Fehim Taştekin: ABD, Çin’den Çalım Yiyor: İran-Suud Baltaları Gömüyor

Fehim Taştekin: ABD, Çin’den Çalım Yiyor: İran-Suud Baltaları Gömüyor

Yazar Fehim Taştekin gazete duvar'da yayınlanan yazısında İran ve Suudi Arabistan’ın normalleşmesinin olası sonuçlarını değerlendirdi

Fehim Taştekin'in ‘ABD, Çin’den çalım yiyor: İran-Suud baltaları gömüyor’ başlıklı yazı şöyle:

Orta Doğu geriliminde iki kutup başı İran ve Suudi Arabistan savaş baltalarını gömmeye karar verdi. İki ülke ilişkilerinin ötesinde bu normalleşme nüfuz savaşlarına sahne olan ülkelerde durumu etkileme potansiyeli taşıyor. Asıl bomba arabulucunun Çin olması. Bu da Orta Doğu düzeninde Amerikan hegemonyası aleyhine yarık açan bir gelişme. Çin ekonomik istilaya diplomasi cephesini ekliyor. Tufan koptu kopacak!


Pekin’de 6-10 Mart’taki müzakerelerin sonucunda üç ülkenin altına imza attığı belge iki ay içinde Riyad ve Tahran’da elçiliklerin yeniden açılmasını öngörüyor. İki ülke dışişleri bakanları yakında bir araya gelip detaylara kafa yoracak.
İlişkiler neden kopmuştu? 2015’te Yemen’deki “Suud düzenine” kafa tutan İran destekli Husilere karşı açılan savaş ilişkileri bozmuştu. Suudiler 2016'da din adamı Nimr el Nimr dahil 47 Şiiyi idam edince öfkeli İranlılar da Tahran’daki Suudi Büyükelçiliği’ni basmıştı. O vakitten beri diplomatik ilişkiler kopuktu.
İran-Körfez ilişkileri dönemsel karaktere sahip. Amerikan politikalarının değişkenliğine bağlı olarak bir tür med-cezir hali. Suudi Veliaht Prens Muhammed bin Selman azami baskı stratejisi dayatan Donald Trump’dan aldığı cesaretle 2017'de "Savaşın Suudi Arabistan'da değil İran'da olması için çalışacağız" demişti. Joe Biden’la birlikte Washington’da gördüğü ihtiramı yitirdi. 3 Mart 2022’de ışığı görmüş, aydınlanmıştı: "İran komşumuz. Ebediyen komşumuz olacak. Ne biz onlardan kurtulacağız ne onlar bizden. Bu yüzden sorunu çözmeliyiz.”

14 Eylül 2019'da Aramco tesislerine düzenlenen saldırılar, Suudilere “İran’a karşı savaşta ön cephe siz olacaksınız” mesajıydı. Amerikan koruması kadük kalmış ve mesaj alınmıştı. Suudi Krallığı İran’la yeni bir başlangıç için Irak Başbakanı Adil Abdülmehdi’ye bir mesaj göndermişti. Mesajı gelip alacak kişi Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani idi. Süleymani Ocak 2021’de Bağdat’a indiğinde Amerikan füzesiyle öldürüldü.
Umman bölgede akıllı bir oyuncu ve iki yakayı buluşturmayı başardı. Abdulmehdi’nin yerini alan Mustafa el Kazımi, Irak’ın kavga arenası olmaktan çıkması için İran’la gerilimlerin bitirilmesi gerektiğinin farkındaydı. Tarafları 5 kez Bağdat’ta bir araya getirdi. Yeni Başbakan Muhammed Şiya el Sudani aynı oyunu sürdüremedi. Top Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in ayağına yuvarlandı.

Çin, 2021’de İran’la 25 yıllık stratejik ortaklık anlaşması imzaladığında Yol ve Kemer Girişimi’nde çok önemli bir yer tutan Körfez ülkelerinin rahatsızlığını görmüştü. ABD, İran’ın düşman olarak gösterildiği bir Orta Doğu düzeninde müttefiklerini hizalarken Çin tersten gitti. Tarafsız arabulucu kartını oynamaya karar verdi. Şi, 9 Aralık 2022’de Riyad’daki Körfez İşbirliği Konseyi-Çin zirvesinde konuyu açtı. Ardından şubatta İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’yi Pekin’de ağırlayıp onayını aldı. İran’ın beklentisi Pekin’in nükleer müzakerelerde ağırlığını kullanması ve yaptırımlar karşısında nefes boruları açmasıydı. Çin kafasını salladı.
Ayrıca Riyad’ın önüne sürdüğü koşullar vardı: Halkın Mücahitleri, Ahvaz Özgürlük Hareketi, Cund’ul Adil gibi güçlere ve muhalif yayınlara verdiği desteğini kesecekti.

ÇİN’İN YÜKSELEN KREDİSİ

İran-Suud normalleşmesinin farklı veçheleri var.
Her şeyden önce Çin, Orta Doğu’daki ağırlığını artırıyor. Arabuluculuk rolü Çin’in dış siyasetinde görmeye alışık olduğumuz bir enstrüman değil. Çin, ABD ve Avrupalı eski sömürge güçlerinin at oynattığı alana giriyor. Batılı aktörler Orta Doğu’da bagajlarındaki fazla yükten dolayı barışı temin eden değil çatışmaları büyüten bir rolle ilerliyor. Bu güçler kendi girift ilişkilerini izlerken çatışma stratejilerine bel bağlıyor. Çin’in bu türden bir bagajı yok. O yüzden eğer bu istikamette daha fazla rol alırsa dengeleri bozabilir.

SURİYE KÂRLI TARAFTA

Suud-İran normalleşmesinden en büyük faydayı görecek ülke Suriye. Tahran-Riyad çelişkisi Şam’ın Arap Birliği ile normalleşmesini bloke ediyor. Burada gerilim azalırsa Suriye’nin İran’la ittifakına yönelik sert bariyer aşınabilir. Ayrıca Suriye’ye destek olurken bir taraftan da Körfez ülkeleriyle ilişkilerinin sarsılmasından çekinen Çin’in de rahat etmesinin önü açılıyor.

Arap ülkeleri arasında Suriye’yi tecrit ve cezalandırma siyasetine gerekçe yapılan şey Şam’ın bölgesel konularda Tahran’la ittifakıydı. Hesaplar tutmadı, işler tersine döndü. İran’ın artan nüfuzunu geriletmek ve askeri varlığına son vermek Suriye ile yeni başlangıcın ön şartına dönüştü. Fakat Şam-Tahran arasındaki ortaklık gerilemediği halde Arap bloku Suriye ile köprüleri yeniden kurmanın kaçınılmaz olduğunu söyleyecek noktaya geldi. Tecrit ve yaptırımlarla alınamayan sonucu bu kez diplomatik angajman ve mali yardım dahil yumuşak güç unsurlarıyla deniyorlar. İranlılar bunu karşı tarafın yenilgisi olarak görse de diyaloga dönüşü oyunu yeniden kurmak olarak okumak gerekebilir.

İSRAİL KAYBEDEN TARAF AMA...

İran’ın Arap komşularıyla gerilimli sürecinden en fazla yararlanan ABD-İsrail ekseni oldu. Trump döneminde Abraham Anlaşmaları İsrail ve Araplara karşı “ortak İran tehdidi” algısı üzerinden pişirildi. İsrail’in Araplarla diplomatik ilişki kurmasının önü bu şekilde açıldı. Tehdit algısı gerilerse İsrail’in İran’a karşı askeri saldırı seçeneği için aradığı bölgesel ittifakın zemini zayıflayabilir.

Eski Başbakan Naftali Bennett, anlaşmayı “İran’a karşı bölgesel bir koalisyon kurma çabasına ölümcül bir darbe” diye niteliyor. Muhalefet lideri Yair Lapid de "Anlaşma İsrail hükümetinin dış politikasının tehlikeli bir başarısızlığı" diyor. Fakat Washington, İsrail’i tutma ya da Tel Aviv’in ABD’yi kendi planlarına göre arkasından sürükleme çabalarını dizginlerse başka bir ihtimal de konuşulabilir. O da sular durulmuşken Abraham Anlaşmaları’nın hedefindeki büyük balık Suudi Arabistan’ın rıhtıma çekilmesi. Yani İran’la gerilimin düştüğü bir ortamda taraflar kartlarını farklı bir şekilde de kullanabilir.

LÜBNAN UMUTLU FAKAT...

Bu uzlaşmanın yansımalarının hemen hissedilebileceği bir diğer adres Lübnan. Suudi Arabistan hamisi olduğu Sünni aktörleri Hizbullah’la ortak hükümet kurdukları gerekçesiyle cezalandırıyordu. Bu siyaset, denklemdeki Sünnilerin yerini iyice bozdu. Lübnan çok zor günlerden geçerken olası mali yardımlar siyasi koşullara bağlandı. Aylardır ülke yeni cumhurbaşkanını da belirleyemiyor. Kilitlenmişlik sadece İran-Suudi gerilimine indirgenemez ama Tahran-Riyad barışı süreci yumuşatabilir.

BARIŞI BEKLEYEN ÜLKE YEMEN

En önemli etki alanını sona bıraktım. Suudiler İran’la Irak, Suriye ve Lübnan gibi yerlerde nüfuz savaşı verse de diplomatik kopuşta Yemen’in yeri büyük. İran’ın Husilere desteği Suudilerin Yemen üzerindeki oyun kuruculuğunu tehdit ediyordu. Savaş bu yüzden başladı.

Yemen, Suudi Arabistan için artık bataklık sayılır ve İran’la uzlaşmadan bundan çıkamayacağını gördü. Yemen’deki Suudi-BAE ortaklığı da bozulmuşken geçiş hükümetine tekrar tekrar format çekmek işe yaramadı. Uzlaşmada anahtar yine Yemen.
Normalleşme iki ülke arasındaki bölgesel rekabeti ortadan kaldırmaz. Nihayetinde taraflar sahadaki vekalet savaşını geriletip yumuşak güç mücadelesine dönüyor.

Suudi basını karşılıklı elçiliklerin açılması için tanınan iki aylık süreyi bir test süreci olarak tanımlıyor. Öncelikle İran’ın Husileri taviz vermeye zorlayıp zorlamayacağını görmek istiyorlar. Ensarullah’ın anlaşmaya desteğini açıklaması olumlu bir gelişme. Umman, Husilerle Suudi Arabistan arasında ateşkes anlaşmasına aracılık etmiş ama taraflar ortak hükümetin kurulması ve çatışmaların sonlandırılması konusunda nihai uzlaşmaya varamamıştı.

YENİ DİNAMİKLER UZLAŞMAYI DAYATIYOR

Suudi Dışişleri Bakanı Faysal bin Ferhan, “Anlaşma, iki ülke arasındaki tüm önemli ihtilafların çözüme kavuşturulduğu anlamına gelmiyor. Daha ziyade, barışçıl yollarla ve diplomatik araçlarla çözme konusundaki ortak arzuyu kanıtlıyor” diyor.
İran’ın nükleer programı ve uzun menzilli balistik silahları, Yemen’de Husilere, Irak’da Haşd el Şaabi’ye, Lübnan’da Hizbullah’a, Filistin’de Hamas ve İslami Cihad’a desteği karşı tarafta sorun olmaya devam ediyor. Hatta Arap basınında İran’ın Afrika’da Suudilere çelme taktığına dair haberler eksik olmuyor. Suudilerin onlarca yıldır İran’a karşı yaptıkları elbette bu mecralarda konuşulmuyor.
Sonuç olarak Pekin mutabakatı ülkelerin egemenliğine saygı duyma ve içişlerine karışmama prensibine vurgu yapıyor. Suudiler bundan İran’ın vekil güçler üzerinden nüfuz savaşını sonlandırması gerektiği sonucunu çıkarıyor. Fakat bu beklenti beyhude olabilir. Mesela Irak’ta Haşd el Şaabi’ye bağlı bazı gruplar anlaşmaya olumlu baksa da “Bizi bağlamıyor” tavrını takındı. Hatta Kataib Hizbullah "Suudi varlığının bölgedeki canavarlıklarına karşı hazır olmalıyız" diye çıkıştı.
Beri tarafta küresel ve bölgesel dinamikler yeni kodlarla şekilleniyor. Bölgenin iki hasım ülkesi eş zamanlı olarak Şanghay İşbirliği Örgütü’ne yöneliyor. ABD’nin küresel hegemonya için dayattığı çelişkilerden sıyrılmak bölgesel çatışmaları geriletmeyi gerektiriyor. İran’a yaptırımların sonuçsuzluğu, Suriye’de vekalet savaşındaki fiyasko, İsrail için felç edilen Lübnan’da hiçbir şeyin değişmemesi, Türkiye’nin şişirilerek öne çıkarılan bölgesel liderliğinin sıfır sonuçla ters tepmesi ve son olarak Ukrayna savaşı bölgenin siyasal haritasını değiştirdi.

Amerikalılar anlaşmayı kritik bir zamanda İran için bir can simidi olarak görüyor. Suudiler çatışma düzleminden çıkmaya karar verdiğine göre yeni durum ABD’yi de İran’la nükleer müzakere masasına dönmeye itebilir. ABD bölgesel ortaklarına koşul dayatma kapasitesini yavaş yavaş yitiriyor. OPEC+’nın petrol üretimini artırma baskısına direnerek Rusya’yı kayırmasını önemli bir kırılma noktası olarak görebiliriz.
Suud-İran ilişkileri normale dönerse anlaşmaya olumlu bakan Körfez İşbirliği Konseyi'nin diğer üyeleriyle de gerilimler düşebilir. Hatta Suudileri kızdırmaktan kaçınan Mısır da İran’ın işbirliği tekliflerine farklı bakmaya başlayabilir.