Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Zulüm tek bir millettir

Derin Gerçekler

“Zulüm” adaletin yokluğudur. “Zulmet” aynı zamanla “karanlık” anlamına gelir. “Karanlık” da aydınlığın yokluğudur.

Bütün zalimler aynı Şeytan’a hizmet ederler. Dinleri, ideolojileri, ırkları farketmez. Doğdukları ana baba, zaman ya da toprak da önemli değil. Yani kan grubuna göre, soyuna göre tanımlanmaz zulüm. Onun için top yekun zalim ırk da yoktur, mutlak anlamda masum bir topluluk da.. Peygamber evinde zalim, Firavunun sarayında masum da olabilir.

Biz haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana zalime karşı olmakla emrolunduk. Zalim babamız da olsa, mazlum düşmanımız da olsa farketmez. Haksızlıklar karşısında susanı “dilsiz Şeytan” olarak tanımlayan bir dine mensubuz.

İlk lanet, ilk haram “ırkçılık”dır. İlk ırkçı Şeytandır. Bu anlamda ırkçılık tek bazına kavmiyetçilik değil, Kadın ya da erkeğin üstünlüğünden tutun da, dincilik de dahil tüm taraftarlıktır. Bu futbol takımı taraftarlığı da olabilir, partizanlık da olabilir. Olumsuz bir fiil için “Bizde böyle bir şey olmaz” diyen yalancıdır. “Olmamalı” demek gerekir. Ya da olumsuz bir fiil gerçekleşmişse, onu boykot ederek “o bizden değildir” demek gerekir, savunmak değil. Bu karanlık ile aydınlık gibidir. Biri varsa diğeri yoktur. Zulüm ve adalet de öyledir. Ve tabi adaletin tesisi, ikamesi, tecellisi sonuçta adil şahidlik ile ve dürüstlükle ilgilidir. Allah (cc) bize yaşadığımız zamana ve mekana adil bir şekilde şahid olmamızı emretti. Bu anlamda hiçbir Müslüman dünyada olup biten şeyleri, görmezden, duymazdan, bilmezden gelme hakkına sahiptir değildir. Ve bu dünyada b,zler, sadece yaptıklarımızdan değil, yapmamız gerekirken yapmadıklarımızdan, sadece söylememiz gereken şeylerden değil, söylememiz gerekirken söylemediklerimizden de hesaba çekileceğiz. Nasıl iman ve şirk bir kişide olamaz ise, “Müslümanlık” ile “Yalancılık” aynı kişide olamaz. Çünkü dine giriş sözledir. Söz verip sözünde durmayan birinin dine girişi de şüpheli olacaktır. İman konusunda “şüphe” olmaması gerekir. “Yalancı” birinin “iman ettim” sözü, gerçek bir imanı şaibeli hale getirir ve “münafık”lık alameti olarak öne çıkar.

Sık sık ifade ediyorum: Doğduğumuz ana babayı, doğduğumuz toprağı, zamanı, derimizin rengini, cinsiyetimizi biz seçmedik. Bunlardan dolayı, üstün, geri, masum ya da suçlu olamayız. Bunlar “Vehbi” şeylerdir. Bizi bağlayan şeyler “Kesbi” olanlardır.

Bugün Siyonistler Filistinlilere zulmediyor diye biz Filistinlilerin yanında Siyonistlere karşıyız. Yarın tersi olsa bizim yine mazlumlardan yana olmamız gerek. Bugün Siyonist İsrail rejimine karşı direnirken de, onlar içindeki çocuk, yaşlı, kadın ve erkeklere, hastalara karşı, eman dileyenlere karşı, onların bize davrandıkları gibi biz bunlara karşı aynı şekilde davranamayız. Davranmamız gerekir. Zulüm ille de Müslümanlara karşı olması gerekmez. Herhangi bir kişi ya da topluluk, haksız bir şekilde bir başkasının malına, canına, namusuna, aklına, inancına, nesline yönelik, baskı, tehdit, şiddet uyguluyorsa burada zulüm var demektir.

Burada çok önemli bir diğer konu, haklı olmak başkasına haksızlık yapma hakkı vermez.

Kendi konumumuzu belirlemede haksızlığın hedefi, şiddeti, kapsamı, sürekliliği konusu önemlidir. Mesela Gazze örneğine bakacak olursak, konu bir halkın kendi toprağını savunmasından çok daha fazlasını ifade eder. Gazze müdafası sadece insan hakları çerçevesinde değerlendirilemez. O dava bir din davasıdır. Gazze düşürse, Mescid-i aksanın işgaline, yıkımına giden yolu açar. Mescidi aksanın yıkımıyla eş zamanlı Kabe ve Mescid-i Nebevinin güvenliği tehlikeye girer. Gazze, Arzu mev’ud coğrafyasının kilit taşıdır. Gazze’den sonrası kıyamet savaşıdır. Melheme-i Kübradır, Argamedon savaşıdır.. Tanrıyı kıyamete zorlamak için yola çıkanlar, niçin Gazze’yi istiyorlarsa, onun için Kudüsü ve bir adım sonrasında onun için “arz-ı mev’ud” coğrafyasının en kritik alanını oluşturan Diyarbakır’dan Akdenize kadar olan bölgenin önlerine geleceklerdir.

Gazze düşerse, oradaki insanlar tehcir edilecek olursa, Yeni dünya düzeninde sadece Doğu Türkistanlılar değil, büütün dinlere ve dini topluluklara savaş açılacaktır. Aslında Çin de, Rusya da bunların hedefinde. “Topyekun savaş” açacaklar. Bugün dünyanın en hassas, en kritik noktası Gazze’dir. Onun için ABD, AB, İngiltere, Çin ve Rusya orada toplandı. Gazze önündeki donanmaların taşıdıkları patlayıcıların infilak gücü, 1. Ve 2. Dünya savaşındaki toplam infilak gücünden fazladır.

Birileri Gazze’yi Arapların, birileri Filistin halkının kendi sorunu olarak görerek ve göstererek aslında hem kendilerini hem de çevresindekileri kandırıyorlar. Gazze tarihin sonunu getirecek bir medeniyetlerarası savaşın kilit noktasıdır.

Gazze bizim için bir mektep olmalı. Zulüm Gazze ile başlamadı ve Gazze ile de bitmeyecek. Evet biz, Irakta, Afganistan’da, Bosna’da, Somali’de, Çin’de, Rusya’da , Çad’da, Malide, Ruanda da, Sudanda, mısırda, Yemende, Suriye’de, Libya’da, Myanmar’da da, Hindistan’da da, Bengladeş’te de zalimlere karşı görevimizi tam olarak yapamadık ve. Sıra geldi Gazze’ye..

Kızılderililer yokedilirken de, Kara derililer köleleştirilirken de, Sarı Irk sömürülürken de görevimizi yapmadık. Hatta bu katillerin soygun düzeninde mesela Kore’de onlara “ucuz asker”lik yapmadık mı, AB’nin kapısında yarın asrı aşan bir süredir, Domuz ağılına girmek için bekleyen kuzu gibi hala beklemiyor muyuz.

Tek Parti zamanında da yaşandı zulüm, bugünde yaşanıyor. Yarın da böyle olacak. Hz. Ali zamanında Kerbela yaşanmadı mı? “Hayat iman ve cihaddan ibarettir”.

Hatırlayın, bir zamanlar Filistin’de solcular, siyonizm’e karşı savaştıklarını söylüyorlardı. Oysa bu bir oyundu. Müslümanların bu cepheden uzaklaştırılması için Suriye, Irak ve Mısır solculaştırılmıştı. Arap milliyetçileri solcuydular ve Rusyaya yakındılar. Ama aynı karanlık güç, Ruzi Nazar üzerinden Türk milliyetçilerini, sağcılaştırıldı Komunizme karşı kullandı. Çin komünizmi, Rus komunizmi, Balkanlar, Latin Amerika hepsi anti kapitalist cephenin nötralizasyonu için gerekli idi. SSCB’ye karşı Kafkas halklarının direnişi de, Vehhabi, Sufi ve Şii savaşçıların bölgeye girişi ile, bu unsurların birbirini nötralize etmesi ile sonlandırılmadı mı. Sonunda Rusya yanlısı Kadirov diye sufi gelenekten gelen birini buldular.

Mesela biz niye Çin’deki zulme bir bütün olarak karşı çıkmıyoruz. Orada Budistlere de zulmediliyor, Hui Müslümanlara da. Hindistan’da Müslümanlara karşı vahşi bir saldırı var. Hindistan Türki bir devlet. Oradaki Müslümanları Pakistan ve Bengladeş’e sürdüler. Bengladeş bizim tek parti dönemini hatırlatıyor.. Myanmardaki Budistler Müslümanlara zulmediyor, ama Çin’deki Budistler de Çin yönetiminin zulmü altında.. Biz tek kişi, bir ülke ya da halk olarak her zaman Hak’dan yana olmamız gerek. Hz. Ömer’in yaptığı gibi. Kendi tayin ettiği Mısır valisini, Camide Hristiyan esnafa dövdürecektir. Evet biz kavme olan düşmanlığımız bile bizi onlar hakkında adaletsizliğe sevketmeyecek. Bizden istenen bu.

Sahi bizim STK’lar, siyasiler, Media neden Hz. Ömer beyannamesinden hiç söz etmezler.

Bu arada kesinlikle titizlikle bu boykotu sürdürmemiz gerekiyor. Bir çok konuda ihtiyaçlarımız var ve bu konularda eksiğiz. Bu eksikliğin giderilmesi hepimiz üzerine bir görevdir. Bir şey doğru ise, kaliteli ve fiyatı uygunsa alınabilir, ancak bu şeyi yapan. Bundan elde ettiği geliri kötü bir maksat için kullanıyorsa, o konuda dikkatli olmamız gerek. Öncelikle Amerikan doları, Cola türü içecekler, sigara gibi şeyler sadece ötekilerle ilgili olduğu için değil, zaten kendisi zararlı olduğu için bunlardan kurtulmamız gerek. Gıda, tekstik, kozmetik, deterjan, elektronik ve halsılı hayatın bütün alanlarında mümkün olduğu ölçüde bu disipline uymamız gerek. Bir şeyi reddetmek, işin “La ilahe” boyutu. Yani İllallah demeden, eksiğimizi tamamlamadan bu konuda felaha erişemeyiz. Karanlık aydınlığın yokluğudur. Karanlığı yok etmek için bir ışık yakmak zorundayız.. Kim doğru yönde bir adım atıyorsa, bu küçük bir adımda olsa, eksikleri de olsa, onları destekleyerek, yüreklendirerek eksiklerimizi azaltmamız gerekiyor. Önemli olan istikameti doğru tutmak ve hareket halinde olmak.

Birbirimizle uğraşmayı bırakalım ve Allah’ın ipine sarılalım. Ayet öyle demedi mi, “Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, tefrikaya düşmeyin, sonra rüzgarınız kesilir”.. Müslümanlar ittihad içinde olmalı, işlerini istişare ve şura ile görmeliler. Erdemli insanlarla ittifak içinde olmalıyız. Değer üreten ve başkalarının temel hak ve hürriyetlerine karşı tehdit üretmeyenlerle, nimet ve külfet dengesine dayalı İtilaf içöinde olmalıyız. Diğer ikisi “Müellefetil Gulub” olarak kabul etmeliyiz. Önce kendi içimizdeki cahillik, ahlaki zaaflar, düşmanlıklardan kurtulmalıyız. Allah cahil ve zalim bir topluluğa yardım etmez. Onların işlerini sarp dağlara sardırır, onları düşmanlarının elinde perişan eder.

Gelin Allah’ın rızasının tecellisinin vesilesi olalım. İyi şeyler yapalım, Sabredenlerden, şükredenlerden, direnenlerden olalım.

Selam ve dua ile.

Bu yazı toplam 212 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar