Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

Bir katliâm itirafı, bir "redd-i mîrâs" ve de Şivan Perwer…

Bugünler, Türkiye kamuoyu, Türkiye Meclisi"nin 10 ve 12 Kasım"daki yüksek gerilimli toplantılarının neticesi olan tartışmalarla geçmekte.. En başta da, özellikle, laiklerin ürettiği bir "laik kutsallık günü"nde böylesine görüşmeler yapılamaz" diye verilen mücadeleler gerçekten de ilginçti..

Hele, CHP Gen. Başk. Yard.  em. büyükelçi Onur Öymen"in konuşmasında söyledikleri, asıl mes"elenin M. Kemal"in icraatında ve de onun kanunla korunup, özgürce hâlâ tartışılamamasından kaynaklandığını gösteriyor ve böyle olunca da, vakit, bir hayâlet taşlamasıyla geçirilmiş oluyor..

Öymen, Hükûmet"in "Analar ağlamasın" sözü üzerine bina etmişti konuşmasını.

"Atatürk, Şeyh Said ile müzakere etti mi? Dersim isyanını yapanlarla müzakere etti mi? Bunların hiçbirini yapmadı. Yabancı ülkelerin değil, Türkiye"nin istihbaratından yararlandı ve kısa bir sürede bütün terör örgütlerini dize getirdi. "Analar ağlamasın" diyorlar. Maalesef, bu ülkenin anaları çok ağladı. Tarihimiz boyunca çok şehit verdik. Çanakkale Savaşı"nda 200 bin şehidimiz var. Hepsinin anası ağladı. Bir kişi çıkıp da "Analar ağlamasın. Biz bu savaştan vazgeçelim." demedi. Kurtuluş Savaşı"nda analar ağlamadı mı? Kimse çıkıp da "Analar ağlamasın. Biz şu Yunanlılarla anlaşalım." dedi mi? Şeyh Said İsyanı"nda analar ağlamadı mı? Dersim isyanında analar ağlamadı mı? Kıbrıs"ta analar ağlamadı mı?"

Bunun mânası açıktı..

Yani, Şeyh Said Ayaklanması"nda nasıl ki analar ağlamışsa, nasıl kan dökülmüşse, yine dökülsündü..

Dersim"de analar nasıl ağladılarsa, ağlamaya yine devam etsindi..

Evet, em. monşer büyükelçilerden Onur Öymen, "analar ağlamasın" diye, Atatürk terörle mücadeleden vaz mı geçti? " diyerek, Dersim İsyanı ve Şeyh Said Ayaklanmaları"nın kanlı şekilde bastırılmasını alkışlıyordu.. Bu da, kimlerin hâlâ, nasıl bir faşist kafa taşıdıklarını göstermesi bakımından ilginçti..

Pekiy ne olmuştu Dersim"de?
Resmî kayıtlara göre 13.000 civarında Dersim"li vatandaşlar birkaç ay içinde öldürülmüştü.. Ve bu vatandaşların özelliği, "Seyyid Rıza isimli bir zâtın öncülüğünde, ayaklanan "kürd alevî" vatandaşlar olmasıydı..

Ve kürd alevî halkı ise, öldürümlenlerin sayısını 50.000 ilâ 70.000  civarında ifade ediyordu..

Ve de, on binlerce insan ülkenin çeşitli yerlerine tehcir olunmuş (zorla göçettirilmiş), sürgün, kan ve gözyaşları..

Merhûm Necîb Fâzıl"ın "Son Devrin Din Mazlumları"  kitabında, Dersim Faciası"nın, "En aşağı 50 bin mazlumun kanını ve canını ihtiva etmesi bakımından, kalın hatları ile bir harita gibi çizdiğimiz ve şu anda yalnız ana prensip ve manasıyla tesbit ettiğimiz bu facianın bir eşi benzeri gösterilemez. Babalarını arayan ve yanına gitmek istediklerini söyleyen iki masum çocuğun Hozat Kaymakamı tarafından süngületilerek babalarının yanına gönderilmesi.. Kendisinin öğretmen ve köy halkıyla alâkasız bir şahıs olduğunu iddia ederek alevler içinden fırlamak isteyen bir gencin, kalasla itilip alevler içine atılması ve karşısında sigara içilmesi. Buğday sapları üstünde yakılan ve daha evvel kurşunlanmış bütün köy halkı.."  şeklinde anlatıldığını hatırlayabiliriz; bunlar kalb hassasiyeti olanlaralra bir şeyler anlatmalıdır..

Ve Dersim İsyanı"nın lideri Seyyid Rıza, oğlu ile birlikte idâm cezasının infazını beklerken, "Ne olur önce beni asın. Oğlumun öldürülmesini göstermeyin bana.." diyor ama, önce oğlu idâm ediliyor, babasının gözleri önünde.. (Daha sonraların Dışişleri Bakanı olan ve o dönemde Emniyet Gen. Md.lüğü kadrosunda etkili bir yerde bulunan ve El"Aziz"e bizzat M. Kemal tarafından gönderilen İhsan Sabri Çağlayangil , bizzat uygulattığı idâm hükmünden önce, Seyyîd Rıza"nın şu sözlerini  aktarmıştır, hatırâtı"nda..  "Evlâd-ı Kerbelâyık, bî-hatayık (hatasızız). Vallah,  mazlûmâne giderük.."

Onlar, gerçekten hatasız ve mazlûm mu idiler, bunun tartışmasının başka zamana bırakalım..

Ancaak, Seyyid Rızâ"nın idâm edilebilmesi için, birkaç saat içinde, mahkemeye verilen bir emirle, yaşının 80"dan 54"e düşürüldüğü; oğlunun da 17 olan yaşının 23"e çıkarıldığı ve idâmlarından sonra, mezarlarının ziyaret yerine dönüştürülmemesi için cesedlerinin yakıldığı, mağaralara doldurulan insanların nasıl gazlanarak topluca katledildikleri, Çağlayangil"in hatırâtı, Hasan İzzet Dinamo"nun Kutsal İsyan isimli kitabında anlattıkları ve de resmî beyanlarla da açıkça ortaya konulmuştur, ama, bu facia 70 küsur yıl konuşulamamıştır..

1975"lerin Hava Kv. Kom. Org. Muhsin Batur da hatırâtında, hayatının  1937-38 arasında, Harbokulu"ndan El"Aziz"e niçin intikal ettirildiklerini ve o dönemde yaşananları yazamadığı için, okuyucunun kendisini mazûr görmesini istemiştir..

Bütün tarihî kaynaklar bize Dersim"de isyancılarla birlikte onların ailelerinin, her yaştan ve cinsiyetten yakınlarının hep birlikte hedef alındığı ve topluca ve zehirli gazlarla öldürüldüğü katliâmların gerçekleştiğini İhsan Sabri Çağlayangil"in anlatır..

Yine Çağlayangil"in anlattığına göre, M. Kemal, Seyyid Rıza"nın tarafdarı olan ve sadece  don-gömlek vaziyette yakalanıp zincirlenmiş olarak getirilmiş yüzlerce isyancının, donmamak için birbirlerine sokuldukları bir gece yarısı soğuk bir El- Aziz gecesinde, M. Kemal"i karşılamak için, bağlı olarak istasyona getirildiklerine dair beyanları da ürperticidir.. Keza,  M. Kemal"in, Seyyid Rızâ"nın idâm edildiğinden emin olmak isteyen M. Kemal"i tatmin etmek için, Seyyid Rıza"nın idam edilmiş vaziyetteki fotoğrafını ona gösterdiğine dair sözleri de ilginçtir..
*

Ve, 1 Kasım 1938de Meclis"in yeni çalışma yılının ilk toplantı gününde, Dersim İsyanı"nın bastırılmasından sonra, o ayaklanmaya karşı M. Kemal"le birlikte  "Derhal tenkil (tamamen imha)" görüşüyle hareket etmesiyle meşhur olan Başvekil Celal Bayar, "Uzun yıllardan beri süregelen ve zaman zaman aşırı bir duruma giren Tunceli"deki toplu haydutluk hadiseleri belli bir program içindeki çalışmaların sonucu olarak kısa bir zamanda ortadan kaldırılmıştır.."  diyordu..
Ve görülmektedir ki, o dönemin baş sorumlusu olan, M. Kemal"dir, ama, ona dair bir ithamda bulunmanın getireceği sıkıntılardan uzak durabilmek için, o dönemin başka  ve ikinci derecede sorumluları suçlanmaktadır..

Nitekim, DTP lideri Ahmed Türk de, Meclis"te 12 Kasım günü yaptığı konuşmada, Munzur nehrinin uzun süre nasıl kan renginde aktığını anlatıyor ve İsmet İnönü"yü suçlayabiliyor ve ayrıca o dönemde, M. Kemal"in en yakın çalışma arkadaşlarının, Adliye Vekili Mahmud Esad (Bozkurt) ve CHF Genel Sekreteri ve ideoloji Receb (Peker) Bey gibi isimlerin, " Bu ülkede türk soyundan olmayanların hakkı, sadece kölelik ve esarettir; başka hakları yoktur.." şeklindeki sözlerini hatırlatıyordu da,  M. Kemal hakkında tek kelime söyleyemiyordu..
Ama, bütün bu gölge oyununu Onur Öymen yanlışlıkla da olsa bozuverdi, yanlışlıkla bir doğru iş yaptı.. Onun Meclis"teki o konuşması, bu açıdan son derece önemlidir..

Nitekim, Onur Öymen"in 16 Kasım günlü  Akşam"da Özlem Çelik"in sorularına karşılık verirken, ortaya koyduğu mantık da son derece ibret vericidir..
"-Dersim"de doksan binden fazla insan öldürüldü. Masum insanlar da vardı aralarında.. Siz bunları yok mu sayıyorsunuz?"

Bu soruya Öymen"in cevabı çok sarsıcı, dürüst ve düşündürücü..

"*Ben mi bastırdım Dersim İsyanı"nı? O zaman Atatürk niye böyle davrandı? Celal Bayar Başbakan"dı. Fevzi Çakmak da Genelkurmay Başkanı.. Onlar da mı faşistti? Biz kimseyi üzmemek için bildiklerimizi kendimize saklıyoruz. Kimseyi rencide etmemek için tarihi kurcalamıyoruz... Biz orada kimin ne yaptığını anlatmıyoruz. Atatürk ne dedi yaşananlarla ilgili, söylemiyoruz.. Hiçbir şey bilmiyoruz anlamına gelmiyor bu.."
Onur Öymen"in bir sözü var ki, asıl çarpıcı olan bu... "Cesaretiniz varsa Atatürk"ün dönemini eleştirin!"  

Evet, varsa gücünüz, o susturulmuş, bastırılmış zorbalıklara karşı da bir şey söyleyiniz..

*

Başbakan tarafından yapılan bu değerlendirme, bir "redd-i mîras"tır!.

 

Ortaya çıkan bu kanlı ve iğrenç görüntüye karşı, kemalist rejimin Başbakanlık makamında bulunan Tayyîb Erdoğan da, tıpkı geçmişteki nice liderler gibi, "Devleti suçlayamazsınız, bir takım hatalar olmuş olabilir, ama, devlet ve ordu yıpratılmamalıdır.." diyerek konunun kenarından teğet geçebilirdi..

Ama, o bunu yapmadı ve "Dersim Katliâmı"nı destekleyenlerin insanlıktan nasiblerini almamış kimseler olduklarını düşünüyorum.." dedi..

Başbakan Erdoğan ise, 12 Kasım günü Meclis Genel Kurulu'nda özetle şunları söylüyordu..

"(...) Malazgirt'te nasıl bir ve beraber Haçlı Seferleri"ne birlikte karşı koyduysak; 25 yıldır süren statükoyu sürdürebilmek mümkünse sürdürelim. Ama artık bu mümkün değildir. Sorunları ortadan kaldırmıyor. 25 yıldır salt bir güvenlik meselesi olarak görülüyor. Dağlar bombalandı mı, sınır ötesi operasyonlar yapıldı, çözüm alınabildi mi? Sadece askerî  yöntemlerle çözülemez bunun psikolojik, demokratik, ekonomik boyutu var. (") Çözüm üretmek zorundayız. Çocukları intikam hissi ile büyütmek sevgi ve barış dolu bir geleceğe hizmet etmeliyiz. Yangına körükle gitmeyi siyasetine uygun görenler olabilir. Bu barışa hizmet etmez. Gün bağırıp çağırma günü değildir. Sesi en yüksek çıkanın rantı toplayacağı gün değildir. Gün büyük düşünme günüdür. Gün hamâset dolu, tahrik dolu nutuklar atma günü değil, ölümlere çare bulma günüdür.

25 yıldır güvenlik kuvvetlerimiz terörle mücadele ediyor, etmeye de devam edecek. 25 yıl bu sorun görmezden gelindi. (...) Sizin köyleriniz boşaltıldı mı? Hayvanlarınızın otladığı araziler yasak bölge ilan edildi mi? Köylerinizin yollarına mayın döşendi mi?

Câmilerinizde namaz kılanların üzerine terör örgütü mensupları ateş açtı mı?

Analar ağlayacak diyenlere soruyorum, sizin hiç yavrunuz öldü mü? (") Dersim"de olanları savunanları ben insanlıktan nasibini almamış olarak değerlendiriyorum. Şehit cenazesi üzerinden rant bekleyenler var. Şehitler gelsin de daha fazla bağıralım diyenler var."

*

Bu sözlerin Tayyîb Erdoğan tarafından değil, Başbakan tarafından söylenmesi çok önemli..

Hattâ, bu bir redd-i mîras"tır, resmî ideoloji diktatöryasının ve paradigmasının en üst seviyeden tekmelenmesidir..

Çünkü, resmî tarih çok farklı şeyler söylüyor veya hiç bir şey söyletmiyor, 70 küsur yıldır susturuyordu o facianın mağdurlarını..

Şimdi ise, Erdoğan"ın başbakan olarak Tunceli yerine, ülkenin o yöre halkının yine eski adı kullanmasına rağmen ülkenin genelinde pek bilinmeyen ve unutulmuş gözüken ve hattâ  telaffuzundan bile korkulan Dersim adını bile kullanması açısından ilginç bir tablo çiziyordu, zihnimizde..

Bütün bu gelişmeler karşısında CHP lideri D. Baykal ve MHP lideri D. Bahçeli"nin ortaya koydukları görüşler ise, burada tekrarlamaya gerek kalmıyacak kadar eski, bayat ve resm3i ideolojiyle yaşıt görüşlerdir..

*

Ve Şivan Perver...

 

14 Kasım 40 yıl öncelerden beri çok yakın dostum (ve şimdi AK Parti"den m.vekili) olan bir arkadaşım, Bonn"a geleceğini bildirdi.. Görüşelim dedi.. Ve onu görmeye giden bir başka dost beni bulunduğum yerden aldı, Bonn"a götürdü..  Bonn Hilton"un lobisinde buldum, kendimi.. Biraz sonra arkadaşım, öteki m.vekilleriyle birlikte geldi..

Biraz sohbet ettik, akşam karanlığında..

Biraz sonra öğrendim ki, Şivan Perwer Vakfı"nın (Bonn"da, Alfred Buchener Str."deki) "Internationale Kulturstiftung Sivan Perwer/ The Sivan Perwer International Cultural Foundation" açılış proğramı varmış.. Ve bu m.vekilleri de o proğram için davet olunmuşlar..

Davetliler çok sınırlı tutulmuştu.. Sanırım 60 kişi kadar.. 3 m.vekili AK Parti"dendi, bir de DTP"den.. Bir de, eski DEP m.vekillerinden birisi.. Bir-iki tane de medyadan bilinen isimler.. 

Biraz sonra, bizi aldılar, bir başka mekana götürdüler..

Bu mekan, Bonn"un başkent olduğu dönemde Devlet Misafirhanesi olarak kullanılan bir şato idi, Petersberg Şatosu.. Ve o civardaki en yüksek tepenin tepesinde kurulmuş bir şato..

Etraf ormanlık ve kıvrıla kıvrıla çıkılan ve inilen yol, hele de gündüzleri ayrıca görmeye değer bir yer..

B. Amerika içinde 11 Eylûl 2001"de meydana gelen  saldırıları ardından Amerikan emperyalizminin bu hadiseyle irtibatlandırarak, saldırıp işgal ettiği Afganistan"da Tâliban rejimi çökünce, yeni Afganistan hükûmetinin kurulması için, 2001"de, Almanya"nın gözetiminde yapılan Afgan gruplara arasındaki hükûmet bölümü toplantılarının yapıldığı mekan da burası idi..

Kendilerini de gırgıra aldılar..

Sunuculardan birisi, "ulus yok ki, uluslararası kültür vakfı kuruyorsun" diye takıldı, Şivan"a;

gülüşmeler arasında..

Hattâ, türkücülükleri dolayısiyle kürdleri horoza benzetip, onun gibi, iki ayağı da pislik içindeyken öttüğünü söyleyebilecek kadar, ironik ve soğuk mizahlar yapılabiliyordu..

Ve en mühimi, yıllarca, "benim ana dilimde konuşmama, şarkı -türkü okumama, müzik yapmama izin vermeyen bir rejimin ben de resmî dilini konuşmam.." diyen  Şivan, şimdi, bu toplantıda, davetlilere hitaben yaptığı konuşmasını, paragraf paragraf, kürdçe ve sonra türkçe olarak tekrarladı ve bazen de almanca olarak..

(Programda ayrıca  tabiatiyle yemek de verildi.. En lüks ve pahalı içkiler, adını ve muhtevasını hemen çoğumuzun bilmediği yemekler sunuldu..

Birkaç kişi, bu içecek ve yiyeceklerden uzak kaldığımızda, ortaya ayrık otu gibi bir tablo ortaya çıktı..)

Ama, ilginç olan şu idi..

Bu gibi toplantılarda silahlı mücadeleden, "gerilla"ları selamlayış nutuklarından geçilmezken, bu kez, hemen herkes barıştan söz ediyordu.. Bunda, sanıyorum, davetli AK Parti m. vekillerinin (Gülşen Orhan, Abdurrahman Kurt ve İhsan Arslan"ın) davete icabet etmelerinin de rolü vardı.. Ve öğrendiğime göre, kendi parti mekanizmasının yetkili mercilerinden izin alarak gerçekleştirmişlerdi bu icabeti..

*

Şivan Perwer, herhalde en ünlü kürd şarkıcısı.. Urfa – Viranşehir"de doğmuş, 1959 yılında.. (Benim sözünü ettiğim proğram sırasında, Viyana"dan gelen telefonun öbür ucunda Prof. İhsan Süreyya Sırma hoca ile, Urfa eski Belediye Başkanı ve m. vekili İbrahîm Halil Çelik dostlarım vardı.. Müzik sesleri gidince, bulunduğum mekan hakkında bilgi verdim.. İbrahim Halil Bey, "İsmail"e selam söyle.."  dedi..

Şivan"ın asıl adının İsmail olduğunu o zaman öğrendim.. Ve bunu Şivan"a ilettiğimde, kendisini yakından tanıyan bir âşina isimden selam almanın memnuniyeti yüzünden belli oluyordu..) 

*

Şivan Perwer"in müzik ve diğer konulardaki görüşleri ilginç..

 

Şivan Perwer,  N. Düzel"e verdiği ve 14 Eylûl 09 günü Taraf"ta yayınlanan röportajında, "Devlet sadece Kürtleri asimile etmedi. Türk devleti Türkleri de asimile etti. Onları da devletin resmî ideolojisiyle asimile etti, kendi gerçeklerinden koparttı." diyordu.. 
Bu röportajdan bazı bölümlere birlikte göz atabiliriz:

-Kaç yıldan beri sürgünde yaşıyorsunuz?
*Otuz dört yıldır ülkemden uzakta yaşıyorum. 1976"da ilk Almanya"ya geldim. Otuz dört yıldır dünyanın her köşesini dolaşıyorum ama doğduğum yere gidemiyorum.
-Niye sürgüne gittiniz?

*Kürdçe şarkı söyledim. Türkiye"de kanunlar, kürdlerin varlığını yok sayıyordu. Kürd kimliği yasaktı. Ben kalktım böyle bir ortamda Kürdistan için türkü söyledim. Aman Allahım! Ateşten bir gömlek giymekti bu! Devletin hiç kaldıramayacağı bir şeydi bu!

-O yıllarda kürdçe yasak mıydı? Kürdçe, 1980 Darbesi"nden sonra yasaklanmadı mı?
*Sevda türkülerini ağa paşalarının kapısında söyleyebilirdin. Dengbejler, onlara saatlerce kürdçe şarkılar söylerlerdi, kürdçe destanlar anlatırlardı. Zavallı ve güçsüz olduğun sürece kimse senin orada burada kürdçe şarkılar söylemene karışmazdı. "Kürdçe türkü ezberlemiş, söylüyor işte" denirdi. Ama şarkılarında kürd toplumunun yaşadığı gerçekleri, zorlukları, baskıları açıkça anlattığın anda, karşında devleti bulurdun. Devlet, o kürdün sesini hemen keserdi..
(...)
Türk sanatçılar kürd sanatçılarıyla biraraya gelmekten korkuyorlar. Çünkü türk sanatçılar da kürdlere devletin baktığı gibi bakıyorlar. Kürdler devlet tarafından hep horlanmış ve küçük görülmüş, terörist ve bölücü olarak algılanmış ya...
-Evet...

*Türk sanatçılar da, kamuoyu önünde bizimle birlikte görünürlerse, sosyal statülerinin zarar göreceğini, şöhret ve parasal konumlarının zayıflayacağını düşünüyorlar. Mesela bir sanatçı arkadaşımızı örnek vereyim; Zülfü Livaneli... Güzel türküleri vardır, sanatına değer veririm, güzel yazılar yazar, oturup sohbet ettiğinizde çok güzel konuşur ama gider, Türk-Yunan dostluğu için Maria Farandouri, Mikis Theodorakis ile türkü söyler. Ama biliyor musun, bu ülkede türk ve kürd birbirini öldürüyor. Onların dostluğu, kardeşliği ne olacak? (...)
-Siz, Zülfü Livaneli"yle birlikte şarkı söyler misiniz?

*Niye söylemeyeyim. Biz aynı yerin, aynı ülkenin çocuklarıyız.
-Bir türk sanatçıya, birlikte şarkı söylemeyi hiç teklif ettiniz mi peki?

*Hiçbir türk sanatçı o cesareti gösteremez. Onların hepsi öyle bir resmî eğitimden geçtiler, devletin resmî görüşüyle eğitildiler ki, o cesareti gösteremezler. Çünkü bu devletin resmî ideolojisi onları da etkiledi. Onlar da kürdü küçük gördüler. Ayrıca Kürdistan"dan çıkan kürd sanatçılar da kendilerini küçük gördüler. Bu yüzden şahsiyetleri bozuldu. Mecburen şarkılarını türkçe söylediler. Çünkü müzik pazarı türkçeydi ve ülkede kürdçe yasaktı. Oysa Kürdistan müzikle yoğrulmuş bir yerdir. Kültürü zengindir, ruhunun acımasından ötürü türküsü boldur.
-Ülkeye dönmeyi düşünüyor musunuz?
*Nasıl düşünmem! Dönmeyi nasıl istemem! Birkaç ay içinde dönmeyi düşünüyorum. Açılım mükemmel yürürse dönüşüm daha erken olabilir. Ben, ticaret yapmak için yurtdışına çıkmadım. Ben hayatımı, 34 yılımı ülkemden uzakta geçirdim. Annemin ölümüne gelemedim.
-Sizden kim özür dileyecek?

*Devlet tabii... Ben, şarkılarımı özgürce söyleyebildiğim zaman döneceğim. Çünkü benim amacım, özgürlük! Ben, özgürlüğü sadece kürdler için istemiyorum. Türkler için de istiyorum. Bu yasakçı düzende kürdler acı çekiyor, ama, türkler de bu sistemden zarar görüyor. Ben askerin de, gerillanın da ölmemesini istiyorum. Bunlar aynı ülkenin çocukları.
-Hükümetin başlattığı kürd açılımı hakkında ne düşünüyorsunuz?
*Bu açılıma katılıyorum ve hükümetin bu tutumunu destekliyorum. Gül ve Erdoğan iyi bir adım attılar. Bu açılımdan vazgeçilmemeli. Bu ülkede kürd sorununu çözen kişi tarihe mal olacak. Açılım, kürd halkının (...) kabul edilmesidir. Türkler hangi haklara sahipse, kürdlerin de aynı haklara sahip olmasıdır. Gerçek kardeşlik budur.
-Siz sürgündeyken büyük konserler verdiniz. Ama birara kürd izleyicilerle bazı sorunlar yaşadığınızı duydum. Böyle sorunlu bir zaman oldu mu?

*Oldu tabii. Çok kere oldu. Kürd politikasında da bazı yanlışlar, hatalar, çatışmalar var. 35-36 yıllık süreçte ben bunların hepsini yaşadım, gördüm. Biz, Ortadoğu toplumuyuz. Ortadoğu toplumlarının eleştiriye tahammülü yoktur. Arap prensleri, şeyhleri, liderleri, kendilerini eleştirdi diye bir şairi, yazarı, sanatçıyı öldürebiliyorlardı. Suriye"de Hafız Esad"ı, Irak"ta Saddam"ı eleştiren yok ediliyordu. Kürd toplumunda da tabular var. Atatürk için bir şey söylendiği zaman da, toplum onu cezalandırıyor.
-Kürt toplumunda kim eleştirilemiyor? Kimi eleştirdikleri zaman cezalandırılıyorlar?
*Kürd liderler hangileriyse... Mesela KDP"nin eleştiriye biraz daha tahammülü var. Mesud Barzanî, "Biz birbirimizi çok yorduk. Tahammülsüzlükten dolayı birbirimize çok zarar verdik. Biraz geniş olmalıyız" der. Barzanî gerçekten iyi bir politikacıdır. Bazıları ona, "ağa" , "aşiret reisi" der. (Ki, bunu söyleyenlerin başında A. Öcalan gelir. SEÇ) ama öyle değil..
-Barzani"yi tanır mısınız?

*Çok yakın tanırım. Ben orada konserler veriyorum. Kürdistan"ın dört parçasından Türkiye, İran ve Suriye"de konser veremiyorum, sadece Irak Kürdistanı"nda konser veriyorum ben. Irak Kürdistanı öyle güzel gelişti ki. Orada kürdlerin türklere müthiş sempatisi var. Kürdler türkleri seviyor ama türkler kürdleri küçük görüyor. Çünkü Türkiye"de devlet sadece kürdleri asimile etmedi, türkleri de asimile etti. Onları da devletin resmî görüşüyle asimile etti ve kendi gerçeklerinden uzaklaştırdı.

Demokrasilerde kimse kanunların üstünde değildir. Lideri eleştirdiği için aforoz edilmek sadece diktalarda görülür.
-Öcalan"ı eleştirmek zor mudur peki?
*PKK"de de öyle bir olay var yani... Zordur. Ama onlarda da bir açılım var şimdi. "Birbirimize karşı hiddetten ve şiddetten vazgeçmeliyiz. Toleranslı davranmalıyız. Biz kürdler de birbirimizi çok incittik" diyorlar. Onlar da yumuşamaya başladılar artık.
-Sizce, bir sanatçı barışa nasıl yardımcı olur?

*Sanatçı, farklı toplumlar arasında sevgi üretir. Güzel türküleriyle, albümleriyle, konserleriyle barış köprüsü olur. Ben elbette bir gün memlekete döndüğümde sadece kürdlere seslenmeyeceğim. (...) Size tüm samimiyetimle söylüyorum. Kürd ve türk halkı arasında bir fark gözetmiyorum ben. Benim için insan önemlidir. Kürd halkı, bu ülkede iktidarlar tarafından yıkıma uğratıldı. Ben, türk halkının bu büyük yıkımı anlamasını, kürd toplumuyla kucaklaşmasını istiyorum. Çünkü toplumlar birbirini kucakladığında, siyasî iktidarlar hiçbir şey demektir. (...)
-Türk siyasetçilere güveniyor musunuz?

*Barış için irade göstereceklerine dair kuşkum var. İstisnalar var ama genelde türk siyasetçileri özgürlük mücadelesi vermiyorlar. Toplumdaki korkuların üstüne gitmiyorlar. Abdullah Gül ve Tayyib Erdoğan gerçekten cesur siyasetçiler. Erdoğan tüm saldırılara karşı "geri adım atmayacağını" söylüyor. Umarım ileri adım atar. Benim bu insanlara karşı müthiş bir sempatim var. Açılımın gerçekleşmesi için onlara yardımda bulunmak istiyoruz. (...)

-Türkiye"ye döndüğünüzde nerede yaşarsınız?
*Kendi bölgemi gezmek isterim. Birara Mesud Barzanî bana Kültür Bakanı olmamı teklif etti. "Bu iş bana zor gelir. Ben Arapça bilmiyorum, Kürtçe biliyorum" dedim.
-Irak Kürdistanı"nda da gençler de Arabça bilmiyorlar değil mi?

*Bilmiyorlar. Gençler ingilizce ve türkçe biliyor. Gençlerin yüzde 60-70"i yüksek düzeyde bir türkçe konuşuyor. Televizyondan öğrenmişler. türkçe konuşmada türkmenler bile kürd gençlerden geride kalmışlar.
-Peki... Türkler de sizi sevecek mi sizce?

*Barış istiyorlarsa beni sevmeliler. Bence, türkler beni çok sevmeli. Çünkü ben Türkiye"nin gerçeklerini dile getirdim. Kürdler bu gerçeklerden ne kadar acı çektiyse, türkler de bu gerçeklerden o kadar zarar gördü. Kürd meselesi, türk halkını dünya gözünde çok acımasız ve zâlim bir halk gibi gösterdi. Oysa tarih boyunca kürdler ve türkler gerçekten yan yana yaşamış iki kardeş toplumdur. Şu anda Türkiye"de toplumlar arasında bir barışa ihtiyaç var. Türkiye"nin kısacası demokrasiye ihtiyacı var. Bu savaş, kürtlerle türklerin savaşı değil.
-Bu savaş sizce kimin savaşı?

*Savaşı ticaret haline getirenlerin savaşı bu savaş. (...)
-Pek anlamadım...

*Biz kocaman bir toplumuz. Eğer bir Arab Şeyhinin bağımsızlık hakkı varsa, Türkiye ve Birleşmiş Milletler onu kabul edebiliyorsa, niye kürdlerin böyle bir hakkı olmasın? Kürdlerin de kendi toprakları üzerinde bağımsız yaşama hakkı var. Bir Arab şeyhi devlet olabiliyor ama kürtlere hâlâ bir federatif yapı olma hakkı tanınmıyor. Oysa olayı sürece bırakmak lazım. Mühim olan insanların, toplumların zenginlik ve barış içinde birlikte rahat yaşamalarıysa, geleceğe dair hiçbir şey dayatmamak gerekiyor. Hiçbir toplum kendi ülkesinin parçalanmasını istemez.
-O zaman ne olur?

*O zaman kürdler ille de diğer kürdlerle birleşmeye mecbur değildir. Ama bu toplum yarın diğer kürdlerle birlikte yaşamak isterse, o da olabilir. Çünkü önemli olan insandır, insanların mutluluğudur ve refahın en üst düzeye çıkarılmasıdır.

 

Ve, İnalcık"ın sözleri..

 

Şivan Perwer"in bu sözlerini, tarihçi Prof. Halil İnalcık"ın  16 Kasım 2009 tarihli Milliyet"te yer alan  görüşleriyle birlikte değerlendirmekte fayda olduğunu düşünüyorum..
"Osmanlı İmparatorluğu kendi etnik azınlıklarını aynı seviyede tutardı, bir mozaik gibi, onların üzerinde bir hâkimiyet şemsiyesiydi. Fakat yeni devletimiz Türk devleti olarak doğdu. Belli bir etnik grubun devleti olarak kuruldu. Tamamen bir antitez olarak geldi. Milli devlet, milli birliği kurmak için milli tarih üzerinde yoğunlaştı. Şimdi soru şu: Sayıları milyonları bulan azınlıklar var. Bunlar kendi milli bilincini oluşturdu. "Türk milletinin parçası değiliz" hissiyatları doğdu. Onlara kimlik verdi.
Türkiye Cumhuriyeti, bu realite karşısındadır bugün. Bugün bir bunalım içindeyiz. (")

Bunu nasıl halledeceğiz bilmiyoruz. Biz Osmanlı değiliz. Osmanlı azınlıkların üzerindeydi. Aynı şeyi biz yapalım olamaz. Milli bir devletiz. O bir imparatorluktu. Sultanın hâkimiyetini kim tanırsa, tebaası oluyordu. Bu bunalım çok kötü bir netice verebilir.."

*

haksözhaber

Bu yazı toplam 3429 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar