Ahmet Taşgetiren

Ahmet Taşgetiren

AB ve bizimkilerin farkı

AB ve bizimkilerin farkı
Şunlar Avrupa Parlamentosu'na Türkiye raporunu sunan Ria Oomen Ruijten'in Yargıtay Başkanlar Kurulu Bildirisi'nin yayınlanmasından sonraki sözleri: "Ben AB'de başsavcıların Türkiye'deki kadar bağımsız olduğu başka bir ülke bilmiyorum." "Bizi asıl endişelendiren husus, kapatma davasındaki tartışmaların yargının bağımsızlığından çok tarafsızlığını ilgilendiriyor olmasıdır."

Türkiye'de hukuk, AB'nin anladığı şekilde demokrasilerde olması gereken yerde değil." "Eğer Yargıtay Venedik Komisyonu'nu AB kadar ciddiye alırsa, Türkiye'de her şey çok daha yolunda gider. Yargıtay'a şunu hatırlatmak isterim ki, Avrupa Konseyi'nin üye ülkelerinden biri Türkiye'dir. Venedik Komisyonu'nu kuran da Avrupa Konseyi'dir. Böyle bir bildiriye başka bir yorum da yapmak istemiyorum"

Yargıtay'ı ya da şu anda Türkiye'yi belirli bir istikamete doğru sürükleme amacındaki "siyasi proje"nin mimarlarını ne kadar ırgalıyor bilmem, ama, Ruijten'in şu sözlerinin, Avrupa'nın Türkiye'deki oyunu gördüğünü, gösterdiğini söylemek mümkün. Devredeki siyasi proje AB ile ilişkileri ne kadar önemsiyor sorusu anlamsız değil. Bir kesimi ırgalıyor, çünkü onlar, bir yandan AB'yi "laiklik için ağırlık koyması" noktasında ikna etmeye çalışıyorlar. Ama bir bölümü, AB ile ilişkilerin üstüne her an çizgi çekmeye hazır. Peki başka stratejik açılım hesapları mı var?

Bu soru "İslamcı" bir siyasi çizgi için sorulsa, "Evet olabilir" cevabını vermek mümkün. Ama hem İslam karşıtı hem AB karşıtı bir siyasetin sonu tam bir maceradır. Buna rağmen, AB'ci laiklerle, hiçbir yerci laikler arasında garip bir koalisyon sürüyor. Bu noktada, herkes, şeytanla bile koalisyon kurabileceğini düşünüyor.

Avrupa ise, İslam konusunda ne kadar rezervi bulunursa bulunsun, Türkiye gerçeğini daha net okuyor ve İslam konusunda da bizdeki laiklerden daha gerçekçi politika belirliyor. Mesela AB; -İslam düşmanlığına prim vermenin gerçekçi olmadığını, böyle bir düşmanlığın, dünya için bir cehennem tasarısı demek olduğunu biliyor. -Kendi bünyesindeki İslam nüfusunu en azından sosyal barış açısından göz ardı edemiyor.

-İslam dünyasının stratejik planda göz ardı edilemeyeceğini biliyor. -Türkiye halkının İslam bağlılığını göz ardı etmenin gerçekçi olmayacağını biliyor. -Ve Türkiye'de İslam'ın çok geniş bir halk topluluğunun kimlik değeri olduğunu, bunun siyasete bir şekilde yansımasının önlenemeyeceğini biliyor. Bunlar, sadece gerçekçi olmanın sonucu, yoksa bir keramet değil. Türkiye'deki açmaz ne?

Tüm bu alanlarda suyu yokuşa akıtmak. Tersine bir savaşla netice alınacağını sanmak. "Halka rağmen" olduğunu bildiği politikaların "halk için" olduğuna, gerekirse döve döve, halkı ikna etmek. Demokrasi yapmak ama, demokrasinin muhtevasını "halka rağmen" ci bir ideoloji ile doldurmak. Sonuçta halk iradesine belirleyici olma hakkı vermemek. Halkın yanlış yapacağı ön fikrini, her an saklı tutmak ve halkı gözetlemek. Sandıkla bağlantılı olanlar dışındaki tüm kurumları, "Sandık"tan çıkan iradeyi kontrol misyonu ile yüklemek. Özellikle yargı kurumunu, halk iradesine karşı bir yaptırım unsuru haline getirmek.

Bunun için yargı tarafsızlığını ıskalamayı göze almak. Avrupa diyor ki: Bu işler bizde böyle değil. Böyle bir yöntemle halkın karşısına çıksak halk bizim canımıza okur. Ruijten, ironik bir dil kullanıyor "-Sizin başsavcınızın bağımsızlığı bizdeki hiçbir ülkede yok.! "-Sizdeki yargı misyonu, bizim demokratik kriterlerimiz içinde olması gereken yerde değil." Ve "Sizin yargınızın sorunu bağımsızlıktan çok tarafsızlıkla ilgili..."

Bir yargı erki için bundan daha ağır bir eleştiri olabilir mi? Yani oradan bakınca insanlar "Yargının tarafsızlığı"ndan kuşku duyuyor. "Bir yargı ki, tarafsızlığından kuşku duyuluyor, o yargı mıdır?" sorusu sorulmaz mı? Açıkça belirtmek istiyorum: Türkiye'nin asıl sorunu, halk iradesini, yani daha açıkçası halkı ne yapacağı sorunudur. "Kamutay bugün doğdu ve saltanatı boğdu!"

Bizim çocukluğumuzda 23 Nisan şarkılarından birisi böyleydi. Kamutay TBMM demekti ve onun doğuşu "saltanat"ı boğmuştu. Sizce de öyle mi? "Kamutay", yani "TBMM iradesi", "çoğunluk diktası" damgalaması ile, kaç cephede biçilmiyor mu? Sizce de "Saltanat" bitti mi, yoksa "saltanatlar" mı devreye girdi? Kuşa çevrilmiş ya da yontulmuş bir halk üretilebilseydi, belki halka müracaat edilecekti. Ama büyük halk çoğunluğu, hormonlanmayı kabul etmedi ve "Halka rağmen"ci çizgi, öfkesi her gün biraz daha kabararak devam ediyor.

Şükür ki halk sabırlı. Şükür ki halk, vatanda huzuru herkesten çok önemsiyor ve homurdananlara homurdanarak değil, sandık zarafeti içinde cevap veriyor. Ne demiş şair: "Çalış idraki kaldır, muktedirsen ademiyetten!" Hadi onu güncelleştirelim: "Çalış sandığı kaldır muktedirsen ademiyetten!"

bugün

Bu yazı toplam 1264 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar