Rukyeyi Meslek Edinen ve Para Karşılığı Hastalara Dua Eden Zihniyete...

Rukyeyi Meslek Edinen ve Para Karşılığı Hastalara Dua Eden Zihniyete Reddiye

Büyünün ne olup olmadığı, cinlerin insana musallat olup olamayacağı, beyinle ilgili sara gibi hastalıkların rukye veya rukye adıyla yapılan muskacılık, cin çıkarma gibi hurafelerle çözüm getirdiğini iddia eden hastalığı istismar eden ve hastaları sömüren zihniyeti daha sonra ele almayı düşünüyorum.
Şimdi, tartışmaların merkezini teşkil eden rukyeyi meslek edinen kişilerin yaptıkları iş karşılığı aldıkları para konusunu ele alalım:
Önce konuyla ilgili âyetleri yazayım:
“Âyetlerimi az bir karşılık ile satmayın, yalnız Ancak Benden korkun.” (2/Bakara, 41). Kur’an ile tedavi yaptığını söyleyen bir kimse, Allah’ın ayetlerini dua olarak bir kimseye okuma karşılığı bir menfaat elde edebilir mi? Ederse bu âyetin hükmüne girmez mi? Konuyla ilgili diğer iki âyeti de kaydedeyim: "Onların ardından (âyetleri tahrif karşılığında) şu değersiz dünya malını alıp, 'nasıl olsa bağışlanacağız' diyerek Kitab'a vâris olan birtakım kötü kimseler geldi. Onlara ona benzer bir menfaat daha gelse onu da alırlar. Acaba Allah'a karşı hakdan/gerçekten başka bir şey söylemeyeceklerine dair kendilerinden, o Kitabın hükmü üzere mîsak/kuvvetli söz alınmamış mıydı ve onlar Kitab'ın içindekini ders edinip okumadılar mı? Halbuki âhiret yurdu, takvâ sahipleri/Allah'tan korkanlar için daha hayırlıdır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?" (7/A'râf, 169); "...İnsanlardan korkmayın, benden korkun. Âyetlerimi az bir bedel karşılığında satmayın. Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir." (5/Mâide, 44)
Zayıf ve uydurma rivayetleri değil, sahih hadisleri bu konuda delil olarak sunacağım: "Kur'an okuyun, onunla amel edin, On(u okumak)dan asla uzaklaşmayın, onun hakkında haddi aşmayın; onun karşılığında ücret alıp yemeyin, onunla dünya menfaati artırmayı talep etmeyin." (Ahmed bin Hanbel, Müsned II/428; Heysemî, VI/167); Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, V/322; Aynî, Umdetü'l-Kaarî, XII/95; S. Buhari, Tecrid-i Sarih Terc. VII/46). Rukyeci geçinenler rahatlıkla diyebilir ki, “biz para almıyoruz. Hastaya okuyoruz. Gönlünden kopan ne ise, onu hediye olarak veriyor. Bunlar gibi yapan sahabiye Peygamberimiz ne demiş bakalım: Übeyy bin Kâ'b: "Bir adama Kur'ân-ı Kerim öğrettiydim de, bana bir yay hediye etmişti. Durumu Rasûlullah'a söylediğimde: "Onu alırsan, ateşten bir yay almış olursun demektir" buyurdular, ben de sahibine geri verdim.” (İbn Mâce, II/157; S. Buhari, Tecrid-i Sarih Terc. VII/47-48). Sahabi, cehennemde ateşten bir hediyeye döneceğini duyunca, aldığını sahibine geri vermişti. Rukyeyi meslek edinenler de, sahabenin yaptığını yapabiliyorsa, onları örnek şahsiyet olarak bütün facebook okuyucularına ilan edeceğim. Güya sahabiden delil getiriyor, onların yaptıklarını yaptığını iddia ediyorlar, Peygamberimizin sünnetini yaptığını iddia ediyorlar ya; bu konu onların samimiyet testinden geçtiğinin delili olsun. Ubâde bin Sâmit: Ehl-i Suffe'den bir çok kimselere Kur'an öğrettim. Bu öğrencilerimden birisi bana ok atılan bir yay hediye etti. -Kendi kendime- 'Bu bir mal/para değildir. Özellikle bununla ben savaşlarda Allah yolunda ok atacağım' dedim. Bununla beraber, Nebî (s.a.s.)'e bu olayı arz ettim. Rasül-i Ekrem cevaben şöyle buyurdu: "Allah Teâlâ'nın Kıyamet gününde boynuna ateşten bir halka takmasını arzu edersen kabul et!" (Ebû Dâvud; S. Buhari, Tecrid-i Sarih Terc. VII/47) "Kim Kur'an öğretmesi karşılığında bir kavs/yay alırsa, Allah ona ateşten bir yay kılâde yapıp boynuna takar." (Dârimî; S. Buhari, Tecrid-i Sarih Terc. VII/48) (Bu hadislerin çoğunda Suffe talebelerinin, öğretmenlerine hep kavs, ok yayı hediye ettikleri zikredilmiştir. 'Bunların hediye edecek başka şeyleri yok mu idi? Bunların hepsi de ok, yay sahibi mi idi?' Evet, başka şeyleri yoktu. Bunların tümü, fakir ve ihtiyaç sahibi kimselerdi. Ayrıca, bunların hepsi mücâhid idi. Hepsinin de mâlik olduğu dünya malı okla yaydan ibaret idi. Ekserisi bâdiye (çöl) halkından idi. En güzel yay bunlarda bulunurdu. Birbirini görerek hocalarına yay hediye etmek istedikleri anlaşılıyor. -S. Buhâri, Tecrid-i Sarih Terc. VII/48-) "Kim Kur'an okuyup Kur'an'ı insanların malını yemeye vesile edinirse, Kıyamet gününde yüzü etten soyulmuş bir kemikten ibaret olarak Arasat meydanına gelir." (Aynî, Umdetü'l-Kaarî, XII/96; Beyhakî; S. Buhari, Tecrid-i Sarih Terc. VII/48)
"Kur'an okuyan, onunla Allah'tan istesin. Zira birtakım insanlar gelecek, Kur'an'ı okuyacaklar ve onunla insanlardan menfaat temin edeceklerdir." (Tirmizî, V/179, hadis no: 2917; S. Buhari, Tecrid-i Sarih Terc. VII/48-49; Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, V/322; Aynî, Umdetü'l-Kaarî, XII/96) İmam Buhârî, Sahih-i Buhârî'nin "Fedâilu'l-Kur'an" bölümünde "Kur'ân'ı; gösteriş, yeme ve övünme için okuyanlar" diye bir başlık açmış ve ilk olarak şu hadis-i şerifi almıştır: "Dünyanın sonunda birtakım insanlar gelecek ki, onlar basit akıllıdırlar. Allah'ın kelâmını okurlar, ama okun yaydan çıktığı gibi İslâm'dan çıkarlar. İmanları gırtlaklarından öteye geçmez; onları bulduğunuz yerde öldürün. Çünkü onları öldürmek, Kıyamet gününde ecir olacaktır." (Buhâri, Tecrid-i Sarih IX/301; XI/248) Buhârî'yi şerheden âlimlerden Kirmânî, bu hadisle ilgili şu açıklamayı yapar: "Bu hadisin, konulan başlığın ikinci kısmıyla, yani Kur'an'ı yeme vesilesi yapmakla ilişkisi şudur: Kur'an okuma, Allah için olmazsa, elbette ya gösteriş, ya yeme vesilesi, ya da benzeri bir şey için olacaktır." (Kirmânî, Şerhu'l-Buhârî XIX/49; Kastalânî, İrşâdü's-Sârî, VII/388) Peygamber (s.a.s.) ashâbından iki kişi bir gün bir mescide geldiler. İmam namazdan selâm verince, cemaatten biri, bir miktar Kur'an okudu; sonra da yardım istedi. Olaydan müteessir olan sahâbîlerden biri: 'Hepimiz Allah içiniz, O'na aidiz ve O'na döneceğiz. Peygamber Efendimiz'i şöyle derken işitmiştim: "Pek yakın bir gelecekte bir grup insan türeyecek, bunlar Kur'an'ı âlet edip dilenecekler. Bu işi kimin yaptığını görürseniz, sakın ona bir şey vereyim demeyiniz." (Fudayl bin Amr'dan, et-Tıbyân fî Âdâb-ı Hameleti'l-Kur'an, Muhyiddin Nevevî, s. 29)
Âyet ve Hadislerden delil getirdim. Şimdi Fıkıhtaki yerini görelim: Allâme İmam Birgivî bu konuda şunları söyler: "Onlardan kim âhiret işini dünyalık için yaparsa, artık âhirette onun hiçbir payı yoktur." O yüzden böyle bir okuyuşun sevabı olmadığına göre gerçekte sevabın satışı olan bu ücret nasıl câiz olabilir? Ma'dûmun (olmayan bir şeyin) satışı ise câiz değildir. Var olduğu kabul edilse bile, teslimi mümkün değildir." Teslimin de mümkün olduğu kabul edilse bile, bu, menfaatin bir şey karşılığı temlik edilmesidir. Buradaki menfaat ise sevaptır, kıraat değildir. Zira ücret veren sevabın hâsıl olmadığını bilse, mücerred okuma karşılığı bir kuruş bile vermez. O yüzden sevap teslim edilmeden ücrete hak kazanılamaz. Verdiğinin kıraat şartına bağlı olmayan bir sıla (hediye) olması, okuyanın da sırf Allah için okumuş bulunması mümkün değildir. Çünkü veren verdiğini, ancak muradına göre okunması için verdiğindendir ki, okunup okunmadığını izlemektedir. Okuyan da bir şey verilmemesi halinde okumayacaktır (İbn Âbidin, Şifâu'l-Alil, s. 182 Naklen F. Beşer, s. 77). Kur'an-ı Kerim okumak da, bedenî bir ibadet olma bakımından, namaz ve oruç gibidir. Onun için, nasıl namaz ve oruca ücret almak câiz değilse, Kur'an okumaya ücret almak da câiz değildir. Bu, gerçekte bir sevap satma işidir ki, insanın geçmiş zamanlarda yaptığı amellerin sevabını satışa çıkarmasına benzer. Bunun da câiz olamayacağı nasıl ihtilâfsız bir gerçekse, berikinin de câiz olmadığı aynıdır (Birgivî Muhammed; Şerh'u Hadis-i Erbaîn, s. 75; İbn Âbidin, Şifâu'l-Alil, s. 182). Şeyhu'l-İslâm Ankaravî Mehmed Efendi: "Kıraat ya tâattir (sevaptır), ya ma'sıyettir (günahtır), ya da mubahtır. Bir dördüncü şık düşünülemez. Eğer Kur'an-ı Kerim okumak, hadis-i şerif okumak gibi bir tâatse, bunların karşılığında ücret almak, tâate ücret almak olur ki, tâat üzerine ücret akdi yapmak sahih değildir. Eğer şarkı, türkü gibi bir ma'sıyetse, o zaman bu, ma'sıyete ücret almak olur. Bu ise bâtıldır. Yok eğer edebiyat vs. kitapları okumak gibi bir mubah okumaksa, o zaman da ücretle tutanın ücret vermeden bile sahip olduğu bir şeyi, ücretle yaptırması olur ki, bu mün'akid (geçerli) olmaz." (Şeyhu'l-İslâm Muhammed Emin el-Ankaravî, Fetâvâ-yı Ankaravî. II/293) El-İhtiyâr ve Mecmau'l-Fetâvâ'da: "Kur'an için herhangi bir şey almak câiz değildir. Zira bu ücret gibidir" denmektedir. Ücrete benzeyen câiz olmazsa, ya ücret olarak alınan nasıl câiz olacaktır? (İbn Âbidin, Şifâu'l-Alil, s. 179) Hayreddin Karaman, bu konuyla ilgili şu açıklamayı yapar: "Pazarlıklı veya pazarlıksız menfaat karşılığında başkalarına Kur'an okumanın ve okutmanın, Kur'an'a ve sünnete uygun ve faydalı telâkki edilmesine imkân yoktur. Çünkü dört mezhebin müctehid âlimleri ve mûteber kitapları şu noktalarda ittifak etmişlerdir: 1- İbadette ihlâs, yani ibadeti Allah rızası için yapmak şart olduğu için menfaat karşılığı yapılanlar ibadet değildir. 2- Menfaat karşılığı okumak ve okutmak câiz değildir. Alan ve veren günah işlemiş olur (Hayreddin Karaman, İslâm'ın Işığında Günün Meseleleri, 1. cilt, s. 113). “Rukye sünnettir” diye yaptığını Peygamberimiz’e mal etmeye kalkma. Peygamberimiz Kur’an’dan âyet okudu ve şifa için dua etti. Onun okuduklarının ve onun dualarının dışına çıkmak meşrû rukye sayılmaz. Sünnet hiç değildir. Peygamberimiz dua ettiğinden dolayı kimden para aldı, kimden dua gibi bir ibadet karşılığı hediye aldı? Rukyeyi meslek yapmak; bu yol, yol değildir.
Benim de birkaç tanesini yazdığım, Kur’an’dan ve sahih hadislerden çok sayıda Kur’an okuma karşılığında para ve mal almayı yasaklayan hadislerin zıddına; önemsenecek sahih hadis kabul edilen Buhari ve Müslim’in rivayet ettikleri Fatihatu’l-Kitab’ı Okumakla Rukye Yapma hadisi var.
İtiraz eden ve seviyelerine ve yaptıkları çirkin işlere bakmadan bana reddiye yazmaya yeltenen rukyeciliği meslek edinmiş, cin çıkartan, muska yazan kişilerin; uzun uzun alıntı yapıp câizliğine ve para alınmasına fetvalar bulmaya çalıştıkları hadisi tahlil edelim: (ki, bu hadis dışında, bu hadisin değişik varyantları dışında rukye karşılığında ücret almayı onaylayan sahih delil pek yoktur)
Bize Şu'be, Ebû Bişr'den; o da Ebû Mütevekkil'den; o da Ebû Saîd el-Hudrî (R)'den şöyle tahdîs etti: Peygamber(s)'in sahâbîlerinden bir grup insan Arab kabilelerinden bir oba halkının üze­rine vardılar. O oba halkı gelen sahâbî grubuna yemek vermediler. Onlar böyle konuk edilmemiş hâlde bulundukları sırada birden o oba halkının seyyidi zehirli bir hayvan tarafından sokuldu. Bunun üzeri­ne oradaki sahâbîlere:
— Sizin beraberinizde bir deva yâhud rukye tedavisi yapan kim­se var mı? dediler.
Sahâbîler de onlara:
— Sizler bizi konuk edip yemek yedirmediniz. Biz de, sizler bi­zim için bir ücret ta'yîrı etmedikçe size rukye yapmayız! dediler.
Bunun akabinde kabile halkı, sahâbîler için ücret olarak bir bö­lük koyun sürüsü ayırdılar. Bundan sonra bir sahâbî Ümmü'I-Kur'ân'ı okumaya başladı. Tükrüğünü topluyor ve o hasta adamın üzerine tükürüyordu. Neticede o zât iyileşti. O kabîle halkı da koyun sürüsünü getirip teslim ettiler.
Sahâbîler, okuyan sahâbîye:
— Biz bu sürü parçasını Peygamber'e sormadıkça almayız, de­diler.
Nihayet bunu Peygamber'e anlatıp sordular. Peygamber (S) gül­dü ve:
— "Sana bu sûrenin bir rukye olduğunu bildiren nedir? Bu sürü parçasını alın, bana da bir pay ayırın!" buyurdu. (Buhârî, Tıb; Müslim, Tıb; Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi, D.İ.B. Y., c. 7, s. 43-44)
Kıyas yapıp bu hadisten delil getirmek için şu şartların oluşması gerekir:
1- Rukye ücreti alınan kimselerin kâfir olması gerekiyor. (Bu hadiste kâfirlerden alınan koyunu, Peygamberimiz onaylamıştı.)
2- Ücret alınan kimseler, insanî özelliklerden de mahrum olmalı. (Bu hadiste sahâbîlerin ücret almalarının gerekçesi vurgulanmış; tedavi edeceği kimsenin ve çevresindekilerin yüzüne karşı da bu gerekçeyi söylüyorlar: “Sizler bizi konuk edip yemek yedirmediniz. Biz de, sizler bi­zim için bir ücret ta'yîn etmedikçe size rukye yapmayız!” Demek ki, herkesten ücretle rukye yok, kendilerine insanî muâmele yapmayan, misafir ve aç oldukları halde önlerine yiyecek koymayan kimselerden ücret istiyorlar.)
3- Hastaya sadece Fâtiha sûresi okunmalı. (Hadisteki sahâbî sadece Fâtiha okumuştu. Buhârî de, bu hadisi Fâtiha-i Şerîfe ile duâ mukabilinde bir ücretin verilip alınmasının hükmüne dair bir bâbında sevk etmiştir.)
4- Bu ücret alımı, bir defalık olmalı, bu işi meslek haline getirmemeli. (Sahâbî, bir defa böyle şey yapmış, rukye karşılığı koyunun caiz olup olmadığı konusunda şüpheye düşmüştü; bu şartlarla Peygamberimiz bu rivayete göre bu ücreti onaylamıştı. Bu sahâbî rukyeciliği meslek edinmiş ve devamlı bundan geçimini sağlıyor değildi.)
Bu şartları ben söylemiyorum sadece. Bakın; Buhâri, Tecrid-i Sarih şârihi, bahsi geçen hadis hakkında yaptığı açıklamalarda şunları da söyler: İzahıyla meşgul bulunduğumuz Ebu Said-i Hudrî hadisi ile bunların teâruzuna gelince: Buna İbn-i Cevzî şöyle cevap veriyor: 1) Ebû Said-i Hudrî’nin resilerine duâ ettiği Arab kabilesi kâfir idi, onların mallarını almak câiz idi. 2) Hakk-ı dayf (Misafirlik hakkı) ve misafirperverlik vâcib iken bunlar bir İslâm seriyyesini kabul etmemişlerdi.
Mü’minlerden hastalara karşı, insanî özelliklerini kaybetmemiş kimselere karşı ve Fâtiha’dan başka dua için, rukyeciliği meslek edinen kimseler için bu hadis delil olmaz. Rukyeciler, sanırım bu şartların hiçbirine riâyet etmedikleri halde, bu hadisten yola çıkarak rukye ücretini câiz görüyorlar. Meselâ, hiçbir rukyecinin bir hastaya karşı sadece Fâtiha okuduğunu sanmıyorum. Sadece Fâtiha suresi okuyana, kimse “hoca” demez, para da vermez. Hadisi rukyeciler kendilerine delil alıyorlar. Görüldüğü gibi incelendiğinde bu hadisin rukyeciliği meslek edinmiş kimseler için delil olması sözkonusu değildir. Peygamberimiz ne kendisi rukye için bir ücret almış, ne de herhangi bir sahâbînin rukyeciliği meslek edinmesine, bunu geçim kaynağı olarak kabul etmesine onay vermiştir. Ashab, Peygamberimize sormadıkça bu sürüden almayız dediler. Peygamberimiz de Fatiha suresiyle rukye yapılmasına ve o tür insanlardan mal alınmasına ruhsat verdi. Rukyeciliği meslek haline getirip dua ettiği için para talep edenler de Fâtiha’yı okuma dışında bütün yaptıklarına, Peygamberden onay almış gibi sesleri çıkıyor. Böylesine karanlık işler yapıyorsunuz, hiç olmazsa sesinizi bari çıkarmayın; iyice rezil olmayın.
Ayrıca, bu hadis rivayetinde dikkatimizi çeken bir husus daha var: O sahabi, “tükrüğünü topluyor ve o hasta adamın üzerine tükürüyordu.” Bugünkü rukyeciler de mi öyle yapıyor? Madem bu rivayeti delil kabul ediyorlar, aynen yapmak zorundalar. Kur’an okuduğu için değil de, o mübarek tükrüğünü toplayıp hasta adamın üzerine tükürdüğü için para alabilir bir rukyeci. Çünkü hiç olmazsa bir şey sarf etmiş oluyor, kendinden bir şeyi satmış oluyor. Allah’ın kitabını satmaya cevaz verilemez, ama rukyeci tükrüğünü satabilir. Tabii, sonun mikroplu tükrüğüne para verecek, bana tükürdü diye tükrüğünü ağzına yüzüne sürecek ve bundan şifa bekleyecek enayiler varsa. Diyebilirsiniz ki, öyle enayiler olmasa rukyeciler nasıl kazanacak? Tevhid ehli, Allah’tan korkan, kendisine “hoca” denilen ve dini temsil eden kişiler tükrük saçmaya, tükrük satmaya kalkıyorsa, din adına bunu savunuyorsa kıyameti beklemek gerekir.
Benim daha önce yazdığım Kur’an’dan ve hadislerden delillerimi hiç gündeme getirmiyorsunuz. Ben, bazı zayıf ve uydurma rivayetleri “bunlar sahih değil” deyince, hadis inkârcısı diye bas bas bağıran Adil Beyazyıldız ve Selma bin İslamm takma isimli rukyeciliği meslek edinmiş kişiler, delil olarak sunduğum âyetlerin delil olduğunu kabul etmeyince, biz de onlara: “Kur’an inkârcısı” dememiz mi gerekiyor? Onların taktiğine göre: Evet! Ama, ben Allah’tan korkarım. İnkâr etmeyene inkârcı diyemem. Ben Allah Rasûlünün söylediği kesin olan hiçbir hadisi inkâr edemem. Çünkü Peygamberimizin dini açıklayan, Kur’an’ı tebyîn eden tek bir sözünü bile kabul etmeyen, inkâr eden kimsenin kâfir olacağına inanan biriyim. Bu tür çirkin ithamlar yapanlar kendi seviyelerini gösterdikleri gibi, Müslümanlar nazarında kendilerini ele vermiş ve veballerini arttırmış oluyorlar. Bir mü’mine kâfir diyenin kendisinin ne olacağını Peygamberimiz ilan ediyor.
Rukyeciliği meslek edinmiş, rukyecilik adı altında üfürükçülük yapan, muska yazan, cin çıkarma işleriyle uğraşan, Fâtiha dışında dua diye neler okuduğu belli olmayan bu kimseler hadis rivayetlerini ve hadis şerhlerini Kur’an’daki delillerden daha önemsediği için çıkarttığı için, ben de delili oralardan vereyim:
Buhârî’nin şerhinde şunlar ifade edilir: Eimme-i mezâhib (mezhep imamları) ise bu bâbta ihtilaf etmişlerdir (Niye ihtilaf etmişler, çünkü bu rivayete zıt caiz olmadığını kesin şekilde belirten sahih hadisler ve her şeyden önce âyetler vardır da onun için). Zührî, ücretle ta’lim-i Kur’an edilmesini kerih görmüştür ki, İmam Ebu Hanife ile ashâbının mezhebi de böyledir. Sâdât-i Hanefiyye (Hanefî mezhebinin önde gelen âlimleri) ta’lim-i Kur’an mukabilinde ücret alınması caiz değildir, demişlerdir.
Hurmet-i istîcâre kail olan eimmenin mebnâ-yı ictihadları şu asl-ı fıkhîdir (Ücret karşılığı Kur’an okumanın haram olduğunu savunan imamların ictihadlarının dayanakları şu fıkhî esastır): Her tâat ki, edâsı Müslümana hastır; o tâat üzerine istîcâr câiz değildir. (Edâ edilmesi Müslümana has olan sevaba girilecek şeylerden olan bütün ameller karşılığında ücret almak câiz değildir. Bunların edâsı mukabilinde Allah’ın (âhirette) ihsan edeceği hazine ve lütfundan başka bir yerden ücret alınması câiz değildir. Ücret almanın haram olduğuna kail olan Hanefilerin hüküm çıkarttıkları naklî deliller de şunlardır:
“Kur’an okuyunuz, fakat Hazret-i Kur’an’ı me’kel ve vesîle-i intifâ’ edinmeyiniz!” kavl-i şerifidir.
"Kur'an okuyun, onunla amel edin, On(u okumak)dan asla uzaklaşmayın, onun hakkında haddi aşmayın; onun karşılığında ücret alıp yemeyin, onunla dünya menfaati artırmayı talep etmeyin." (Ahmed bin Hanbel, Müsned II/428; Heysemî, VI/167); Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, V/322; Aynî, Umdetü'l-Kaarî, XII/95; S. Buhari, Tecrid-i Sarih Terc. VII/46).
Ubâde bin Sâmit: Ehl-i Suffe'den birçok kimselere Kur'an öğrettim. Bu öğrencilerimden birisi bana ok atılan bir yay hediye etti. -Kendi kendime- 'Bu bir mal/para değildir. Özellikle bununla ben savaşlarda Allah yolunda ok atacağım' dedim. Bununla beraber, Nebî (s.a.s.)'e bu olayı arz ettim. Rasül-i Ekrem cevaben şöyle buyurdu: "Allah Teâlâ'nın Kıyamet gününde boynuna ateşten bir halka takmasını arzu edersen kabul et!" (Ebû Dâvud; S. Buhari, Tecrid-i Sarih Terc. VII/47)
Übeyy bin Kâ'b: "Bir adama Kur'ân-ı Kerim öğrettiydim de, bana bir yay hediye etmişti. Durumu Rasûlullah'a söylediğimde: "Onu alırsan, ateşten bir yay almış olursun demektir" buyurdular, ben de sahibine geri verdim. (İbn Mâce, II/157; S. Buhari, Tecrid-i Sarih Terc. VII/47-48) Ve bu rivayetlere benzer bazı hadis rivayetleri daha nakleder (Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi, D.İ.B. Y., c. 7, s. 45-53)
 
Buhârî şerhinden tavsiye: Buhârî muhtasarı Tecrid-i Sarih şârihi Kâmil Miras, sözün sonunda şu tavsiyelerde bulunur: Muharrir-i âciz bir Buhârî hâdimi olmak itibarıyla eslâfın nassa müstenid olan tarik-ı ictihâdını… Osmanlıca ifade ile yazıldığından anlaşılmasını kolaylaştırmak için sadeleştirerek metni alıyorum: “Buhârî hizmetkârı âciz bir yazar olarak seleflerin nassa dayanarak tutmuş oldukları ictihad yolunu takip ve müteahhirînin (sonradan gelenlerin) istihsan yolundan dönme kanaat ve mevkiinde bulunuyorum. Size de bu selefin yoluna tutunmanızı tavsiye ederek derim ki: Yukarıda tercüme ettiğimiz hadis-i şeriflerin bize ilham ettiği hakikate göre, Rasûl-i Ekrem Efendimiz Kur’an’ın bir ticaret metâı/eşyası gibi kiralanarak hor kullanılmasını istemiyor. Maddî hayatımızdaki şartları yerine getirip tümüyle ihtiyacımızı karşılamaktan çok daha yüce olması ve böylece Allah kelâmının yüce konumunu ve saygınlığını koruması Şâri’nin (Allah’ın) isteğidir. Bu yüce gayeye ulaşmak için Hz. Kur’an’ın yüce şânına izâfetle Kur’an ehlinin yalnız Allah’ın cömertlik ve yardım hazinelerine olan ihtiyaçlarını (yalnız Allah’a) arz etmelerini (Kur’an karşılığında başkalarının eline bakıp şahsiyetlerini rencide ettirmemelerini) tavsiye ve Kur’an hâfızlarının okuduklarını satar, kiralar gibi halka el açmaktan onları uzaklaştırırım (sakındırırım). Kur’an karşılığında para istemek, Kur’an’la teberrük (bereketlenme) değil; Kur’an’dan ve Kur’an okumakla beklenen mukaddes gâyelerden tamamıyla uzaklaşmaktır.” (Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi, D.İ.B. Y., c. 7, s. 45-53)
Bu hadisin açıklaması sadedinde Müslim şerhinden bazı önemli bölümleri aktarayım: Âyetle yahut menkul dualarla rukye ihtilaflıdır. Şâbi ile Katâde, Said b. Cübeyr ve diğer bir cemaate göre rukye mekruhtur. Mü’mine gereken Allah’a tevekkül ederek bunu yapmamaktır. Çünkü rukyenin Allah halketmedikçe bir zarar veya faydası yoktur. Allah bir insanın ne kadar zaman sağlam, ne kadar hasta yaşayacağını bilir. Bunu değiştirmeye imkân yoktur.
Atâ’ ile Ebu Kılabe’ye göre hastanın üzerine Fâtiha okuduğu için ve Fâtiha’yı öğretmek mukabilinde ücret almak câizdir. İmam Mâlik ile, Şâfii, Ahmed bin Hanbel ve Ebû Sevr’in mezhebleri budur. Kurtubî rukye hakkında İmam-ı Âzam’ın kavlinin de bu olduğunu nakletmiştir. Zührî’ye göre ücret mukabilinde Kur’an öğretmek mekruhtur. İmam-ı Âzam ile diğer Hanefiyye imamlarına göre ücret mukabilinde Kur’an öğretmek câiz değildir. Bu Babda kitabımızın baş tarafında tafsilat geçmişti.” (Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, Ahmed Dâvudoğlu, Sönmez Neşriyat, c. 9, s. 629)
Resûl-i Ekrem: Rukye eden kişi mütevekkil değildir, buyurmuştur. (S. Buhârî Muhtasarı, Tecrid-i Sarih Tercemesi, D.İ.B. Y., c. 12, s. 88)
Sihrin hakikat olduğunu kabul etmediğim için beni büyük suçmuş gibi Ehl-i Sünnet dışı ilan eden kimsenin daha Ehl-i Sünnetin görüşünü bile bilmediğini izah sadedinde bir nakilde bulunayım: Ehl-i sünnet âlimlerinden İmam Ebû Hanife, Ebû Bekir er-Râzî, İbn Hazm, Ebû Câfer el-Esterebâzî,’ye göre büyünün aslı yoktur (Fahreddin Râzi, Mefâtihu’l-Gayb Terc. 263; A. Osman Ateş, a.g.e. s. 232).
Büyünün ne olup olmadığını bir dahaki yazı dizisinde gündeme getirmek ve Kur’an’ı öncelikle temel kaynak kabul edenler nazarında cinlerden insanları korkutup cin çıkarma adına insanları kandıran ve cincilik yapan üfürükçülerin foyasını ortaya koymaya çalışacağım inşaAllah.
 

Bu yazı toplam 13019 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar