CHP’de İnce hesaplar... Hamamın namusu kurtarıldı!

Çok eskilerde, bir “araba lastiği” reklâmı vardı... Lastik, bir “hayvan”ın üzerinden geçiyor, onu, bir “kâğıt” gibi asfalta yapıştırıyordu... Hayvan, biraz sonra ayağa kalkıp kendini ezen lastiğin arkasından şaşkın şaşkın şöyle sesleniyordu:

“Ne biçim lastik buuu!”

Ben de, CHP’nin dün yapılan “18. Olağanüstü Kurultayı”nı izlerken, aynı  tepkiyi verdim;

“Ne biçim kurultay buuu?”

“Ne biçim parti buuu?”

BU MU BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ?

Gerçekten de; bu ne biçim “parti”dir, bu ne biçim “kurultay”dır ki; sürekli “basın özgürlüğü”nden söz ederler, sürekli “basına sansür”den yakınırlar ve AK Parti’nin bir “Havuz medyası” oluşturduğunu iddia ederler ama, dünkü “18. Olağanüstü Kurultay”ın yapıldığı salona “hiçbir televizyon kamerası” almadılar, iyi mi?..

Dolayısıyla;

Hiçbir televizyon kanalı, “kendi kameraları ile çekim yapamadı” ve belki de, kendilerine “ilginç” gelecek görüntüleri kamuoyuna aktaramadılar...

Ya, ne yaptılar?..

“CHP kameraları” kendilerine ne verdiyse, onu yayınladılar!..

Evet;

“CHP havuzu” ile yetindiler!..

İşin ilginç yanı;

“CHP yoldaşı ve candaşı” hiçbir televizyon kanalı da; “Bu yapılan sansürdür!.. Bu yapılan basın özgürlüğüne darbedir!” deyip, şikâyetçi olmadı!..

Oysa, 27 Nisan’da yapılan “AK Parti Olağanüstü Kongresi” öyle miydi?.. Yerli ve yabancı “gazeteci”ler ve “gazete yöneticileri”ne ayrı ayrı yerler tahsis edilmiş, bu arada; “14-15 televizyon kanalı”na da “ayrı bölümler” ayrılmıştı... Ve, bütün televizyon kanalları; hem “kendi temsilcileri” vasıtasıyla, hem de “canlı yayın konukları” ile saatlerce yayın yapmışlardı!..

Ne müdahale vardı,

Ne de yönlendirme!..

Gönüllerince yayın yapmışlardı...

Ama yine de;

AK Parti’nin “basına sansür” uyguladığını iddia ederek, ortalığı ayağa kaldırdılar!..

AK Parti’nin “sansür” ve “bazı gazetelere ambargo uyguladığını” iddia eden “yoldaş” ve “candaş” medya mensupları, ne ilginçtir ki;  “CHP’nin sansür ve ambargosu” konusunda tek lâf etmedi, “gık”larını çıkarmadı!..

Hiç sormadılar;

“Bazı gazeteler niye çağrılmadı, onlara niye ambargo uygulandı?”

Demek oluyor ki;

Bunlar “ön yargılı”dır, “peşin fikirli”dir ve “çifte standartlı”dır!..

AK Parti’ye tu kaka;

CHP’ye mavi boncuklar!..

Bu “tutarsızlığa” yuh olsun!..

GÖRÜNTÜYÜ DE BİZ VERİRİZ!

Artık, iyice “deşifre” oldular!..

Bir defa daha anlaşıldı ki;

CHP de, onun “yoldaş” ve “candaş”ları da, “sadece kendilerine demokrat” ve “sadece kendilerine özgürlükçü”dür!..

“Özgürlük CHP için” ise, yaşasın!.. “Demokrasi CHP için” ise, baş üstüne!.. Ama, başkalarına “hak” verilmesin, başkalarına “özgürlük” tanınmasın!..

Hep böyle değiller miydi?..

CHP’nin hem Ankara Valisi, hem Belediye Başkanı, hem de İl Başkanı olan Nevzat Tandoğan, bundan 70 yıl önce, yani 3 Mayıs 1944’te, huzuruna getirilen merhum Osman Yüksel Serdengeçti’ye; “Ulan Öküz Anadolulu” diye söze girip; “Senin neyine lazım milliyetçilik?.. Bu ülkeye milliyetçilik ve komünizm lâzımsa, onu da biz getiririz!” dememiş miydi?..

İşte, dünkü CHP Kurultayı!..

70 yıl sonra, “yine aynı kafa” devam ediyor...

CHP’liler diyor ki;

“Size ne lâzım kameraman?.. Size ne lâzım görüntü?.. Size Kurultay görüntüsü lâzımsa, onu da biz veririz!.. Sizin iki göreviniz var: Kılıçdaroğlu’nu pohpohlamak, CHP’yi cilalamak!”

Hele söyleyin;

Dün, aynen bunlar yaşanmadı mı?.. “Sansür”den ve “ambargo”dan hiç söz etmeyen “yoldaş” ve “candaş” kanallar, sadece Kılıçdaroğlu’nu pohpohladı, sadece CHP’yi cilaladı!..

Ne var ki;

Bu “cila”lar, “ölü yüzü pudralamak”tan başka bir şey değildir...

Çünkü CHP, “30 Mart ve 10 Ağustos hezimetleri”nden sonra bitmiştir... O kadar bitmiştir ki; “CHP’nin kepenkleri indirmesini, kapısına kilit vurulmasını” söyleyenlerin sayısı hızla artmaktadır!..

DANIŞIKLI DÖVÜŞ!

Haa, CHP kapanır mı?..

Elbette kapanmaz!..

Böyle bir “rant kapısı” varken, hiçbir CHP’li partinin kapanmasını istemez!..

Kaldı ki; CHP’nin “iktidar” olmak ve “ülkeyi yönetmek” gibi bir derdi de yok!..

CHP yönetimi demektedir ki;

“Küçük olsun, benim olsun!”

Dünkü “18. Olağanüstü Kurultay” da, bir defa daha gösterdi ki; Kemal Kılıçdaroğlu’nun da, Muharrem İnce’nin de hedefi; kesinlikle “ülkeyi yönetmek” değil, sadece ve sadece “CHP’yi yönetmek”tir!..

“Tek havuz”dan gönderilen “tek tip görüntüler”den de izlediğiniz gibi; Kılıçdaroğlu ve İnce arasındaki rekabet, tam bir “kayıkçı kavgası” ve tam bir “danışıklı dövüş”tü!.. Birbirlerine “rakip”tiler, kurultaydan önceki günlerde birbirlerine “ağır suçlamalar” yönelttiler ama, dün, salonda; tokalaştılar, birbirlerine sarıldılar ve “yanyana” oturdular!..

Peki, bu “ağır itham”lara rağmen, nasıl yanyana oturdular, nasıl kucaklaştılar, birbirlerinin yüzüne nasıl bakabildiler?..

Dedik ya;

“Kayıkçı kavgası!”

“CAMBAZA BAK” TAKTİĞİ!

Hiç düşündünüz mü, niye böyle bir “kavga” görüntüsü verdiler?..

Sebep çok basit...

“CHP, artı MHP, artı 11 tabelâ partisi, artı Pensilvanya”ya rağmen, ancak “yüzde 38 oy” alabildiler... AK Parti’nin Cumhurbaşkanı adayı Tayyip Erdoğan ise, “tek başına” hepsini geçti ve “yüzde 52” oyla “Cumhurbaşkanı” seçildi!..

Bu tablo; en çok CHP’de “deprem”e yol açtı... “Yoldaş”lar ve “Candaş”lar bile Kılıçdaroğlu’nu sorgulamaya, “nereden buldun Ekmeleddin İhsanoğlu’nu?” diye sormaya başladı...

Bu “eleştiri”ler, “itham” ve “suçlama” boyutuna ulaşıp, “CHP’nin bütünlüğü”nü tehdit etmeye, “Kılıçdaroğlu’nun koltuğunu sallamaya” başlayınca, acilen “Kurultay” kararı alındı!..

Amaç, elbette; “cambaza bak” taktiğinin gereği olarak; “Hezimet”in değil “Kurultay”ın konuşulmasını sağlamaktı... Muharrem İnce de “aday” olduğunu açıklayıp, “kavga” görüntüsü vermeye başlayınca, hiç kimse “10 Ağustos hezimeti”ni ağzına almaz oldu!.. Herkes; “Kılıçdaroğlu mu kazanır, İnce mi?” tartışmasına başladı... Yani, “dikkat”ler, “iki aday”ın üzerine çekilmiş oldu!..

Oysa, herkes biliyordu ki;

Bu kurultay, “sonucu belli” bir Kurultay’dır ve “delege”leri çoktaan ayarlayan Kılıçdaroğlu, oylamadan galip çıkacaktır!..

Nitekim, öyle de oldu!..

Kılıçdaroğlu 740 oy aldı, 

İnce’ye de 415 oy verildi.

Muharrem İnce, yeniden “Genel Başkan” seçilen Kılıçdaroğlu’nun karşısında “ezilmemiş” görünse de, belli ki bu da önceden ayarlanmıştı!..

“Parti sağa kayıyor!.. Niye büyük salonlarda değil de düğün salonunda kurultay yapıyoruz?.. Partinin geldiği, getirildiği bu durumu hazmedemiyorum” dese de, salondan beklediği karşılığı bulamadı.

Yani, seçilemedi!.. Ama ezilmedi de!.. Daha doğrusu “çakma rakip” olduğu izlenimi verilmedi!..

Zaten, hedefi de “Genel Başkan” seçilmek filan değil; “dikkatleri, Kemal Abi’sinin üzerinden uzaklaştırmak”tı!..

Doğrusunu söylemek gerekirse;

“Rol”ünü iyi icra etti!..

Çünkü, o da iyi biliyordu ki;

“Kılıçdaroğlu karşısında bir varlık göstermesi mümkün değil”di... Buna rağmen “aday” olup, “rakip rolü” oynadı ki; parti, “hezimet” tartışmalarıyla daha fazla yıpranmasın!..

Nitekim; Kurultay’dan sonra Kılıçdaroğlu ile birlikte kürsüye çıkıp dedi ki: “Kılıçdaroğlu 1 saat öncesine kadar benim rakibimdi, ama şimdi Genel Başkanım’dır ve Tayyip Erdoğan’a karşı birlikte mücadele edeceğiz.”

Demek oluyor ki;

“Hamamın namusunu kurtarmak” için aday olmuş!..

Olay budur!..

Dolayısıyla; dün, Ankara’da “Kurultay” değil, “Kayıkçı Kavgası” izlediniz!..

“Danışıklı dövüş” izlediniz!..

DİVAN’I BİLE OYLATTI!

Yazının başında dedim ya;

“Ne biçim Kurultay buu!”

Siz, hiç “Kongre veya Kurultay’ın Divan heyeti teklifi”ni okuyan, sonra da oylamaya sunan bir “Genel Başkan” gördünüz mü?..

Göremezsiniz... Çünkü bu işi, partinin genel sekreteri veya genel başkan yardımcılarından biri yapar... Ya da, “üzerinde mutabık kalınan” biri çıkar, “gündemi” okur, “Divan heyeti”ni oylamaya sunar... Sonra da, işi Divan’a bırakır...

Ama Kılıçdaroğlu;

“Partide başka adam yokmuş” gibi, kürsüye çıkıp, “Divan Heyeti”ne teklif edilen isimleri “kendisi” okudu, oylamayı da “kendisi” yaptı!.. “Evet diyenler, Hayır diyenler” dedi, güya oy verenleri saydı, sonra da; “Oybirliği ile kabul edilmiştir” deyip, teşekkür ederek kürsüden indi!..

Şahsen ben; hiçbir partide, böyle bir “teamül” görmedim... Kılıçdaroğlu’nun, herhalde “güvenebileceği bir adam” yoktu ki, Divan Heyeti’ni bile “kendisi” oyladı!.. 

Kurultay’daki bu manzarayı şöyle okumak da mümkün:

Kurultay’ın görüntülerini “tek adam” çekti, diğer televizyonlara “tek kanal”dan servis yapıldı ve Kılıçdaroğlu; “tek adam” rolü üstlenerek, “Divan Heyeti”ni bile kendisi belirledi!..

Erdoğan’ı “tek adam”lıkla suçladı ama, dün görünen; asıl kendisi “tek adam”dır!..

Öyle “tek adam”dı ki; Muharrem İnce’ye, “ince bir gönderme” yapıp, şunları söyledi:

“Partiyi, rakı sofralarında ülke kurtaran elitistlerden temizleyeceğim!.. Ben Dersimli Kemal’im!.. Bu kurultaya tasfiye kurultayı diyorlar... Ben tasfiyeden yana değil, birlikten yanayım!.. Ama, partinin aldığı kararlara uymayan, ayrı telden çalan kişileri de partide tutmam, atarım!..”

“Despot” kim, “diktatör” kim, “tek adam” kim, gördünüz mü?..

Uzun lâfın kısası;

Dananın kuyruğu asıl bugün kopacak... “Parti yönetimine giremeyenler” eğer kazan kaldırırsa, hiç şaşmamak lâzım!..

CHP bu!..

Ne “gurultu”ları biter,

Ne de “kurultay”ları!..

Gurul gurul, “gurultay!”

Ne biçim parti buuu!..

**************************************************************

Yargıtay 1. Başkanvekili’nin hassasiyetine teşekkür

Dün, “Fetullah Gülen’in avukatı, niçin Aydın Doğan’ın avukatı oldu?” başlıklı bir yazı yazmış ve o yazıda “Yargıtay’ın Paralel Yapı’nın hakimiyeti altında” olduğuna dair “iddialar”dan söz etmiştim ya... Dün, Yargıtay 1. Daire Başkanvekili sayın Abdülkadir İlhan aradı...

“Aydın Doğan’ın Kâğıt Üçkâğıdı Dâvâsı”na da bakacak olan “Yargıtay Ceza Genel Kurulu”nda, “Başkan ve üyeler”den oluşan “31 kişi”nin karar verdiğini, verilen kararların da, “tamamen hukukî, kanunî ve vicdanî” olduğunu söyledi...

Ve ekledi:

“Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nda birilerinin baskısı ve yönlendirmesi ile karar alınmaz... Genel Kurul’u yönlendirmeye kalkışan biri olursa, bu hemen farkedilir ve o görüşlere kimse itibar etmez...

Müsterih olun  ki; önümüze gelecek herhangi bir dosyadaki bilgi ve belgeler, 31 kişinin huzurunda tartışılır ve ma’şeri vicdana göre karar verilir... Biz; hiç kimsenin beraat etmesinden sevinç duymayacağımız gibi, ceza almasından da mutlu olmayız... Hukuk, kanun ve vicdanlar ne diyorsa, kararımızı o yönde veririz.”

Sayın Abdülkadir İlhan’a, bu “hassasiyet”inden dolayı teşekkür ediyorum...

Şimdi, gerçekten “müsterih”im...

yeniakit

Bu yazı toplam 800 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar