Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Rotamız sapınca

Hani derler ya, ”Şairleri sessiz kalan bir millet, annesini kaybetmiş öksüz çocuk gibidir.” Poetika ile Politika arasında ilginç bir bağ vardır. Şairlerin dilinden, dünden bugüne hal-i pür melalimize bakalım mı? Sezai KarakoçSütun” şiirinde der ki: “Müslümanlar ki eskiden göklerin oğullarıydı / Şimdi yerin yılanlarıyla dost oldular”. Karakoç “Gün Doğmadan” şiirinde ise kitabındaki bazı şiirlerde şu tür ifadeler vardır: “Ben ki diriliş dedim / Hâlâ ölüyüm”.. “Ben ki İslam dedim / Hâlâ putlarım var içimde” der! Kendini kınayan nefse selam olsun!

Gideceği limanı bilmeyen bir kaptana hiçbir rüzgar fayda sağlamaz”. Sanırım biz pusulamızı kaybettik ve rotamızı şaşırdık. Hani şu “sırat-ı müstakim” konusundan söz ediyorum!

Bizde “Şikayetname”ler meşhurdur, Hiciv de.. Hesab soran “Molla Kasım”lar vardır tarihin belli dönemlerinde. Mesela Fuzuli, Kanuni’ye gönderdiği, Bağdat’ta vakıflarda dönen rüşveti eleştirmek için “Selam verdim rüşvet değildur deyu almadılar” beyti ile ünlenen şikayetnamesini, Kanunu döneminde 1536 gibi yazmış.

Mehmet Emin Yurdakul 1914’de “Bırak Beni Haykırayım” diye bir şiir yazar ve der ki, “Bırak beni haykırayım, susarsam sen mâtem et; / Unutma ki şâirleri haykırmayan bir millet, / Sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir”.

Hisli yürek” Akif “Vaktimiz yok ağlamaya” şiirinde, o “haykıran şair” rolüne bürünür ve der ki: “Ey dipdiri meyyit, iki el bir baş içindir; / Davransana, eller de senin, baş da senindir! / His yok, hareket yok, acı yok. Leş mi kesildin? / Hayret veriyorsun bana, sen böyle değildin! /
Vaktimiz yok ağlamaya, kalk çalışalım! / Yüzlerce milyon kardeşimiz aç, açık, hasta; / Onların imdadına koşmak farz-ı aynıdır başta!

Osman yüksel, her zaman olduğu gibi isyandadır: “Ne ahbaplık hissi var ne hak ve hukuk tanır / Ne kimseden sıkılır ne Allah’tan utanır / İsraf günahtır dersen katılır güle güle
Binlerce lira verir birkaç metrelik tüle / Saçlar kuaför ister, pamuk eller manikür / Vücuda masaj lazım ayaklara pedikür.

Abdurrahim Karakoç ne diyordu “Vasiyet” şiirinde: “Ölürsen de hak yedirme, hak yeme; / Aka kara, karaya da ak deme. / Adaletten ayrılırsa mahkeme, / Bir hakime bir de kanuna tükür.” (…) “Millet parasından verdirme parsa; / Edirne'den Van'a, Muğla'dan Kars'a / Nerede sahte bir kahraman varsa / Bir resmine bir de şanına tükür”

Müfid Yüksel şair değil ama o da nesir olarak aynı duyguları paylaşıyor. Siyaset erbabının “pragmatizmle Dini/Akideyi tekeline alarak / rehin alarak, adeta siyasi tüketim malzemesi getirip sorumsuzlukla son 10-15 yılda Kemalist ideoloji karşısında İslâm'a, Yüce Dinimize büyük bir hezimet yaşattığından” söz ediyor. Artık Yeşil Kemalistler, Yeşil Feministler her yerdeler. Anlaşılan biz başörtüsü ile uğraşırken kafanın içi ile yeteri kadar ilgilenememişiz.. “80'li, 90'lı yıllarda Dindar / İslâmi kesimde yeşeren/yükselen entelektüel tüm faaliyetleri son dönemde erozyona uğradı. İktidar ve servetin sarhoş ettiği kesimlerin kontrolündeki Media ve sanat Dindar/İslami kesimde adeta entelektüel bırakmadı. Diyanet, dini vakıflar, cemaat denen yapılar siyasetin arka bahçesinden çıkamadılar ya da birileri bu yerleri, Siyasete sıçramak için tramplen tahtası olarak kullandılar. Müfid Yüksel buradan yola çıkarak “İman Siyasi liderlerin/partilerin tekelinde görülemez” diyor. Siyasi çevreleri “Siyasal Tekfircilik”ten vazgeçmeye çağırıyor. “Birilerinin liderlerine, şeyhlerine, cemaadlarına sadakatı, dinlerine sadakatın önüne geçti” diyor ve herkesi bu sakat anlayışını bırakmaya çağırıyor.

Sanırım bu eleştirilerin arkası gelecek, Bu eleştirilere kulaklarını kapatanlar, daha sert ve daha yüksek sesle dile getirilecek eleştirilere hazır olmalı. Din siyasete basamak yapılmamalı. Bu anlamda eğer bir anayasa değişikliği yapılacaksa, kesinlikle Diyanetin yapısının yeniden gözden geçirilmesi gerek; tabii, dini Vakıfların da. El konulan dini yapılar yanında Hilafet Fonundan İş Bankasına aktarılan paralar konusu da gündeme alındı ama bu gidişle Yeşil Kemalistlerin buna razı olacaklarını sanmıyorum..

Tekrar şairlere dönecek olursak, Osman Yüksel Serdengeçti 1947’de “Asri Aile” şiirinde şöyle diyor: “Asriler işte böyle yarı Türk yarı frenk / Kadınlar çaçaron kozmopolittir erkek / Bunlardan gelen nesil vatan millet tanır mı? / Müslümanlık kaygusu Türlük duygusu var mı?” Sonuçta “Oğlan hoppa, kız züppe, ana sürtük, baba kaz / “Bundan daha asri aile olamaz” Artık bizde de LGBT’liler “Onur yürüyüşü” yapıyorlar, karnavalımız” var.

Necib Fazıl 1947’de yazdığı “Muhasebe” şiirini, bugünleri “Reality Show”ları düşünerek okuyun: “Üç katlı ahşap evin her katı ayrı âlem! / Üst kat : Elinde tesbih, ağlıyor babaannem, / Orta kat : (Mavs) oynayan annem ve âşıkları, / Alt kat : Kız kardeşimin (Tamtam)da çığlıkları”.

Mehmet Akif “Müslümanlık Nerde” şiirini 1913’de yazmış: “Müslümanlık nerde! Bizden geçmiş insanlık bile... / Adem aldatmaksa maksad, aldanan yok, nafile! (…) Öyle bir buhrâna sapmıştır ki, zîrâ, hâliniz: / Zevke dalmak şöyle dursun, vaktiniz yok mâteme! / Davranın, zîrâ gülünç olduk bütün bir âleme.

Abdurrahim Karakoç’un “Böyükler Bilir” şiiriyle devam edelim mi? Rahmet olası bu şiiri 10.121991’de yazmış. Ben onu 1960’larda “Kör dünyanın göbeğine Hak yol İslam yazacağız” şiiri ile tanıdım. Bir de sloganımız vardı onun ürettiği, “Ne sağdayız ne solda, Hak yoldayız Hak yolda”.

Yalan-dolan ile devran sürmeyi / Biz ne bilek beğim, böyükler bilir. - Milletin başına çorap örmeyi / Biz ne bilek beğim, böyükler bilir. - Rüşvet vermek, rüşvet almak nasıl şey / Hazineden para çalmak nasıl şey - Terlemeden zengin olmak nasıl şey / Biz ne bilek beğim, böyükler bilir. - Erken palazlanıp erken ötmeyi / Değirmenler kurup baş öğütmeyi - Hele meydan meydan adam gütmeyi /

Biz ne bilek beğim, böyükler bilir - Anlamayız kopya nedir, asıl ne / Perde, sahne, solo, koro, fasıl ne - Üçkağıtta erkân nedir, usul ne / Biz ne bilek beğim, böyükler bilir. - Viski, votka çekip keyif çatmayı / Dansöz kucağında stres atmayı - Milleti bölmeyi, vatan satmayı / Biz ne bilek beğim, böyükler bilir. / Kaç tür hokkabazlık, kâhinlik varsa - Kaç şeytanlık varsa, kaç cinlik varsa / Dünyada ne hile, ne hinlik varsa - Biz ne bilek beğim, böyükler bilir. - “Namussuzluk yapın” derler... Yaparız / El uzatır “öpün” derler... Öperiz - Put gösterir “tapın” derler... Taparız / Biz ne bilek beğim, böyükler bilir. - Seyrettikçe ana-baba filmini / Hissederiz baskısını, zulmünü - Lisansüstü maskaralık ilmini / Biz ne bilek beğim, böyükler bilir. - Âdettir gerekmez mâluma ilâm / Taklide günaydın, asıla selâm - Ne ki hınzırlık var hâsılıkelâm / Biz ne bilek beğim, böyükler bilir”.

Herkes Tevhidden, Vahdetten söz ediyor ama, Tefrika çıkartan da kendileri. Biz eskiden herkesi camiye çağırırdık, şimdi partisi, tarikatı, cemaatı Cami cemaatını kendi dergahına, vakfına çağırıyor. Herkes kendini Merkeze alıyor, “fırka-i Naciye” olduğunu, birleşmenin kendilerinde olması gerektiğini söylüyor. Vehhabi, Sufi, Şii’sinin dediklerine bakın, bu söylemden vahdet çıkmaz.

Her tarikatın, cemaatın insanı yardım örgütü, Hac organizasyonu, Kur’an Kursu, Okulu, Mediası, Şirketleri var. Müridleri zekatını başkasına vermesin istiyor, başka hocaların peşinden Hacca-umreye gitmesin istiyor.

Necip Fazıl’ın dediği gibi; “Haykırmak istiyorum kollarımı makas gibi açarak / Durun kalabalıklar bu sokak çıkmaz sokak” ama bir çok kişi siyasetin verdiği sarhoşlukla ve haksız elde edilen servetin şımarıklığı ile, kaçtığını sandığı şeye doğru koşuyor. Siyasilerde Korku Öfkeyle birleşince çok tehlikeli olabiliyorlar. Gözleri o zaman hiçbir şeyi görmüyor. Bugün dünya siyasetine bakın, bunu göreceksiniz. Abdurrahim Karakoç’la noktalayalım mı yazımızı: “Gittiği yolun sonunu bilmiyor zannımca çoğunuz / Size rehberlik eden Şeytanı artık kovunuz / Korkulur ki haliniz yaman, yaman olur âkıbetiniz”

İsmet Özel’den özeleştiri örnekleri: “Bir Yusuf masalı”: “Müslüman oldum dedim / ama hâlâ içimde bir firavun var / hâlâ kibirle yürüyorum”. “Kıyamet Kıparken”: “Biz ki Osmanlı torunuyuz / şimdi Amerikan uşağıyız / biz ki peygamber aşığıyız / şimdi faiz yiyoruz”

Ne zaman din ve devlet büyüklerini, İlah ve Rab edinmekten vazgeçeceğiz bilmiyorum. Akıllarımızı kiraya vermekten ne zaman kurtulacağız. Ne zaman akleden bir topluluk olacağız, adil şahidler olacağız, kişi, topluluk, zamana, mekana, olaylara karşı. Ne zaman ehliyet ve liyakati önceleyecek, adaletten ayrılmayacak, istişare ve şura yapmadan karar vermeyecek, rüşvet ve torpil konusunda sınıfta kalmayacağız. Körü körüne taraftarlık, ırkçılık bir Müslüman’a yakışmaz.

Belki daha söyleyecek çok söz var da “Dili yok kalbimin ondan ne kadar bizarım”. Selam ve dua ile.

Bu yazı toplam 155 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar