Ahmed Kalkan
Bir Diyalog; Evet’le İlgili Beklentiler
- Sandıktan “evet” çıktı, sen oy vermedin. Sevindin mi üzüldün mü?
- Ben bunun ciddi bir değişikliğe sebep olacağını düşünmüyorum. O yüzden bir şey değişmeyeceğini bildiğimden neticeyi pek önemsemiyorum. Ama bu neticeye üç sebepten biraz da olsa sevindim. Evet çıkmasaydı, suçu bize yükleyeceklerdi. Bu sonuçtan siz sorumlusunuz diye faturayı bize keseceklerdi. O yüzden sevindim. İkincisi, CHP ve HDP İslâm’a muhalif olma hususunda daha büyük düşmanımız. Onların başarılı olmadığına sevindim. Üçüncüsü de % 1,5 civarında bir puanla, yani kıl payı kazandı. Eğer 10-15 puanlık bir fark olsaydı, kendilerini dev aynasında görürler, şımarırlar; kendilerine ve topluma daha zararları olurdu.
- Peki, hiç mi değişiklik olmayacak sana göre?
- Olmaz olur mu? Bak, sandıktan evet çıktı, huzur geldi, kardeşlik geldi, insanlar değişti, düzen değişti veya en azından değişme sürecine girdi. Herkes birbirine sarılmaya başladı; birlik oldu, dirilik oldu. Evet çıkınca bunlar olacak deniliyordu.
- Alaylı konuşuyorsun. Sen de biliyorsun ki, bunlar politika icabı sözlerdi.
- Ha, demek ki politikacıların sözlerine güvenilmez. Onların vaad ettikleri politika gereğidir. Öyle ise, onlara güvenerek, nasıl gelecek hakkında iyimser olabiliyorsunuz?
- Bugüne kadar neler yaptılar, görmüyor musun? AKP öncesi neydi, şimdi ne? Bölünmüş yollar kaç misli oldu.
- Keşke yolumuz bozuk olsaydı da, cennete giden yol açılsaydı. Yolumuz ihmal edilseydi de, sırat-ı müstakim denilen kendilerine nimet verilen Peygamberlerin, sıddık ve şehidlerin yolun, yani Allah’ın istediği dosdoğru yolun önü açılsaydı.
- O da olacak. Sen hemen oluversin istiyorsun. Daha referandumun üzerinden ne kadar zaman geçti ki… Hemen her şey oluversin istiyorsun.
- Hemen bir günde olmaz elbette. Ama yapılacak şeylerin hazırlığı yapılmaya başlanır söz verilir verilmez. Meselâ “bir adam geliyor” dediğimiz zaman, “hani, nerede?” demeye hakkımız olmayabilir. Ama, adam bulunduğu yeri değiştirmemiş ve değiştirme hazırlığı da yapmamış olduğu halde, adama geliyor dememiz doğru olur mu? Bulunduğu yerden bize doğru bir adım atsın da biz de geliyor, şu kadar süre sonra bizim yanımıza gelebilir diyelim. Yani, geliyor dememiz için bulunduğu yeri terk etmesi gerekiyor.
- Yani?
- Yani, laikliği, demokrasiyi, içeriği câhiliyye düşünceleriyle doldurulmuş vatan, millet, bayrak anlayışını, Atatürkçülüğü, insanların cahiliyye hükmü ile, mecliste vekillerin hevâsından çıkan kanunlarla yönetilmesi terk edilecek, İslâmî hükümler için adım atılacak; biz de inanacağız ki, geliyor. Ve o takdirde tedrice riayet etmeyip acele edersek suçlamalıydın.
- Ülkede o kadar çok şey değişti ki, bunlar da olur. Meselâ İmam-Hatip Okullarının sayısı belki on kat arttı. Okullarda öğrenciler Peygamberimizin hayatını öğreniyor. Başörtüsüne özgürlük verildi. Artık başörtülü öğretmenler, memurlar var. Ülkemiz lider ülke oluyor. Osmanlı medeniyeti yeniden ihya oluyor. Demek ki senin dediğin şeylere de sıra yavaş yavaş geliyor.
- Bak bahsettiğin şeyleri ele alalım. Bunları yapmak devletin görevi. Devlet tabii yol yapacak, vatandaşın ihtiyaç duyduğu kendi görev alanına giren şeyleri yapacak. Okullarda hâlâ heykellere saygı duruşunda bulunuyorsa, onun resmi altında onun ilkeleri doğrultusunda eğitim veriliyorsa, Kur’an’ın hükümleri ilim kabul edilmiyorsa, bu cahili eğitim başörtülü öğretmenler tarafından başörtülü öğrencilere verilse ne olur? Başın dışına verilen değer, başın içine konulan bilgilere de verilmeli değil mi? İmam-Hatip’ler de bu gayri İslâmî eğitim sisteminin bir parçası değil mi? Tevhidin hâkim olduğu bir eğitim sistemi olmadıktan sonra, şirkin ve putperestliğin gölgesindeki eğitim mi övündüğünüz faaliyet? Okullarda Peygamberimizin hayatı da öğretiliyor. Ne kadar öğretiliyorsa, onun putlarla mücadelesi, şirke karşı tavizsiz duruşu, insanları Kur’an nesli haline getirmesi, İslâmî devlet oluşturması örnek olarak gösteriliyor ve ümmeti olarak bizim de onun bu yolundan gitmemiz mi isteniyor? Keşke, Peygamberimizin hayatı hiç öğretilmese, ama Atatürkçü bir eğitim kaldırılsa öncelikle. Eskiden okullarda Atatürk’e şirk koşturulmuyordu. Şimdi bazı derslerde Atatürk’e Peygamberimiz şirk koşturuluyor. Bu mu övündüğünüz şey?
- Olacak, olacak, yavaş yavaş! Bak şimdi evet kabul edildi. Gör sen neler olacak? Hele 2023 bir gelsin…
- Niye 2023? Neyi çağrıştırıyor 2023, neyin yıldönümü? Cumhuriyetin yüzüncü yıldönümü. Onu kutlayacaklar. Görmüyor musun, tek devlet, tek vatan, tek bayrak diye Atatürk’ün misak-ı milli sınırları içerisinde bize miras bıraktığı vatan, onun kurduğu laik, demokratik Türkiye cumhuriyeti denilen devlet ve ulusal bayrak. Peygamberimizin mesajı bunlar mıydı? Kur’an bizi bunlara mı çağırıyor? İslâm, bunlarla mı gelecek? Demokrasi, laiklik, vatan, devlet… Bu anlayışlar tahrif edilmiş, kuşa benzetilmiş bir din oluşturuyor. Halk değişmeden, sosyal değişim ve dönüşüm olmadan siyasal değişim de gerçekleşmez. Halk tevhidin ahlâkî, sosyal, ekonomik, hukukî anlayışını benimseyecek ve bunun sonucunda da Rabbimiz siyasal değişim için kullarına yardım edecek. Kur’an’ın öngördüğü bu Sünnetullah çerçevesinde halkın tevhidî değişimi için iktidarın en küçük bir adım attığını söyleyebilir miyiz? Öyleyse yarınlardan ne bekliyoruz?
- Sen Türkiye’de neler yapıldı, görmek istemiyorsun
- Arkadaşım, bunların hiçbiri Kur’an’ın hükümleriyle, Peygamberlerin davet ve tebliğde öne çıkarttıklarıyla ilgili değil. Ben, Allah’ın istediği ve razı olacağı tarzda bir değişiklik olmadığından ve olmasının beklenemeyeceğinden bahsettim. Yanılmayı o kadar isterim ki… Yoksa, devletin işleyişiyle ilgili teknik diyebileceğimiz nice değişiklikler olabilir. Bu değişikliklere bazıları sistem değişikliği dese bile, tâğutî düzenin değişip İslâmîleşmesi için en küçük bir adım atılmıyor. Görülen o ki, düzen daha da güçlenecek. Vatan, millet, bayrak, demokrasi gibi kavramlar ve Erdoğan gibi isimler aşırı yüceltildi, daha da yüceltilip putlaştırılacak.
Bu yazı toplam 1584 defa okunmuştur