Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Majestik

Majesteleri”, “Ekselansları” VIP için bir saygı ve yüceltme ifadesidir.

Mesela “Muhteşem Süleyman” derken, Sultan Süleyman’a “Majesteleri” demiş oluyorsunuz. Yani onlar sıradan insan değil, “üstün, büyük, yüce, muhteşem” gibi bir yüceltme sözkonusu burada.

Zaten insanın Rab’lik ve İlahlık iddiası da buradan kaynaklanıyor. Onun için din ve devlet büyüklerinin İlah ve Rab edinilmemesi için uyarılırız. Oysa bizim geleneğimizde buna gönderme yapılarak, “Gururlanma padişahım, senden büyük Allah var” diye bağıran bir münadi vardı. Padişahlardan bazıları ise teb’asına “Kullarım” diye hitap ediyordu, gururla, burnu havalarda!

Biz kelime-i tevhidde; “Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve resulühu” derken, Peygamberin resul sıfatı yanında “kul/abd” olduğuna atıf yaparız. Mabud, Mabed, Abd aynı kökten gelir. “Isırıcı melikler” döneminde o “münadiler”in yerini “meddah”lar, “dalkavuk”lar aldı. “Sahiplerini savunan, başkalarına saldıran troller aldı! Bunlar bakalım ne zaman sokaktan toplanacak!

1980 darbesine kadar benim mediadaki adım Tarık Behlül’dü. Abdurrahman Dilipak’ı askerliğimden sonra kullanmaya başladım. Tarık Behlül’ün benim için özel bir anlamı vardı.

Behlül Farsça bir isim; çok gülen, mütebessim, güleç, neşeli, hayır sahibi, saf, dürüst, iyi insan gibi anlamlara geliyor.

Çocukken de lakabım “Neşeli” idi. “Neşeli ol ki genç kalasın / Bu dünyadan zevk alasın” diye bir şarkı söyler ve bir halk oyunu oynardım. Oradan lakabım “Neşeli” kaldı. “Neşeli”den “Behlül”e geçiş zor olmadı bu anlamda. İşin içinde bir de Haruniye doğumlu olmamın getirdiği bir özellik var. Bugün Osmaniye’ye bağlı Düziçi diye anılan ilçemizde “Düldül dağı”nın eteklerinde “Harun-u Reşid kalesi” var.

Sönmüş bir yanardağ olan “Düldül dağı” ile ilgili efsanelerde Hz. Ali’ye atıf vardır. Şairler Düldül dağına övgüler dizmişlerdir, ihtişamından dolayı.

“Dinleyin ağalar methin edeyim,

Semaya sed çekmiş başı Düldülün.

Engininde İma, geyik, Bozular

Yükseğinde yavru gecik, kuzular

Çıkın bu yaylaya beyler gaziler

Ab-ı hayat olmuş suyu Düldülün.

Oturmuş güzeller mat eder mah-ı

Güzel eğlencesi peşi Düldülün”

Dedemin kardeşi “DedebeyDüldül’ü böyle anlatır

Bu “Behlül” adı Harun-u Reşid’den geliyor. Onun kardeşi olduğu rivayet edilen bu zat hakkında Diyanet Ansiklopedisinde şu bilgi verilir: “Ukalâ-yi mecânînden (deli görünüşlü akıllılar) olan Behlûl-i Dânâ Behlûl-i Dîvâne, Sultânü’l-meczûbîn ve Abbâsî halifesi Hârûnürreşîd (788-809) ile olan münasebeti dolayısıyla Behlûl er-Reşîd diye de anılır.” (Dânâ: ‘Dâniş’ten, ‘Bilmek’ masdarından, ‘bilen kişi, âlim zât’ demektir). Yani “Koca Karî / Hoca Karî” gibi, (Büyük okuyucu, okuyucu/okumuş hoca gibi bir isim) Anadolu’da bir de “Ocak delisi” tabir edilen, benzer bir kişilik söz konusudur. Belki ben de bugünün “Ocak delisi”yim. Bazan da “deli” olmak değil de, “meşru bir şeyin delisi olmak” gerekiyor. Kahramanların çoğu, bu gruptan çıkar.

Harun-u Reşid’in Behlül’ü sürekli yanında bulundurduğunu, kendisi ve çevresinde yanlış bir iş ve söz konusunda, hemen o yanlışa karşı tepki verdiğini, yanlış yapanın makamına bakmadan doğru olanı söylediği rivayet edilir. İşte kendime ad seçerken Behlül’ü o sebeble seçtim.

Kimsenin makam ve mansıbına bakmadan ama aynı zamanda güzel söz ve hikmetle suratımı asmadan Hakkı söyleme adına kendime Behlül’ü rehber edindim.

Hakkın ve halkın gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, haykıran sesi olayım istedim. Bu şekilde Allah’ın rızasının tecellisinin vesilesi olacağımı ümid ettim ve ediyorum. Haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana zalime karşı.

Bir kavme olan düşmanlığım bile beni onlar hakkında adaletsizliğe sevk etmesin istedim. Celladımın bile hakkını savunmaya çalıştım bu anlamda. Benim için haksızlık sözkonusu ise Majesteleri, Ekselansaları, Haşmetmaablarına söyleyeceğim söz bellidir.

Bir de “Tarık” var. O da Cebel-i Tarık’taki Tarık’tan, “Tarık yıldızı”ndan gelir. Bu aynı zamanda bir sure adıdır.

“Tarık Suresi, Kur’an’ın 86. suresidir ve 17 ayetten oluşur. Sure, ismini 1. ayette geçen ve üzerine yemin edilen ve bir “necm / yıldız” olduğu ifade edilen ‘tarık’ kelimesinden alır. “Tarık”, geleneksel olarak halk arasında ‘Zühre’, ‘çoban yıldızı’, ‘sabah veya akşam yıldızı’ olarak da bilinen “Venüs”tür.

Târık b. Ziyâd b. Abdillâh (Amr) en-Nefzâvî el-Leysî (ö.102/720). Mûsâ b. Nusayr ile birlikte Endülüs’ü fetheden kumandan. Târık kabiliyetiyle Emevîler’in Kuzey Afrika valisi Mûsâ b. Nusayr’ın dikkatini çekti.

Müslüman olduktan bir süre sonra Mûsâ b. Nusayr tarafından âzat edildi ve Kuzey Afrika’da gerçekleştirilen fetihlerde öncü birliklerin kumandanı sıfatıyla önemli hizmetlerde bulundu.

Peki “Tarık” adı niye aldım: Dedem, Müftü Mehmet Emin Aksay, ben doğunca, adımı “Abdurrahman Gafigi” koymak istemiş. Ama Gafigi’yi kimse bilmez, telaffuzu zor diye, sadece Abdurrahman ismini koymuşlar. Abdurrahman el Gafigi (Ebû Saîd Abdurrahmân b. Abdillâh b. Bişr el-Gāfikī / Vefatı: 114/732). Emevîler devri Endülüs valisi ve kumandanı. Tarık b. Ziyad ile birlikte bulunmuş. Hatta “Gemileri yakma emri”nin de Gafigi’den geldiği söylenir. Ben de madem “Gafigi“ olmadı, aynı cephede savaşan komutanın adı olsun” dedim ve Tarık adını aldım.

Emevî Halifesi Hişâm b. Abdülmelik tarafından 730’da Endülüs valiliğine tayin edilen Abdurrahman, İslâm kaynaklarında “el-Arzu’l-kebîre” olarak geçen Gaule (Galia, bugünkü Fransa) bölgesine sefer için hazırlıklara başladı. 732 yazında Pireneler’i geçip Bordeaux’ya yürüdü. Aquitania Dükü Eudes’ü mağlûp ederek Bordeaux’yu ele geçirdi. Bunun üzerine Eudes, Müslüman kuvvetlerinin ilerlemesini durdurabilmek için Frank askerlerine komuta eden Charles Martel’den yardım istedi. Daha sonra cephede vefat etti.

Dün sözünü ettiğim Fransız düşünür Gustav Le Bon, “bırakınız Müslümanlar gelsinler, bize uygarlığı, bilimi, adaleti, barışı getirsinler” diye yazmaktadır o yıllarda. Bon’un önünün açılmasını istediği fatih Abdurrahman el Gafigi’dir. O dedemin benim için seçtiği ismin sahibi, manevi isim babamdır.

İşte böyle!

Gelin Mustazaf’lardan yana olalım ve Müstekbir’lere karşı direnelim. Onlar kim olurlarsa olsun, Haklıdan yana, haksızlara karşı Hakkın safında yer alalım.

Allah (cc) bizim ellerimizle zalimleri cezalandırıp, mazlumlara yardım etmek ister. Biz Allah’ın rızasının tecellisinin vesilesi olursak işte o zaman Allah’ın yardımı bize ulaşır.

Allah’ın kolaylaştırdığından daha kolay bir iş yoktur. Zalimlere yardım edersek, ateş bize de dokunur. Onlar karşısında susarsak, dilsiz Şeytan oluruz.

Selâm ve dua ile.

Bu yazı toplam 476 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar