Ruhun İrfanla Yükselişi 4

Ruhun İrfanla Yükselişi 4

Büyük İslam mücahidi, aşk ve şehadet öğretmeni Şehid Dr. Mustafa Çamran'ın kaleminden İrfani şiirlerini sunuyoruz.



.

(DÖRDÜNCÜ BÖLÜM)

BEN SÜREKLİ YANAN BİR MUMUM

İlkin düşündüm ki deruni ve şiddetli bir güç beni yüce Allah'a ibadet etmeye sevk edi-yor. Varlığımın bütün zerreleri, kalbim, ruhum ve cismim ile onun varlığında yok olmak iste-dim. Onun yolunda yanmayı, duman olup küle dönüşmeyi istediğimi hissettim. Hayatımı ve bütün varlığımı ona feda etmeyi diledim.

Sanki bu hayat göğsüme ağırlık veriyormuşçasına onu alıp mahbubun ayaklarına sermek istedim. Şimdi ise maşukun yoluna kurban olmayı iyi anlıyorum. Zaman ve mekândan uzaklığı sonsuz olan yaratılış ve tarih mabedinde, insanlığın yolunda, ebedi ve ezeli maşukun azamet dolu tecelliyatlarının hatırına onun mukaddes huzurunda kurban olmanın gerekliliğini his edip arzuluyorum.

İşte bu hisler beni, güzellik, kemal ve aşk karşısında erimek ve yanmak zorunda bırakı-yor. Bu erimek ve yanmak onun tecelliyatlarının yolunda feda olmanın bir çeşididir. İşte bu hisler mahbubun karşısında gözyaşları dökmeme vesile oldu ki bu damlalar ruhumun ve kal-bimin özüdür. Olgunlaşıp göz penceremden ona takdim olunur. Ben sürekli yanan ve eriyen bir mumum. Ona kurban olup varlığımı ona takdim etmek için peşinde koşan bir kelebeğim. Bu yüzden kurban bayramını hiç sevmedim. Günahsız koyunların ölümünü seyredemiyordum. Koyunları bedensiz başları ve başsız bedenleri bende nefret uyandırıyordu. Hatta yanında kurbanı olan ama asla kurban olmayı anlayamayan hacılarıda sevmiyordum. Etten kaçıyor ve tenhalarda ağlıyordum. Herkesten kendimi gizliyordum.

Zaman geçti" Sürekli ölümler gördüm" Günahsız insan bedenlerini" Hak ve hakikat yolunda ölenleri" Zülüm gördüm" Bitip tükenmeyen vahşetleri gördüm" Hesapsız akıtılan şehitlerin kanlarını, hasret ve keder gözyaşlarını, yakıcı ahları ve kesintisiz dertli çığlıkları gördüm" Yüreğim burkuldu, kedere boğuldum.

Gene zaman geçti. Aşkın eteğine düştüm. Aşk ateşi kırık kalbimi yaktı ve varlık hamu-rumu heyecanla karıştı" Dünya, hedef, güzellik, hayat ve yaşamın mefhumları nazarımda değişti. Allah'ı, aşktan sonra yanık ve kederli bir kalple his ettim. Göklerin azameti, gezegenler ve yaratılış âleminin büyük sırları, varlığımı doldurdu.

AŞK SARHOŞUYUM

Ben gönlümü kaptırmışım, divaneyim ve aşk sarhoşuyum. Bir taraftan her iki cihandan azat, bütün zincirlerden azat, bütün iyilik ve kötülüklerden azat, yaşam ve ölümden azat, hoş-nutluk ve bedbahtlıktan azat, cennet ve cehennemden azat, dünya ve dünyalıklardan azat, isteklerden, arzulardan, lezzetlerden, ümitlerden, beklentilerden ve her şeyden azadım.

Saman gibi hadiseler tufanında dolaşıyorum. Denizlerden, dağlardan, çöllerden, gökler-den ve yanardağların derinliklerinden geçiyorum. Ölüm karşıma çıkıyor ona koşuyor ve el uzatıyorum. Korkular ve ürpertiler karşımda durmayıp benden kaçıyorlar, bense kovalıyorum. Korkmuş ve şaşkın bir şekilde yokluğun karanlığında kayb oluyorlar. Ve elim onlara ulaşmıyor. Lezzetler peşimden geliyor. Yıldızlar bana göz kırpıyor. Ben onlara bir damla gözyaşı takdim ediyorum. Keder orduları bana saldırıyor, ben hepsini kalbimde esir alıyorum. Tehlikeden, bedbahtlıktan, kınamalardan, kötü sözlerden, dedikodudan, takdirden, kaderden, bütün sorumluluklardan ve bütün her şeyden özgürcesine"

Varlığımın sahrasını geçiyorum ve yokluk sınırına kadar öne koşuyorum. Fakat diğer ta-raftan aşkın esiriyim. Muhabbet kafesindeki kuş gibi giriftarım. Kendimi bir bu tarafa bir o tarafa vuruyorum. Yufka yüreğim şiddetli bir acıya düşüyor. Her şeyi unutuyorum. Sadece onu görüyorum ve sadece onunla konuşuyorum. Sadece ona munacaat ediyorum. Onu gökler-de görüyorum. Onu güneşin batışında görüyorum. Onu sabahın şafağında görüyorum. Onu göğün denizle buluştuğu yerde, sonsuzlukta ki dalgalarda görüyorum. Gezegenlerin esrarengiz sessizliğinde onunla fısıldaşıyorum. Onun anısına yıldızlarla, güneşle ve ayla munacaat ediyorum. Ağaç yapraklarının titreyişi bana onu hatırlatıyor. Gülün kırmızılığı ve güzel kokusu bana onu hatırlatıyor. Semada hızlıca dönüp dolaşan bulutlar bana onu gösteriyor. Rengârenk ağaçlarda onu görüyorum. Kuşların ötüşünde onun sesini duyuyorum. Yetimin gözyaşında onun gözyaşını görüyorum. Aşka gönül verenlerin aşkında onu anlıyorum. Kırık kalplilerin acı dolu kalplerindeki gam ve kederde onu buluyorum. Hak yolundaki şehitlerin fedakârlığında onun fedakârlığının nişanelerini buluyorum. Annelerin intizarında onu intizarını görüyorum. Hak yolunda sebat edenlerin sabrında onun eyyübi sabrını buluyorum. Anaların yavrularına olan şefkat ve muhabbetlerinde onun melekuti muhabettini görüyorum. Gölerin, dağların ve gezegenlerin azametinde onun yücelik ve azametini görüyorum. Güzellik onun tarzıdır. Cemal onun tecellisidir. Kemal onun varlığındandır ve ben onu esiriyim. Gönül vermişim, divaneyim ve yerimde duramıyorum.

Allahtan dileğim ona ilahi rahmetinin gölgesinde bir yer versin ve en güzel melekuti nimetlerle nimetlendirsin. Ve beni yani ona gönül vermiş bu esiri de onun selameti için kurban etsin.

HAYATIM YAKICIDIR

Hayatım yakıcıdır. Sürekli yanıyorum. Yanıyor ve yanmaktan zevk alıyorum. Yandığım günü ömürden geçen bir gün olarak saymıyorum. Evet, ben yanmaktan lezzet alıyorum.

Aşk için yanıyorum. Güzelliğin karşısında yanıyorum. Yetimin gözyaşlarıyla yanıyorum. Dertlilerin derdiyle ve dul kadınların ah'ıyla yanıyorum. Zulüm ve işkenceyle yanıyorum. Hak ve adalet için yanıyorum. Hak yolunda canlarını feda eden şehitlerin karşısında yanıyorum. Gün batımının güzelliğiyle yanıyorum. Güneşin doğuşu karşısında yanıyorum. Şafağın azameti karşısında yanıyorum. Göğün sessizliğindeki yıldızların fısıldayışında yanıyorum. Sadece gönül kulağıyla dinlendiğinde duyulan gezegenlerin musikisinin karşısında yanıyorum.

Bir yaprağın titreyişinde yanıyorum. Şelalelerin şarıltısıyla ve meltemin esintisiyle ya-nıyorum. Denizdeki balıklar ve havadaki kuşlarla yanıyorum. Arifin gönlüne benzeyen sonsuz çöller gibi yanıyorum. Kaynayıp kükreyerek sahile vuran dalgalarla yanıyorum. Sahildeki kayalar ve olanca azametiyle göğe yükselen dağlarla yanıyorum. Yıldızların göz kırpmalarıyla yanıyorum. Muhtelif şekillerde ortaya çıkan bulutlarla yanıyorum. Gecenin yarısında nurdan bir gemi gibi bulutların arasından geçen ayla yanıyorum.

Aşkla yanıyorum. Âşıkla yanıyorum. Dağlanmış kalple yanıyorum. Âşıkların mahrumi-yetiyle ve hicranıyla yanıyorum. Yücelikle, ileri görüşlülükle, cömertlikle, yiğitlikle, paklıkla, ilimle, varlıkla, fedakârlık ve Hakkın talebiyle yanıyorum. Muhammed(saa)'la yanıyorum, Ali(as)'la yanıyorum, Hüseyin(as)'la yanıyorum. İsa(as) la, Musa(as) la yanıyorum. Öncülerle yanıyorum. Kemalin ve güzelliğin karşısında yanıyorum. Allah(cc) ve O'nun benzersiz yara-tıcılığı karşısında yanıyorum.

Of! İlahi, bu yanan kalbe ne yapayım. Nasıl bu yakıcı, kor alevler karşısında ayakta du-rayım.

Bu acının tesellisi için daha büyük bir acı gerek. Bir aşkın tedavisi için daha büyük bir aşk gerekir ki birinci aşkı gölgede bıraksın. Böylece bir yanığı telafi etmek için, daha büyük ve daha derin bir yanık olmalıdır ki, adama rahatlık ve huzur versin. Öyle bir ateş ki insanın bütün varlığını baştan aşağı yakacak; kalp, ruh ve cismi küle çevirecek, acı keder ve yanıktan geriye bir şey bırakmayacak" Ve yakıcı olan her şeyi de birden yakacak" Hatta hisleri de yakacak ki hiçbir şey hissedilmesin" Hatta varlığı ve yanmayı bile yakacak"

Böylesine yanmak için büyük bir mabut lazım. Öyle bir mabut ki, adamın ruh, kalp ve cismini yakabilsin. Adamı öylesine cezp etsin ki, tamamen yok etsin ve artık kendisini hiçbir şey hissetmesin"

Kendimi böyle bir mabuda teslim etmek istiyorum. Ruh, kalp ve cismimi onun ihtiyarına bırakmak istiyorum. Ve O, aşk ateşiyle varlık harmanımı öylesine yaksın ki, birden yok oluvereyim. Böylelikle acı, gam ve dertlerin yükünden kurtulayım. İşte bu benim istirahat ve huzurumdur"

NE BÜYÜK HEYECAN VE VELVELE

Ne büyük heyecan ve feryattır. Tufan ayaklanmış, gök gürleyip şimşekler çakıyor. Dağlar sarsılıyor. Tabiatın bitmek bilmeyen gecelerinde, gözleri kör eden şiddetli şimşekler karanlığın bağrını acımasızca dövüyor ve parçalıyor. Bir an, kısa bir an için; kargaşa dolu dünya ve inkılâp hareketleri tabiatın şiddetli sarsıntılarını ve değişimlerine benziyorlar.

Ne oldu ki? Bu heyecan ve feryat nerden geliyor? Neden tufan ayaklandı? Şimşekler ve yıldırımlar ne söylüyorlar? Yer neden sarsılıyor? Yoksa kıyamet mi koptu? Yoksa İsrafil'in suru mu ölüleri ayaklandırdı? Yoksa cihanda büyük bir patlama mı oldu? Yoksa bu dünya son silkeleniş için kan ter içinde hareket mi ediyor?

Aman ya Rabbi! Nereye kaçayım? Bu sersemce hareket ve titremelerden nereye sığına-yım? Bu ürkütücü şimşek ve yıldırımlardan nasıl ve nerede korunayım? Aman ya Rabbim! Sana sığınıyorum. Kendimi sana emanet ediyorum. Kendimi senin muhabbet ve merhamet dolu lütfünde gizliyorum.

Gerçi bu heyecan ve tufanın yaratıcısı sensin. Ama yinede senden sana sığınıyorum. Korkundan lütfüne tutunuyorum. Sana daha çok yaklaşabilmek için senden kaçıyorum"

Evet, ey yüce Rabbim! Artık korkmuyorum. Artık kaçmıyorum. Artık saklanmıyorum"

Aman ya Rabbim! İçimdeki patlamadır bu patlamanın sebebi. Kalbimin ateş ve dağlan-masıdır dünyayı kavuran. Acı dolu sinemin feryadıdır yıldırımları çıkaran. İçimdeki heyecan-dır tufanı ayaklandıran. Göğün şimşekleri yakıcı kızgınlığımdan meydana geliyor. Denizlerin kükreyişi ateşli hislerimdendir. Bu yağmurlar, kanlı gözyaşlarımdır"

Evet, artık korkmuyorum. Artık kaçmıyorum. Yıldırımların, şimşeklerin, tufanın ve yağmurun üstüne doğru koşuyorum"

NE KADAR ZOR TECRÜBELER

Ne kadar zor tecrübeler! Ne tehlikeli savaşlar! Ne kargaşalar! Ne uzun sabırlar! Ne ümitsizlikler! Ne gece inlemeleri! Ne seherdeki ah'lar! Ne gözyaşları, feryatlar ve dağlanmalar! Ne dağ gibi kederler ve deniz dolusu acılar! Ne fedakârlıklar ve bağışlamalar! Ne zor sorunlar! Ne parçalanmalar! Ne yangınlar! Ne yangınlar ve imarlar! Ne ümitsizlikler ve ümitler! Ne zaferler ve yenilgiler! Ne aşklar, fedakârlıklar ve yangınlar! Ne yükseklerde uçmalar ve yükselmeler! Ne tapınmalar! Ne münacatlar! Ne imtihanlar! Ne sefillikler ve şereflilikler! Bizi saran bu ne korkunç tufanlar! Bu ne bizi sürükleyen tehlikeli seller! Bu ne kaza ve kader ki, geleceğimizi belirlemiş! Bu ne çetin kayalıklar ki, geçtik! Ve bu ne karanlık yollar ki, geçtim!

BİR MEKTUP

Bsmillahirrahmanirrehim!

Aziz ve değerli kardeşim Mustafa!

Sıcacık selamlarımı kabul et. Seni kucaklıyorum" Ve alnından öpüyorum" Meleklerin selamı, salihlerin duası daima seninle olsun"

Aziz kardeşim! Yakıcı mektubunu okudum ve gözlerim doldu. Bu İlahi heyecanın ve melekuti hislerinden dolayı tebrik ederim. Dertli bir yüreğin var ve ayrılıktan inliyorsun. Şevk ve heyecanla kanat çırpıyorsun. Sana yardım etsinler ve seni maşuka kavuştursunlar diye her şeyin altını üstüne getiriyorsun. Ve bu umutla bana geldin" Ta ki, ruhunun susuzluğunu gi-dereyim ve Hakka ulaşmanın yolunu sana göstereyim. Lakin Allah'u Teala, herkesten çok sana yakındır. Dertli yüreğin de, Allah(cc)'ın evidir. Hafız'ın deyimiyle; "kendi sahip olduğunu başkasından istiyorsun." O yüreğinin heyecanı, o endişelerin, o heyecan ve şevkin, o zevkin, latif hislerin ki kalbinden taşıyorlar" Bütün bunlar Allah'a olan yakınlığının delilleridirler. Hafızın dediği gibi; "âşık her ahvalde Allah la beraberdir, fakat görmüyor ve uzaktan Ya ilahi! diye sesleniyor."

Ey kardeşim! Bende dertliyim ve senin eşsiz hislerin gibi, hislerde yanıyorum. Bu ne-denle senin hissiyatını iyi anlıyorum. Ve o değerli hisleri taşımaktan da memnunum. Allah(cc) şükrediyorum ki, bana dertli ve hisli bir kalp vermiş. Beni her zaman yaktığı için ve beni kalbi kırık dertlilerle dost ettiği için Allah(cc) şükrediyorum. Allah'a şükürler olsun ki, senin mukaddes kalbini de bu heyecan ve hislerle doldurmuş. Sana selam gönderiyorum. Allah'a ulaşmaya çalışan bu susuz ruhunu ve heyecan dolu yanık ve dertli kalbini tebrik ediyorum. Allah(cc) hepimizi sonsuz aşkıyla doyursun"

Seni seven dostun Doktor Çamran"

ALLAH'A SIĞINDIM

Yorgun ve endişeli bir şekilde Beyrut'tan kuzeye gittim. Arifane hülyalara daldım. Coşkun deniz bütün güzelliğini cömertçe sergiliyordu. Saat öğleden sonra dörttü. Gökyüzün-deki bulutlar parça parça süzülüyordu. Güneş ufukta parlarken nurani bir çizgi ebediyete doğru çekiliyordu. Uzak ufuklarda ise siyahlıklar ve parça parça bulutlar her yeri sarmıştı. Anladım ki, kısa bir süre sonra güneş, bu siyah bulut yığınının arkasında kaybolacak ve bu beyaz nurani çizgi yok olacaktı" Yüreğim tutuldu, bedenim titredi. Hayalciliğim ruhuma galebe çaldı. Sanki ilham geldi; imamı güneşte buldum. Siyah bulutların arasında kaybolunca imanın dosdoğru çizgisi de kaybolacak. Şiaların dünyası böylece küfrün ve cehaletin karanlığında kaybolacak.

Gözlerimi kapattım ve Allah'a sığındım. Gözlerimden yaşlar dökülürken hıçkırığa bo-ğuldum"

EY OĞLUM CEMAL

Ey oğlum! Bu dünyada sana yardım edemedim.

Ama orda, göklerde bir an senden ayrılmayacağım ve hiçbir kuvvet birlikteliğimizi azal-tamayacak.

Oğlum" Seninleyim, seninleyim. Senden ayrılmayacağım.

(beş yaşındaki oğlu cemali kaybedince yazmış.)

KURA BANA ÇIKTI

İlahi! Her zaman sorumluluğun ağır yükünden korktum. Böyle bir yükü hiçbir zaman yüklenmek istemedim. İnsani görevimi yani kendi hüseynimin görevini yerine getirmekten her zaman korktum. Bu korkulardan dolayı, Allah'tan hep yardım diledim.

Ama zamanı geldi. Ölümün, şerefin, fedakârlığın, sabrın, imanın, acının, kederin ve şa-hadetin sırası geldi. Bütün dünyayı üç talakla boşayacak bir kahramana ihtiyaç vardı. Öyle bir kahraman ki; bilinç ve zekâda, ilim ve tecrübede diğerlerinden üstün olsun. Öyle bir kahraman ki; tevazuda yetimlerin ve mahrumların ayaklarının altındaki toprak olsun. Öyle bir kahraman ki; hiç kimseden bir beklentisi olmasın. Hatta Allah'tan bile" Öyle bir kahraman ki; dağ gibi düşmandan korkmasın. Küfrün karanlığından, töhmet, yalan ve kötü sözlerden dolayı meydanı boş bırakmasın. Gönül vermiş bir âşık olsun ve her şeyden vazgeçmiş olsun.

Kura bana çıktı. Sanki zaman beni böyle bir gün için hazırlamıştı.

Eski bütün tecrübeler, bütün âşıklar, bütün dağlanmalar, bütün acılar, bütün kederler, bütün fedakârlıklar, bütün ilimler ve tecrübeler işe yaradı.

Hüseynin iftihar dolu bayrağı bana kaldı ve bende bu mesajın kahramanlığını yerine ge-tirdim.

İMKÂNSIZI YAPABİLMEK

Güç zamanı iftihar bayrağını almak ve zafer şenliklerinde halay çekmek değer değildir. Değer imkânsızı, mümkün hale getirmektir. Öyle ki; zafiyet ve yenilgide, dağ gibi düşmanın karşısında durmalı ve risaletin titrek ateşini, düşmanın korkunç tufanının ortasında ve olayların arasında korumaktır.

Yaşamın ve ölümün en zor anında ve her kesin savaşı terk ettiği anda, savaş cephesinde hazır olmak" Korkudan bütün seslerin kesilip her kesin kaybolduğunda yalnız başına hareket etmek ve en gaddar güçler karşısında durup Hakkı göklere doğru haykırmak"

Evet, mümkün olmayanı mümkün yapmak" Değer budur"

ZATIN SEVGİSİ

Maddi insan, varlığı için çalışır. Batı dünyasının esas kaynağı kendi varlığı ve kişisel çı-karları etrafında döner.

Ama şahadeti seçip başkasını çıkarını kendi çıkarına tercih eden ve varlığını yok sayan bir insan; bu ameliyle batının kişisel çıkarlara dayanan bütün elektronik, teknolojik ve üstün silahlara dayanan hesaplarını altüst eder"

HAYKIRIŞIM

Haykırışım yıldırım gibi dünyayı sarsıyor.

Kalbimin ateşi yanardağ gibi dünyayı yakıyor.

Gökler hayal kuşumun kanatları altında"

Feryadım, yüce ve muhkem dağları un ufak ediyor.

Lakin bu küçük, zayıf ve tecrübesiz olan beşer, nasıl oluyor da alemin var oluş kaynağı olmuş"

O; kendine ait olan her şeyi unutup Hakk'ın kelimesi oldu ve Allah'a kul oldu"

AŞKSIZ ÖLÜYÜM

Feryat etmek istiyorum. Kalbim kırık, aşkla sarsılmak istiyorum. Aşksız ben bir ölüyüm. Aşk nefes gibi bana hayat verdi. Mahbubun arayışında uçtum, zeminle bağım kesildi. Her şeyi geride bıraktım. Bu zor ve uzun yolculukta çetin sınavlar verdim. Mahrumiyetin potasında eridim. Aşk ateşinde yandım. Acı ve keder denizinde boğuldum. Ümitsizlik çölünde,, bütün güzel ümitleri yitirdim. Ölüm ejderhasına yem oldum. Bütün benliklerim yandı. Gurur ve kib-rim döküldü. Ümitlerim yok oldu. Gönül bağladığım her şey kayboldu" Benden geriye kalan ruh ise; aşka susamış, hayata doymuş, acı ve kederle yanmış, ebediyete vurgun ve şahadet ar-zusunda"

Bu susamış ruh, yıldızların arasında ve sonsuz göğün ortasında bir mahbup aradı durdu. Lakin aşkına layık hiçbir şey bulamadı. Nerde parlak bir yıldız bulduysa mahbubu olabilir diye heyecanla ona koştu. Fakat toprak ve külden başka bir şey olmadığını fark etti. Uzaktan güzel ve çekici görünen sadece mahbubunun nurunu yansıtan bir toprak ve kül parçası idi"

Bu susamış ruh ne kadar dolaştıysa, bir şey bulamadı. Nurun kaynağı neresi olabilir? Bu nura nasıl ulaşacak?

VELFECR