Hasta bir devlet…


Emekli bir Yargıtay Başsavcısı var, Sabih Kanadoğlu. Ne söylese oluyor, ne önerse tutuyor. Kimi "rejim yöntemleri"ne fikir babalığı, "devlet refleksi"ne öncülük yapıyor.

367'yi keşfeden Kanadoğlu'ydu. AK Parti'ye kapatma davası açılması gerektiğini kaç zaman ısrarla savunan yine o oldu.

Böyle olunca temsil gücü de yüksek oluyor, kurulu düzenin yüksek sesle konuşan sesi haline dönüyor.

Nitekim Atatürkçü Düşünce Derneği'nin davetlisi olarak gittiği Frankfurt'ta bir konferansta yeni resmi söylemle ilgili kimi ipuçları vermiş Kanadoğlu, "Diyanet hilafetin kaldırıldığı gün kuruldu ve milli bütünlüğü sağlamaya yönelikti; bugün ise Diyanet milli bütünlüğü bozuyor"" demiş"

Dün ve bugün karşılaştırması, geçen zamanı bozulma olarak görme eğilimi, ideali geçmişte arama ve bugünü yıkarak bu noktaya geri dönme çabası, Türkiye'de "resmi söylem"in iyiden iyiye kalbini oluşturur hale geldi.

Bu çerçevede "küreselleşme" başta olmak üzere bugünü temsil eden dinamikler tehlikenin ve hedefin bizatihi kendisi olarak tanımlanırken, "ideal dönem" 1950 öncesi, "tek parti dönemi" olarak karşımıza çıkıyor.

Kara Kuvvetleri Komutanı Başbuğ'dan Genelkurmay Başkanı Büyükanıt'a, veda ya da açılış konuşması yapan orgenerallerin, yüksek yargı mensuplarının son dönemlerdeki hemen her konuşmasında karşımıza çıkıyor bu "kestirme şema""

Türkiye toplumsal, siyasal ve ekonomik olarak bu denli hızlı yol alırken, devlet seçkinlerinin bu denli hızla geriye gidişi, hatta 1970'ler, 1980'ler ve 1990'ların "elit ütopyaları"nı bile aratacak hale gelmeleri dikkat çekici bir durumdur.

Bu çelişki aslında Türkiye'nin içinde yaşadığı krizin iç yüzünü anlatır bize"

Devlet yapısının ve seçkin zihniyetinin hızlanan değişim çarkına uyum sağlama yeteneğinin iyice bittiğini ve bu doku ve zihniyetin kendi içinde bir bunalım yaşadığını gösterir.

Bu iç bunalım, bugün, Türkiye'ye kapatma davası üzerinden "bir kaos dalgası" olarak yansımaktadır.

Sorun basit değildir: Zira bunalım arttıkça geriye dönüş hızlanmakta, geriye dönüş kesifleştikçe bunalım katlanmaktadır.

Velhasıl daire tam anlamıyla "fasit"tir"

Ve her fasit daire gibi hastalıklıdır.

Şükrü Hanioğlu hastalığı "tarihsizlik" tanısıyla tescil etmiştir. Şöyle der, bir yazısında "Türkiye'de çok sayıda entelektüelin kendilerini Kuva-yı Milliye mensuplarına benzeterek zihnen, halen devam ettiği zehabına kapılarak, Kurtuluş Savaşı'na katılmaları bir toplumsal histeriden değil, tarihsizlik fikrinden kaynaklanmaktadır. Bu anlamda tarih, güncel olabildiği kadar güncel de tarih olabilmekte, meselâ bir iktisadî özelleştirme girişimi 1919 koşulları çerçevesinde ele alınabilmektedir. Bu zihniyetin içselleştirilmesi, âdeta tabiî bir refleks olarak algılanması sorunun derinliğini artırmakta ve bertaraf edilmesini güçleştirmektedir..."

Bundan birkaç yıl öncesine kadar, devlet seçkinleri dünyasında bir yer tutsa da, siyasal ve toplumsal olarak sınırlı bir azınlığı temsil eden marjinal bir anlayıştı bu"

Nitekim uzun bir saha araştırması sonrası yayınladığımız çalışmada "laik kesim içindeki bu azınlık eğilim"le ilgili şunları söylemiştik:

"Laik kesim içinde dahi azınlık olan bu grup açısından laiklik, bir ilkenin, bir kimliğin ötesinde, 'düzeni koruma' ve 'bozulanı yeniden kurma' güdüsü haline dönüşmüştür. Değişime ve zamana karşı topyekûn ve sürekli seferberliği ifade eder hale getirilen, laiklik ilkesi 'anti-emperyalizm', 'ulusçuluk', 'AB'ye karşıtlık', 'sivilleşmeden endişe', 'demokratikleşmeye mesafe' gibi tutumlarla beslenmekte, bunlarla iç içe sokulmakta ve yukarıda belirtildiği gibi bütüncül bir siyasi proje haline dönüşmektedir""

İki üç yıl öncesinin bu marjinal anlayışının bugün ülkede bu denli belirleyici bir güç kazanması acıdır ama gerçektir.

Türkiye toplumsal hiçbir derinliği, hatta niteliği olmayan bu krizden çıkacaktır.

O gün iç bunalıma konu olacak o köhne yapı artık ortada olmayacaktır"

Umudumuz ve temennimiz bu"

yenişafak


 

Bu yazı toplam 301 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar