'1924 Açılımı'

 

 

Hükümet "Kürt Açılımı" yerine "Demokratik Açılım" demeyi tercih ederek 'genel' bir 'restorasyon'un işaretini veriyor, fakat sivil toplumun ve sivil siyasetin üzerinde Demokles'in Kılıcı gibi sallanan 'anayasal oligarşi'nin nasıl aşılacağı hususu hâlâ kocaman bir muamma.

Devletin katı ideolojik kimliği ne olacak? Anayasa Mahkemesi ne olacak? Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulu ne olacak? Milli Güvenlik Kurulu ne olacak? Türk Silahlı Kuvvetleri'ne verilen 'rejim bekçiliği' vazifesi ne olacak?...

Bu meselelerin her biriyle ayrı ayrı uğraşıp anayasayı parça parça değiştirelim derseniz, her bir parçanın etrafında koparılacak fırtınalar Türkiye için korkunç bir zaman ve enerji kaybına yol açacaktır.

Yepyeni bir anayasa yapalım derseniz, Meclis'te temsil edilen partiler arasında mutabakat ihtimali yüzde sıfır.

Peki, çare?

Ben her şeye rağmen "Yepyeni ve sipsivil bir anayasa hazırlanıp referanduma sunulsun, 'Meclis'te mutabakat olmadan bunu yapamazsınız!' diye bağırıp çağıranlara da 'Haydi ordan! 12 Eylül Cuntası'nın anayasa dayatmasını içinize sindirebildiniz de demokratik yollarla seçilmiş bir parlamentonun çoğunluğundan onay alan anayasa taslağının fevkalade hür bir tartışma ortamında halkoyuna sunulmasını mı içinize sindiremiyorsunuz? İstediğiniz kadar hop oturup hop kalkın, söz artık milletin!' diye posta konulsun" derim; ama bunun kolay kolay gerçekleşmeyeceğini – daha evvelki "Sivil Anayasa" teşebbüsünün akıbetine bakarak- tahmin edebiliyorum tabii.

Belki de en iyisini Mustafa Çalık yapıyor; cumhuriyetin ilk devrindeki anayasaya dönüşü savunarak.

1924 yılında kabul edilen ve 1928, 1931, 1934, 1937 yıllarında bazı önemli 'revizyon'lardan geçirilen o anayasa da problemliydi, ama '27 Mayıs kökenli 12 Eylül Anayasası' kadar değil.

Ne ordunun 'rejim bekçiliği' vardı 1924 Anayasası'nda, ne Milli Güvenlik Kurulu, ne Anayasa Mahkemesi, ne Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, ne de sopa gibi kullanılan bir 'Atatürk Kültü'.

"Sivil Anayasa" tartışmalarının çok yoğun olduğu günlerde bir televizyon programında ortaya attığı "Atatürk Anayasası'na dönüş" fikrini Türkiye Günlüğü dergisinin son sayısında (Yaz 2009) yeniden gündeme getiren Mustafa Çalık, "Milliyetçilik, Milli Kimlik, Kolektif Haklar ve 'Açılım'a Dair" başlıklı yazısında, şöyle diyor:

"27 Mayısçıların temel tezi şu idi: '1950'de iktidara gelen karşı-devrimin yolundan saptırdığı Atatürk Cumhuriyeti ve devrimlerini tamir, tahkim ve takviye ederek rejimi güçlendirmek"' / Halbuki, 27 Mayısçıların yaptıkları, özetle, Atatürk'ü ve Atatürk ilke ve inkılâpları diye yorum tekelini elinde tuttukları 'Kemalizm'i, totaliter bir 'iktidar ideolojisi'ne dönüştürüp 'resmî'leştirmek ve bu anlayışa uygun, birbirini destekleyen muhtelif hukukî ve bürokratik iktidar kademeleri tesis etmek suretiyle gerçek bir demokrasi ve hukuk devletini onlarca yıl ertelemek olmuştur. /"/ Mustafa Kemal Atatürk'ün yaşadığı ve bütün ülke, millet, rejim ve sistemi, âdeta avucunun içine alacak kadar her şeye hükmettiği devirde bile yapmadığı, yapmayı düşünmediği ne varsa hepsi 27 Mayıs ile birlikte yapılmıştır. En başta, akıl ve mantık dışı bir 'kişi kültü' etrafında şekillenen totaliter bir resmî ideoloji inşa edildi. Bununla yetinilmedi, 'kişi kültü', darbe Anayasasının 'giriş'inden çıkışına kadar, olur olmaz her yerine sokulduğu gibi, hukuk, siyaset ve idare sisteminin her tarafına da milli iradeye karşı bürokratik iktidarın kalkanı olacak şekilde yerleştirildi. /"/ Askerî vesayet, 27 Mayısla beraber müesseseleşmiş ve tahkim edilmiştir. 12 Mart gibi, 12 Eylül ve 28 Şubat da zihniyet ve fiiliyat olarak 27 Mayıs'ın, 'gözden geçirilmiş yeni baskı'larından başka bir şey değildir. /"/ Pratikte yapılacak şey çok açık ve çok da hayatîdir: Atatürk'ün hayata gözlerini yumduğu 10 Kasım 1938 günü yürürlükte olan Anayasa (O zamanki adı ile Teşkilât-ı Esasiye Kanunu) ile el'an yürürlükte olan 12 Eylül Anayasasını, 'O mu, Bu mu?' şeklinde yan yana koyup halk oyuna sunmak!.. / Benim öngörüm ve tahminim, 'Atatürk Anayasası'nın, 27 Mayısın 'sulb'ünden gelen 'Kenan Evren Anayasası'nı açık ara önde giderek geçeceğidir. / İkinci Cumhuriyet, nam-ı diğer '27 Mayıs Cumhuriyeti'nin bu şekilde ve radikal bir kararla lağvedilmesinin ardından, 1923 Cumhuriyeti'nin daha demokratik ve çağdaş bir rejime inkılâb etmesi için yapılacak şeylerin listesi fazla uzun sayılmaz. BM Hukuku, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi, Paris Şartı ve hadi Kopenhag siyasi kriterleri de olsun diyelim, belli başlı evrensel hukuk metinleri ışığında bir seri yenilik ve değişiklikle beraber hem millî, hem de demokratik ve çağdaş bir anayasamız olmuş olur. Var mı bunu göze alabilecek olan?"

Sivil anaysa teşebbüslerini "Atatürkçülük" adına sabote edip duranların karşısına "Alın size Atatürk Anayasası!" diye çıkıldığını düşünsenize"

Şok!

***

HAMİŞ: Yukarıda mezkûr yazının devamında "Bunu göze alamayıp da mevcut Anayasadan Türk'ü ve Türklüğü çıkartmaya.. kalkmak"tan söz eden Mustafa ağabeyi üzmek pahasına belirtmeliyim ki, 1924 Anayasası'nda sık sık geçen "Her Türk" ve "Bütün Türkler" gibi ifadelerin yerinde "Her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı" ve "Bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları" –hatta kısaca "Her vatandaş" ve "Bütün vatandaşlar"- gibi ifadeler görmeyi tercih ederim. "Bir seri yenilik ve değişikliğe" bence bu da dahil edilmeli.

 

Hakan Albayrak/yenişafak

Bu yazı toplam 1600 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar