Fetullah Gülen tövbe edip iman tazeledi mi?

Yazının başlığına bu “soru”yu almamın, “beddua” meselesiyle doğrudan ilgisi yok... Çünkü, Fetullah Gülen’in, “beddua”dan önce de bir “vukuat”ı var ki, onu bir “sohbet” esnasında hatırladım...

Efendim;

Geçenlerde, bazı arkadaşlarla birlikte, bir “Allah dostu”nu ziyarete gittim...

Takdir edersiniz ki;

Ben, “içi küfürlerle dolu tweetleri attıracak” ve Filistin’de Myanmar’da Müslümanlar kan ağlarken, “davullu-zurnalı, şarkılı-türkülü-danslı eğlencelere gelecek bir Allah Resulü”nü, elbette rüyamda göremem... Dolayısıyla, sorularımı “Son Elçi”ye soramam... Soracaklarımı, “âlim insanlara” sorarım...

Her neyse...

Ziyaretine gittiğimiz ve sohbet ettiğimiz Allah dostu, son gelişmelerden dolayı hayli üzgündü...

 

VEBALİ AĞIR OLUR!

İslâm dünyasının bayraktarlığını yapacak bir ülkeye çelme takılmasından son derece rahatsızdı. 

“Bunun vebalini çok ağır ödeyecekler!.. Hem bu dünyada, hem de öteki âlemde” dedi. 

Fakat hiç ümitsiz değildi. Tam aksine ümit doluydu. 

Bana, “Allah’tan ancak kâfirler umut keser. Bu dinin sahibi Allah’tır ve bütün dinlere galebe çaldıracaktır” dedikten sonra ekledi: “Bazı insanların zamirini Allah geç de olsa ortaya çıkarır ve ümmeti yanılmaktan kurtarır.” 

Ardından sordu; 

“Sen gazetecisin, olup biteni iyi takip edersin. Söylesene, Fetullah Gülen tövbe edip iman tazeledi mi?” 

Şaşırdım, böyle bir soru beklemiyordum... Cevap verdim ve aramızda karşılıklı olarak şu konuşma geçti. 

- Cemaat medyası Haçlı Seferi başlatmış gibi saldırdığına göre; tövbe ettiğini hiç sanmam!

- Sen beni yanlış anladın. Ben son operasyondan bahsetmiyorum. 

Hani hatırlarsan, bir zamanlar; “Cebrail gelse de Türkiye’de bir parti kursa, onun partisini bile desteklemem”, demişti ya... Bundan dolayı tövbe istiğfar edip iman tazeledi mi?

- Öyle mi etmesi gerekir?

- Elbette. Bunun şakası olmaz. 

- Nasıl?.. Neyin şakası olmaz?

DİN ŞAKA KALDIRMAZ!

- Bak, hepsine selâm olsun, Cebrail, Mikâil, İsrafil ve Azrail baş meleklerdir... 

Allah’ın emirlerinden çıkmaları asla söz konusu olmaz. Zaten hiçbir melek Allah’ın emri dışında iş yapmaz. Rabbimizin fermanı olmadan kendi başlarına iş yapacak olsalar kâinatta düzen mi kalır? 

Sen de bilirsin... Bir gün bir adam, korkudan benzi atmış hâlde Hz. Süleyman’ın huzuruna çıkar. Der ki; Yolda ben Azrail ile karşılaştım, yüzüme öyle garip baktı ki yüreğim ağzıma geldi. Herhâlde benim canımı almaya niyetli. Ne olur rüzgâra emir buyur da beni tâ uzağa, meselâ Hint diyarına götürüp bıraksın! 

Hz. Süleyman da adamın hâline acır ve dediğini yapar. Akşam üstü Azrail ile karşılaşır ve ona bugün falanca adamı çok korkutmuşsun, sebep ne, canını mı alacaktın? Azrail (as) ‘Evet’ der, “Canını alacaktım. Fakat bana Rabbimden gelen emir onun canını bugün öğleden sonra Hindistan’ın falan yerinde almaktı. Onu burada görünce, bu adam bu kadar kısa sürede oraya nasıl gidecek acaba diye yüzüne hayretle bakmıştım.”

- Efendim, bağışlayın, biraz bilmece gibi oldu. Daha açık ifade buyursanız…

- Hiç de bilmece gibi değil. Baksana Azrail, Allah’ın emri gereği falan kişinin, falan yerde, falan saatte canını alacaksa, o iş hiç aksamadan gerçekleşiyor. 

Şimdi sana sorayım; 

Azrail aleyhisselâm kendi keyfine göre gelip şunun veya bunun ruhunu kabz edebilir mi? Edemez... Cebrail aleyhisselâm için de aynı durum söz konusudur. Allah’ın buyruğu olmadan tek adım dahi atamaz. Şu hâlde, eğer Cebrail aleyhisselâm gelip farz-ı muhal Türkiye’de parti kurarsa, o parti doğrudan doğruya Allah’ın emriyle kurulmuş olmaz mı?.. 

Öyle ya; Hz. Cebrail kendi başına hareket edemez. Allah’ın Cebrail aleyhisselâm ile kurdurduğu bir partiye karşı çıkmak ise düpedüz kâfirlik olur. Tam anlamıyla kâfirlik! Onun için sordum. Tövbe etti mi, iman tazeledi mi diye. Çünkü Allah korusun; böyle bir sözün insanı imanından edeceğini bilmesi gerekir. 

- Doğrusu, o sözlerin bu kadar ciddiye alınabileceğini hiç düşünmemiştim.

- Sevgili Hasan, din şaka kaldırmaz. Dînî açıdan son derece vahimdir böylesi sözler. Bu tür ifadeler akîde bozukluğu olarak görülür.

- Bir misal olarak görülemez mi?

- Hayır, böyle misal verilmez. “Cebrail aleyhisselâma karşı çıkmak” gibi bir misalin bizim dinimizde yeri yoktur. 

Ümid ederim, tövbe istiğfar etmiş ve iman tazelemesi yapmıştır. Fakat bunu gizli yapmışsa olmaz. Çünkü söz alenî olunca, tövbe istiğfarın da alenî olması gerekir.

- Kendisi “Hocaefendi” diye takdim ediliyor, böylesi iman konularını bilmesi gerekmez mi? 

- Elbette gerekir. Ben de zaten onun için sordum o soruyu. 

- Efendim, ben öyle bir “özür” ya da “istiğfar” görmedim. Ben sohbetimizi köşemde yayımlayacağım. Okuyuculardan veya kendilerinden bu konuda bana mutlaka bir bilgi ulaşır. Cemaat beni sıkı takip eder. 

Hiçbir yazımı kaçırmaz.

- Ne mutlu size!

 

BİZ CENNETE, SİZ CEHENNEME!

- Her neyse madem bu konulara girdik merak ediyorum: Namazlı niyazlı olduklarını söyleyen, sürekli ağlayıp duran bu insanlar, karşılarında aynı şekilde İslâmî duyarlığa sahip dindar insanları mahremlerine kadar araştırmalarını ve onları mağdur etmek için her yola başvurmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

- Doğrusu bunu uzun süre, ben de düşündüm. Aklım havsalam almıyordu... Sonra geçenlerde bir delikanlı bana bir şeyler anlattı. Bir dînî grubun toplantısına katılmış. 

O toplantıda Peygamber Efendimiz’in şu hadisi diye getirilmiş: “Geçmiş ümmetler 72 fırkaya ayrıldı, benim ümmetim 73 fırkaya ayrılacak, içlerinden sadece bir tanesi cennete gidecek.” 

Ardından da, cennete gidecek tek fırkanın kendilerinin fırkası olduğu iddia edilmiş... Kur’ân’daki şu ve şu âyetlerde bizim fırkamıza işaret ediliyor, cennete bizler gideceğiz, denilmiş...

- Yok mu böyle bir hadis?

- Var olmasına var. Fakat, çok bağnazca ve sakat bir şekilde yorumlanıyor. Bunu Mağripli büyük bir mutasavvıf olan Alavî Hazretleri tam İslâmî bir bakış açısıyla şöyle açıklamıştır:

 “Bu hadisle denilmek istenen şudur: İslâm ümmeti parça parça, grup grup olacak. Allah’ın emir ve yasaklarını takatleri nispetinde yerine getiren her grup cennete gidecek. Sadece bir tek fırka cehenneme gidecek. O fırka da Allah’a ve Resulü’ne itaat etmeyen, dininin emirlerine ve yasaklarına uymayan, bu emir ve yasakları geçersiz olarak tevil eden, ibadetleri de gereksiz gören fırkadır.”

- Peygamber Efendimiz rahmet peygamberi değil mi?

- Hay ağzına sağlık! Ne güzel söyledin! Yâ, evet, rahmeten lil âlemîn/âlemlere rahmet olan bir Yüce Nebi’yi sadece bir tek fırkanın kurtarıcısı yapıp çıktılar!

- O delikanlı onlara katılmamış mı?

- Katılmamış... Neden katılmadığını da bana şöyle anlattı: “Kendi kendime dedim ki ben bu fırkanın içine girsem, cennete gideceğim. Fakat geçenlerde kaybettiğim biricik annem ve yaşlı babam sırf bu fırkaya katılmadıkları için cehenneme mi gidecekler? Allah böyle zalim olamaz! Bir daha da onların yanına gitmedim.”

- Cemaat de böyle mi yapıyor sizce?

- Orasını bilemem, fakat tepedeki adama aşırı bağlılıkları bana o delikanlının şahit olduğu durumu hatırlattı.

- Ne fırkalar var, hayret! Demek sadece kendileri cennete gidecek, aralarına katılmayan bizler de cehenneme.

- Beynin böyle yıkandığında başkalarını elbette cehennemlik olarak görürsün.

- Bu durumda “cehennemliklerin” her kusurunu kaydedip şantaj olarak kullanmak mübah mı oluyor?

- Öyle olsa gerek. Bunun başka izahı yok. Çünkü bir mümin, bir Müslüman Hucurat sûresindeki “Lâ tecessesû” âyetine bağlı kalır ve din kardeşinin günah ve kusurlarını araştırmaz... 

Araştırırsa âsî olur, Allah’a isyan etmiş olur. Çok büyük günah işler. Bir mümin, bir mümine bunu asla yapamaz!

- Ama yapılıyor.

- Maalesef. 

EDEP YA HÛ!

- Hocam, izninizle bir soru daha sormak istiyorum... Malûm; bazıları ortaya çıkıp; “Peygamber Efendimiz’le konuştuk” diyor... Bazıları da, “rüyalarında gördüklerini” söylüyorlar... 

Bunlar hakkında ne dersiniz?

- Bakın, Hz. Ömer (ra), bir ara, bir konuda nasıl karar vereceğini bilemedi. Yedi gün istihareye yattı, yine de çözemedi. Sonra Allah’a sığınarak kararını verdi. Hz. Peygamber’in mübarek makamı, o mübarek kabri, namaz kıldığı o caminin bitişiğindeydi, niçin ona soramadı? Bunlar Hz. Ömer’den de mi üstünler? Hâlbuki Peygamberimiz aleyhisselâm; müminlerin derecelerini kendi sahabilerinden hareketle alt alta saymıştır. En üstünü “sahabi”lerdir. En büyük veli, en basit sahabinin yanında sıfırdır. Vefatından sonra, Allah Resulü ile onlar, o sahabiler görüşemiyorlar da bunlar mı görüşüyorlarmış? 

- Bütün bunlar için ne diyorsunuz?

- Edep Yâ Hû!

ŞU BEDDUA REZALETİ!

- Halkımız bütün bu olan bitenden iyice bunalmış durumda... Sonu nereye varacak bu işin?

- Bilemem, gaybı Allah bilir. Fakat, Fetullah Gülen yanlış yolda... Artık gerçeği görmesi lâzım. Bak şu beddua meselesine! Kendi sitelerinde yayınladılar. Bana söylendiğine göre o bedduayla dalga geçen bir sürü şey yapılıyormuş sosyal medyada. Gırgıra alıyorlarmış.

- Doğru, çok matrak şeyler yayınlanıyor. O beddua ederken, ellerini kaldırıp indirirken şimşekler çaktıranı mı ararsın, spor takımlarını alkışlatan sloganlar söyletenleri mi ararsın, gani…

- Bak işte, gördün; kendi tuzakları kendi başlarına geçti. Ne der Rabbimiz: 

Onlar tuzak kurarlar, Allah da onların tuzağını başlarına geçirir. 

İktidar öyle bir beddua sahnesinin çekimini istese, milyarlar verse çektirebilir, gerçekleştirebilir miydi? Hiç mümkün mü? 

Ama bak ne oldu? Allah onlara kendi elleriyle yayınlattı ve bu onların aleyhlerine oldu. Çok şey kaybettiler. Alev Alatlı diye bir yazar hanım “o beddua sahnesini görünce kanım dondu” demiş. Herkesin kanı dondu. Fakat, bunun Allah’ın bir tokadı olduğunu hâlâ idrak edemiyorlar. Yazık!

- Efendim, o beddua değilmiş!

- Allah Allah, ya neymiş? 

- Mülâane imiş. Bir de mübâhale ifadesini kullanıyorlar.

- Lânetleşme ha! Onlara lânet eden mi oldu? Lânete dâvet eden mi oldu? Hayret doğrusu! Bu kadarı da olmaz!  Bakara Suresi’nin 41 ve 42. Âyetleri ile Mâide Suresi’nin 44. âyetinde Rabbimiz; “Benim âyetlerimi dünya menfaatine satmayın, âyetlerimi kıymetsizleştirip ucuzlatmayın, basit menfaatleriniz karşılığında onları değiştirmeyin” buyurur. 

Allah’ın âyetini bu kadar ucuzlatmak olmaz! Ayıptır, günahtır! Bari bu kadarına tevessül etmesinler! Allah’tan korksunlar, insanlar biraz olsun hayâ etsinler! 

Öte yandan Mâide Suresi’nin 13. ve Nisâ Suresi”nin 46. âyetlerinde Yüce Rabbimiz, “onlar sözlerin yerini değiştirirler” der. Ve âyetleri ucuza satanlar ile, “kelimeleri yerlerinden ederek tahrif edenleri” şiddetle kınar. 

Bunlar, demek ki; Allah’ın apaçık âyetlerini bile tahrif etmeye yelteniyorlar ha!.. 

Bunu yapanlardan her türlü melanet beklenir. Bu kadarına da pes doğrusu.

- Müsaade ederseniz, ben dahasını söyleyeyim: Yuh!

LÂNETLEŞME NEDİR?

- Biz gözlerimizle görüp kulaklarımızla işittiklerimize mi inanacağız yoksa onların bu saptırmalarına mı? Bu, tam anlamıyla Kur’ân’la dalga geçmektir! Âyetleri tahrif etmektir! Onların mülâane, mübahale dedikleri şeyin o beddua ile zırnık alâkası yok. Kur’ân’da sadece iki tür lânetleşme var. Birincisi, üçüncü sûre olan Âl-i İmrân’ın 61. âyetidir. Allah Resulü ile tartışmaya gelen ve peygamberliğini kabul etmeyen Necrân papazlarına karşı meydan okumak için inen âyettir. Yani bu âyete göre; lânetleşmek için, karşı tarafın Müslüman olmaması, gayrimüslim, Yahudi veya Hıristiyan olması gerekir. Karşı taraf olmadan lânetleşme olur diyenler bizlerin zekâlarıyla dalga geçen su katılmamış ahmaklardır, evet, dört dörtlük ahmaktır onlar!

- Öteki lânetleşme nedir?

- Öteki de karı-kocayla ilgilidir. 24. sûre olan Nûr’un 6 ilâ 9. âyetleridir. 

O âyetler ise eşinin zina ettiğini gören, fakat dört şahit gösteremeyen eşlerin kadı önünde karşılıklı olarak lânetleşmeleridir. Onun dışında lânetleşme veya onların tabiriyle mülâane yoktur! 

Var diyenin derhal tövbe istiğfar edip iman tazelemesi gerekir. Biraz olsun Allah’tan korkuları varsa bunu yapsınlar! O, bal gibi bedduadır ve o beddua onların bütün iç yüzlerini de zaten gözler önüne sermiştir! Onu tevile kalkışmak dine de, Müslümanlara da, akla da, zekâya da hakarettir! 

Ne utanmazlık Yârabbi!

- Efendim, lânetleşme dediğinize göre, zaten karşı tarafın da orada olması gerekiyor herhâlde. 

- Elbette öyle. Bir kişinin kalkıp da falan tarafa da, filan tarafa da lânet etmek gibi bir yetkisi yok ki İslâm’da... 

Bu apaçık bedduayı mülâane diye saptırmaya kalkışanlar Allah’tan korkmuyorlar demektir. Onlardan korkulur... Çünkü atalar ne demiş: Kork, Allah’tan korkmayandan! 

O bedduadır vesselâm!

- Efendim, size son bir görüntü seyrettireyim... Bakın şu linkten: Fethullah Gülen’den ağlayan şov :) - Sardunya Sokağı (R) / Facebook

- Benden yorum istiyorsun... 

Yapmayacağım. O kadar açık ve net ki… 

Allah bizleri sıratı müstakiminden ayırmasın. 

- Âmîn!

*******************************************************

Paralel İttifak mı arıyorsunuz, buyrun bir örnek!

Bazen “gazete”lerin ve “yazar”ların “aynı başlığı” attıkları, ya da “aynı konuda, aynı görüşü dile getirdikleri” durumlar olabilir... 

Bazı “toplantı”lara giden “ünlü erkek ve kadınlar”ın da “aynı elbiseyi giydikleri” çok görülmüştür. Bu gibi durumlar, televizyon veya gazeteler tarafından “pişti oldular” şeklinde değerlendirilir...

Ne var ki, “2 gazete”nin, “2 yazar”ın, ya da “2 erkek veya kadın”ın “pişti” olmaları “tevafuk” olarak görülebilir ama; meselâ, “birkaç gazete”nin “aynı ifade”yi kullanmaları, kesinlikle “pişti” olmakla, ya da “tevafuk” veya “tesadüf”le açıklanamaz!..

Burada, mutlaka bir “plân”, bir “kampanya”, bir “düğmeye basma” durumu olmalıdır.

Buyrun bir örnek...

Solcu Birgün gazetesi, birinci sayfasında, Başbakan Tayyip Erdoğan’ı “Hitler”e benzetmiş... Kahvehane gazetesi Sözcü de, yine birinci sayfasında Erdoğan’ı “Hitler”e benzetmiş...

Hele sıkı durun... Hem Aydın Doğan’ın Radikal’inde, hem Fetullah Gülen’in Today’s Zaman’ında yazılar yazan Orhan Kemal Cengiz de Erdoğan’ı “Hitler”e benzetmiş, iyi mi?..

Al sana “Paralel İttifak!”

Burada “pişti olmak”tan, ya da “tesadüf”ten söz edilemez... 

Demek ki, bunlar arasında “Paralel bir bağ” var!..

yeniakit

Bu yazı toplam 979 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar