Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

Koca kişilerin "çocukluk hastalığı"nın nüksetmesi..

Ankara -Mülkiye"de  (Siyasal Bilgiler Fakültesi"nde),  iki anayasa prof."u (Meclis Anayasa Komisyonu Başk. AK Parti"li Burhan Kuzu ile CHP"nin yeni Genel Sekr.  Suheyl Batum), "anayasa hukuku  ve siyaset ilişkileri" çerçevesinde yapılacak bir panel için, sözkonusu fakültenin "öğrenci derneği"nce davet ediliyorlar bir ay kadar önce ve bu da kabul ediliyor..

Ancaaak, bu kişilerin konuşturulmayacağı ve kendilerine karşı protestolar sergileneceğine dair ihbarlar alınıyor, önceden..

Bu gibi iddialar üzerine, davet olunan prof.ların gitmekten vazgeçmeleri yakışık olmazdı.. Çünkü, her protesto tehdid veya iddiası karşısında bu gibi proğramlar ibtal olunursa, o zaman, mâkul tartışma zeminleri kullanılamaz hale gelir.. Bu gibi durumlarda yapılması gerekli olan, emniyet güçlerinin gereken tedbirleri almasıdır..

Ancak, üniversite muhitine  polisin ve askerin girmesinin kötü hatıraları vardır, geçmişten.. Bunun içindir ki, ancak sivil polisler ve sınırlı sayıda  güvenlik güçleri orada bulunabilir..

*

Ve, salona S. Batum girdiğinde, bir-kaç yuhlama sesi duyulur ve o da, konuşmasına imkân verilmemesi üzerine, "Bu yaptığınız faşizmdir.." gibi hırçın ifadeler ve "yuhh" sesleri arasında orayı terkeder..

Arkasından, B. Kuzu girer içeriye.. Protesto yiyeceği kendisine hatırlatılsa da..

Ve, önceden hazırlanmış ve üzerinde "Kollektif Yumurta Şenliğine Hoşgeldiniz"  yazısı bulunan bir pankart açılır ve arkasından yumurta yağmuru başlar.. Kuzu, çevresindekilerin açtığı şemsiyelerle korunmaya çalışılır.. Ve o da,  "o yumurtaları bana atmak yerine yeseydiniz, beyniniz çalışırdı.." gibi nükteli ve amma, o anda ortamı daha bir tahrik eden sözlerle karşılık verir..

Aslında fazla büyütülecek bir tarafı yoktu, işin.. Ama, bu az zararlı eylem kamuoyunda hakettiğinden fazla bir yer buldu..

Bu da, bu gibi az zararlı ve çok ses getiren eylemlerin yapılmasına bir teşvik olabilir.

Elbette, bu eylemin tezgahlanmasında, iki gün önce, İstanbul"da Dolmabahçe Sarayı"ndaki Başbakanlık Çalışma Bürosu"nda Başbakan Erdoğan"ın Üni. rektörleriyle yaptığı görüşmeye yönelik bir protesto gösterisi yapmaya kalkışan bir gruba karşı polisin oldukça sert davranmasının da etkisi vardı.. Çünkü, bazı göstericiler sürüklenmiş, tekmelenmişti.. Bu sert müdahalenin, 4-5 aylık hamile olduğu bildirilen bir genç kadının düşük yapmasına kadar vardığı da bir duygu sömürüsüne müsaid şekilde, tekrar tekrar anlatılıyordu, ekranlardan..  Ve tabiatiyle, bu gibi haberlere teşne olan tv. ekranları, bu sert tedbirler üzerinde acaib yorumlar yapmaya başlamışlardı..

Protestocular itiraz ve taleblerini belirteceklermiş Başbakan"a..

Siyasetçiler bu kadarcık tepkileri göze almalılardı..

Ve polis de, o kadar acımasız müdahale etmemeliydi..

 *

Ancaaak, 12 Aralık akşamı, HT. ekranlarında yayınlanan bir tartışma proğramında söylenenler bir itiraf gibiydi..

Çünkü, o gösteri grubunun liderinin yaptığı açıklamaya göre, Kabataş İskelesi"nde bir araya gelen grup, orada bir takım protesto gösterileri yapmışlar, bir şey olmamış..

Ama, aynı grup Dolmabahçe"ye gitmeye kalkışınca, yolları kesilmiş, göstericiler ısrar edince de, polis cop ve sinir gazı kullanmış..

Göstericiler de ellerinde bayrak taşımak adına bulunan sopalarla polislere girişmişler..

*

Hadiseye bu kadar sathî bakılırsa, elbette fazla büyütülmüş olduğu söylenebilir.

Ama, 12 Aralık akşamı, o eylem grubunun lideri olan kişiye sorulan, "polisin elinde, sizin kullandığınız metodlar arasında işgal gibi yöntemlere de başvurduğunuza ve bu yönde bir ihbar bulunduğuna dair bilgiler varmış, ne dersiniz?"  mânasındaki bir soruya, "varsayalım ki işgal de vardı, işgal olsa n"olur?" diye cevab veriyordu..

Yani, mâsum gibi gözüken bu gibi küçük ve ama planlı gösterilerin, 27 yıllık diktatörlüğü olan  Çavuşesko"nun düşmesiyle noktalanan Bükreş"de; Elbiçey"in kaçmasıyla Baku"da; Miloşeviç"in düşmesiyle Belgrad"da; Şwardnadze"nin düşürülmesiyle Tiflis"te; Yuşçenko"nun iktidara gelmesinin yolunu açan Kiev"de; Asgar Akayev ve Kurmanbayev"lerin iktidardan gitmeleriyle Bişkek"te ortaya çıkardıkları tabloları unutmamak gerekir.. Evet, son 20 yılda, tahrik edilen kitlelerin yanıltılarak, Meclis"lere, saldırtılması ve parlamento baskınları şeklindeki gelişmelerin hangi rejimleri nasıl devirdiklerine dair örneklerden korkuya kapılan güvenlik güçlerinin ölçüsüz kuvvet kullanması sözkonusu edilebilir.. Ama, bu gibi ihtimallere karşı, hemen, "Batı"da olsa.." gibi laflara sığınılmasına fazla itibar etmemek gerek.. 

Hele de, Dolmabahçe Sarayı"na yürümeye kalkışan grubun liderinin açıkça, "farzediniz ki işgal de olsa, n"olur?."  demesindeki itirafla, polisin aldığı ihbarlar biraraya getirilince, konuya biraz daha farklı bakılabilir.. Ayrıca, "Batı"da olsa.." gibi laflar edenlerin, bu gibi ihtimallere karşı, Batı ülkelerindeki polis güçlerinin nasıl acımasızca saldırdığı ekranlardan bütün dünyaya yansıdığı halde, olup bitenleri görmek istemeyişleri de bir ayrı körlük..

Ve bu grup, kendi ifadelerine göre, SDP (Sosyalist Demokrat Parti) isimli bir siyasî yapılanmanın gençlik örgütüne mensub imişler.. Anlaşıldığına göre de, benzer ve acaib teşkilatlanmaların gedikli isimlerinden ve Ergenekon sanıklarından D. Perinçek"lerin yapılanma ve çalışma tarzını benimsemiş gözüküyorlardı..

*

Evet, İstanbul"daki o sert polis müdahalesinin, Mülkiye"deki "kollektif yumurta şenliği"ni fitillediği anlaşılıyor..

Hadisenin en çirkin tarafı, yumurta eylemi değil, önceden davet edilen kişilerin sonra bu şekilde protesto edilmesiydi.. En azından konuşmalarından sonra sözlü itiraz ve protestolar sergilenebilirdi..

Ama, burada, o prof.ların sırf  "yumurtalı eylem"  için davet edildikleri ortaya çıkıyordu.. Yani, onlar kandırılmış ve tuzağa düşürülmüş oluyorlardı..

Bu durumda, Burhan Kuzu, keşke hiç şemsiye ile filan korunmayıp, bütün yumurtaları yeseydi ve o hiç müdahale etmeyip, orada bir heykel gibi dursaydı, sanıyorum, kendilerinde Mülkiyeli diye daha bir ayrıcalıklı yer vehmeden bu tip bir üni. gençliğinin  fikir özgürlüğü ve tartışma âdâbından neler anladıklarını çok öğretici şekilde gösterebilirdi.. Suheyl Batum ise, kendisine yumurta atmadıkları için protestoculara teşekkürlerini bildirdi; Kuzu"ya yapılana "ohh olsun.." dercesine.. 

*

"Geldinse vur, ey 68- rûhu..."

Ama, üzerinde durulması gereken bir diğer konu ise, "68 Kuşağı"  denilen neslin özellikle de -o zamanki ve eski marksist- öncü isimlerinin heyecanlarındaki depreşme..

Babalarının ve hattâ dedelerinin gençlik yıllarından bugüne gelen o deyimi bilmeyen yeni nesiller, çok matah bir şey bile sanabilirler..

Sahi, nedir bu "68 Kuşağı"?

"68 Kuşağı/ Nesli"  lafına ikide bir gönderme yapılması da bu sözde bir tılsım olduğu zannını uyandırıyor sanki..

Evet, neydi bu "68 Kuşağı" ve o hareketin korkunç kanlı ideolojik bilançosu nedir?

Bu konulara da kısaca bir hatırlatmada bulunmak yerinde olacaktır..

*

Aslında, Mayıs-Haziran 1968"de, Fransa, Almanya ve Belçika gibi Batı Avrupa ülkelerinde başlayan gençlik hareketlerinin Türkiye"ye yansıyan bir tsunami dalgasıydı, bu deyim.. Ve hatırlayalım ki, dünya kapitalist değerlere bugünkü çapta teslim olmamıştı; komünist emperyalizm de Ağustos-1968"de Çekoslovakya"yı Varşova Paktı güçleri eliyle, işgal edecek kadar pervâsız idi.. Yani,  "Soğuk Savaş"ın bütün argümanları devredeydi..

İşte o günlerde,  "Kızıl Dany" diye bilinen (ve halen Avrupa Parlamentosu"nda parlamenterlik yapan) Daniel John-Bendit ve benzeri öğrenci liderlerinin etrafında bir sosyal hareket gelişiyordu.. Kızıl Danny, (Dany le Rouge / Danny the Red) kızıla yakın sarı saçlı fotoğraflarıyla tanınıyordu..

Belki bazılarına biraz fazla zorlama gibi gelebilir, o günleri yaşamış olan birisi olarak, Deniz Gezmiş"in isminin, o günlerde, Kızıl Dany"nin ismiyle kafiyeli oluşunun bile, Deniz"in sembol isim haline gelmesinde etki olmuş olduğu söylenebilir.. Nitekim, Batı Avrupa başkentlerinin ana caddelerindeki "Daaa-ny / Daaa-ny"  sloganları, İstanbul Üni. etrafındaki meydan ve caddelerde "Deee-niz /Deee-niz!" diye yankılanıyordu.

Kızıl Danny"nin o zamanlar ve hâlen de nasıl bir dünyası olduğu pek anlaşılamamıştır; bir yanar-döner gibidir, bu "herif-i nâ-şerif.."

O günlerin öğrenci liderlerinden Deniz Gezmiş"in de..

En azından, öne çıkarıldığı o günlerde marksistliğinin derinlikli bir ideolojik fikrî bütünlüğe kavuşmuş olduğunu sanmam..

O dönemde sadece boyu -posu vardı.. O hareketlerin asıl beyin takımını ise Mâhir Çayan, Ulaş Bardakçı ve E. Kürkçü gibi isimlerin yönlendirdiği söylenirdi, o günlerde..

Sosyalist /komünist/ marksist gençler ise, komünistlerin ünlü "Enternasyonal Marşı"nı söyler, "sosyalist Türkiye"yi kuracağız.." gibi sloganlarla atarlar ve de o dönemin gencecik iktisad  doçenti -MİT ajanı olduğu çok sonralarda ortaya çıkacak- olan Mâhir Kaynak"ı, "geleceğin sosyalist Türkiyesinin cumhurbaşkanı" diye biribirlerine fısıltılarla göstererek selamlarlardı..

(O günlerde, Diyarbakır"da memur olarak sağlık teşkilatında çalışıyordum ve sene sonu imtihanları için İstanbul"a gelmiştim.. İstanbul"da da pek arkadaşlarım yoktu, tabiatiyle..

Bir sabah, imtihana gitmek üzere Üniversite"ye gittiğimde, üniversitenin etrafının askerlerce kuşatıldığını, içerden ise, öğrencilerin kapıları kilitleyip; üniversiteyi işgal ettiklerini, sadece öğrenci kimliği olanları içeri aldıklarını gördüm..

Biraz sonra, Hukuk Fakültesi"nin önündeki iç avluda binlerce öğrenci toplanmış, "sağ-sol yok, birlik var.." gibi sloganlar yükseltiliyor ve sadece ders kitablarının çok pahalı ve üni. harçlarının çok yüksek olduğundan yakınılıyor, yazılı imtihandan "sözlüye girer" notu alanlara bir değil, iki kez imtihan hakkı tanınması isteniliyordu.. Yani, çok haklı ve mâsum isteklerdi ve bu taleblere karşı çıkacak kimse de yoktu..

Ama, bu olan bitenleri kimin yaptığından fazla bir bilgi sahibi değilken..

O sırada bir dalgalanma oldu, "De-niiz! / De-niiiz!" sloganları arasında uzun boyuyla Deniz Gezmiş, bir ihtilal kumandanı edâsıyla gözüktü ve "dün gece, saat 01.00"de, üç arkadaş, bir işgal komitesi oluşturup, üniversiteyi işgal kararı aldık.."  diye bir nutuk irad etti..

Kalabalık içinden, hemen hiç arkadaşı olmayan "fakir", yapayalnız;  "Burada hepimiz üniversite öğrencileriyiz.. Alınan bu işgal kararı yetkisini kimden ve nasıl aldınız? Ben de desem ki, biz de dün gece saat 01.30"da üç arkadaş, "Redd-i İşgal Komitesi" oluşturup işgale karşı  direneceğiz desek, bunun mantığı nedir?" der demez,  "yani, sen işgale karşı mısın?" uğultuları arasında, dayak yemeden güç-belâ kurtulmuştu..)

Zaman geçti..

O mâsum istekler, güçlü bir marksist ideoloji saldırısının kılıfı veya yemi olmuş ve ona uygun sosyo-politik yapılanmalara yol açtı.. Ve tabiatiyle, konunun  "Soğuk Savaş"ın  uluslararası boyutlarına uygun olarak, kapitalist dünyanın karşı-savaş taktiklerine göre mukabil direniş yapılanmaları da ortaya çıkacaktı.. Türkiye"de de öyle olmuş ve bir takım laik-etnik ideolojiler de mevcud düzeni ve değerlerini muhafaza etmek mânasında muhafazakâr eğilimlerle ve hattâ halkın inanç değerlerini de çarpıtarak gelişmişti..

"Ülkücülük"  denilen bir hareket gökten zembille inmedi..

Her iki kutub da, gerçekte, yarım asrı aşan bir süredir tam mânasıyla esir alınmış, inançları ve doğruluk kriterlerinin sosyal planda gündeme getirilmesine bile müsaade olunmayan müslüman kitleler o kavgada yer almıyorlardı.. Onların duygularını da daha sonra "Akıncılar" olarak isimlendirilecek ve İslamî ölçülere ağırlık veren kesim oluşturacaktı..

Ama, müslüman kesimin adı bile anılmaz, kavganın sadece "sağ-sol"  terimlerine göre cereyan edeceğine karar veren ideolojik savaş ajanlarının ve karar merkezlerinin taktiklerine göre hareket edilirdi..

Kaba kuvvet gösterileri, giderek silahlı mücadeleye dönüşüyordu..

Başbakan S. Demirel"in "Morrison Süleyman" olarak isimlendirildiği devr-i iktidarı; İsmet Paşa"nın "Orta"nın Solu" sloganı ve  Ecevit"in solculuk şarkıları; 1960 Askerî Darbesi"nin güçlü isimlerinden em. Kur. Alb. Alpaslan Türkeş"in mevcud kemalist rejimin güçlerine yardımcı olacak şekilde oluşturduğu komando kampları, Ülkücüler ; Erbakan"ın Millî Nizam Partisi çatısı altında geliştirilmeye ve müslüman halkın arzularına göre şekillendirilmeye çalışan yapı..

Evet, bunların herbirisi kendisine uygun kitleleri de buluyordu..

Derken, 16 Haziran 1970"deki, marksist güdümlü büyük işçi grevleriyle harekete geçirilmiş kitlelerin İstanbul"da meydana gelen ve onlarca kişinin öldüğü ve  sıkıyönetim  ilan edilmesiyle noktalanan büyük ayaklanma teşebbüsü..

Nihayet, tarafların "Bir cenaze çıksa da, bir büyük nümayiş / gösteri yapsak.." gibi beklentilerinin bile dile getirildiği yıllar..

Aynı ülkenin -çoğu da Anadolu"dan gelmiş- fukara çocukları biribirlerini hain olarak görüp öldürme açlığı içinde kıvranıyorlardı..

Ve nihayet 9 Mart 1971"de, orduda marksist eğilimli bir darbe teşebbüsünün yapılması kararlaştırılır; ama, bu plan, dönemin KKK. Org. Faruk Gürler  ve diğer bazı ünlü generallerin saf değiştirmesiyle, akîm kalması; üç gün sonra da, 12 Mart 1971 Askerî Darbesi"nin, emir-komuta zenciri içinde gerçekleşmesi..

Demirel, muhtıra  devlet radyosundan gün ortasında okunur okunmaz, Başbakanlığı bırakıp, evine gitmişti.. Dönemin Gen. Kur. Başkanı Org. Memduh Tağmaç"ın ise, "Ne yapayım, altımı tutamıyorum.. diye kendisini mâzur göstermeye çalıştığı, daha sonra anlaşılacaktı..

Ki, Dev- Genç ve benzeri marksist ve diğer solcu  kuruluşlar ilk iki gün, bu askerî darbeyi savunan bildiriler yayınlıyorlardı.. Daha sonra ise, kaynar kazanın kendi üzerlerine de devrilmekte olduğunu görüp feryad edeceklerdi, ama, bu, acılar çekmelerini önlemeye yetmiyecek; kendileri de yanacaklar, ülke de yanacaktı..

30-40 yıldır CHP"li olan anayasa hukukçusu  Prof. Nihat Erim, CHP"den istifa ettirilerek, -sözde- "Bağımsız" hale getiriliyor ve yeni bir hükûmet kuruluyor ve CHP"nin seçkin isimlerinden em. kur. alb. Sadi Koçaş Başbakan Yardımcılığı"na getiriliyor ve o da, çıkaracakları yeni kanunların -hukuk tarihindeki en ilkel uygulama örneklerden birisi olarak- "makable şâmil" / geçmişe yönelik olarak uygulanacağını bile resmen açıklayabiliyordu..

Ama, Meclis kapatılmıyor; Meclis"e emirler verilerek istenen kanunlar çıkarılıyordu.. Cumhurbaşkanı olarak em. Org. Cevdet Sunay da makamında oturuyordu..

*

Ve kurulan Sıkıyönetim"lerin askerî mahkemelerinde binlerce kişi yargılanıyor, sivil mahkemeler de önce Millî Nizam Partisi şeriatçilik suçlamasıyla ve sonra da Türkiye İşçi Partisi marksist rejim kurmak suçlamalarıyla kapatılıyor ve Erbakan da, m.vekilliğini korumak şartıyla, Meclis tarafından izinli sayılarak, tedavi gerekçesiyle 16 ay kadar İsviçre"ye gönderiliyordu..

Bu arada Nihad Erim Hükûmeti istifa ediyor,  arka arkaya Ferid Melen, Naim Tâlû ve Sâdi Irmak hükûmetleri kuruluyor, ama, yama dikiş tutmuyordu..

*

Bu arada, Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan yakalanıp askerî mahkemelerde yargılanıyor ve Mayıs -1972"de idâm olunma eşiğine geliyorlar, ve onların idâmını önlemek için Ünye"deki radar tesislerinden ingiliz, B.Amerika"lı ve Kanada"lı olan üç teknisyen kaçırılıyor ve bunların Deniz"lerin idâmına engel olmak için rehine alındığı bildiriliyor ve sonunda, bu kişileri kaçıranlar yakalanacaklarını anlayınca, onları Ünye"den Niksar"a doğru uzanan bir dağ yolunda öldürüyorlar ve eylemciler ise, başlarında o dönemin Dev-Genç Gen. Başk. Ertuğrul Kürkçü ile Mâhir Çayan ve diğer 10 kişi silahlı marksist militan, Niksar"ın Kızıldere köyünde kıstırılıyorlar ve saatlerce süren çatışmalar sonunda öldürülüyorlardı.  Amma, bir gün sonra da samanlıkta samanlar içinde bir hareket görülünce, bunun Ertuğrul Kürkçü olduğu anlaşılıyordu.. O canlı olarak ele geçiriliyordu..

Ki, o zaman nice seçkin marksist isimler, Kürkçü"nün, gerçekte MİT ajanı olduğunu, ve "o yiğit marksistleri oraya kadar getirip, orada hepsini katlettirdiğini ve kendisini de samanlığa saklanarak kurtardığını" iddia ediyorlardı..

İlginç bir gelişme de şu idi ki.. O sırada, nice marksist eylemlerin en gizli planlarını, sırlarını bilen kişiler ya öldürülmüş, ya da yurt dışına gitmişlerdi..

Eski ihtilalci generallerden Cemal Madanoğlu liderliğinde, İlhan Selçuk ve daha nice kemalist-marksistlerin de nasıl planlar içinde olduğu da ortadaydı..

Bu arada, Mâhir Kaynak"ın yurt dışına kaçtığı sanılıyordu.. Ama, öyle olmadığı,  Gazi Eğitim Enstitüsü"nde ders verdiği daha sonra anlaşılacaktı..

(M. Kaynak, daha sonra, Madanoğlu"nun en mutemed, en güvendiği adamlarından birisi olduğunu ve onun da Kaynak"a, "aramıza MİT sızdı, toplantılara katılanları tepeden tırnağa arıyacaksın.."  diye emir verdiğini, ancak kimsenin yakalanamadığını, çünkü asıl dinleme cihazlarının kendi sırtında olduğunu gülerek anlatacaktı..)

*

Bu arada, Cevdet Sunay"ın 7 yıllık C. Başkanlığı süresi doluyor ve yeni Cumhurbaşkanı adayı olarak, Genelkurmay Başkanı Org. Faruk Gürler o makama getirilmek isteniyordu..

Ama, Meclis dengeleri içinde, bu da gerçekleştirilemiyor, ve Meclis"in üzerinden bombardıman uçakları uçurulduğu halde,  Faruk Gürler seçilemiyor ve sonunda, Menderes dönemi Deniz Kuv. K. em. Oramiral Fahri Korutürk"ün C. Başkanlığı"na getirilmesi üzerinde karara varılıyordu..

Evet, Cumhuriyet rejiminin 50. yılına böyle ulaşılmıştı..

Ekim-1975 ortasında yapılan seçimlerde ise, hiçbir parti tek başına iktidar olamıyor, birbirine yakın oy alan Demirel"in Adalet Partisi ile Ecevit"in CHP"si yanında, devreye yeni bir parti daha giriyor, 48 m. vekili ile Erbakan"ın Millî Selamet Partisi de Meclis"e giriyor ve Ecevit ve Demirel büyük koalisyon kuramadıklarından, Erbakan"ın MSP"si ile kim koalisyon yaparsa, onun iktidar olacağı gibi bir ilginç tablo ortaya çıkıyor ve bu koalisyon, Ecevit- Erbakan Hükûmeti olarak kuruluyordu. Ama, bu hükûmet de, ancak  9 ay kadar ayakta kalabilecekti..

Sonrası ise, zâten koalisyonlar, anarşi, terör, hergün ortalama 25-30 kişinin sokak savaşlarında öldürüldüğü, kurtarılmış bölgelerin ve Halk Mahkemeleri denilen ideolojik ve illegal kurumların oluştuğu bir dönem.. 

Ve sonra, 12 Eylûl 1980 Darbesi"ne ve sonra yaşanan facialara ve oradan da 28 Şubat 1997 Zorbalığı"na gelindi..

*

Bunları niçin mi hatırlatıyorum?

12 Aralık akşamı, HT ekranlarında yapılan tartışmada, 1970"lerin Dev-Genç Gen. Başk. Ertuğrul Kürkçü, son günlerdeki gösterilerde ve yumurtalı eylemlere destek veriyor,  1968-70"lerde gelişen sosyal çalkantıları övüyor ve o hareketler sâyesinde öğrencilerin üniversitelerde temsil edilmeye başlandığını söylüyordu..

Halbuki, öğrencilerin haklı taleblerinin "68 Kuşağı" denilen o nesle uzatılan bir olta yemi olduğu, daha sonra çok net olarak anlaşılmış ve bunun ülkeye nelere mal olduğu görülmüştü. Ama, bu kişi ise, hâlâ eski günlerini hasretle anıyor, Kızıldere"de kıskıvrak yakalanıp öldürülen arkadaşlarından geriye, samanlık içinde nasıl saklandığını izah etmiyor ve de o ideolojik hareketlerin bu ülkeye, binlerce genç insanın katledilmesine mal olduğuna hiç değinmiyordu; devrim için olacaktı; o kadar, elbette.. Kendi hayalleri ve hevesleri için, başkalarının canlarının fedâ edilmesi, kobay gibi kullanılmasından hiç bir vicdan azabı  çekmiyen kimselerin şerri karşısında ne denilmeli ve yapılmalıdır?

Şimdi, bu son gösteriler üzerine eski "marksist çocukluk hastalığı" depreşen, sadece Ertuğrul Kürkçü değil..

Hasan Cemal, Cengiz Çandar, Ergun Babahan, Oral Çalışlar, hattâ Sırrı Sureyya Önder vs. gibi geçmişin marksistlerinin bugün, bir yumurta eylemiyle, yeniden eski "çocukluk hastalıkları"nın hecmelerine kapılmaları ilginçtir.. Bu kişiler yazılarında, günlerdir o eylemleri ve eylemcileri desteklediklerini dile getiriyorlar ve bu eylemleri alkışlıyorlar ve yeni anarşi eylemlerinin fitilini ateşlemek istediklerini ya anlamıyorlar; ya da bilerek, bilinmeyen karanlık ufuklara yelken açmak istiyorlar..

Asıl endişe edilmesi gereken de, bu eski tüfeklerin, müslüman halkımızın üzerinde yeni oyunlar oynanmasına alet olmaktan uzak durmak gibi bir intibaha, uyanışa erişememiş olmalarıdır..

*

Ama, müslüman halkımız, defalarca seyrettiği bu filmi yeniden görmek istemiyecektir herhalde..

 

 

HAKSÖZ

Bu yazı toplam 2092 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar