Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Dünya hayatının geçiciliği üzerine

Dün başladığımız, Kehf suresinin aydınlattığı ufkumuzda yolculuğumuza devam edelim.

Dünya Hayatının Geçici olduğunu unutuyor insanların çoğu. Ve Allah’ın (cc) bizi mallarımız, canlarımız, sevdiklerimizle, kimi zaman artırarak, kimi zaman eksilterek imtihan edeceğini de unutuyoruz. 100 yıllık hayaller kuruyoruz ve insanların bu hayallere inanmasını istiyoruz! O hayallerin sonunda o yapıp-ettiklerimiz rüzgârın savurduğu çerçöp haline gelir. Allah (cc) her şeye güç yetirendir. Mal ve evlat, dünya hayatının süsüdür. Ama baki kalan salih ameller, Rabbi’nin katında sevap olarak da ümit olarak da daha hayırlıdır.

Kıyamet saati geldiğinde o gün Allah (cc) dağları yürütür de yeryüzünü dümdüz eder. Kiramen katibinin amellerin yazdığı defter ortaya konur. Suçluların, onda yazılanlardan korkuya kapıldığını görürüz o gün.. Derler ki: “Vay halimize! Bu nasıl bir kitap ki, küçük büyük hiçbir şeyi bırakmadan hepsini saymış!” Yaptıklarını karşılarında bulurlar. Rabbin kimseye zulmetmez.

İnsanoğlu, Şeytan’ın İnsana Düşmanlığı konusunda gaflete düşüyor çoğu zaman. Hani Allah (cc) meleklere: “Âdem’e secde edin” demişti de, cinlerden biri olan, Allah’ın emrini dinlemeyen İblis hariç hepsi secde etmişti. Sahi, insanlar şimdi Allah’ı bırakıp onu ve onun soyunu dost mu ediniyorlar? Oysa onlar bizim düşmanımızdı. Mahşer günü gelip, divan kurulduğunda Suçlular ateşi görünce ve oraya düşeceklerini anladıklarında, ondan kaçacak bir yer bulamayacaklar.

Şeytan’ın aid olduğu Cinler topluluğu bizden önce dünyada yaşıyorlardı. Onlar dumansız ateşten yaratılmışlardı. Bozgunculuk yaptıkları için cezalandırıldılar. Allah onların yerine İnsanları dünyaya varis kıldı. İnsanlar topraktan yaratılmıştı. Şeytan bu yüzden isyan ediyordu. Dünya ellerinden alınmış, insanlara verilmişti. Bunu kabul edemiyorlardı. İnsanların çoğunun da cinler gibi dünyaya gittikten sonra sapıtacaklarını iddia ediyordu. Kendi yurtlarının insanlara verilmesine karşı ırkçı, kendi soyunu üstün gören bir anlayışla Allah’ın insanlar hakkındaki hükmüne itiraz ediyordu.

Bu surede anlatılan diğer önemli konu ise Hz. Musa ve Hz. Hızır Kıssası idi. Kur’an bu konuda daha en başında bizi uyarıyor: Allah (cc) “insanlara her türlü misali verdik. Ama insan, tartışmaya çok düşkündür” buyuruyor.. İnsanları, iman etmekten ve Rablerinden mağfiret dilemekten alıkoyan şeyin ise, öncekilerin başına gelenlerin ders almamaları olduğunu söylüyor. Oysa peygamberler, müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderildiler ama insanlar onları dinlememekte inat etti. . Kâfirler ise, kendilerine yapılan uyarıları alaya aldılar. Onlar inatlarında ısrar edince de Allah (cc) onların kalplerine, onu anlamamaları için perdeler, kulaklarına da ağırlık koydu. Bizler, resullerin yaptıkları gibi onları hidayete çağırsak da, asla hidayete gelmezler. Gelemezler, çünkü kalpleri mühürlenmiştir.

Rabbimiz çok bağışlayıcı ve, merhamet sahibidir. Eğer zalimleri hemen cezalandırmak isteseydi, onları hemen cezalandırırdı. O işin bir vadesi vardır. Ondan kaçış bulamazlar. İşte o zalim yöneticilerin memleketleri! Zulmettiklerinde onları helâk ettik!

Hani Hz. Musa, Hz. Yuşa ile birlikte Hızır’la (onlara selam olsun) buluşmak için iki denizin buluştuğu yere doğru yola çıkmışlardı

Hz. Musa’nın bilmediğini ona öğretecek Allah (cc)nin “ona katımızdan bir rahmet vermiş ve ona ilmimizden öğretmiştik” dediği biri vardı. Onunla buluştular. Hz. Musa ona “Sana öğretilen ilimden bana da öğretmen için sana tabi olayım mı?” dedi, O de “Sen benimle beraber olmaya sabredemezsin” dedi ve ekledi “İçyüzünü kavrayamadığın bir şeye nasıl sabredeceksin?”. Hz. Musa: “İnşallah beni sabırlı bulacaksın ve senin emrine karşı gelmeyeceğim” dedi. O azim peygamberlerden biri, ama Allah’ın ona bildirmediğini bilemiyor. Hz. Süleyman Belkıs’ın tahtını getirmesi için bir başkasından yardım istiyor, Hüdhüd ona Belkıs’dan haber getiriyor.

Bir gemiye bindiklerinde, o (kul) gemiyi deldi. Hz. Musa bunu anlamadı. Oysa o Gemiyi zalim bir hükümdara hizmet eden korsanlar ele geçirmesin istiyordu. Yani bire şer gibi gelen şeyde hayır, hayır gibi gelen şeyde şer olabiliyor. Derken bir erkek çocuğa rastladılar, o (kul) onu öldürdü. Hz. Musa, “Masum bir canı, bir cana karşılık olmadan mı öldürdün? Gerçekten çok kötü bir iş yaptın” dedi. O kişi kötü bir yola sapma ihtimali vardı. Ailesi iyi kimselerdi. Allah onun canını alıp, ona daha hayırlı bir evlat vermeyi murat etmişti. O zat ise bunu kendi kafasına göre değil, kendine verilen bilgiye dayalı olarak yapıyordu. Hem zaten Ecel baştan tayin edilmemiş miydi.

Yolcular, bir köye varıyorlar. Ama o köyün sakinleri yabancı gördükleri bu kişilere yiyecek vermiyorlar. Hızır aleyhisselam orada yıkılmaya yüz tutmuş bir duvar görüyor, o da gidip duvarı onarıyor. Hz. Musa: “İsteseydin, buna karşılık bir ücret alabilirdin” dedi. Görünürde Onlar onlara ekmek vermediler, ama yolcular kendine ekmek vermeyenlere iyilik yapmış oldular. Sonunda o ilim verilen zat, olanların içyüzünü anlattı: “Gemiye gelince, o denizde çalışan yoksul kimselerindi. Onu kusurlu yapmak istedim, çünkü arkalarında her gemiyi zorla alan bir kral vardı”. “Çocuğa gelince, onun anne babası mümin kimselerdi. Onun, onları azgınlığa ve inkâra sürüklemesinden korktuk”. “Umarız ki Rableri, onlara onun yerine daha hayırlı ve daha merhametli bir evlat verir.” “Duvara gelince, o, şehirdeki iki yetim çocuğundu. Altında onlara ait bir hazine vardı. Babaları salih bir kimseydi. Rabbin, onların erginlik çağına ulaşmalarını ve hazinelerini çıkarmalarını istedi. Bu, Rabbi’nden bir rahmetti. Bunları kendi görüşümle yapmadım. İşte senin sabredemediğin şeylerin içyüzü budur” dedi.

Ve Zülkarneyn Kıssası Zülkarneyn önce batıya gitti, sonra doğuya, sonra Kuzeye. Bize kim olduğu hakkında kesin bir bilgi verilmedi. Kimi Büyük İskender dedi, kimi Kiros. O adil bir hükümdar idi. “Kim zulmederse, onu cezalandıracağız, (…) Ama kim iman eder ve salih amel işlerse, ona güzel bir mükâfat vardır. Ona kolay olanı emredeceğiz” diyordu. Nihayet Kuzeye bir seferinde iki dağ arasına vardığında, orada neredeyse hiç söz anlamayan bir kavim buldu. Dediler ki: “Ey Zülkarneyn! Ye’cûc ve Me’cûc bu yerde fesat çıkarıyorlar. Sana bir vergi versek, bizimle onlar arasına bir set yapar mısın?” O: “Rabbimin bana verdiği imkân daha hayırlıdır. Siz bana gücünüzle yardım edin, sizinle onlar arasına sağlam bir set yapayım.” “Bana demir kütleleri getirin”. İki dağın arası doluncaya kadar (demirleri) yığdı. “Körükleyin” dedi. Demirleri kor haline getirince: “Bana erimiş bakır getirin, üzerine dökeyim” dedi. Artık Ye’cûc ve Me’cûc ne onu aşabildiler ne de delik açabildiler. Dedi ki: “Bu, Rabbimin bir rahmetidir. Rabbimin vaadi geldiğinde, onu yerle bir eder. Rabbimin vaadi gerçektir” dedi. Allah (cc), “kendi ipi”ni bırakıp Allah’ın diğer kullarını dost edineceklerini mi sandılar? Vay onların haline. Allah cehennemi inkarcılar için hazırladı.

Allah (cc) surenin son bölümünde son bölümde bize şu hatırlatmada bulunuyor: “Size, amelleri bakımından en çok ziyana uğrayanları bildirelim mi? Onlar, dünya hayatında çabaları boşa giden, ama kendilerinin güzel işler yaptığını sanan kimselerdir. Onlar, Rablerinin ayetlerini ve O’na kavuşmayı inkâr edenlerdir. Bu yüzden amelleri boşa gitmiştir ve kıyamet gününde onlara hiçbir değer vermeyiz. İşte onların cezası cehennemdir. Çünkü inkâr ettiler ve ayetlerimi ve peygamberlerimi alaya aldılar”. İman edip salih ameller işleyenlere gelince, onların konakları Firdevs cennetleridir. Orada ebedî olarak kalacaklardır. “Rabbimin kelimeleri için deniz mürekkep olsa, Rabbimin kelimeleri bitmeden deniz tükenirdi, bir o kadarını daha getirsek bile.” Resulullah ne demişti: “Ben de sizin gibi bir insanım. Bana, ilahınızın bir tek ilah olduğu vahiy olunuyor. Kim Rabbi’ne kavuşmayı umuyorsa, salih amel işlesin ve Rabbine ibadette kimseyi ortak koşmasın.” Kimse din ve devlet büyükleri, daha doğrusu Allah’tan başka birini İlah ve Rab edinmesin. Biz Allah’ın dostlarını dost, düşmanlarını düşman bilelim. Selam ve dua ile.

Bu yazı toplam 347 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar