaz. Olmamalı. Yarın din günü kim ne yaptı, aklından ve kalbinden ne geçti ise önüne konulacak. “Hak’kın takdiri” böyle de, “Halkın takdiri” ise ilk seçimde görülecek! Hayrunnas, men yenfaunnas. Siyaset vekâlet ve halka hizmet vesilesidir. İnanmış biri için Halka hizmet, Hakka hizmet vesilesidir.

Bana kalırsa Media da bu süreçte iyi bi sınav vermedi, insani yardım örgütleri de. Kendi aralarında bir network oluşturmamaları da, birlikte çalışma konusundaki yetersizliklerinin bir sonucu. Ağustos 2022’deki Ahmet Çavukel’in uyarısı niçin dikkate alınmamış. 9-11. Ekim 2019’da Maraş ve çevre illerde TAMP Türkiye Acil Müdahale Planı çerçevesinde bir Ulusal Deprem Tatbikatı gerçekleştirilmiş. Hani İnsani yardım örgütlerinin bundan haberi vardı. Bu konular, Koordinasyon, senkronizasyon, optimizasyon konular konuşulmadı mı, konuşulmadı ise, kim neden, nerede, nasıl ve niçin eksik ve yanlış yaptı. Müteahhitler, belediyesi, siyasetçi, denetçiler kadar, bu konuda eksiği, yanlışı olanlar da sorumlu. Bu işler dostlar alışverişte görsün kabilinden işler olmamalı. Sonuç birilerinin eli ayağı boş değil, tuttuğu iş değil olur.

AFAT elemanlarının fiili operasyon görüntülerini ekrana vermekten ibaret bir basın görevi de olmaz. Olmamalı. Her işi resmi görevlilere delege ederek de bu yükün altından kalkılmaz. Biz birlikte olursak güçlü oluruz. Değilse bu ülkeye de, halkına da yazık olur.

Bir soruşturun bakalım, bu ilk uyarılar neyin nesi idi. O yalan haberlerin kaynağı neydi, O Petrol kutusu sondajı hikayesi neydi. HAARP iddiaları ne kadar doğru. O ışık patlamaları neydi! İşin teolojik boyutu var, astronomik boyutu da var. Sadece jeolojik bir boyutu yok. Konu sadece inşaat mühendislerini ilgilendirmiyor. Deprem sonrası afet yönetimi başka bir konu. İşin sağlık boyutu var. İhmali olan siyasiler, bürokratlar sorunu var. İnsani yardım kaynaklarının israfı, yağma ayrı bir konu, idari açıdan, güvenlik, istihbarat konuları da hayati öneme sahip. İşin mevzuat boyutu var, yargı boyutu var. Suçlular kaçmadan yakalanmalı. Yakalananların yargılanması ve suçluların cezalandırılması gerek. Yapacak çok iş var. Yıkılan yapıların yerine yenilerinin yapılması değil tek sorun. O insanların bozulan psikolojilerinin de onarılması gerekiyor. İnsani trajedinin başka boyutları da var, ailesini kaybeden çocuklar var. Artçı depremler söz konusu, bundan sonra yaşanacak depremler için hazırlık söz konusu.

Dilerim bu musibet, bize ders olur. Zira bir musibet bin nasihatten iyidir. Maraş ve komşu dillerin yaşamak zorunda kaldıkları güçlükler, bundan sonra benzer acıları yaşayacaklar için baht kaynağı olsun. Tabi bu Maraş ve çevresindeki insanların yaşadıklarından çıkartacağımız derse bağlı biraz da. Allah cahil ve zalimlere yardım etmez. Biz de onlardan olmayalım inşallah. Şimdi, övünmeyi, dövünmeyi bırakalım da, “inni küntü minezzalimiyn” diyelim, tevbe edelim ve dua edelim. Dua ederken kendi ellerimize bakalım. Başımıza gelenler kendi ellerimizle yaptıklarımızın sonucudur. Ya da birileri yanlış şeyler yaparken sessizliğimizin faturasıdır. “Zalimlere kardım etmeyin” denmedi mi bize. Sonra “onları yakacak ateş, size de dokunur” diye uyarılmadık mı? Biz kendimizi değiştirmeden, Allah (cc) bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecektir. Selam ve dua ile.