Hazım Koral : Suriye Konusunda Yeni Adım

Hazım Koral : Suriye Konusunda Yeni Adım

İslami Analiz Yazarı Hazım Koral'ın yazısını ikitibas ediyoruz...

Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan Ukrayna dönüşü uçakta gazetecilerin sorularını yanıtlarken, Suriye ile diplomatik ilişkiler ve Suriye sorununun halli konusunda umut verici açıklamalarda bulundu. Açıkçası biz Türkiye kamuoyu olarak baştan beri Suriye ile diplomatik görüşmelerin kesilmemesinden yanaydık. Kamuoyumuz adına bu ifadeyi kullanmamızın nedeni, Kudüs TV adına "Halka Sorduk" başlığı altında yaptığımız sokak röportajlarından çıkan sonuca istinaden.. Yüz kişiye soru yönelttiğimizde istisnasız insanlarımızın yüzde 100'e yakını barışçıl diyalog kurulmasından yana fikrini beyan ediyor. Aklın yolu birdir, aklı selim olan hangi insan komşumuzda terör, anarşi ve iç savaş olsun ister? Bunu isteyen insan ya psikopattır veya IŞİD sempatizanıdır. Şunu bilelim ki bunu hükümet de istememektedir, fakat büyük şeytan ABD'nin entrikaları bizim Suriye ile ilişkilerimizin kopmasına neden olmuştur. Bakınız, biz Arap Baharı bahanesiyle başlatılan iç savaş öncesi Suriye hükümeti ile ortak bakanlar kurulu oluşturmuştuk. Vizesiz olarak sınırlardan giriş - çıkışlar başlamıştı. Karşılıklı ziyaretler üst düzey resmî seramoniler haricinde aile ortamında, piknik ve deniz sefaları içerisinde yapılıyordu. Erdoğan, "Kardeşim Esad" sözünü ağzından düşürmüyordu. Boy boy bol tebessümlü aile fotoğrafları gazete manşetlerini ve televizyon ekranlarını süslüyordu. Bir gazeteci olarak o dönemde Suriye ziyaretimiz olmuştu. Restoran ve satış mağazalarında Esad ve Erdoğan'ın resimleri duvarları süslüyordu. Lokanta sahipleri Türkiye'den geldiğimizi öğrenince bizden ücret almak istemiyorlardı. Lokanta sahibi duvarda asılı olan Erdoğan'ın resmini göstererek heyecanlı bir şekilde, el kol hareketleriyle bize bir şeyler anlatıyordu. Mihmandarımız, lokanta sahibinin Erdoğan'a yönelik meth-ü senalarını ve Türk halkına olan sevgilerini dile getirmesini tercüme ediyordu.

Suriye gezimizde sıklıkla tanık olduğumuz bu muameleler bizi ziyadesiyle memnun etmişti. Özellikle esnaf ve lokanta sahiplerinin, "innemel muminune ihvetun" (Müslümanlar kardeştir) sözü ile sohbete başlamaları ümmet bilincini, ümmet kardeşliği şuurunun ne kadar ileri boyutlarda olduğunu gösteriyordu. Eminiz o günlerde Suriye ile sınırları kaldırıp tek devlet olmamız için referandum yapılsaydı halkın büyük ekseriyeti tek devlet olma yönünde oyunu kullanırdı.

Gazeteci Hakan Albayrak o günlerde Erdoğan ve Esad arasındaki bu müspet ve samimi görüşmelerden o kadar çok memnun oluyordu ki, "İslâm Birliği" yolunda ilk adım olarak bu iki ülkenin sınırlarını tamamen kaldırmasını ve "ortak bakanlar kurulu" adına tek devlet olmamızı istiyordu ve bu minvâl üzere birçok makale yazmıştı.

Hiç kuşkusuz bütün bu gelişmeler büyük şeytan ABD ve Siyonist çete tarafından adım adım izlenip takip ediliyordu. Düşünebiliyor musunuz? İki ülke bütün güç ve imkânlarını birleştirip tek devlet olmuş. Peki böyle bir durum karşısında Filistin'in mazlumiyeti ve sahipsizliği sona ermez mi? Uzun yıllardan beri İran'ın (Suriye ile yapmış olduğu askerî işbirliği anlaşması kapsamında) Filistin'li gruplara gönderdiği silahlar Suriye üzerinden Lübnan ve Gazze'ye ulaştırılıyordu zaten, ama böyle bir gelişme ile İran'ın devam edegelen lojistiği daha bir dayanışma ve üçlü konsorsiyum ile sürdürüldüğünü düşünün! Evet, böyle bir gelişme Siyonist çetenin işgalini sonlandırmak için atılmış büyük bir adım olacaktı. İşte bu yüzden büyük şeytan ABD ve Siyonist çete böyle bir birliğin tesis edilmemesi için süratle entrikalara giriştiler. Dünyanın birçok ülkesinden teröristleri bindirilen kıtalar hâlinde Suriye'ye taşıyıverdiler.

Bilinçsiz ve şiddete teşne, çoğu geçmişinde kriminal olaylara karışmış gençlerin ellerine silah verilerek sürdüler sahneye. Bunların Esad'ı devirme ve sözde İslâm devleti kurma adına sivil insanlara yönelik en vahşiyane yöntemlerle işledikleri cinayetlere tanık olduk. Demir kafeslere tıkıştırılan insanlar vinçle suya batırılarak boğuldu. Topluca insanların kafalarına kurşun sıkılarak katliamlar yapıldı. İnsanların elleri kolları bağlı vaziyette üzerlerine benzin dökülerek yakıldı. İnsanların koyun boğazlanır gibi boyunları kesildi. İnsanlar otomobilin içerine tıkıldı ve araç bazuka ile imha edildi. "Efendim bu muhaliflerin hepsi bir değil, aralarında ÖSO gibi ılımlı örgütler de var" demeyin. Kamyonetin arkasında 8 yaşında çocuğun tekbirler eşliğinde boğazını kesen ÖSO mensubu değil miydi? Sonrasında IŞİD elemanlarının itlaf edilmesi aşamasında canlarını kurtaranlar gelip ÖSO birliklerine katılmadı mı? Teröristin ılımlısı, ılımsızı olur mu? Adamlar bir kere katliam yapmaya kurgulanmış. Bunların hepsi mutasyona uğramış canavar sürüsü. Kurşun sıkılan askerin ismi Ahmet veya Mehmet değil mi? Suriye'yi İngilizler mi işgal etmiş? Kurşun sıktığınız asker müstevli mi, işgal gücü askeri mi? Yoksa Türkiye'nin ulusal askeri gibi onlar da Suriye devletinin ulusal askeri değil mi? Bakınız başınızda memnun olmadığınız bir rejim varsa sivil inisiyatif hakkınızı kullanıp, İran örneğinde olduğu gibi bütün halk birlik olup, büyük bir koordinasyonla nümayiş ve mitingler düzenlersiniz ve silaha sarılmadan, teröre bulaşmadan devrim yaparsınız. Yoksa marjinal halk kitleleri Hama örneğinde olduğu gibi silaha sarılıp kamu binalarına, emniyet ve askerî birimlere bodoslama silahlı saldırılarda bulunacaksınız ve kamu personeli, belediye çalışanı kim varsa elinize geçirdiğiniz o savunmasız insanları kurşuna dizeceksiniz veya binaların üzerinden aşağı atacaksınız sonra da bunun adına da "İslâmî kalkışma" diyeceksiniz. Sizin dinden, sizin İslâm'dan anladığımız bu mu? Pes doğrusu. Müslüman bir toplumda "Dar'ül Harp" fıkhını Vahabî İbn-i Teymiye gibi tekfirci kişilerin fetvalarını uygularsanız sonuç bu olur. Tekfirci grupların en büyük açmazı bu. Dar'ül İslâm, Dar'ül Harp ve Dar'ül Cahiliye nedir bilmemek insanları böyle sonuçlara götürüyor. Ve insanlar din adına en vahşi yöntemlerle katliam yapabiliyorlar. Cehalet böyle bir şey...

Ne yazık ki, 11 yıllık süreçte biz bunları gördük. Bu iç savaştan dolayı bir milyona yakın insan öldü. Milyonlarca insan doğup büyüdüğü toprakları terk etmek zorunda kaldı. Güzelim ülke baştan sona enkaz yığınına döndü. Sonuç, Alptekin Dursunoğlu'nun yazdığı kitabına koyduğu isimle ifade edecek olursak, "Suriye'de Elde Var Sıfır." Elbette elde sadece sıfır değil, koskoca bir ülkenin harabeye dönmesi var. Yazık günah değil mi? Buna sebebiyet verenlerin vebali büyük. Fakat yaşanan bunca acıya rağmen, "Zararın neresinden dönülürse kârdır" diyerek barışın tesisi, ülkenin imarı ve yaraların sarılması konusunda tekrar barışçıl adımlar atılması gerekmektedir. Gelinen nokta itibariyle Suriye konusunda hükümetin olumlu adımlar atacağı kanaatindeyiz.

Cumhurbaşkanı Erdoğan Ukrayna dönüşü uçakta gazetecilerin sorularına cevap verirken şu müjdeli sözleri dile getirdi:

"Suriye ile ileri seviyede adımları temin etmemiz gerek. Bu adımları atarak İslâm dünyasının komşularımızla olan bu bölgesinde birçok oyunu biz bozarız."

"Devletler arasında hiçbir zaman siyasi diyalog veya diplomasi kesilip atılamaz."

"Bizim Esed’i yenmek, yenmemek gibi bir derdimiz yok."

"Terörü Suriye'de birinci derecede besleyen ABD ve koalisyon güçleridir; bunu acımasızca yapmışlardır ve hâlâ da yapıyorlar."

"Suriye halkı bizim kardeşlerimiz. Bizim Suriye halkıyla dargın olmamız mümkün değil. Onun için bir an önce orayla bu barışı bizim temin etmemiz gerekiyor."

Bu güzel temenni ve beyanatların gerektirdiği tutum ve davranışlar muvacehesinde inşallah bir an evvel somut ve kararlı adımlar atılır. Erdoğan'ın sıklıkla ifade ettiği gibi devletler arası daimi husumet olmaz. Hele Suriye gibi kardeş bir ülke ile ABD ve Siyonist çete istiyor diye küslük ve didişme olmaz ve olmamalı. Bakınız biz Osmanlı toprakları bünyesinde Suriye halkı ile 400 yıl dolayında birlikte yaşadık. Suriye halkı ile kan bağımız var, akrabalık bağımız var. Her şeyden önce Suriye halkı ile biz din kardeşiyiz. Oradaki azınlıklarla tıpkı Anadolu'da olduğu gibi gayet dostane ilişkiler içerisinde yüzlerce yıl birlikte yaşayıp aynı coğrafyanın kaderini birlikte paylaştık. Ama IŞİD denilen vampir sürüsü kendi tekfirci mezhepleri dışında Sünnî, Şiî, Alevî, Dürzi, Ezidî ve Hıristiyan kim varsa ellerine geçirdikleri savunmasız insanları en acımasız yöntemlerle, en vahşiyane usüllerle katlettiler.

Şunu bilmiş olalım ki, bu canavar sürüsü asla İslâm'ı temsil edemez. IŞİD emperyalist mihrakların organize ederek oluşturduğu bir terör organizasyonudur. Nitekim ABD'nin eski başkanı Obama, "IŞİD'i biz kurduk" diyerek itirafta bulunmadı mı? IŞİD'in yaralı teröristlerini Siyonist çete Golan Tepeleri'ne kurduğu mobil hastanelerde tedavi etmedi mi? Bütün bunlar bize IŞİD'in kim olduğunu ve kimlere hizmet ettiğini ortaya koymuyor mu?

Sonuç olarak ifade edecek olursak, Sayın Erdoğan'ın beyanatları son derece memnuniyet verici bir durum. Verilen bu vaad ivedilikle yerine getirilmeli. Uzlaşı ve yeniden diyalog için Esad kapısını açmış bizim siyasîleri bekliyor. Hadi inşAllah...