Şehidlik, Ölüm Biçimi Olmak'tan Öte Bir Hayat Tarzıdır

 

Güzel ölmenin yolu, güzel yaşamaktan geçer. Güzel inanan güzel yaşar, güzel yaşayan güzel ölür, güzel ölen güzel haşredilir, güzel haşredilen de hayatına en güzel yerde devam eder. Evet, şehâdeti özlüyor ve gözlüyorsak, kendimizi kontrol etmeliyiz: Nasıl yaşıyoruz? Eğer şehid gibi yaşıyorsak, biz zaten şehidliği fiilî olarak istiyoruz demektir. Şehidlik, istenmekten çok yaşanılır.

Selâm olsun, kendilerine ölü denilmesi yasak olanlara, canını Allah yolunda verenlere! Selâm olsun içimizdeki canlı şehidlere! Şehid olarak yaşayanlara, şehid olarak ölenlere selâm olsun!

Demokratik ve tâğutî kulvarlara doğru savrulmanın çokça yaşandığı, dünyevileşmenin insanımızı kurban ettiği, teknolojinin tüm insanları köleleştirdiği bir zaman diliminde şehadet gibi fedakârlık isteyen bir değerimizi ihyâ için hepimize çok iş düşüyor. İnsanların helâke ve cehenneme doğru koşuşturduğuna şahit olan dâvâ adamlarının, Kur’an’ın kurtuluş için sunduğu reçeteyi, insanlara sunma mecburiyeti vardır. O reçete; şirkin her çeşidinden uzaklaşıp yeniden ve mükemmel şekilde iman etmek, anlayarak ve yaşamak için okuduğu Kur’an’ı hayata hâkim kılmaya çalışmak, ilim, cihad ve takvâ ehli olmaktır. Aşırılıklara iltifat etmeyip itidalli tavırlarla ve Nebevî usulle bireysellikten cemaate, cemaatten ümmete, ümmetten devlete doğru gitmektir.

 İnsanımız, hatta dâvâ adamı sayılan nicelerimiz, Kur’an kültürüyle yetişmediğinden, çok kullandıkları bazı kavramları bile Kur’an’ın yüklediği anlamla kullanmıyor. Çevremizdeki nice insanın “Cihad” kavramını “savaş” anlamında kullandığını ve cihad denilince hep savaş anlamı çıkardığını buna örnek olarak verebiliriz. Hâlbuki cihad, Allah yolunda Allah’ın verdiği imkânları kullanmak, Allah yolunda her çeşit gayret ve çabayı göstermek demektir. Şehid kavramı da böyle. Kur’ân-ı Kerim’in hemen tüm âyetlerinde “şehid” kavramı, bir ölüm şekli olarak değil, bir hayat tarzı olarak gündeme getirilir.

Şehâdet kelimesini iman ve teslimiyetle söyleyip anlamını hayata geçirmeye çalışmayan kimse, nasıl ölürse ölsün “şehâdet”e ulaşamaz, şehid kabul edilemez. Şehâdet ehli olan ve insanlara şehîd/örnek olarak yaşayan mü’min ise, yatağında ölse bile Allah’ın izniyle “şehid”dir. Ancak şâhidlik yapıp örnek şekilde şehid olarak yaşayan kimse, şehid olarak ölür.

Güzel ölmenin yolu, güzel yaşamaktan geçer. Güzel inanan güzel yaşar, güzel yaşayan güzel ölür, güzel ölen güzel haşredilir, güzel haşredilen de hayatına en güzel yerde devam eder. Evet, şehâdeti özlüyor ve gözlüyorsak, kendimizi kontrol etmeliyiz: Nasıl yaşıyoruz? Eğer şehid gibi yaşıyorsak, biz zaten şehidliği fiilî olarak istiyoruz demektir. Şehidlik, istenmekten çok yaşanılır. Daha doğrusu, canlı şehid olarak yaşamakla şehidlik istenir. “Ey iman edenler! Allah’tan, hakkıyla, O’na yaraşır biçimde korkun ve ancak müslümanlar olarak ölmeye bakın.” (3/Âl-i İmrân, 102)

Şehidlik, yaşayışta ve ölümde zirvedir, hayatı güzelleştirmek ve en güzel şekilde ölmek, yani ölümsüzleşmektir. Bir mü’min, “nasıl olsa öleceğim, bundan kurtuluş yok, öyleyse bu, niye Allah için olmasın?” diyerek gözünü zirveye dikmelidir. Bunun için de şehid olarak yaşamak gerekir. İslâm kültüründe şehidlik, gerçek mânâda hayat sürmenin adıdır. Şehidlik, aslında gerçek anlamıyla ölmek istemeyen, hep yaşamak isteyen insanların ölüm şeklidir. Diğer insanlar sadece ölür gider; fakat şehidler ölmez, insanlar bunu anlamasa da (3/Âl-i İmrân, 154). Şâhidlik ve şehidlik; alçaklığa, zillete karşı konulan bir tavırdır. Şehid, ya şereflice yaşamak veya şereflice ölmekten başka bir üçüncü yol bilmeyen kahramandır. Şehid bu bilinçle yaşayan, Allah’ı hayatın merkezine koyan kimsedir.

İslâm kültüründe şehidlik, gerçek mânâda yaşamaya başlamanın adıdır. Şehidlik, aslında gerçek anlamıyla ölmek istemeyen, hep yaşamak isteyen insanların ölüm şeklidir. Diğer insanlar sadece ölürler; fakat şehidler ölmezler, insanlar bunu anlamasa da.[1] Zillet içinde yaşamayı yaşamak mı sanıyorlar? Şâhidlik ve şehidlik; şerefsizliğe, zillete karşı koyulan bir tavırdır. Şehid, ya şereflice yaşamak veya şereflice ölmekten başka bir üçüncü yol bilmeyen kahramandır. Şehid bu bilinçle yaşayan, Allah’ı hayatın merkezine koyan kimsedir.

İslâm, ölüm ötesine uzanan ebedî bir hayatı kapsar. Ayrıca o, ölüm sonrası kurtuluşu ölüm öncesi kurtuluşa bağlar. Bu yüzden İslâm, mensuplarını ölüme çağırırken gerçekte ölmeye değil; yaşamaya çağırmaktadır. İslâm dışı düzenler ise, mensuplarını sadece ölmeye çağırırlar. Onların vaad edeceği Cennet yoktur. Bununla birlikte, maalesef, günümüzdeki beşerî düzenler sadece İslâm’a has olan şehidlik kavramını alıp tepe tepe kullanıyorlar. Demokrasi şehidi, devrim şehidi, basın şehidi, görev şehidi... Şunu tekrar tekrar belirtelim ki, uğrunda ölünen yol Allah yolu, ölen kişi müslüman, ölenin niyeti de tamamen Allah’ın rızâsını kazanmak olmadıkça; yani o canlı şehid olarak yaşamadıkça, nasıl ölürse ölsün o şehid olamaz. O boşuna ölmüştür. Rasûlullah’a (s.a.s.); ‘adamın birisi şecaat için, birisi ırk hamiyeti için, birisi riyâ için savaşıyor; hangisi Allah yolundadır?’ diye sordular. Peygamberimiz buyurdu ki: “Kim Allah kelimesi yücelsin diye savaşırsa, ancak o Allah yolundadır.”[2] Kur’an şöyle diyor: “De ki: ‘Namazım, ibâdetlerim, hayatım ve ölümüm, âlemlerin Rabbi Allah içindir.” [3]

Özellikle beşerî düzenler, kendilerini korumakla görevli olan asker veya polis, herhangi bir şekilde birileri tarafından öldürüldüğü zaman, hemen, “şehid edildi” derler. Müslümaların tâkip ettiği medya da, istisnâlar dışında, aynı nakaratı dillendirir. Fakat aynı olayda ölenler arasında halktan mâsum vatandaşlar varsa, onlara da “öldürüldü” derler. Yani, kısacası, bu düzenler, kendi amaçları doğrultusunda ölenlere şehid deyip sonra da onları, kabul etmedikleri İslâm’ın cennetine koyarlar! İslâmî kavramları kullanıp müslüman halkın inançlarını sömürmeye kimsenin hakkı yoktur. Cenneti ve cehennemi olmayan, sadece yalancı peygamberleri olan düzenlerin İslâm’ın malı olan bu kavramı kullanmaya hakkı kesinlikle yoktur. Müslümanlar olarak, bu noktada uyanık olup beşerî düzenlerin bizden çaldıkları kavramları, çarpıtılmış şekilde değil; İslâmî kavramları yine kendi zemin ve şartları içerisinde İslâmî bir perspektifle değerlendirmemiz gerekir.

Şehidler söylediklerini ve yaşadıklarını kanlarıyla yazarlar. Bu yüzden o yazılar silinmez. Tarih onları silemiyor ve unutturamıyor. Zâlimler ve müstekbirler de onları hayattan, tarih yazmaktan ve tarih sahnesinden atamıyor. Şehidlerin kanlarıyla yazdıkları mesaj, gün geçtikçe daha da derinleşip netleşiyor. Meselâ, şehid Seyyid Kutub’un şehâdetiyle birlikte daha fazla tanındığını, mesajının daha fazla yankı uyandırdığını söyleyebiliriz. Seyyid Kutub, sağ iken, bu kadar yaygın bir şekilde tanınmıyordu. O şehid olmasaydı, öğretmenliği bu denli sürekli ve canlı olamazdı. Tarih, aynı dönemlerde yaşayıp ölen nice insanları unutturduğu halde Seyyid Kutub daha fazla tanınır hale geldi. Bugün az çok okuyan, düşünen ve müslüman olduğunun farkında olarak yaşayan her müslüman tarafından tanınmaktadır. Kim demiş ki Seyyid Kutub öldü diye? Hayır, o ölmedi! Tam aksine, Allah yolunda yürüyen tüm mü’minlerin kalbinde yaşıyor. Şehidlere “ölüler” denilmemesini ve onların yaşadığını bu açıdan da böyle anlamak gerekir. Seyyid Kutub örneğini vererek söylediklerimiz, tüm şehidler için geçerlidir.

Şehâdetin mutlaka kan ile sonuçlanmasının gerekmediğini söylüyoruz. Şehid, yatağında bile ölebilir. Nice insan vardır, cephede öldüğü ve hatta şehid zannedildiği halde şehid değildir; nice insan da vardır ki, kendisine şehid unvânı verilmediği ve dünya ahkâmı yönünden şehid muâmelesi yapılmadığı ve yatağında öldüğü halde, âhiret açısından şehid hükmüne sahip olur. Önemli olan kişinin şehid gibi yaşamasıdır. “Allah Teâlâ’dan bütün kalbiyle şehidlik dileyen bir kimse, yatağında ölse bile, Allah onu şehidlik mertebesine ulaştırır.” (Müslim, İmâre 157; Nesâî, Cihad 36; İbn Mâce, Cihad 15); “Şehidliği gönülden arzu eden bir kimse, şehid olmasa bile sevabına nâil olur.” (Müslim, İmâre 156)

Dâvâ insanına ya secdede, ya kürsüde veya cephede ölmek yakışır. Fakat, nasıl öldüğümüz kadar, nasıl yaşadığımız önemlidir. Bir mü’minin ölüm şekli kadar, belki ondan daha fazla yaşayış şekli önemlidir. Zaten nasıl yaşarsak öyle öleceğiz ve o şekilde haşrolacağız. Bu yüzden şehâdeti, şâhid olmak ve şehid olmak şeklinde çift yönlü, ama bir bütün olarak anlamamız gerekir.

Şehidlerin seyyidi Hz. Hüseyin’i, Hz. Hamza’yı ve onların yolundan giden başta Suriye ve Filistin’de olmak üzere tüm şehidlerimizi, yaralı gazilerimizi hatırlayalım, hatırlatalım istedik. Onların yolunu sürdürme sözü vermek için bu geceyi tertip ettik. Canlı şehid olarak yaşamamız ve şehid olarak ölümsüzleşmemiz duâsıyla şehidler gecesi hepimize hayırlar getirsin.

“Rabbenâ âmennâ bimâ enzelte ve’tteba’nâ-r-rasûle fektubnâ maa’ş-şâhidîn” “Rabbimiz! İndirdiğine iman ettik ve Peygamber’e uyduk. Öyleyse bizi şâhidlerden/şehidlerden yaz!” (3/Âl-i İmrân, 53)

V’esselâmu aleykum ve rahmetullah.


1 3/Âl-i İmrân, 154

2 Ebû Dâvud

3 6/En’âm, 162

(Not: Bu yazı, yazarın Kalem-Der'in düzenlediği Şehidler Gecesi'nde yaptığı konuşmanın metnidir.)

Bu yazı toplam 2306 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar