Cemaat’e soruşturma ya da Necip Hablemitoğlu suikastı!

Dünkü Akit’in manşetinde, “Paralel tutuştu” başlıklı bir haber vardı... Haberin özü ve özeti şuydu:

“Fetullah Gülen soruşturmasını yürüten Ankara Savcısı Serdar Coşkun, hazırlığını tamamladı... Örgütün finans ve medya ayağı ile silahlı kanadının araştırılması için Emniyet’e talimat yolladı.

Savcı, Cemaat’in Polis, Jandarma, MİT ve TSK içinde darbe yapabilecek kadar silahlı gücünün bulunup bulunmadığının araştırılmasını istedi.

Savcı Serdar Coşkun; örgüt arşivinin ele geçirilerek önemli adreslerde arama yapılması emrini de verdi.

Savcı, Emniyet’e gönderdiği talimatta;

“Son 10 yılda işlenen siyasî cinayetler”e de dikkat çekti ve bu kapsamda “Rahip Santoro, Hrant Dink, Necip Hablemitoğlu, Üzeyir Garih suikastları ile Danıştay Saldırısı ve Zirve Katliamı’nda Cemaat üyelerinin rolünü araştırın” dedi...

Olay bu...

BU PANİK NİYE?

Savcı Serdar Coşkun’un bu talimatı, hem “Cemaat’in Abileri”ni, hem de “Paralel Medya”yı paniğe sevk etti...

Zaman, Bugün ve Taraf gazeteleri “aynı paralelde” yayınlar yaptığı için, onların bu “talimat”a tepki göstermesi gayet normaldi!.. Ama Cumhuriyet’e ne oluyordu ki; “Bremen Mızıkacıları”na o da katıldı ve başladı “yaygara” koparmaya;

“Cemaate baskın talimatı!”

Zaten bir “proje” ve “operasyon gazetesi” olan Taraf ise; İktidar’ı “çıldırmakla” itham edip, “Cadı Avı’nın 18 yaşın altına indiğini” ve dolayısıyla; “Cemaat’in dershane ve okullarına giden milyonlarca öğrencinin fişleneceğinin” yalanını savurdu!..

Zaman ve Aydın Doğan’ın Posta gazeteleri ise, “İşte Cemaat’i bitirme talimatı” başlıklı haberler yaptı...

“17 Aralık öncesi” yayınlarında;

“Madem suçsuz olduğunuza inanıyorsunuz, o halde gidin yargıya ve aklanın” diyen bu gazetelerin, şimdi “yargıyı engelleme” amaçlı yayınlar yapması, anlaşılır gibi değildi!..

Acaba, “işin altında bir iş” mi vardı?.. Yoksa “çiğ” yemişler de, “karınları mı ağrıyor”du?..

Niyeydi bu panik?..

Niyeydi bu telâş?..

Paçaları niye tutuşmuştu?..

CUMHURİYET’E NE OLUYOR?

Gerisini bilmem ama, “faili meçhul” kalmış “siyasî cinayetler” olayına el atılmış olması, herkesi sevindirmelidir...

Özellikle de Cumhuriyet’i!..

Öyle ya;

“Faili meçhul siyasî cinayetler” arasında adı geçen Necip Hablemitoğlu, Cumhuriyet’in “gözde”leri arasında bulunan bir “Cumhuriyet Aydını”dır!..

“Laik”tir!..

“Atatürkçü”dür,

“Devrimlere sıkı sıkıya bağlı”dır!..

Dolayısıyla, Necip Hablemitoğlu’na düzenlenen “suikast”ın aydınlatılması yolunda atılacak bir adım, ilk önce “Cumhuriyet’i sevindirmeli” değil midir?..

O halde;

Bu “örtbas” çabası niye?..

Yoksa, Cumhuriyet de;

“Paralel’in kucağına” mı oturdu?..

Dediğim gibi;

Gerisini bilmem ama, “Necip Hablemitoğlu cinayeti” aydınlığa kavuşturulursa, diğer “Faili meçhul cinayetler”in arkası çorap söküğü gibi gelir ve bu “suikast”ları kimlerin işlediği tek tek ortaya çıkar!..

ALMANLAR MI ÖLDÜRDÜ?

Malûm;

Necip Hablemitoğlu, 18 Aralık 2002 tarihinde, Çankaya Portakal Çiçeği Sokağı’ndaki evinin önünde öldürüldü!.. “Ruger marka silah”tan çıkan “2 boş kovan” dışında delil bulunamadığı için, Hablemitoğlu cinayeti, yıllardır “faili meçhul cinayetler rafı”nda tutuluyor!..

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın; “Bu ülke Hablemitoğlu cinayetini yaşamış, sonra da her şeyi örtbas etmiş bir ülkedir” dediği noktada; uzun yıllar Almanya’da yaşamış olan ve adını “Nazi Avcısı” olarak duyuran yazar Talip Doğan Karlıbel o yıllarda önemli bir iddiayı ortaya atıyor ve diyordu ki;

“Necip Hablemlitoğlu’nu Alman GSG 9 timleri öldürdü.” 

Araştırmacı yazar Talip Doğan Karlıbel’e göre; Bergama ve Alman Vakıfları üzerine araştırmalar yapması dolayısıyla Doç. Dr. Necip Hablemitoğlu, Almanların öfkesinin odağında bulunuyordu. 

Karlıbel şöyle diyordu: 

“Dünyanın herhangi bir yerinde çıkarılan bir gram altın, bu cevherden büyük gelir elde eden Almanya’yı rahatsız eder. Almanların, Bergama’da altın çıkarılmamasına yönelik sergilediği ‘çevreci’ oyun bu çalışmalarının en önemli bölümünü oluşturuyor. 

Hablemitoğlu, Türkiye’deki gizli Alman faaliyetleri üzerine ciddi araştırmalar yapan önemli bir bilim insanıydı. Hablemitoğlu’nun yaptığı bir diğer çalışma da Alman gizli servisi BND üzerineydi. Türkiye’de sürdürdükleri faaliyetlerin boyutu ve verdikleri zararları üzerineydi. Necip Hoca, BND’nin Alman vakıfları üzerinden PKK ve birçok yıkıcı ve bölücü örgüt ve derneklere finansal kaynak sağladığını dile getiriyordu.” 

Karlıbel, Alman gizli servisi BND’nin 2002’de yayınlanan “Türkiye raporu”nda Hablemitoğlu’nun; “Türkiye’de baş Alman düşmanı” olarak nitelendirildiğini ve en kısa zamanda bu tutumundan vazgeçirilmesi gerektiği ifade edildiğini savunuyordu...

Cinayetten 3 gün önce BND’nin talimatıyla GSG 9 timinden 9 kişilik bir timin İstanbul’a geldiğini ve suikasttan 2 gün sonra Türkiye’den ayrıldıklarını bildiren Karlıbel, tartışılacak sözlerini şöyle tamamlıyordu:

“Ne ilginçtir ki, bu timlerin uğradıkları her yerde birileri suikasta kurban gitmektedir. Tim, İstanbul’daki Alman Başkonsolosluğu’nun Tarabya’daki misafirhanesinde kalmıştır. GSG 9 timleri son 5 yıl içerisinde Türkiye’ye 5 kez gelip gitmiştir.”

CEMAAT’İ DE ARAŞTIRIYORDU!

İyi de;

Karlıbel’in iddia ettiği gibi, “Cinayeti Almanlar işlemiş” ise, Cemaat’teki ve “Paralel medya”daki bu panik niye?..

Nihayetinde;

“Savcı’nın talimatı”nı yerine getiren Emniyet, “ipuçları”nı değerlendirir ve “Almanya”ya ulaşırsa, hesabını onlar verir!.. Cemaat, niye paniğe kapılıyor ki?..

Ne var ki;

Necip Hablemitoğlu’nun araştırmaları sadece “Alman Vakıfları” ve “Altın”la sınırlı kalmamış, “Fetullah Gülen Yapılanması”nı da mercek altına almıştı.

Evet, Hablemitoğlu’nun “bastırmak için bir türlü yayınevi bulamadığı” bir çalışması daha vardı.

“Köstebek...”

Bilgisayarında kayıtlı çalışmasında, Alman Vakıfları ilişkilerini anlatmıştı. 

Hablemitoğlu, “Yayınlayamadığı kitabı Köstebek”te, Fetullah Gülen’i “CIA Ajanı” olmakla itham ediyor ve “Nuh Mete Yüksel’in iddianamesi”ne de giren “suçlama”larını şöyle sürdürüyordu:

l ABD’nin tüm dünyadaki tarikatlara ön gördüğü modeli ülkemizde Fetullahçılar uyguluyor. Laik Cumhuriyetimiz için en büyük tehdit olan bu tarikatın arkasındaki dış desteğin ABD olduğunu, Türkiye’de ve dünyada bilmeyen yok.

l Hocaefendi, kalabalık mahiyeti ve 24 saat yanından eksik olmayan doktorlarıyla birlikte Pennsylvania eyaletinde özel bir çiftlikte yaşıyor. Çiftliğin bulunduğu bölge FBI koruması altında. FBI tarafından Fetullahçılara 1991 yılında tahsis edilen bu çiftlikte, YÖK ya da MEB tarafından bu ülkeye gönderilen Fethullahçı yüksek lisans öğrencilerinin örgütlenme toplantıları gerçekleştirdikleri biliniyor. CIA yetkilileri ile Eyalet valisinin temasları sonucunda, cemaatin eyalet sınırları içinde bir de okul açtığı gelen duyumlar arasındadır. 

l ABD Büyükelçiliği ve konsoloslukları, hocaefendilerini ziyaret edecek tüm ziyaretçilerin vize problemini 10 yıllık vize vererek, çözümlemektedir. 

l Bizzat kendi yandaşlarının açıklamalarına göre hocaefendi yakın zaman öncesine kadar, Türk devletinin istihbarat örgütlerine ajanlık yapmaktaydı. CIA ile bağlantısının gelişmesinden sonra bu tür enformasyon hizmeti statüsü içinde bir süre daha devam etti. Ta ki bu çarpık ilişkiyi Türk Silahlı Kuvvetleri ve MİT fark edinceye kadar, kamuoyu; onları barışın simgesi olarak tanımaya devam etti. 

l Fetullahçılara göre, Humeyni bir gün nasıl İran’a dönmüşse, hocaefendileri de öyle anlı-şanlı dönecek ve Çankaya’ya oturacaktır. 

l Bir taraftan ABD ile ilişkilerini sürdüren Fetullahçılar, diğer taraftan Vatikan, Fener Rum Patriği, Musevi Hamam Başısı derken, çeşitli ülkeler arası kuruluşlarla da paslaşmaya başlamışlardır.

Necip Hablemitoğlu ve Nuh Mete Yüksel’in bu “suçlama”ları; Fetullah Gülen’in o yıllardaki avukatı Fethi Ün tarafından yalanlandı ve hatta aleyhlerinde “dâvâ” açıldı!..

İzmir 13. Asliye Hukuk Mahkemesi; 2000 yılında, Necip Hablemitoğlu’nu “suçlu” buldu ve “Fetullah Gülen’e 1 milyar lira manevî tazminat ödemeye” mahkûm etti.

ZİYARETÇİLER KİMLERDİ?

Ne var ki;

“Aradan 14 yıl geçtikten sonra”, sadece Necip Hablemitoğlu Suikastı değil, diğer “faili meçhul suikastlar” da yeniden masaya yatırıldı ve geniş şekilde soruşturulacak!..

Ben, bu vesileyle bir “duyum”umu aktarmak istiyorum... Kulağıma gelen “söylenti”lere göre; Necip Hablemitoğlu, sanıyorum “Köstebek” adlı kitabını yazdıktan sonra, “ziyaretine birileri geldi” ve ona dediler ki; “Sen, bu kitabından kaç para kazanmayı bekliyorsun?”

Necip Hablemitoğlu, “800 bin dolar” deyince, kendisini ziyaret eden kişi veya kişiler, “Bu para çok” dediler ve ona “500 bin dolar” teklif ettiler!..

“Bu parayı sana vereceğiz ama kitabı, kesinlikle piyasaya vermeyeceksin!”

“Tamam” dedi Hablemitoğlu... İddialara göre “500 bin dolar”ı aldı ama bir yandan da “kitabını basacak yayınevi aramaya” başladı!..

İşte o zaman ipler koptu!..

Sonra, gazetelerde o haber çıktı:

“Necip Hablemitoğlu, 18 Aralık 2002 günü Çankaya’daki evinin önünde, saat 20.30 sıralarında uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetti!”

Ona “suikast” düzenleyenler, “kitabı yayınlamaması şartıyla 500 bin dolar ödeyen ziyaretçileri” miydi, yoksa “Alman timi” miydi?..

Bu cinayet, “18 Aralık 2002 tarihinden bu yana karanlıkta”dır ve işte şimdi “aydınlatılması” yönünde bir “soruşturma” başlatılmıştır!..

O halde, bu “panik” niye?.. 

 ******************************************************************************

Ekrem Okutan’ın kitabı ve İhsanoğlu’nun düşündürdükleri!

Halen İstanbul Pendik Belediye Başkanlığı’nda “Belediye Başkan Danışmanı” olarak görev yapan gazeteci-yazar Ekrem Okutan’ın “Selis Yayınları” arasından çıkan “Türkiye’de Siyasal Muhalefet” adlı kitabını okurken, “bugünkü muhalefet” geldi gözlerimin önüne...

Ekrem Okutan, kitabında; “Geçmişten Günümüze Muhalefette Zemin Kaymaları”nı ve “Hükümetleri düşürmek için başvurduğu illegal yöntemleri” örnekleriyle anlatmış... Ve demiş ki; “Gezi ile başlayan, 17 Aralık ve sonrasında devam eden olaylar, geçmişte yaşanan siyasî olayların ruh ikizidir!”

Doğru, dün merhum Menderes ve Özal’a yapılanlar, bugün AK Parti ve Erdoğan’a karşı yürütülüyor... Doğru olmasına doğru da; ortada “zemin” mi var ki, kaysın!.. Hem, bunlar “ruh ikizi” değil ki, “ruh beşizi!”

Baksanıza, Ekmeleddin İhsanoğlu’nu “5 parti birden” destekliyor... Ama İhsanoğlu’nun, yine de “zemin”i yok... “Oynak bir zemin” üzerinde yürüyor... O kadar “oynak” ki; mesela 3 Mart 1971’de; “fazla İslâmcı durduğu” için, adındaki “Muhammed”i çıkarttırır, “Mehmet” yaptırır!..

31 Ocak 1978’de, “İsminde ikinci değişikliği” yapar ve “İhsan” olan soyadını “İhsanoğlu”na çevirtir!.. Daha sonraki “değişiklik”te ise, “Ekmeleddin İhsanoğlu”nda karar kılar ama, şimdi der ki; “Bana kısaca Ekmel diyebilirsiniz!”

Yani, “din”i de atar bir kenara!..

Yalnız, hâlâ “kararsız”dır... “Hacıbektaş’ın adayı” mıdır, “Atatürkçü” müdür, “Gezici veya Çapulcu” mudur, “Türk Solu”ndan mıdır, belli değil!..

Sahi “kim”dir ve “neci”dir İhsanoğlu?!?..

yeniakit

Bu yazı toplam 746 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar