Kudüs’ü, Mescid-i Aksâ’yı Unuttuk ve Defterden Tamamen Sildik mi?

Müslümanlar olarak birbirimizle uğraşırken on gün kadar önce İsrail Mescid-i Aksâ’nın bahçesinde 3 Filistinliyi öldürdü ve bu da yetmiyor gibi, Mescid-i Aksâ’yı ibâdete kapattı. 1967 yılında Kudüs’ün işgalinden bu yana ilk defa Mescid-i Aksâ’da geçen hafta Cuma namazı kılınamadı. Bir hafta kapalı kaldıktan sonra büyük tepkilerden sonra, birkaç gün önce tekrar ibadete açıldı. Ümmet politikacıların oyuncağı olmuş, şiddet yanlısı veya demokratlık gibi iki ucubeden birini tercihe zorlanmış, birbiriyle mücadele içinde. Müslümanların küçük işler peşinde olduğunu bildiğinden İsrail büyük oynuyor. Oldu-bittiye getirip Mescid-i Aksâ’yı tümüyle ele geçirmek veya ibadete tümüyle kapatıp mescid olmaktan çıkarmak istiyor. Biz ziyaret ettiğimiz zaman da gördük: Kapısında İsrail askerleri nöbet tutuyor. Bu mescide bizim iznimizle giriyorsunuz havasındalar. Orada iken, gece teheccüd için Aksâ Mescidine gittiğimizde İsrailli askerler kapıda 10 dakika kadar bekletmişler, sonra keyifleri gelince lütfen dış kapıyı açmışlardı da kalabalık Mescid’e girebilmiştik.
Kudüs ve Mescid-i Aksâ ziyaretimiz üzerinden üç ay geçti, geçmedi. Bu ziyaretle şundan eminiz ki; Ümmetin durumunu kestirmeden öğrenmenin en kısa yolu Kudüs ve Mescid-i Aksâ’yı görmektir. Umre ziyaretini yapanlara ısrarla tavsiyem şu: Kudüs’ü, Mescid-i Aksâ’yı ziyaret etmeden diğer kutsal beldelere geçmesinler. Birinci kıbleyi görmeden ikinci kıbleye atlamasınlar. Rasûlullah (s.a.s.) ve ilk müslümanlar, Mescid-i Aksâ'yı İbrâhimî sünnet gereği ilk kıble olarak seçtiler; oraya yönelerek Rablerine kulluklarını yerine getirdiler önce. Biz de ilk önce oraya yönelmeli, sonra Kâbe'ye teveccüh etmeliyiz, tefekkür ve görev bilinciyle. Hem namazdaki "kıyâm"ı, hem de namaz gibi ibâdet olan "kıyâm"ı kıbleler tâyin edecek; biz de kıblelerimize doğru yönelecek, yüzümüzü Aksâ ve Harâm Mescidlerine çevirecek ve oraya doğru "Allahu Ekber!" diyerek kıyâm'a duracağız.
Yeryüzünde namaz kılmak ve ziyaret etmek maksadıyla yolculuğa çıkılabilecek üç mescid vardır. “Üç mescidden başka bir yere (ibâdet ve ziyâret etmek için) özel olarak yolculuk yapılmaz; Mescid-i Haram, Mescid-i Aksâ ve Benim mescidim.” (Buhârî, Fedâilu’s-Salât -Salâtu Mescid-i Mekke- 1, 6, Savm 67; Müslim, Hacc 74)
Bu üç mescidin üstünlükleri, onların peygamberler (İbrâhim, Süleyman ve Muhammed (salevâtullahi aleyhim ecmeıyn) eliyle kurulmalarından gelmektedir. Mescid-i Haram, yani Kâbe, bütün varlıkların kıblesi, Mescid-i Nebevî, takvâ üzerine kurulan Son Peygamber'in mâbedi, Mescid-i Aksâ da eski Peygamberlerin kıblesi, müslümanların da ilk kıblesidir.
Bu Üç Mescid, Günümüzde Müslümanların Esâretini Haykırıyor!.. Ne yazık ki, en faziletli bu üç mescid de farklı şekillerde hür değil. İslâm ümmetinin malı ve kutsal değeri olan Mescid-i Harâm ve Mescid-i Nebevî bir kral ailesinin keyfî yönetimindedir. Mescid-i Aksâ’nın bulunduğu, Kur’an’da mübarek kılındığı bildirilen bölgede yer alan Kudüs ise siyonist kâfirler tarafından işgal edildi. Bu işgalle beraber Mescid-i Aksâ ve onun yanında bulunan diğer İslâm mirası siyonist tehdidi altındadır. Diğer mescidlerin birçoğu da İslâm dışı siyasî anlayışların kontrolündedir. İstanbul’daki Ayasofya Müzesi, Dünya çapında meşhur bir camiyi ibadete kapatıp müze yapma zilletinin ve yıllardır şartlar elverdiği halde câmi olarak açmamanın ancak ikiyüzlü politika ile izah edilebileceğinin göstergesi...
Mescid-i Aksâ’nın yürekleri yakan durumu, mü’minlerin boy aynası, boy ölçüleri için gösterge... Hıristiyanlık, yahûdilik ve İslâmiyet açısından da kutsal bir kent, etrafı mübarek kılınan belde (bkz. 17/İsrâ, 1). Oraya hâkim olan, dünyaya hâkim olmuştur denebilecek bir simge ve psikososyal moral ve güç kaynağı.
Günümüzdeki durumu belirtmeye gerek var mı bilmiyorum; Fesad, katliam, vahşet, dehşet... Siyonizm ve emperyalizm, sadece Kudüs’ümüzü değil; İslâm âlemini işgal altında tutuyor. Kudüs’ün, Mescid-i Aksâ’mızın işgalden kurtulması için çalışmak, tüm gayretimizi seferber etmek, cihad etmek farz-ı ayın.
Kıblelerimize Yönelerek Kıyam: Rasûlullah (s.a.s.) ve ilk müslümanlar Mescid-i Aksâ’yı vahiy gereği ilk kıble kabul ettiler; oraya yönelerek Rablerine kulluklarını yerine getirdiler ilk önce. Biz de önce oraya yönelmeli, sonra Kâbe’ye teveccüh etmeliyiz, tefekkür ve görev bilinciyle. Hem namazdaki “kıyam”ı, hem de namaz gibi ibâdet ve farz olan küfre başkaldırı anlamındaki “kıyam”ı kıbleler tâyin edecektir. Biz de kıblelerimize karşı yönelecek, yüzümüzü Aksâ ve Haram Mescidlerine çevirecek ve oraya doğru “Allahu Ekber!” diyerek kıyama duracağız/kalkacağız.
Mescidlerimiz işgalden kurtulduğu gün Mescid-i Aksâ’mız da kurtulacak, Mescid-i Haram’ımız da. Mescidlerin kurtuluşu da Allah’ın evi olan gönüllerimizin işgalden kurtulması ile sağlanacaktır.
Filistinli Müslümanlar alabildiğince müstaz’af. Onları suçlamak yerine onlara acıyor insan. Ama, Kudüs bütün Müslümanlarındı, sahip çıkamadık o Hz. Ömer emanetine, yardımcı ve destek olamadık Filistinli kardeşlerimize. Onları fillerle boy ölçüşsün diye önlerine atılan tavşan misali biz bırakmadık mı öylesine... Bu düşüncelerle içim kan ağlıyordu. Bizim anamız bizi oralarda doğurabilirdi. Bunlar da bizim kardeşimizdi, bunlar Filistinli idi ve Mescid-i Aksâ bizim de mescidimizdi, bize de emanet edilmişti. Ama, kendi mahallesindeki küçük mescidlerini işgalden kurtaramayan ümmet, nasıl büyük mescidlerini, Mescid-i Aksa’larını kurtaracaktı? Kendi ülkelerindeki, içlerindeki siyonistlerin ve İslâm düşmanlarının işgalinin farkına bile varmayanlar, uzaktaki işgallere nasıl müdahale edebilecekti? Esas işgal, toprakların işgalinden öte zihinlerin, gönüllerin, okulların, mescidlerin, mahkemelerin, meclislerin işgali idi. Ve bu işgal sadece Filistin’le sınırlı değildi. Ümmet, kendi zincirlerini kırmadan başka işgallere dur diyemez, sadece “bir dakika” diyebilir. Katillerden özür bile diletemez. Aslında Filistin biziz, biz. Farkında bile değiliz. Filistin aynasında boyumuzun ölçüsünü alıyoruz. Ziyaretimiz esnasında Filistinli kardeşlerimizin neler çektiğine şâhit olunca ya ağlamaklı oluyor, ya görmek istemediği için kapanıyordu gözlerimiz. Ama, hayat gözleri açmayı, gözü açık yaşamayı öğretiyordu.
Filistinli olmanın zorluklarını üç gün içinde de olsa kısmen yaşadık. Buralardan duyardım bu eşkıya çetesinin ülkesine (nereden ülkesi oluyor? İşgal ettiği Filistin’e) gelen turistlere bile, eğer müslümansa çok kötü davrandığını, gümrük kapılarında zorluk çıkarttığını. Ama bu kadarını da beklemek değil, tahmin etmek bile zor. Vampirler çetesi Siyonist rejimden daha başkasını beklemek de doğru değil zaten. Akrebin sokması kendi yapısı icabı; İsrail’in de zulüm karakteri olmuş. “İsrâil” ismi, aslında “gece yolculuk yapmak” ve “Allah'ın kulu” anlamına gelmektedir. Kur’an-ı Kerim’de Ya’kub’un (a.s.) lakabı olarak gündeme gelir. Benî İsrâil (İsrâiloğulları) Ya’kub Peygamber’in oğulları demektir. Günümüzdeki Tevrât'tan yola çıkarak İsrâil kelimesine verilen bir başka anlam ise, “savaşan Tanrı” veyahut “Tanrı’ya karşı kuvvetli”. Muharref Tevrat'ta, Hz. Yakub'un Tanrı ile güreşip onu yendiği(!) için bu adı aldığı anlatılmaktadır (Kitab-ı Mukaddes, Tekvin 32/28; 45/9-18; Hoşea 26/5-6). İsrailliler, İsrail kelimesini “Allah’la güreşen, Allah’ın kendisini yenemediği şahıs” olarak anlamlandırmak gibi küstahlık ve cür’et gösterebiliyorlar. Yani, kendilerine Allah tarafından gönderilen hak din İslâm'ı değiştirip yahudileşenlerin, mukaddes kitaplarına ve Allah'a en ağır iftiralar atmasına bir örnek de “İsrâil” kelimesine verdikleri bu anlam olsa gerektir. “İsrâil” kelimesine yakıştırdıkları bu anlamla, kendi soylarını yüceltmek için “tanrı”larını bile küçülttükleri, onu sıradan bir insan gibi gördükleri ve bir peygamberine gücünün yetmediği, bir insanın kendisini yendiği âciz bir varlık gibi algıladıkları olanca çirkinliğiyle sırıtmaktadır. Kudüs'ü işgal edip o kutsal topraklarda devamlı müslüman kanı akıtan zâlim siyonist rejime ve o topraklara da, bilindiği gibi İsrâil adı uygun görülmüştür. Yani, onlara göre: “İsrail, yani Allah’la güreşen ve Allah’ın kendisini yenemediği güç.” Bu isimle iddia etmiş oluyorlar ki: “Biz İsrail’iz. Allah bile bizi yenememiştir (Hâşâ!). Allah’ın yenemediğini kim yenebilir?” İblis’in bile bu kadar alçalamayacağı şekilde bu anlayışa sahip küstah, şımarık, azgın ve Allah’ın gazabına uğramış, kaşarlanmış, yoz bir karakter…
İşte bu karakteri sadece Kitaptan okumak ve soyut bir varlık gibi algılamanın ötesine geçip onları yakından tanıma fırsatına erişme… Duâmız o oldu ve olmaya devam edecek: Rabbim bu zihniyeti, Seni bile yendiğini iddia eden küstahları, bizim elimizle öyle bir mağlub et ki, kıyâmete kadar tüm dünyaya ibret olsun. Rabbim, Sen bunların işgali, egemenliği, sömürüsü altında yaşamak zorunda kalan Filistinlilere yardım et. Bize gerçek dostlarımızı ve gerçek düşmanlarımızı tanıt ve onlara nasıl tavır takınmamız gerektiğini öğret. Biz üç günlük Filistin ziyaretinde elimize tesbih alıp saymasak da bin bir kere lânet okumak zorunda kaldık, ya Batı Şeria’daki ve Gazze’deki Filistinliler her gün ne yapıyor?
 

Bu yazı toplam 1422 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar