Atasoy Müftüoğlu: Zihinsel Hayatın Sefaleti
İslamianaliz.com yazarı Atasoy Müftüoğlu'nun yazısını iktibas ediyoruz
Atasoy Müftüoğlu: Zihinsel Hayatın Sefaleti /İslamianaliz.com
İslam dünyası ülkeleri, bugünün acımasız emperyalist gerçekliği karşısında, içerisine düştükleri siyasal hiçlik uçurumu ile yüzleşmek yerine; modası geçmiş, romantik gelecek tasavvurlarıyla, nostalji folkloruyla oyalanmaya devam ediyor. Geleneği mutlaklaştıran toplumlar-zihniyet, yenilenmekten, yeni bir başlangıç yapmaktan, yeni bir şey söylemekten, yeni bir şey söylenilmesinden, farklı yorumların, farklı renklerin eleştirel varoluşlarından çok korkuyor. Bu tür toplumlarda, konformist kültürlerin, konformist din algılarının otoriter-faşizan baskıları sebebiyle, düşüncede bir devrimin nasıl gerçekleştirilebileceği tartışma konusu bile yapılamıyor. Bu tür toplumlarda, toplumların çoklu yapısını dikkate almayan, etnik ve mezhepçi homojenliklerin dayatılması, faşizmle ilgili bir konu olmaya devam ediyor.
Kültürel anlamda sömürgeleştirilen toplumlarda ve kültürlerde, İslami bilincin ve onurun erozyona uğratılması sebebiyle, çok derin psikopatolojik sorunlar yaşanıyor. Bağımlılık ve edilgenliklerle malul olan, zihinsel/ruhsal yetersizliklerle malul olan bireyler/toplumlar, yerel ya da küresel iktidarlar tarafından istenilen doğrultuda araçsallaştırılabiliyor. İslam dünyası ülkelerinde politik figürler, iktidar sahipleri, dış dünyaya karşı, edilgen pasif bir kimlik sergilerken, içeride, kendi toplumlarına/halklarına karşı otoriter bir kimlik sergiliyor. İkili kimlikler, bireylerde olduğu gibi cemaatlerde, iktidar çevrelerinde kişilik-karakter parçalanmalarına neden oluyor. İkili kimliğe sahip politik figürler hiçbir zaman ve hiçbir şekilde ahlaki/zihinsel/ruhsal bütünlüğe sahip olamıyor. İkili kimliğe sahip Müslüman aydınlar da zihinsel anlamda şeyleştirildikleri-nesneleştirildikleri için hakim statükonun çarpıtılmış-sahte yorumlarını içselleştirmekte hiçbir sakınca görmüyor.
Sömürgeci dünya sistemine, kapitalist sisteme, bu sistemin müttefikleri olarak katılan İslam ülkeleri, bu tercihleriyle, bağımsızlıklarını sonuna kadar kaybettiklerini fark etmiyor. Dünya sistemi her türlü bağımlılığı, azgelişmişliği kendi çıkarları doğrultusunda yapılandırıyor. Sömürgeci dünya iktidarı, yok ediciliği, aydınlanma/özgürlük kavramları ile meşrulaştırmaya çalışıyor. Dünya sistemini, dünya sisteminin sömürgeci otorite ve meşruiyetini kabul etmeyen, bu nedenle de sömürgeci sisteme katılmayan İran, 45 yıldan beri bu sistem tarafından terörize ediliyor, baskılanıyor, kuşatılıyor. Beyaz adamın üstünlükçü ideolojisi, beyaz olmayan unsurları—halkları-kültürleri sonsuza kadar edilgenleştirmek, sessizleştirmek, madun kategorisine hapsetmek istiyor. Beyaz adamın ırkçılığı, bütün ırkçılıklar gibi insanları, insanlıktan nasibi olmayan, vicdanları olmayan biyolojik varlıklar olarak algılıyor. Dünya sistemi, ötekileştirdikleri bütün unsurları patolojikleştirerek konumlandırıyor. Modern tarih, sömürgeci/ırkçı antropolojinin, beyaz adama, beyaz adamın tahakkümüne karşı çıkan unsurların imha edilmelerini haklı çıkaran yorumlarıyla doludur.
Günümüz İslam toplumlarında, ülkelerinde, iktidar ideolojileri adına, iktidar emperyalizmleri tarafından icat edilen, etnik-mezhepçi mutlakıyetçilikler, Müslüman halkların zihin ve ruh dünyalarını, ahlaki dünyalarını yanlış bilinç yoluyla kötürümleştirmeye devam ediyor. Etnik ve mezhepçi mutlakıyetçilikleri yanlış bilinç ve kirli önyargılar yoluyla toplumsallaştıran, siyasallaştıran toplumların kıyamete kadar bir medeniyet kurmak bir yana, medeniyet sözcüğünden bile söz etmemeleri gerekir. İslam toplumlarında, Türkiye’de de, etnik mutlakıyetçilikler, mezhepçi mutlakıyetçilikler, kaba-çirkin/kirli/kibirli politik mülahazalarla yönlendirilebiliyor. Etnik merkezli, mezhep merkezli tartışmalar büyük-kapsamlı kültürel kimlikleri, küçük/yerel/kabileci kimliklere dönüştürüyor. Hangi toplumda olursa olsun, etnik mutlakıyetçiliğin, mezhepçi mutlakıyetçiliğin ısrarla gündem konusu yapılabilmesi, ilgili toplumlarda zihinsel hayatın çok derin bir sefalet içerisinde bulunduğunu gösterir. Etnik merkezli, mezhep merkezli tartışmalar-karşıtlıklar İslami bünyeyi güçsüzleştirirken, İslam’ın yanlış temsiline de neden oluyor. Bu tartışmalar tarihsel bilinç ve hassasiyet kaybıyla, genel entelektüel bilincin gerilemesine neden oluyor. Bu tartışmaların, İslami bünyede büyük bilinç yaralarıyla, manevi yaralar açtığını görmek gerekiyor.
Emperyalist dünyanın, emperyalist diktatörlüğün, emperyalist kötülüklerin müttefiki olan İslam ülkeleri, kendi topraklarında çok ağır bir hapishane hayatı, toplama kampı hayatı yaşayan, tahammül edilmesi mümkün olmayan i̇şkencelere, katliamlara, soykırımlara, mülksüzleştirmelere, sürgünlere maruz bırakılan masum Filistin halkına, bu onurlu halkın direniş mücadelesine 75 yıldan bu yana hiçbir şekilde siyasal yardım yardımda, askeri yardımda bulunamıyor. Bu durum emperyalist diktatörlüğün müttefiki olan İslam ülkelerini nerede, ne zaman, ne yapmaları, nasıl hareket etmeleri gerektiği konusunda sınırlandırıyor. İslam ülkeleri olarak bilinen ülkelerin mevcudiyetleri; Filistin’de, haçlı emperyalizminin içerisine düştüğü kanlı/karanlık uçurum ve ontolojik soykırım karşısında, sembolik/etkisiz/duygusal bir mevcudiyetten ibarettir. Aziz Filistin halkının maruz bırakıldığı ontolojik soykırım karşısında, İslami direniş hareketlerinin ortaya koyduğu mücadele, tarihsel bir mücadele olmaktan çok tarihi aşan bir mücadeledir. Günümüzde, İslam dünyası ülkelerinin, en büyük, en derin, bu ülkelerin yüzleşmeye cesaret edemediği, edemeyeceği en hayati ve tarihi sorunu, gerçek bağımsızlığa sahip olmamaları sorunudur. Günümüz İslam toplumlarında, kendilerini muhafazakar olarak konumlandıran kesimler, büyük bir çıkar ve ayrıcalık mücadelesiyle büyülendikleri için İslam’ı, soyut bir mücadele, soyut bir idealizm konusu olarak bile yaşatamıyor.
Evrensel İslami bilincin/sorumluluğun ve dayanışmanın bütünüyle terk edildiği bir dünyada, İslam’ı somut bir idealizm ve somut umutlar temelinde direniş mücadeleleri temsil ediyor. Hayatlarını, emperyalist diktatörlükle nasıl uzlaşılabileceğine ilişkin yoğun pragmatik hesaplar yaparak geçiren İslam dünyası yönetici kadrolarına; direniş hareketleri, uzlaşmaz ilkesellikleriyle ilgili, keskin duyarlılıklarıyla ilgili onur ve bağımsızlık dersleri veriyor. İslam toplumlarında, etnik-mezhepçi temsiller, İslam’ın bir bütünlük içerisinde kendi kendisini temsil etmesini engelliyor. İslami ilginin, bir yanda konformist-gelenekçi-yerli-milli bağlamla, bir diğer yanda uzmanlık-profesyonellik bağlamıyla, bir başka bağlamda devlet iktidarları tarafından dayatılan resmi dindarlıklarla sınırlandırılmış olması, evrensel İslami varoluş-mevcudiyet bilincini, dünya görüşü ve siyaset tarzı bilincini imkansız kılıyor. Bütün bu dar görüşlülükler, İslam toplumlarını, İslami düşünce-kültür hayatını büyük bir ufuksuzluğa ve büyük bir taşralılığa mahkum ediyor. İslami bilincin bittiği yerde konformist din algısı dini hayatı bütünüyle ele geçiriyor.
Türkiye’de, yoğun bir sıradanlık, yoğun bir kültürsüzlük, yoğun bir görgüsüzlük iklimi içerisinde yaşayan muhafazakar kesimler, bu utanç verici sorunlarla yüzleşmek yerine, yoğun bir popülizm ve yoğun bir hamasetle büyülenmeye devam edebiliyor. Günümüz toplumlarında, düşünce mücadelelerinin yerini, çıkar mücadeleleri aldığı için toplumu inançlar/düşünceler/ilkeler değil, maddi çıkar mülahazaları belirliyor. Konformist, mistik gelenekçi din algısı, hiçbir zaman radikal/eleştirel bir düşünce/muhalefet/sorgulama üretemediği için toplumlarımız, yabancılaşma, yozlaşma, bayağılaşma biriktiriyor. Konformist kültürler, edilgen bir varoluş tarzı temelinde köleleştirici yapılar oluşturuyor. Bu yapılar, mevcudiyetlerini romantik iyimserliklerle sürdürebiliyor. Edilgen varoluşlar, evrensel hassasiyetlere, duyarlılıklara, sorumluluklara geçit vermiyor. Bağımlı, edilgen her toplumsal kültürel bünye, batılı yaklaşımlardan, yorumlardan, projelerden, kurgulardan olumsuz yönde etkileniyor. Bağımlılığa ve edilgenliğe mahkum edilen toplumlar aynı zamanda istikrarsızlığa da mahkum oluyor.
Bağımlılığa ve edilgenliğe mahkum edilen İslam toplumları, özgürleştirici hareketlere hayat hakkı tanımadıkları için emperyalizmler, modern-seküler dünya görüşünün kendilerine sağladığı ideolojik-ırkçı meşruiyet temelinde, her dönemde yeniden üretilebiliyor. Modern -demokratik-seküler diktatörlük, özgürlük kavramını putlaştırırken, aziz Filistin halkının özgür olma hakkını tanımayabiliyor. Modern zamanlar boyunca insanlık dünyası, ideolojik ırkçı/sömürgeci büyük anlatıların, aydınlanma ve özgürlük anlatılarının büyük ve ikiyüzlü tiranlığına maruz kaldı. Sömürgeci iradenin yukarıdan dayattığı ulus-devletlerin, biçimsel-resmi bağımsızlıkları sözünü ettiğimiz büyük anlatıların tiranlığıyla ilgili entelektüel bir hesaplaşmaya halen cesaret edemiyor. Kültürle emperyalizmin iç içe geçtiği ve birlikte ilerlediği bir dünyada, İslami anlamda kültürel bir direniş gerçekleştirilemiyor. Kültürel bir direnişin gerçekleştirilebilmesi için İslam toplumlarının taşralı popülizmlerin, taşralı hamaset söyleminin baskılarından özgürleştirilebilmeleri gerekiyor. İslam dünyası toplumları karşı karşıya bulundukları tarihsel çıkmazın gerçekliğini bir türlü kavrayamıyor. Bu toplumlar, konformist din algısı aracılığıyla düşüncesizleştirildikleri için, düşünce savaşlarını hep sömürgeciler kazanıyor. Yapısal her edilgenlik ilgili toplumları, bağımlılığa ve tahakküme açık hale getiriyor. İktidar patolojileri tarafından çölleştirilen toplumlarımızda, bugün, ne yazık ki, bir bilgelik kırıntısıyla bile karşılaşmak mümkün olmuyor. Toplumlarımızda yaşanan siyasal hiçlik, kültürel ve ahlaki hiçlik, yüksek sesli popülizmler ve yüksek sesli hamaset söylemi aracılığıyla ustalıkla örtbas edilebiliyor. Bu toplumlarda etnik ve mezhepçi mutlakıyetçilikler/karşıtlıklar sürekli ve sistematik bir şekilde gündemde tutulduğu için toplumlarımızın varoluşsal tarihsel sorunlarını, hayati sorunlarını gündeme kazandırmak mümkün olmuyor.
İslam toplumlarında, içerisinde yaşadığımız toplumda da etnik mutlakıyetçiliklerin, mezhepçi mutlakıyetçiliklerin, kültürel-entelektüel süreçlere, inşa ve tasavvurlara hiçbir olumlu katkısı olmadığını görememek, anlayamamak, çok derin bir aptallıkla-ahmaklıkla malul bulunduğumuzu gösterir. Etnik ve mezhepçi bağnazlıklar, önyargılar, İslami bilincin ve geleceğin kalbine giden bütün yolları kapatıyor. Etnik-mezhepçi önyargı temelinde hiçbir şekilde, İslami-İslamcı iddialarda bulunulamayacağını idrak etmek gerekir. Aziz İslam çok ufuklu, çok boyutlu bir varoluş ve ilgi konusu olduğu için etnik sınırlara, mezhepçi sınırlara, uzmanların ve profesyonellerin sınırlı ufuklarına/ilgilerine hapsedilemez. Müslümanlar olarak, patolojik bencilliklerimiz ve bağnazlıklarımız sebebiyle, entelektüel-kültürel mevcudiyetlerimizin hiçbir olumlu yankısı-etkisi-işlevi olmadığını, utanç verici bir vizyonsuzlukla karşı karşıya bulunduğumuzu görmemiz gerekir. Patolojik bencilliklerimiz ve fantezilerimiz adına, aziz İslam’ın insafsızca, barbarca hırpalanmasına, sömürülmesine, düşünce ürünü olmayan, propaganda ürünü olan spekülatif tartışmalara ve karşıtlıklara aziz İslam’ın hatırı için acilen son verebilmeliyiz.
Günümüz İslam dünyası, büyük ölçüde otoriter “Büyük Birader” devletleri tarafından yönetiliyor. Bu devletlerde-ülkelerde, toplumlar, taşralı popülist söylemlerle, taşralı hamaset söylemleriyle, devlete tapınarak, İslam’ı politik propaganda aracı olarak kullanarak, varoluşsal-yapısal olmayan, etnik köken ve mezhep gibi nitelikleri sömürerek, etkili düşünceler ve etkili kültür hayatını sözünü ettiğimiz taşralılıklarla imkansız kılarak, üretken/eleştirel/alternatif fikirleri, projeleri, tasavvurları değersizleştirerek, yerli-milli çıkar, partizan çıkar rasyonalitesini, bütün İslami-ahlaki ilke ve ideallerden çok daha önemli-öncelikli telakki ederek, taşralı mevcudiyetlerini sürdürüyor. İslami bilinç, sorumluluk ve dayanışma alanını terk ederek, devlet dindarlığını seçen muhafazakar kesimler, muhafazakar resmi aydınlar-akademisyenler, 7 Ekim 2023 Filistin- İsrail savaşı boyunca devam eden Siyonist soykırım günlerinde, İncirlik ve Kürecik’ten, soykırımcı İsrail’e yapılan askeri yardımları, istihbarat yardımlarını, hayati bir sorun olarak, varoluşsal bir sorun olarak görmedikleri için, devlet rasyonalitesini mutlaklaştırdıkları için, büyük ve derin bir sessizliği seçtiler. Taşralı mevcudiyetler, sömürgeci bilgi-eğitim sistemine mahkum edildiklerini fark edemedikleri için, hiçbir zaman entelektüel bir özgürlüğe sahip olamayacaklarını bilmiyor. Taşralı mevcudiyetler, aklın, bilginin, kültürün sınırlarının, işlevlerinin, yerli-milli otoritenin keyfi tercihleri doğrultusunda belirleniyor oluşunun, aklın/bilginin ve bilincin çölleştirilmesi anlamı taşıdığını, popülizm ve hamaset bataklığının, nitelikli genç kuşakların kitlesel beyin göçüne neden olduğunu görmüyor, anlamaya çalışmıyor.
Her bencilliğin, İslami varoluşu bir bilinç ve sorumluluk merkezi olmaktan çıkardığını, kamusal bir uyarı olarak yüksek sesle tartışmaya açmak gerekiyor. Patolojik bencillikler ve karşıtlıklar sebebiyle, İslami varoluşun bir bilinç ve sorumluluk merkezi olmaktan çıkarılması nedeniyle, modern-seküler haçlı emperyalizminin himayesi altında, sistematik bir biçimde sürdürülen Siyonist propaganda kampanyaları, Filistin kimliğini, Filistin’in özgürlük mücadelesini değersizleştiriyor. Derin belirsizlik zamanlarında, bugünün gerçekliği ile hiç ilgisi bulunmayan, şanlı tarih nostaljilerine sığınmak, bu nostaljileri toplumsallaştırmaya çalışmak, ancak çığırından çıkmış bir toplumda yaşanan büyük yoksunlukları, ufalanmaları gizlemeye yarar.
İslami bütünlük için mücadelenin yerini, toplumu, etnik ve mezhepçi parçalara bölme mücadelesinin aldığı bir toplum, ölümcül bir şeyleşmeye, ölümcül bir nesneleşmeye mahkum edilmiş bir toplum demektir. Varoluşsal temel soruları sormayan, varoluşsal temel sorunları teşhis ve teşhir edemeyen bir toplum, her geçen gün, daha çok derinleşen organik bir krizle karşı karşıyadır.
Günümüzde etnik önyargılar, mezhepçi önyargılar, insani varoluşun geleceğini karartıyor. Her ötekileştirme girişimi-uygulaması, insani yanımızı, ahlaki yanımızı çölleştiriyor. Patolojik bencillikler adına karşıtlık üretenler, yıkıcı bir yanları olduğunu, karanlık bir yanları olduğunu bilmeliler, anlamalılar. Karşıtlık üretenler, karşıtlarıyla, ortak bir özelliğe, insan olma özelliğine sahip olduklarını hatırlamalılar. İslam toplumlarında, içerisinde yaşadığımız toplumda da, muhafazakar-dindar kesimler, ilkesel tercihlere yabancılaşarak, oportünist tercihlere yöneliyor, bu tercihleri içselleştiriyor. Bu nedenledir ki 7 Ekim 2023 Filistin-İsrail savaşı boyunca, aziz Filistin halkının ve aziz Filistin toprağının uğradığı emperyalist soykırım karşısında, İslami bilincin, sorumluluk ve dayanışmanın bir volkan gibi patlaması gerekirken, beklenen bu durum ne yazık ki hiç gerçekleşmedi. İslam toplumlarında-ülkelerinde kirli oportünizmlerin normalleşmesi, sıradanlaşması, meşrulaşması, İslami umutlara geçit vermiyor.
Hangi toplumda olursa olsun, politik çıkarlar doğrultusunda, romantik hayallere hapsedilen toplumlar, içerisinde yaşadığımız zamanın/çağın önceliklerine, sorumluluklarına yabancılaşıyor. Bu tür toplumlarda, romantik iklim, iktidara çok yakın, gerçeğe çok uzak aydınlar yetiştiriyor. Modernlikler araçlarla ilgili bir dünya tasavvuru oluşturduğu halde, bugün, modernlik fikrinin büyüleyici ideolojik gücü, Müslüman aydınları-düşünürleri bile etkileyebiliyor. Modern temel kavramların, bugün, insani dünyada hiçbir somut karşılıkları olmadığını görmek gerekiyor. İslam toplumlarında, yerli-milli zamanlar/dönemler tahayyül ve projeler, İslami bilinç dönüşümünü engelliyor. İslami varoluş, Müslümanlara bilinçli olma sorumluluğu ile sorumlu olma bilincini yükler. İslam toplumlarında halen etkisini sürdüren otokratik gelenekler, düşüncesiz ve akılsız bağlılıklar, bilinçsiz ve sorumsuz kitleler üretiyor. Otokratik gelenekler temelinde şekillenen statükonun mantığı, iktidar çıkarları için her şey mübah mantığına dönüşüyor. Her şey mübah mantığı meşrulaştırılınca, resmi kurumsal akıl, oportünist akıl iktidar çıkarları için faşizmle bile iş birliği yapabiliyor.
Tarihin imkanları, küresel İslami dayanışma yoluyla harekete geçirilebilir. Ulus-devlet bencilliklerinin sınırları içerisine hapsedilen resmi dindarlıklarla, İslami bir evrensellik ve özgürlük bilinci gerçekleştirilemez. Resmi-oportünist dindarlıkların-tercihlerin, evrensel bir anlam ve bilgelik sistemi olan İslam’ın içini bütünüyle boşalttığını görmek gerekir.
İslam dünyası ülkelerinde, siyasal oportünizm temelinde siyaset yapıldığı için, bu toplumlarda, Türkiye’de olduğu gibi, yerli-milli söylemi, İslami söylemin, yerli-milli öncelikler, İslami önceliklerin, yerli-milli idealler, İslami ideallerin, yerine geçiyor. Bu durum, küresel anlamda İslami bir kamusal-eleştirel-entelektüel alan oluşturulmasını ciddi bir biçimde engelliyor. İslam dünyası ülkeleri çok kırılgan bağımsızlıklarla malul bulundukları için, beş yüz yıldan bu yana devam eden Batılı siyasal ve ekonomik egemenlikle, soykırımcı-sömürgeci modernlik ve uygarlığın, demokrasilerin, akılsızlıkları/ahlaksızlıkları ve barbarlıklarıyla varoluşsal bir hesaplaşma yapmayı düşünmüyor, buna cesaret edemiyor. Bu nedenle de, İslam toplumlarI oryantalist yorum biçimlerine mahkum ediliyor, bu toplumlar, özgün-bağımsız kültür üretemedikleri için, sömürgeci kültüre itaati bir hayat tarzına dönüştürüyor. Bugünün dünyasında, madun kültürler, İslami kültürler antropolojik araştırma nesnesi haline getiriliyor. Ulus-devletler, yerli-milli İslamlar icat etmek üzere, bu alanla ilgili yeni yorumlar, yeni menkıbeler, yeni efsaneler icat etmeye çalışıyor.
Sömürgeciliğin yasal/siyasal/kültürel çerçevesini kopyalayan Türkiye gibi ülkelerde, sömürgeci kültür kadın bedenini şeyleştiriyor. Bedenleri şeyleştirilen kadınlar, uğradıkları maduniyetin mahiyetiyle yüzleşmedikleri için, maduniyetlerini özgürlük olarak selamlıyor. İslam dünyasında, milli güvenlik devletlerinin köleleştirdiği kitleler, hiçbir şekilde ve hiçbir zaman sorgulayıcı eleştiriler yapamıyor, radikal bir duyarlılığa sahip olamıyor. Sömürgecilik yoluyla dayatılan kültürel projelere açık hale getirilen İslam toplumları, kendilerine dayatılan kültürel çerçevelere taşralı popülizmlerle, taşralı hamaset söylemleriyle cevap vermeye çalışıyor, ancak, bu çalışmalar, ilgili toplumları kültürel anlamda da edilgenlikten kurtaramıyor. Bütün bu nedenlerle, bu toplumlar, Batılı tanımlamalardan, yerli-milli tanımlamalardan bağımsız özgün-evrensel bir İslami-İslamcı tasavvur oluşturamıyor. Yeni/bağımsız/entelektüel/eleştirel yeni bir dil, yeni bir inşa, yol, yöntem, yeni bir düşünce/içtihad sistemi ile başlatılabilir.