'İnsanlarla İyi Geçinmek Sadakadır'

'İnsanlarla İyi Geçinmek Sadakadır'

Ey cemaat! Sabırlı olun. İçinde bulunduğunuz dünya, âfet ve musibet doludur. Bunların gayrisi nadirdir. Yok denecek kadar azdır. Arkasına belâyı saklamayan iyilik bulunmaz. Her genişliğin bir sıkıntısı çıkar. Her ferahlıkta bir darlık saklıdır

İman sahibi, dünyalık adamlar arasında bir garip kişidir. Zâhid olan, âhirette bir zavallı gibidir; çünkü onun arzusu âhiretin güzel­liği değildir, efendisidir. İrfan sahibi ise, Zât-ı İlâhîden gayri her şe­yi bir yana atar.

Bazı iman sahipleri dünyada bir zindan hayatı yaşar. Rızkı dar değildir. Çocukları mal içinde yüzer; etrafında dolaşır gülüşürler. Ama kendi iç âlemi hüzün içindedir. Dışından onlar gibi güler. İçi ise kederle doludur.

O insan dünyayı kalbi ile bilir, ne olduğunu anlar. Bu yüzden ona yol verir. Dünyanın tümüne birden yol vermez, sıra ile yapar. Birinci defa yol verir; bekler, bazı güçlüklerini yenebiliyorsa ikinci kısmını da bırakır. Buna da güçlü olduğunu anlayınca üçüncüsüne geçer ve bir daha kalbine koymamak üzere yol verir. Bütün varlığını öz âleme çevirir. Bu hâlinde samimidir. Samimiyeti sayesinde, Hak Teâlâ'nın nuru bir anda varlığını sarar. Dünya ona:

"Beni niye bıraktın?" diye sorar.

"Bu gayet basit, senden daha iyisini buldum da, ondan..." de­yince dünya bir daha sorar:

"Beni niçin bıraktın?" O da tekrar şöyle der:

"Sen sonradan yaratıldın; fânisin, ömrün ölçülüdür. Sana bir suret verilmiş. Dışın süslü, ama için bozuk. İç âlemin bir başka. Onu anlıyorum. Seni terk etmemin yegâne sebebi budur."

Bu anlayışla o irfan sahibi, marifetin aslını bulur, hür olur. Dün­yada gezdiği hâlde kalbini dünyadan alır; bir garip kişi olarak gezer. Zaman olur âhireti de bırakır, her şeyi bırakır.

Artık dünya o zâta hizmet eder. Dünyayı, bütün tebaası ile hiz­met eder görür, sevinir. Bu hizmetten daha fazla hizmet istemez. İyi işler tutmak için dünyadan faydalanır. Kafiyen ziynet eşyalarına gönül kaptırmaz. Hiç kimsenin yanına süslü olarak gitmez. Sebebi ise kimsenin dikkatini üzerine çekmemektir. Bu arada tek gayesi, Yaratan'ın gözüne girmektir. Büyük zâtlar bir şahsı severlerse ona hediyeler yağdırırlar, o bunu bilirdi. Ama esas maksadı hediye değil bizzat efendisi idi. Efendisinin sevgisini kazanmak, onun yegâne sevdiğidir. Efendisi onu sevince her şey onun olur. Kendi varlığı için seçer, her şey olur. Kendi varlığı için seçer, başkalarına vermez... O iman sahibi bunları iyi öğrenmiştir.

Rabb'ine dön. Bütün kalbinle O'na koş. Gelecek günü, geçmişin yanına bırak. Yarının gelmesini düşünme. İşlerini bugünde bitir. Yarın, sabah olduğunda, bu hayata veda etmiş olabilirsin.

Ey zengin, zenginliğin seni aldatmasın. Yarın, bütün malın telef olabilir; sen bir pula muhtaç fakir kişi olabilirsin.

Her şeyi bırak, hâlen bağlı olduğun şeylerin Hâlık'ı ile ol. O'na benzeyen yoktur. Kendini boş şeylerle avutmaya çalışma. Seni O'ndan gayrisi sevindiremez. Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyu­rur: "İman sahibi, Yaratan'ına kavuşuncaya kadar rahat yüzü göremez."

Kullarla aran açıldığı zaman Hak'la hoş olmaya bak; senin için seçtiğine itiraz etme. Hak Teâlâ'nın işlerine sabırla bakan çok hik­metli lütuflarını görür. Her şey sabırla hallolur. Fakirlik hâline sab­reden bir gün zengin olur. Fakirlik hâline sabır, para kazanmak yo­lunda çıkan güç işlere dayanmakla olur. İyi düşünülürse, peygam­berlerin çoğu çobanlık etti. Ve velî kulların ekserisi, kölelik yaptı.

Herhangi bir kul, Allah için gönlünü engin kılarsa, o yükselir. Hak için tevazu eden büyür. Aziz eden O'dur. Zelil eden O'dur. Yük­selten ve yere batıran yine O'dur. Başarı veren ve işlerde kolaylık gösteren yine O'dur. Ne yazık ki, biz O'nun yüceliğine ermek için ma­rifet sahibi olamıyoruz.

Ey yaptıkları işleri beğenenler, ne kadar cahilsiniz. O'nun başarı yardımı olmasa, siz nasıl o işleri yapardınız? O size yardım etme­miş olsaydı, ne oruç tutabilirdiniz, ne de namaz kılabilirdiniz. Şimdi, bulunduğunuz hâl, şükür makamıdır; kendini beğenme makamı değildir. Kulların çoğu yaptığı ibadeti görür. Kulların övmesini bek­ler; ibadeti, dünyalık toplamak için yapar. Bunun sebebi, nefsi ve boş duygusu ile yapmasıdır.

Dünya nefislerin sevgilisidir. Âhiret ise kalplerin... Aziz ve Celil olan Hak ise, sır âlemlerinin sevgilisidir.

Hükümler verildikten sonra, kalbinize yerleşir. Evvelâ bir şey için hüküm verilir. Sonra, yerine gider. Hakkında bir hüküm veril­meyen hiç bir şey makbul değildir. Her hükmü şeriat verir. Onda yer almayan şeyleri yapmak, dinden sapmaktır. Hak Teâlâ'ya Kitap ve Sünnet kanadı ile uç, elini Peygamber'e vererek Hak kapısından gir. Akıl danişmendin ve hocan O olsun. O'nun elini tutma; bırak saçlarını tarasın. O'na taarruzu bırak. Ruhlar âleminin terbiyecisi O'dur. Allah yolunu dileyenleri, o yetiştirir. Bütün yolcular, ilk sefer­lerini O'na tahsis ederler. Salih kulların şahı O'dur.

Bütün hâli, makamı ve ruhaniyet hâllerini o büyük Peygamber (s.a.v) kullar arasında böler. Bu vazifeyi Hak Teâlâ O'na vermiştir.

Padişah tarafından gönderilen hediyenin, kumandan tarafından as­kere taksim edildiği bir vakıadır.

Allah'ı tevhid etmek bir ibadettir. Kulları Hakk'a ortak koşmak herkesin âdeti oldu. Sen âdeti bırak, ibadete devam et. Âdeti yıkar­san, senin için âdetlerin üstünde şeyler zuhur eder. Gayretli ol. Yan­lış işlere karşı iyi duygu besleme, Allah Teâlâ da, seni o kötü şey­lerden korur.

İç âlemini kötü hâlden al. Bugünkü perişan hâlini iyiye tebdil et. Bunu yapmayı arzu etmediğin zaman, Hak Teâlâ seni bulundu­ğun hâlden zor kurtarır.

Bir âyet-i kerimede şöyle buyrulur: "Allah hiçbir topluluğun halini değiştirmez; ancak onlar hal­lerinde bir değişiklik yapmadıkça." (er-Ra'd, 13/11)

Nefsini ve yaratılmışları kalbinden çıkar. Yerlerini Hak Teâlâ'nın varlığı ile doldur. Bu sayede sana tekvin sıfatı tecelli eder. Bu hâl gece namazı ve gündüz orucu ile gelmez. Kalp temizliği ve sır safiyeti ile gelir.

Bazı büyükler şöyle der: Oruç ve namaz, bazı yemekler için kullanılması zarurî sirke ve yeşillik gibidir; tam gıda sayılmazlar. Asıl gıda bunlardan başkası olur ki, o 'doğruluktur.' Oruç ve namaz her şeyden önce var olmalı­dır. Ama yalnız bunların oluşu yeterli sayılmaz. Hiç bir zaman doğ­ruluğu elden bırakma. Namaz ve orucunu doğrulukla kılarsan fay­dası olur. Yemeğini ye. Yemeği hoş yemek için onu renklendirmeye bak. Sofranı güzel hazırlarsan iştahla yemek yersin.

Doğru ol. Namazını kıl, orucunu tut. Bunlar senin için baş gıdadır. Gıdanı aldıktan sonra her yanını nurda yıka. Çünkü Hakk'a vasıl olma faslı başlıyor. Ona hazırlık için iç âlemini, yani kalbini te­mizle. Bu arada hayli uzun yolculuk başlayacaktır. Ülkeleri katedeceksin. Sana hayli güç vazife verilecek. Bölgeler sana teslim olacak. Bir kulun kalbi saf ve temiz olursa ona verilmeyecek şey yoktur. Hak yakınlığını benliğinde duyan zât, yeryüzünün sultanı olur. O kul, halkı Hakk'a davete memur edilmiştir. Onların ezasına sabırla karşı koymak vazifesidir. Hakk'a ve hakikate vakıf olan zât, yeryüzünde mevcut batıl işleri Hakk'a çevirmek için elinden geleni yapar.

O kul, halkı zengin etmek için mal dağıtır. O, bir kimseye iyilik yapınca sonsuz zengin olur.

Onun kalbi hikmetlerle doludur. Hak Teâlâ'nın tecellisi, sâlih kullarının kalbini donatır. İrfan sahibi kulların iç âlemlerinde hik­met çağlayanları coşar. Arş ve ilim denizinden kaynaklar geçer. Ora­dan kaynayan kaynaklar, ölü kalpleri diriltir. Hayata kavuşturur. Hak'tan kaçan tenler, o çağlayan ve ırmaklar sayesinde diriliğe erer.

Ey evlat! Haram yemek kalbini öldürür. Helâl yemek ise varlı­ğına can katar. Bir lokma vardır, kalbini karartır. Bir lokma vardır, derununa nurlar saçar. Bir lokma vardır, yeyince dünyaya dalarsın. Bir lokma vardır, yeyince bu âlemin ötesine geçersin. Ama bunlardan daha üstün bir lokma vardır ki, onu yiyen dünyayı da âhireti de bırakır. İşte bu lokma seni tabiatın Yaratıcı'sına ulaştırır.

Haram yemek, seni dünya ile uğraştırır, hataları sevdirir. Mu­bah olan şeyleri yemek, kalbi âhiret âlemine iter ve tâatla meşgul eder. Helâl yemek ise, Yaratan'a yaklaştırır. Bu yemekler irfan duy­gusu ile bilinir. Hak Teâlâ için kalbinde irfan duygusu taşıyanlar, bunu benliklerinde sezerler.

Marifet kalpte olur. Defter ve kitaplarda olmaz. Bu marifet duy­gusunu Hak Teâlâ verir. Kullar veremez. Bu duygunun kalbe yer­leşmesi için Hakk'a ibadet etmek gerekir. Doğru olmak ve doğruluğu tasdik ettirmek irfan duygusunu arzulayan için çok önemlidir. Ay­rıca fâni varlıkları kalpten atmak en lüzumlu bir iştir.

Sen, yalnız yemeyi, içmeyi vb. kötü arzularını tatmin etmeyi dü­şünmektesin. Bu durumda sana irfan sahibi olmak nasıl nasip olur ki? Kaldı ki, yediğin ve içtiğini nereden temin etmek zorunda ol­duğunu bilmez olmuşsun.

Peygamber (s.a.v) Efendimiz bir hadîs-i şerifinde şöyle buyurur: "Bir kimse ki, yediğini ve içtiğini nasıl elde ettiğini düşün­mez, Hak Teâlâ ona rahmet nazarı ile bakmaz. Cehennemin hangi kapısından girerse girsin, düşünmez."

Kâinatta var olan hiç bir şeye kalbini bağlama. Kalp yüzünü on­lara tebessüm dahi ettirme. Seni Hak'tan alıkoyan olmasın. Halk se­ni alıp Hak'tan kaçınmasın. Kullar arasına pek girme. Yalnız, kul­ları iyiye çağırmak için dilinin döndüğü ve onların anladığı kadar konuş. Ufak tefek hataları olursa itiraz etme, idare et. Onlarla iyi geçin. Peygamber (s.a.v) Efendimiz buyurur ki: "İnsanlarla iyi geçinmek sadakadır."

Allah'ın sana verdiği iyi huyları kullara da öğret. Sana verilen güzel şeyleri onlara da ikram eyle. Onlarla iyi arkadaş ol. Yumuşak davran. Allah'ın kullarına karşı dik omuzlu olma.

Huylarını daima güzelleştir. Bütün işlerin Allah'ın emrine uygun olsun.

İnsanlar için iki önder vardır; biri ilim, diğeri ise hikmet taşır.

Kullar arasından çıkacak herhangi bir önder, ancak Hak kapısı yakınına götürebilir.

Senin için, iki kapı vardır; bunların ikisinden de geçmen lâzım: Hak kapısı ve halk kapısı. Bunlara, dünya, âhiret kapısı da dene­bilir. Birini diğerinden ayırt etmek mümkün değildir. Yalnız, evvelâ Hak kapısı, sonra halk kapısı gelir. Birinci kapıya geçersen, ikincisi kendiliğinden açılır. Kalbinden dünyayı atarsan ukba âlemine vara­bilirsin.

Hikmetler taşıyan öndere uyarsan, ilim deryası sahibine gider­sin. Hakk'a marifet sahibi olmak istiyorsan halkın fâni varlığını kal­bine koyma.

Anlatılanlar, derece derecedir. Biri diğerinin zıddıdır, iki zıt birleşemez. Bu zıtların arasını birleştirmeye yeltenme. Boşuna yorulur­sun; eline bir şey geçmez.

Kalp, Hakk'ın tecelli yeridir. Oraya, O'nun varlığından başkası­nı sokma. Düşün, melekler suret olan eve girmezler; Hak Teâlâ put­larla doldurduğun kalbine nasıl tecelli eder? O'nun gayri olan her şey puttur. O putları kır ve kalbini temizle. O kez Hakk'ın tecellisini orada görürsün. Önceleri görmen kabil olmayan hikmetli şeyleri görmeye başlarsın; yeter ki kalbin temiz olsun.

Allah'ım, razı olduğun şeyleri yapmaya bizi ulaştır.

"Dünyada bi­ze iyilik ver, âhirette iyilik ver, bizleri ateş azabından koru." (el-Bakara, 2/201) Âmin!

Allah'ım, büyük Peygamberimiz'e salât ve selam eyle. Bu salât ve selam ondan sonra gelen ve zamanında yaşayan yakınlarına da olsun! "Bize bol sabır ver. Bu yolda yürümemiz için bize kuvvet ihsan eyle." (el-Bakara, 2/250) Bizlere iyiliğini arttır. Verdiklerine de şükretmeyi nasip et!



* * *



Ey cemaat! Sabırlı olun. İçinde bulunduğunuz dünya, âfet ve musibet doludur. Bunların gayrisi nadirdir. Yok denecek kadar azdır. Arkasına belâyı saklamayan iyilik bulunmaz. Her genişliğin bir sıkıntısı çıkar. Her ferahlıkta bir darlık saklıdır.

Maddî hayatınızı dünyaya verin. Kısmetinizi meşru yoldan alın. Dertlerinizin devası budur. İyi yollardan gelen dünyalık size yeter.



* * *



Ey evlat! Kısmetini, meşru olduğuna inanınca al, alırken iman eliyle al. Hakiki yolu arıyorsan, böyle seçmelerdensen, doğrulara katışmışsan, emirle al. Hakk'ı bulmuş ve hâl âlemine ermişsen, Hak yakınlığında kendini kaybetmişsen, o zaman başka hâl olur. Senin hükmün orada geçmez. Sana gönderirler. Emir seni yürütür. O âlem seni kötülüklerden korur. Hak işler varlığını, harekete geçirir. Olanlar olur, ama sen yoksun onlarda.

İnsanları senin için üçe böleceğim:

Birincisi; cahil, hakiki âleme sevgisi yok.

İkincisi; seçme ve iyilerle olan.

Üçüncüsü; iyilerin bizzat kendileri ve esasen iyiler.

Hakiki âleme sezisi ve duygusu olmayan "âmî" tabir edilir. Bu, İslâm dininin temel prensiplerine uyar. Hiç ayrılmaksızın, Allah ne buyurmuş, Peygamber (s.a.v) Efendimiz ne demişse onu bilir. Ve bu bilgisinin dış kabuğunu bir türlü yırtamaz, dolayısıyla ötelere geçemez. Bu adam, şu ilâhi fermanın hükmü altındadır:

"Peygamber size ne ki getirmiş, ona uyunuz. Ve her neyi ki, yasak etmiş, onu da yapmayınız." (el-Haşr, 59/7)

O "âmî" tabir ettiğimiz, bu yolu kendine seçer, işlerini yukarıda beyan edilen ferman dahilinde yürütürse, saf bir gönül sahibi olur. Ama biraz da iç âleme yönelmesi şarttır. Biraz daha ilerler, hakikatlere daha çok anlayış peyda ederse, Mevlâ ona ilham kapısını açar. İyiliğini ve kötülüğünü o ilhamla seçer. Bir âyet-i kerimede şöyle beyan edilir:

"Allah ona iyiliğini ve kötülüğünü ilham etti." (eş-Şems, 91/8)

İşbu anlatılan vasıflar, "âmî" kulun vasfıdır. Bu zatın kalbi, yanlış yol tutmaktan titrer. Her şeyde bir işaret bekler. Kur'ân-ı Kerim okur. Orada bulamayınca, Peygamber (s.a.v) Efendimiz'in emirlerine bakar; orada da bulamazsa bekler. İşinde çalışırken, bir melek onu idare eder. Yolunu aydınlatır. Bu anlatılanlar, İslâm dininin zahirde beyan edilen emirlerini yerine getirdikten sonra başlar. İmanı kuvvet bulur. Tevhid nuru kalbe yerleşir. Sonra dünya kalbinden çıkar. Daha sonra halkın hayrını ve şerrini görmek de kaybolur. Her türlü maddî iş ve korku gidince, ilâhî ilham gözükmeye başlar; ama bu gözün göreceği cinsten değil.

Artık sabah olmuştur. İkinci hâl başlar. İyilere mensup olur. İman nuru gelir. Takva ışığı peyda olur. Amel nuru, sabır nuru, sevgi ve olgunluk nuru da gelir; cümle nurlar birleşir ve artık o da bir insan olur. Bunlar, tek tek birer meyvedir. Ancak İslâm dininin hakkı ödendikten sonra başlar ve onun bereketi ile olgunlaşır.

Artık ebdallık başlamıştır. Ebdallar bizzat iyilerdir. Seçmelerin seçmesidir. Bunlardan öte kulluk makamı yoktur. Bunlarda bir iş için evvelâ İslâm dininin emri gözetilir. Sonra bizzat emir alınır; sonra bizzat ilâhî hareket ve ilham beklenir.

Saydığımız üç şeyin ötesinde hayat yoktur. Manevi ölüm vardır. Haram üstüne haram, hastalık üstüne hastalık, dert üstüne dert vardır. Ve sadece baş ağrısı vardır. Çünkü dinin baş emirlerini zedelemişlerdir. Kalp de ezginliğe ve bezginliğe uğramıştır. Ve artık ceset de yara ve bere içindedir.



* * *



Ey cemaat! Mevlâ'nın tasarrufu sizde devamlıdır. Her an biraz daha tekâmül eder. Bu tekâmül sonunda, işlerinize dikkat edilir. Sebat gösterebiliyor musunuz, yoksa hemen dağılıyor musunuz? Yalancılığınız ve doğruluğunuz meydana çıksın.

Kadere uymayan, şefkat bulamaz ve kimse ona uymaz. İlâhî hükümlere boyun eğmeyene rıza yolu kapalıdır ve hiç kimse ondan memnun değildir. Vermeyene kimse bir şey vermez. Yolculuğa çıkmayan ata binemez.

Cahil adam! Tağyir ve tebdil etmek mi istiyorsun? İstediğini, dilediğin şekle sokmak senin hakkın değildir. Kendini bir ilâh mı sanıyorsun? Allah birdir. Kimsenin keyfine göre hareket etmez. Zaten O'ndan gayrı varlık yoktur. Nefsinden gelen bu kötü düşünceden dön, tam dur. Kader seni sarmamış olsaydı, bu yalancı iddia yüzüne vurulurdu. Cevher, tecrübe sonu meydana çıkar. Tecrübeden mahrum her şey boştur.

Nefsini kabul etme; Hakk'ı tanırsın. Çünkü nefsin kendisi için Hakk'ı inkâr etmeni istiyor. İnkâr ve tanımamaya önce nefsinden başla; onu yola koyarsan sonrası kolay olur. Ve yavaş yavaş aradığını bulursun. İmanın kuvvet bulur. İmanın kuvvet buldukça, kötülükler senden uzak olur. İmanın zayıfladıkça kötü şeyler evine dolar. Öyle zaman gelir ki, evden bir kötülüğü kapıya atmaya gücün yetmez, iman kuvvetin tam olsaydı, onlar giremezdi.

İman kuvveti lafla ortaya atılacak şey değildir. O, şeytanla karşılaştığın zaman belli olur. Kötülerin karşısında imanın sarsılmadan durabiliyorsan korkma, iman kuvvetin vardır. Aksi olunca, boş iddiaya yeltenme, imanın zayıf, kuvvetlendirmeye bak.

Bela ve felaket karşısında dimdik durabiliyor musun? Duruyorsan, imanlısın ve kuvvetlisin. İman ayağı kötülüğe kaymaz. Kayıyorsa iman değildir. Boşuna iddia etme, yazıktır.

Her şeye hürmet et. Her şeyin yaratanını sev. O, bir şeyin sevilmesini isterse sev. O sevdirirse senden kabahat kalkar. Çünkü sevdiren O'dur. Sen O'nunsun, sen yoksun ortada, sadece O var.

Buna işaret olarak, Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyuruyor:

"Dünyanızdan bana üç şey sevdirildi: Güzel koku, kadın, ruhumu hoş eden namaz."

Bunlar sevdirilmiştir. İlk başta hepsi bırakılmış, sonra Mevlâ tarafından sevdirilmiştir.

Sen de kalbini temizle. Yalnız Mevlâ kalsın. O'na teslim ol; icap edenin sevgisini kalbine getirir. O Kerimdir, istediğini sevdirmesini bilir.

 

 

İLAHİ ARMAĞAN / ABDÜLKADİR GEYLANİ