Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Emri bil maruf, nehyi anil münker!

(Âl-i İmrân 104)’de bize denir ki, “Ey iman edenler! İçinizden marufa (bilinen/bildirilen, iman ettik dediğiniz ya da söz verdiğiniz “Galu bela” da “evet” dediğiniz, meşru olan bir şeye) çağıran, iyiliği emredip Münker’i (Reddetmeyi kabul ettiğiniz, meşru olarak “hayır” dediğiniz, her şeyi) yasaklayan seçkin bir topluluk bulunsun. İşte onlar, doğru ve kalıcı işler yapıp kurtuluşa erenlerin ta kendileridir”.

Bakın, Fırka-i Naciye bir tarikat ve mezhep değil, müteşabih konularda farklı görüşlere sahip olsalar da, Aynı Allah'a, Resulüne, kitaba iman eden ve onun gereklerini yerine getiren kişilerden oluşan karma bir topluluktur. Onlar Allah’ın rızasının tecellisinin vesilesi olanlar, diğer Müslümanları kardeşleri bilen kişilerden oluşur. Onlar insanları, kendi mezhep ve tarikatlerine değil, Allah’a, resulüne ve kitaba çağırırlar. Onların işleri istişare ve şura iledir. Haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun mazlumdan yana, zalime karşıdırlar. Bir kavme olan düşmanlıkları bile o konuda onları adaletsizliğe sevk etmez. Onlar “adil şahid” ve “el emin”dirler. Başkaları onların ellerinden, dillerinden yapıp ettiklerinde dolayı emindirler. Tabi (Tevbe 75-76)’da haber verildiği gibi “Onlardan kimi de: ‘Eğer Allah bize lütfundan verirse mutlaka sadaka vereceğiz ve salihler’den olacağız’ diye Allah’a söz vermişti. Ama Allah, lütfundan onlara verince, onda cimrilik ettiler ve sözlerinden dönüp yüz çevirdiler” gibi söz verip sözlerinde durmayanlardan olmamak gerek.

Müslümanın marufu nedir?
Allah, kitap ve resuldür.
Bir de bu esaslara aykırı olmamak üzere verdiği sözdür. Ya da onun zati özellikleridir.
Bu ayete bakarak aslında mesela Şeker hastası olduğunu bildiğimiz bir kişiye Şeker yedirmek haramdır.
Alerjisi olduğunu bildiğimiz kişiye, o allerjisini tetikleyecek bir fiil de haramdır.
“Bizden olan ulûl emr” dediğimiz, yetkisini bizden alan, bizim denetlediğimiz, bize hesap veren, bizim hak ve hukukumuzu, malımızı, canımızı, namusumuzu, akıl-inanç ve neslimizi korumak üzere, buna mebni olmak üzere bir kural koyarsa ona uymamız gerek. Bu anlamda Maruf’u emr, yani bilinen bir uygulama olarak kırmızı ışık yanarken geçmemek, geçeni uyarmak, hatta cezalandırmak da “Maruf’u emr” olarak değerlendirilebilir.
Evet, Müslüman bir kişi, yasalar izin verse de, domuz yemez, yiyemez, şarap içmez, içemez, Riba da öyle, Allah'a verdiği söze sadık kalmak zorundadır. Bu onun Marufudur. Riba’yı reddettiği, Şarap içmeyi ve domuz yemeyi reddettiği için bu onun münkeridir.

Bu disiplini mesela bir Hindu’ya İnek etti yedirmemek şeklinde de yorumlamak mümkün.
Çünkü onun Maruf’u inek eti yememektir. Ona marufuna uymayı emredebiliriz. Kutsalına ihanet eden bir kişi, her şeye ihanet edebilir zira. Hindu’ya inek eti yedirmek aynı zamanda Münker’dir. Onun reddettiği bir şeye onu yapmaya zorlamak bu hüküm çerçevesinde yasaklanmıştır.

Enam 108’de ne deniyordu bize: “Onların Allah’tan başka taptıklarına (ilahlarına) sövmeyin; sonra onlar da bilmeyerek Allah’a söverler. Böylece her ümmete kendi işlerini güzel gösterdik. Sonra dönüşleri Rablerinedir. O, onlara ne yaptıklarını haber verecektir.”

Yani “emri bil maruf” ve “nehyi anil münker”i Alemlere rahmet olarak gönderilen ahir zaman peygamberinin ümmeti olarak, evrensel anlamda ahlaki bir kural olarak bütün insanlar için uygulayabiliriz.

(Bakara 93) uyma konusunda verdikleri sözden cayanların halini bize bir misal ile anlatır: “Hani sizden sağlam bir söz almış ve Tur Dağı’nı üzerinize kaldırmıştık: ‘Size verdiğimizi kuvvetle tutun ve dinleyin!’ demiştik. Onlar ise: ‘Dinledik ama karşı geldik (söylediklerinizi kabul etmiyoruz, vazgeçtik)’ dediler. Küfürleri yüzünden kalplerine buzağı sevgisi içirilmişti. De ki: ‘Eğer inanan kimseler iseniz, imanınız size ne kötü şeyler emrediyor!” Madem “Allah’ın emrine itaat etmiyorsunuz, bari verdiğiniz söze riayet etseydiniz!”

Maruf” sözlüklerde genel olarak “Bilinen, tanınan, aşina olunan, Kendisine yabancı gelmeyen, hayri anlamda kullanılır. Etimolojik olarak Maruf, kişinin irfanı ile ilgili, Marifet olarak, tadarak, koklayarak, dokunarak tanıma, akıl ve fıtrat yoluyla tanıma gibi bir anlam yüklenir. Şer‘î anlamda, Akıl ve vahiyce “iyi, güzel, makbul” olan her şey Maruf’tur. Örfî olarak Toplumca “iyi kabul edilen” âdet. “emr bi’l-ma‘rûf” “iyiliği emretmek, teşvik etmek, kötülüğe karşı eli, dili, kalbi ile direnmek anlamına kullanılır. Fıkıh’ta, mesela “Allah’ın emri, peygamberin gavli üzere” kıyılan nikahta maruf olan Mihir’in usulüne uygun ödenmesi gerekir. Ama bu söz genelde fiile dönüşmez. Hatta bazen taraflar Mihir’in ne olduğunu bile bilmezler. Onlar için İslam’da olmayan bir kabul ile, bir “din adamı”nın Kur’an-ı Kerim’den ayetler okuyup, dua etmesi, sorduğu sorulara “evet” demek sureti ile tamamlanmış sayılan törensel bir durum söz konusu’dur. Yani bu anlamda ne Marufun ne de Münker’in yaptırım olarak bir karşılığı yoktur.

Genel anlamda “Ma‘rûf” “Fıtrat, akıl, vahiy, örf”te hak, iyi, doğru, güzel kabul edilen, “Münker” ise, bunun aksi, “Yabancı gelen, tanınmayan, yadırganan”, kendi özüne yabancılaşma, sapmayı ifade eden, kabul etmemek, tanımamak, “kalbe hoş gelmeyen, yadırganan”, Akıl ve vahiyce “kötü, çirkin, yasak” olan her şeyi, “ayıp, yadırganan” davranışları ifade eder. Özetle, “Münker” “Fıtrat, akıl, vahiy ve örf”te “kötü” kabul edilen şeyi ifade eder.

Kur’ân-ı Kerim’de 47 kez (çoğu “emr bi’l-ma‘rûf”) 16 kez (çoğu “nehy ani’l-münker”) olarak Maruf ile ilgili ayetler, Münker ile ilgili ayetlerden sayıca 3 kat daha fazladır.

Evet, biz yeryüzünde adalet, barış, hürriyet temelli bir düzen inşa etmek için, ahlak temelli ortak bir zeminde buluşmamız gerek. Bunun ilk şartı’da insanların 5 temel emniyete yönelik, açık ve yakın bir tehlike oluşturmayacak, mutlak taleb ve redlerinden oluşan meşru talepleri Maruf ve Münker anlamında tanıyarak ve bunları korumaya yönelik bir toplumsal sözleşme ile farklılıklarımıza rağmen barış içinde bir arada yaşama zemini oluşturabiliriz. Bunun yolu ise Emri bil Maruf, Nehyi anil münker’den geçmektedir. Kimse kimseye kendi inancını ve fikrini dayatamaz. Allah’tan başka kimse bizim İlahımız ve Rabbimiz olmadığı gibi, biz de kimsenin İlahı ve Rabbi değiliz. Bu dünyada tartışıp durduğumuz şeylerin hakikati’nin bize gösterileceği bir gün var. Herkesin iyilik ve kötülüğünün yaptığının karşılığının misgal ve zerre miktarında kendine verileceği bir gün var. Herkesin dini kendine.

Bu konuda şu ayet meallerini okuyup, üzerinde düşünmemiz gerekir:
(Kafirun 109) De ki: “Ey kâfirler! Ben sizin taptıklarınıza tapmam. Siz de benim ibadet ettiğime tapıcı değilsiniz. Ben de sizin taptıklarınıza tapıcı değilim. Siz de benim ibadet ettiğime tapıcı değilsiniz. Sizin dininiz size, benim dinim bana.”
(Bakara 256). “Dinde zorlama yoktur. Doğru yol, sapıklıktan apaçık ayrılmıştır. Artık kim tâğutu reddedip Allah’a inanırsa, kopmayan sağlam bir kulpa tutunmuştur. Allah her şeyi işitir, her şeyi bilir.”
(Nisa 40) “Şüphesiz Allah, zerre kadar bile haksızlık etmez. Eğer bir iyilik olursa, onu kat kat artırır ve kendi katından büyük bir mükâfat verir.”
(Zilzâl 7-8) “Kim zerre ağırlığınca bir hayır yaparsa, onun karşılığını görür. Kim de zerre ağırlığınca bir şer yaparsa, onun karşılığını görür.”
(Zümer 69-70) “Yer, Rabbinin nûruyla aydınlanır. Kitap ortaya konur. Peygamberler ve şahitler getirilir. İnsanlar arasında adaletle hükmedilir; onlara haksızlık edilmez. Herkese yaptığının karşılığı tam olarak verilir. Allah, onların yaptıklarını en iyi bilendir.”

Birileri tamamen dünyevi menfaatler, üzerine “norm”lar koymakta, “uluslararası sözleşmeler” ile bu normları insanlara dayatmaktadırlar. Aslında bu bir İlahlık ve Rablik dayatmasından başka bir şey değildir. İlah “hüküm koyucu”, Rab “terbiye edici” demektir.
Modern devlet bu anlamda Allah’ın hükümlerine ve fıtrata meydan okuyan Şeytani bir yapıya dönüşebilmektedir. Bugün Gazze’de yaşanan ve dünyanın daha birçok yerinde yaşanan olaylar bunu bize göstermektedir.
Yasa, yargı, eğitim, media bu anlamda kullanılabilmektedir. Dün, CoVİD günlerinde, mRNA ile ilgili dayatmalarda, bugün fıtrata meydan okuyan birçok uygulamada, İklim ve karbon ayak izi, 5G, Chemtrails, Trans Humanizm, Biyolojik cinsiyete karşı Toplumsal cinsiyet kimliği dayatmasında ve daha birçok uygulamada bunu açıkça görüyoruz. Şimdi bazı şeyleri yeniden düşünme zamanıdır.
Selam ve dua ile.

Bu yazı toplam 287 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar