Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Kazandım derken kaybetmek

Derin Gerçekler

Ülkem, bölgemiz, İslam dünyası ve tüm dünyanın geleceğinden kaygı duyuyorum. Şeytan tarihin sonuna doğru son ölümcül darbesini vurmak istiyor. Ve tabi ki, bu Şeytan için de bir intihar anlamına geliyor aynı zamanda. Ve Şeytan son darbe için İns ve Cin Şeytanları ile birlikte fazla mesai yapıyor bu günlerde.

Daha zor bir sınav bizi bekliyor. Çünkü akletmiyoruz. Tevbe de etmiyoruz.

Hale İstanbul ve Ankara’ya bakar mısınız, MHP’liler CHP’den aday oluyor. HDP CHP’nin oylarını bölecek İstanbul’da, YRP’de AK Parti’nin. 20 parti bir arya gelmiş ayrı bir ittifak kuruyor. Görünen o ki, bu seçimde büyük partilerden bir kaçış var.

Kamuoyu araştırmaları çok büyük bir kararsız kitleye işaret ediyor. Bu kararsızlardan hangi partililer sandığa gitmeyecek, seçimin sonucunu onlar belirleyecek. Siyaset hiçbir zaman bu kadar değer kaybetmemişti. Parti üyeleri politik figüranlara dönüştürüldü. “Fuzuli şağil” durumunda. Siyasi arenada reklam ajansları, troller ve amigoların sesleri duyuluyor sadece. Verilen mesajlar ve sloganlar ciddiyetten ve inandırıcılıktan çok uzak. Hatta yemin billah ediyorlar, kendi ellerinde olmayan konularda, yasal mevzuata tam uyumdan söz ederken sanırım yasal olan her şeyin her zaman çok da ahlaki olamayabildiğini hesba katmıyorlar. Be bu işlerde bazen bize hayır gibi gelen şeylerde şer de olabilir. Dua istenen şeyler, dua ile istenen bir belaya dönüşebilir bu anlamda.

Özellikle İstanbul adayları sanırım neye aday olduklarının farkında değiller. İstanbul depreminin bu dönemde olacağını düşünmüyorlar herhalde. Bakın, İstanbul’da 7’nin üzerinde bir deprem bütün hesapları altüst eder. Tek başına ne şu parti, ne bu parti bu yükün altından kalkamaz. Hatta bütün partilerin birlikte hareket etmesi yetmez, bütün Türkiye için bile bu büyük bir yük olacaktır. Ve bugün, siyasi partiler böyle bir gelecek endişesi ile toplumu birbirine yakınlaştırıcı mesajlar vermek yerine ayrışma ve çatışmayı artırıcı mesajlar veriyorlar. Muhtemelen yine bıçak sırtı bir sonuç çıkacak ve belki seçim 2. Tura kalacak. Siyasi partiler kazanmak için özellikle belediye meclislerinde hem başkanlık ve hem de muhalefet koalisyonlar kuracaklar ve bunun için siyasi pazarlıklar belediye meclislerinde birilerine kontenjanlar verilecek.

Demokrasi yorgunu ve mağduru bir halkımız var. 15 Temmuz 2016’dan bu güne 8 yıl olmuş daha. Zaten ortalama 10 yılda bir darbe oluyor. Fazla zaman kalmamış. “İyi saatte olsunlar” herhalde yavaş yavaş hazırlığa başlamışlardır. “Rayından çıkan Demokrasiyi rayına oturtmaları” gerekir. 15 Temmuz’da “Yurtta Sulh Cihanda sulh” parolası ile çıkmışlardı yola ve “post modern bir darbe” diye tanımlamışlardı kalkışmayı. Zaten bütün darbeler Atatürk adına, Cumhuriyetin temel niteliklerini korumak için Şeriata ve irticaya karşı yapılır. Ama artık öyle bir kesim de yok ama, o maskeyi kullanacak birileri bulunur. Darbeler toplumun siyasi anlamda şuuraltına mahvetti. Darbeciler gittikten sonra iktidara gelenler de, “mahkemeyi kadıya mülk sanarak” koltuklarına yapıştıkça yapıştılar. Koltuklarını korumak uğruna eski dostlarından uzaklaştılar, yolda buldukları ile menfaat tem elli ortaklıklar kurdular. Aslın bu yola girdikleri günden itibaren de hep kaçtıklarını sandıkları şeye doğru dolu dizgin koşmaya başladılar. Koltuk aşkı ve kaybetmek korkusu sanki siyasilerim aklını zail etmiş gibi. Mehmet Akif’in dediği gibi “Gittiği yanlış yolu görmüyor zannımca bir çoğu”. Algı yönetimi ile her şeyi yöneteceklerini sanıyorlar. Kurguladıkları, din, tarih, bugün ve geleceğe ilişkin artırılmış sanal gerçeklik yalanına sanki önce kendilerini inandırıyorlar.

Dün peşinizden koşanlar, bugün partilerinizin kapısına protesto için geliyorlarsa, köprünün altından çok sular akmış demektir. Bunlar dün 15 Temmuz gazileri diye bayraklaştırılan kişilerdi. Geçen 15 Temmuz’da sahnede onlar yoktur artık. Bugün ise protesto için kapınızdalar.

Ne İHA-SİHA, ne deprem evleri, Uzay yolculuğu ve ne de Deprem evleri beklenen desteği sağlamıyor. Lüks semtlerdeki pahalı restaurantlar ve cafelerdeki doluluk kadar büyük fakir semtlerdeki yoksulluk, Meyhanelerdeki kalabalıklar da cami cemaatinden daha fazla artık.

Ne diyordu Necip Fazıl dün hal-i pür melalimizle ilgili? Sahi bugünleri görseydi ne yazardı? “Şimdi döğün Sakarya, döğünmek vakti bu an”. Buyurun, onun dilinden Durum: “Ey tepetaklak ehram, başı üstünde bina; / Evde cinayet, tramvay arabasında zina! - Bir kitap sarayının bin dolusu iskambil; / Barajlar yıkan şarap, sebil üstüne sebil! - Ve ferman, kumardaki dört kralın buyruğu; - Başkentler haritası, yerde sarhoş kusmuğu! / Geçenler geçti seni, uçtu pabucun dama, - Çatla Sodom-Gomore, patla Bizans ve Roma! / Öttür yem borusunu öttür, öttür, borazan! - Bitpazarında sattık, kalkamaz artık kazan! / Allah’ın on pulunu bekleye dursun on kul; - Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul. / Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa; - Yaşasın, kefenimin kefili karaborsa!”

Sahi bu kadar zor bir zamanda, ekonomik ve politik şartlar bu kadar olumsuz bir noktada iken insanlar nasıl oluyor da, devletin sorumluluğunu üslenmek konusunda bu kadar istekli olabiliyorlar, bunu anlamak benim için zor.

Sanırım seçim sonrasında bazı gerçeklerin farkına varmak için fazla beklemeyecekler. İlginçtir, dünya, bölge gerçekleri, toplumsal gerçekler, ekonomik gerçeklere kimse değinmiyor. Hepsi de “bana güven gerisini merak etme sen” modundalar. Öyle ya göklerin hazinesinin anahtarı onların ellerinde, göklerin ordularının komutası da kendilerinde. Gerçekten böyle düşünüyor olabilirler mi? Evdeki hesap çarşıya uymadığını gördüklerinde ne yapacaklarını. Hep birlikte göreceğiz. Siyasetin dua ile istenen bir belaya dönmemesi için sanırım yapmamız gereken daha başka sorumluluklarımız var ve bir çok siyasinin böyle bir ajans-dası olduğunu da sanmıyorum. Bakıyorum da çoğunun toplumun zihninde oluşan suali mukadderlere ilişkin cevapları da yok. Ne İstanbul sözleşmesi, ne iklim anlaşması, ne HABAT, ne GARTHA ya da EPSTEİN onların gündeminde değil. mRNA, 5Gyi sorsanız da bilmez çoğu. Ya da söyleyecek bir sözü yoktur. İsterseniz GENDER’i sorun, “Transa Humanizm”i sorun, ne diyecekler ki!

Son bir söz, bu dünya hayatında eğer Allah’ın rızasını kazanmadınızsa, kazandığının hiçbir şeyin size de başkalarına da hiçbir faydası yok. Necip Fazıl “Ölçü” şiirinde ne diyordu: “Müjdecim, Kurtarıcım, Efendim, Peygamberim; Sana uymayan ölçü, hayat olsa teperim!”

Selam ve dua ile.

Bu yazı toplam 199 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar