Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Tarihte bir dinlerarası diyalog denemesi: “Din-i İlahi”

İslam’da tahrif faaliyetleri sadece bugüne ait bir konu değil. Ya da sadece Asya’da, Afrika’da, Arap dünyasında, Şiilerde, Sünnilerde, Sufilerde, Selefilerde de değil. Demem o ki, kimse kendi dergahını masum, mağfur bir mekan gibi görmesin. Peygamber mescidleri, evleri bile bu anlamda korunmuş değil. Dini tahrif edenler sadece cahiller, gelenekçiler değil, ilahiyatçılar da bu tahriften sorumlu. Medya, STK’lar, siyasiler de aynı günahın bir parçası olabilir.

Bu bela bugün bizim başımızda, geçmişte, Yahudilik, Hristiyanlık bu işten büyük zarar gördü. Bugün var güçleri ile tevhidin son kalesi olan İslam’a saldırıyorlar. Allah, kitap, resul, mezhep, tarikat, her şey tartışma konusu yapılmaya çalışılıyor. Cumhuriyetle başlamadı bu ifsat hareketi, Osmanlı’da da vardı. Cumhuriyet döneminde, ardından darbeler döneminde hep laiklik maskesi ile geldiler üzerimize. Hatta Kur’an’dan ahkâm ayetlerini çıkartıp, yerine nutuktan parçalar eklemek isteyenler de oldu. Mesela, 1526-1858 yılları arasında Hindistan’da hüküm süren bir Türk devleti Babür şahlığında Ekber Şah, “dinlerarası diyalog”dan da daha ileriye giderek tüm dinleri birleştirip tek bir din ilan etti. Yeni birleşik dinin adı “Dîn-i İlâhî” idi. Bu dine göre, günde 4 vakit Güneş’e ibâdet ve Ekinoks kutlaması olan Nevruz’da şarap içmek farzdı.. Dîn-i İlâhî’ye kabul ayinleri Güneş’in saltanat günü olan Pazar günü yapılıyordu ve ayrıca gök cisimleri ile ilgili zikir ayinleri vardı.

Timur Hanedanlığından gelen Ekber Şah’ın tam adı “Ebul Fatih Celâleddin Muhammed Ekber Şah” idi. Radikal reformlara imza atan reformist bir karaktere sahip Ekber Şah’ın Cizvitlerden etkilendiği de söylenir. Bir Cizvit Papazının hatıratında Ekber Şah ve onun yeni dini için şöyle denir: “Bir baş tarafından yönetilen bir devlette yaşayanların birbirinden ayrı ve birbirine karşı inançlar beslemesi ve başka başka kanunlarla yönetilmesi doğru değildir. Dolayısıyla bütün bunları birleştirmeliyiz; şöyle ki: Hem hepsi bir olsunlar, hem de o birin içinde hepsi bulunsun. Böylelikle herhangi bir din içindeki iyi şeyleri kaybetmemek ve öbürlerindeki daha iyi şeyleri de kazanmak gibi bir kazanç sağlamış oluruz. Bunu yapmakla Allah’a tapma işi, halkın rahatlığı ve devletin güvenliği sağlanmış olur.”

Ekber Şah Hindu, Müslüman, Zerdüşt, Budist, Sih, Cayinizm, Hristiyan gibi inançlardan karma bir din icat etmek istiyordu. Bu “Hoşgörü” farklı inanç sistemleri arasında bir diyalog ve tolerans zemini de oluşturacaktı ve bu şekilde bir “barış toplumu” gerçekleştirilmiş olacaktı. “Dostluk ve barış içinde bir arada yaşama fikri”ni ifâde eden “sulh-i küllî” düşüncesinin şekillenmesinde Hocası Mir Abdüllâtif ile birlikte sarayında Cizvitlere de yer verdi. Kendisine veliaht doğuracak diye Hindu Rajputun Jodha adlı kızı ile evlendi. Alkol ve uyuşturucu kullanıyordu. Uzun bir zaman bir Zerdüşt gibi yaşadı. Bir ara Mehdiyet fikrine sarıldı. Mehdiliğini kabul ettirilmek için dini önderleri saf dışı etti. Onları itibarsızlaştırdı. 1575’te başkent Fetihpur Sıkri’de Divanhane adında bir mabed yaptırdı. Sünni ve Şii ve mutasavvıfları bir araya getirerek dinî konularda tartışmalar düzenleyerek, hepsini birbirine karşı kışkırtarak etkisizleştirdi. Bu şekilde görüşlerini nötralize etti. Ekber Şahı, mehdilik konusunda yönlendirenlerin başında Mehdevî hareketinin lideri Şeyh Mübarek b. Hıdır en-Nagorî ile iki oğlu Feyzî ve Ebulfazl el-Allâmî vardı. Ancak Mehdiyet düşüncesi karşısında en büyük engel alimlerdi. Bunun üzerine Ekber Şah daha sonra Mecusî, Hindu, Budist ve Hristiyan bilginlerini de bu toplantılara çağırmaya başladı, vahyin geçmiş bedevi topluluklara hitap ettiğini söyledi. Bununla da yetinmedi akla aykırı olduğu söyledi. Sonra da, Kur’ân’ın Allah kelamı olmadığı görüşleri dile getirildi.

1579 yılında “Fetihpur Sikri Ulu Camii”nde Feyzi en-Nagori, Ekber Şah veliyullah ve “müctehid-i zaman” ilan etti. Ebu’l-Fazl’a göre de o “zamanın kutbu” idi, insanların ona tâbi olmaları şarttı. Şeyh Zekeriya, Şah’ın “insan-ı kâmil” olduğunu, insanları yüzlerini ona dönmeleri gerektiğini, onun “kıble-i murâdât” olduğunu hadislerde buna işaretler olduğunu iddia etmiştir. Ekber Şah’ın ilahi tecellilerin aynası olduğunu iddia ederek ona secdenin caiz olduğunu iddia etti.

Brahmanlardan bazıları da, onun Rama ve Krişna gibi bir Hindu tanrısı, Vişnu’nun Dünya’ya gelmiş hâli olduğunu iddia etti. Ona sadakatin dört mertebesi olarak mal, can, namus ve dinin feda edilmesi şartı getirildi. Böylece dünyada hikmet, şecaat, iffet ve adâlet gerçekleşecekti.

Bizde de bir zamanlar “Türk’ün yeni Amentüsü”nü yazanlar da olmuştu. Saparmurat Niyazov Türkmenbaşı da bir zaman Türklerin kökenli, inancı, ahlakı için bir rehber kitap olarak  Ruhname”yi yayınlamıştı. Türkmenistan “Ruhname”de Türk milletinin ahlâk değerlerinin kökünün Nuh’a dayandığı kitabın ilk bölümünde Hz. Nuh’un öğütlerine genişçe yer verilir. Daha önce de Kaddafi, Libya halkı için “Yeşil kitap” dediği bir manifesto yayınlamıştı.

Ekber Şah’ın Osmanlı ile yıldızı hiç barışmadı. Osmanlı-Safevî çatışmasında Safevilerden yana oldu. İlginç bir yanı adil mahkemeler kurdu. Vergide adaleti sağladı. Çok hukuklu bir toplum düzeni kurdu. Her gelenek kendi hukukuna göre yaşadı.. İlim, sanat, mimarlık edebiyat gelişti. Çok muhteşem saraylar yaptırdı. Ekber şah, 15 Ekim 1542’de doğdu ve 27 Ekim 1605’te öldü. Karşısındaki en önemli muarızı kendinden 22 yaş büyük olan, İmâm-ı Rabbânî adıyla maruf Ahmed Sirhindî isimli Hindistan’lı bir İslâm âlimi idi. İmam-ı Rabbani 26 Haziran 1564’de doğdu ve Ekber Şah’tan 19 yıl sonra, 10 Aralık 1624’de vefat etti. 

Daha sonra Cihangir adı ile tahta çıkan Ekber Şah’ın oğlu Selim babasını tahttan indirdi ve babasının yanlışlarından sarayın danışmanı olan Ebu-l Fazl’ı sorumlu tuttu ve onu öldürttü. Geçmişte yaşanan bazı olayları hatırlattım ki, bu konuda dikkatli olalım. Bugün de dine, dindarlara karşı binbir türlü fitne ve fesat planları yapılmaktadır. Özellikle şeytanın sağdan gelenlerine karşı dikkatli olalım. Bunlardan bazıları da ilahiyatçı kimliği ile geleceklerdir. Cahillere de dikkat, aklını şeytana kiralayanlara da! Bütün bunları tarihten ders alalım diye yazdım. Sakın din ve devlet büyüklerinizi ilah ve Rab edinmeyin. Bugüne bakıp, hayıflanmaya gerek yok. Lut Kavmi’ni hatırlayın, Kerbela’yı hatırlayın.  Ekber Şah’a bakın. Kafanızı kiraya vermeyin. Selam ve dua ile. 

Bu yazı toplam 865 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar