Abdurrahman Dilipak
KARANLIK GECE’NİN NURLU SABAHI!
Her gecenin bir sabahı, her çıkışın bir inişi vardır. Ve bu oluş içinde Allah (cc) bizi kimi zaman artırarak ve kimi zaman eksilterek imtihan edecektir. Servet ve iktidarı ülkeler ve halklar arasında evirip çevirecektir. Karanlık gecelerden kurtulmak için duadan önce tevbe istiğfar gerekli, ben nerede yanlış yaptım diye sormamız gerek. Unutmayalım ki, biz kendimizi değiştirmeden, bizim hakkımızdaki hüküm değişmeyecek. Değişmesi gereken biziz biz. Sadece başınızdakiler değil, siz değişmezseniz, o giderse daha beteri gelir.
Sahip oldukları güç ve servet itibarı ile hayran olduklarınız var ya, onların çoğu hırsızdır. Sahip oldukları şeylerin çoğu, bilim, sanat, felsefe, teknolojileri hırsızlıktır. Onlar çaldıkları kadar, aldıkları ile zengin oluyorlar, biz muhtaçlara karşılığını yalnız Allah’tan bekleyerek verdiklerimiz karşılığında Allah’ın ikramı ile zengin oluyoruz. Bakın bunları bile biz çevremize, komşularımıza anlatamıyoruz. Bugün bir İslam ülkesi diye övündüğümüz ülkemizde, aydın kabul ettiğimiz insanlara sorun bakalım, onlar bu konuyu merak edip araştırmış mı, ya da biz onlara bu imani hareketi, anlatmış ve yaşayışımızla bunu onlara gösterebilmiş miyiz?
İnsanların çoğu “Galu bela” zamanından, “elestü bezmi”nden habersiz. Bizim dünya hayatından önce yaşadığımız, yaratılış günü itibarı ile ruhlar aleminde yaşadığımız bir cennet hayatı var. Cenneti görünce, dünya hayatının güçlüklerinin bir anlamı kalmamıştı o gün. Ama dünyaya gönderilince bu defa dünya hayatının nimetleri, zenginlikleri, ihtişamı, gözümüzü perdeledi
(Ahzab 72-73) “Biz emaneti göklere, yerküreye ve dağlara teklif ettik, ama onlar bunu yüklenmek istemediler, ondan korktular ve onu insan yüklendi. Kuşkusuz insan çok zalim, çok bilgisizdir. Böyle yaptı ki Allah (cc), münafık erkekleri ve münafık kadınları, müşrik erkekleri ve müşrik kadınları cezalandırsın, mümin erkeklerin ve mümin kadınların da tövbelerini kabul buyursun. Allah (cc) çok bağışlayıcı, ziyadesiyle esirgeyicidir”.
Okullarda öğretilen “Din kültürü” (!?) ile ancak bu kadar oluyor. “Allah’ın dini” yeri-göğü, ölümü ve hayatı açıklar, bizim atalarımızdan tevarüs ettiğimiz ve bugün genel olarak yaşamakta olduğumuz tahrif edilen din karı-koca ihtilafını bile çözmüyor! Camiler bugün bizim için “Farz-ı Kifaye sorumluluklarımızın taksim edildiği yer mi, yoksa 24 saatte 1 saatlık ibadet mekanları mı? Evet “bu ezanların şahadeti dinin temeli idi” değil mi? Peki öylemi. Allah’ın huzuruna günde 5 kez çıkıp, onun huzurunda söylediklerin gerçek hayatta karşılığı var mı? Yok canım. Sahi günde niye 40 defa Fatiha okur bir Müslüman. Neden Allah (cc) bizden bunu ister ve bu verilen sözün hayatımızdaki karşılığı nedir? Kısa vaazların adını “hutbe” koyduk, vaaz-ı nasihad cümlesinden bir şey söylüyor hoca efendiler, geçip gidiyoruz. İhtilafa düştüğüne hakemlik için camiye gelen kaç kişi var. Hani cami çevresinde dul ve yetimler varken hava-ici asliyesinden mahrum biri varsa, cami onun nafakasının kefili olacaktı! Bakın bazı işler vardır ki, namazlarımızın bile kabul edilmemesine sebeb olur. “Vay o namaz kılanların haline ki!” diye başlayan ayeti hatırlayın. (Nisa 136) Sahi cami’deki saflarınız sık ve doğru mu, camiden çıktıktan sonra.. İşlerinizi istişare ve şura ile mi yapıyor musunuz, yardımlaşıyor musunuz? Gelin en iyisi biz yeniden iman edelim “ey iman edenler iman ediniz” emrine uyup.
(Maun 4-7)’de tanımlanan gibi namaz kılıyorsanız, o namaz sizi kurtarmaz, aksine aleyhinize şahidlik eder. Cebinizde, rüşvet parası, torpille geldiğiniz ve haksız şekilde geldiğiniz bir makamın kimlik kartı varken, kafanızda bir hileli işin planını yaparken “Hadesten taharet” olmamış demektir. “Yazıklar olsun şöyle namaz kılanlara ki, Onlar namazlarını gafletle kılar, ona gereken önemi vermezler. Yaptıkları ibâdetleri gösteriş için yaparlar. Her türlü yardım ve iyiliğe de engel olurlar”. Vay onlara, yaptıkları, övündükleri işler boşa gitti ve kendilerine bir fayda sağlamadı.
Ne diyordu Allah (cc) bize, (Bakara 83) “Hani, biz İsrailoğulları’ndan, “Allah’tan başkasına ibadet etmeyeceksiniz, anne babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz, herkese güzel sözler söyleyeceksiniz, namazı kılacaksınız, zekâtı vereceksiniz” diye söz almıştık. Sonra pek azınız hariç, yüz çevirerek sözünüzden döndünüz”. Ve (Bakara 177)’de demedi mi? “İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı taraflarına çevirmeniz(den ibaret) değildir. Asıl iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitap ve peygamberlere iman edenlerin; mala olan sevgilerine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, (ihtiyacından dolayı) isteyene ve (özgürlükleri için) kölelere verenlerin; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine getirenlerin ve zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda (direnip) sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. İşte bunlar, doğru olanlardır. İşte bunlar, Allah’a karşı gelmekten sakınanların ta kendileridir”. Namaz’ın bir şekli var ama o sadece o şekilden ibaret değildir. (Nisa – 36)’da ne deniyordu bize, “Allah’a ibadet edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, elinizin altındakilere iyilik edin. Şüphesiz, Allah kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez”. Gelin yaptıklarımız ve yapacak olduklarımızla övünmekten vazgeçelim. Trollerinizi durdurun. Allah (cc)Zenginlik ve iktidarın sadece belli bir sınıfın elinde olmasını istemez. O bizim el emin olmamızı , adil davranmamızı, yoksulları gözetmemizi, işi ehline ve liyakatine göre hak edene vermemizi, istişare (bilen ve tecrübe sahibi kişilere danışmamızı) ve şuradan (vereceğimiz karardan yarar ya da zarar görme ihtimali olan kişilerin görüşlerini almamızı, onların itiraz ve taleplerini dinlememizi) bundan ayrılmamamızı emreder.
Dinsizler, dinsizliklerine, dindarların dinlerini sahiplenmelerinden çok mu çok sahibleniyorlar yoksa. Dindarlar Allah’tan korktuklarından daha çok korktukları için Siyonistlere karşı çıkamıyor olabilirler mi? Bakıyorum da Siyonistlerin cüret ve cesaretleri bizim korkumuz kadar büyük. Gayri Müslümler bugün dinin hakikatını anlamada bizim geleneksel Müslümanlardan daha mı istekli yoksa. Batıdaki İhtida, bizdeki irtidat’ı nasıl açıklayacağız değilse.
Tevbe istiğfar etmeden yapılan dualar kabul olmaz. “Tevbe, tevbe” demek değil tevbe istiğfar etmek. Dil ile ikrar ettiğini kalbinle tasdik ediyor musun? Kendi nefsindeki bir yanlışı aklında tutarak gerçekten ondan sakınma konusunda Allaha söz verme eylemidir tevbe etmek. Birileri Allah’ın huzurunda tevbe etmek yerine Şeyh’inden alıyor tevbe’yi, birileri liderinin fetvası ile aklanacağını zannediyor. Tevbe alanların tevbe’sini kim alıyor. Yoksa onlar hiç bir hata yapmıyorlar mı, yani masum’lar mı?. Onlar başkalarından itirafçı olmalarını, özür dilemelerini istiyorlar da, kendileri kimden tevbe alıyorlar. Kendileri günahlarını kime itiraf ediyorlar, hani kul hakkı ile öbür dünyaya gitmemek için. Sahi, Peygamberler masum ama, yine de onlar tevbe istiğfar ediyorlar, bunu nasıl anlamalıyız.!
Bizim nefeslerimiz sayılıdır. Nefes alıp vererek yaşamayız biz, her nefeste biraz daha ölürüz. Aslında hayat dedikleri şey ölüme doğru bir yürüyüştür. Biz nefeslerimiz sayılıdır ve o sayılı nefesleri tükettiğimizde Azrail bizi bulur. “Ecel”, tecil edilmiş, ertelenmiş gün demektir.. “Galu bela zamanı” dediğimiz İlk günden belli idi.
Bize modern bilim canlıların nefes alıp vererek yaşadığını söylediler. Oksijen hayatın temel taşı idi bu öğretiye göre. Hayır, oksijen ölüm öpücüğüdür. Hayat enerjisi canlılar karbondan alırlar. Ama karbonun içinde gizli enerjiyi almak için onu okside etmek gerekir. O enerjiyi açığa çıkartır.
Ölüm dedikleri şey bizim için “asude bir bahar ülkesi”dir. Ölümlü dünyadan ölümsüz aleme geçiştir. Şeb-i Arus’tur, sevgililerin en sevgilisine kavuşmak için. Dünya sürgününün sona ermesidir. (İsra 58) de denilir ki, “Hiçbir ülke yoktur ki biz onu, kıyamet gününden önce yok etmiş veya şiddetli bir azaba uğratmış olmayalım”. Bu, Levh-i Mahfuz’da böyle yazılıdır. Kimse ezel ve ebed davası gütmesin. Unutmayalım ki, Allah’tan başka her şey fani’dir. Dünya malı, makamı, parası, şöhreti, sahib olduğumuz herşey aslında bizi dünyaya bağlar. Bu bağımlılık ölüm korkusu ile birleşince “Vehn hastalığı”na dönüşür. Bu dünyada ihtirasla istediğimiz her şey aslında bizim için bir imtihana dönüşecektir. Tekasür süresini okuduğumuzda görürüz ki çokluk, atalar ve onlardan tevarüs ettiğimiz şeyleri yüceltme konusunda aşırıya gidenler aslında yolun sonunda kaybettiklerini anlayacaklardır. Bir yandan “fikri kavmiyyeti tel’in ediyor peygamber”, öte yandan insanlar atalarının dini ve saltanatının devamlılığı için her şeyi meşru görüp, önlerinde engel olan herkesi hedef seçebiliyorlar. Dünya sevgisi bütün bunların bütünüdür. Ölüm korkusu da onlardan, dünyadan ayrılma korkusudur. Çünkü şuur altına bastırdıkları gerçek, bu dünyada söyleyip söylemediklerinin, yapıp yapmadıklarının hesabının orada sorulacağı korkusu ile ilgilidir.
Her zorluktan sonra bir kolaylık vardır. Karanlığın en koyu anı aydınlığa en yakın olduğu zamandır. Zor bir süreçten geçiyoruz ve karanlığın en koyu anına sanırım oldukça yaklaştık. Bundan sonraki süreci, ne kadar dürüst, ne kadar akıllı ve ne kadar cesur olduğumuza bağlı olarak Allah’ın rahmet ve inayeti belirleyecek. Çünkü Allah cahil ve zalimlere yardım etmez. Aksine onların üstlerine, Chemtrails örneğinde olduğu gibi pislik yağdıracak ve işlerini sarp dağlara sardıracak. Biz kendimizi değiştirmedikçe müstehakımız değişmeyecek. Eğer “Allah’ın ipi”ne tutunacak olursak, sonrası kolay. Bir de gelin “cahillerden ve zalimlerden olduğumuzu itiraf edelim. Selam ve dua ile.
mirathaber