Yasaklar devam ettiği sürece başörtülüler de kazanmaya devam edecek!

Yasaklar devam ettiği sürece başörtülüler de kazanmaya devam edecek!

 

Başörtüsü takmanın bir mesele haline getirilip, bu meseleye her siyasi partinin kendi durduğu yerden bir düğüm daha attıkları süreç, anayasa hukukçuları eliyle kördüğüm olarak "sonuç"landırıldı. Bundan sonra ne olacak? Ne olacağı üzerinde akıl ve fikir yürütenlerin ve özellikle de yasaktan yana olanların zamanın ruhu üzerinde düşünmesi gerekiyor. Çünkü onca yasağa rağmen başörtülülerin sayısının giderek artması; içinde yaşadığımız zamanın ruhu ile ilgili. Zamanın ruhunun başörtülüye akseden iki farklı cephesi var:

Birincisi ülke sınırlarının dışında cereyan eden konjonktürel baskı. İslamifobya üzerinden Müslümanlar (daha ziyade Müslüman erkekler) tekinsiz bir kimlik içine hapsediliyor. 11 Eylül saldırısından sonra projelendirilmiş olan korku senaryosunun mecburi aktörleri olarak Müslüman kimlik, giderek artan bir şekilde "potansiyel suçlu" muamelesine muhatap kalıyor. FBI, tarihinde rastlanmamış bir şekilde büyük bütçeler ayırarak "herkesi" fişleme yoluna gidiyor. "Herkesin"in öncelikle Müslümanlar olduğun söylemeye gerek var mı? İngiltere AB üyesi ülkelerin dışındaki turistlere farklı muamele yapacağını beyan etti birkaç ay önce.

Dışarıdaki İslamifobya Türkiye'ye tesettürlü kadın bedenleri üzerinden transfer ediliyor. Batı dünyası için "kara kaş kara gözleri, koyu tenleri ile" korkunun görsel unsurları olarak kodlanan Müslüman erkeklerin yerini, Türkiye'de tesettürlü kadınlar alıyor.

Başörtüsüne "türban" diyerek yeni bir mesele ile karşı karşıya olunduğu imajını vermeye çalışanlar, esasında başörtülüleri ancak Türkiye dışı gündemler eşliğinde tanıyabileceklerini ilan etmiş oluyorlar.

Avrupa ülkelerinin her birinde Müslümanların durumu kendi tarihi arka planlarıyla değerlendiriliyor. Mesela Fransızlar, bir zamanlar sömürgesi olan Müslüman halkların göçmen statüsünü vatandaş kapsamında ele almaya çalışırken; "Vatan" ı başka bir dinin ve başka bir ulusun fertlerine kaptırmamak üzerinden mücadele yürütüyor. Bu başka dinin müminleri yeterince Fransızlaştırılırsa meselenin hallolacağını düşünüyor.

Fransa için kısmen anlaşılabilecek olan bu yapı, Türkiye'ye transfer edilmeye kalkıldığında, ortaya garip bir durum çıkıyor. Başörtülüler Türkiye'ye başka bir yerden gelmedi. Başörtülüler Türkiye'nin yeni göçmenleri değil. Başörtülüler hep "burada" idi. Değişen sadece "burası". Burası özel alanın genişlediği bir alana tekabül ediyor.

Cumhuriyetin Osmanlı'dan kopmak üzere düzenlediği "geçici" tedbirlerde ısrar etmek ancak donuk bir siyaset anlayışıyla mümkün. Bu anlayışı CHP ve onun yaşlı kadrolarının temsil ettiğini söylemeye gerek var mı? CHP'nin milleti bir kaya parçası olarak düzenleme programı, ancak 1930'lu yıllar için anlaşılabilir bir "ideal"dir.

Dolayısıyla seküler zihniyetin laikçi-kemalistler dışanda kalan büyük çoğunluğu, "burası"nın değişen kodlarını, anlamını idrak etmiş olarak, yapılan bütün alan araştırmalarında başörtüsü yasaklarını onaylamadığını ifade ediyor.

Zamanın ruhu ile başörtüsü yasakları arasındaki ikinci bağlantı, onca yasağa rağmen başörtüsünün artmaya devam etmesinde kendini gösteriyor. İran'da devlet saçın bir tek telinin görünmemesi üzerinden baskı uyguladığı halde "perçem isyanı" artarak devam ederken; Türkiye'de onca başörtüsü yasağına rağmen başörtülülerin sayısının giderek artması her iki ülkenin yönetici kadrolarının zamanın ruhunu kavrayamaması ile alakalı. Özgürlük ve özgünlük tarihin hiçbir döneminde günümüzdeki kadar ontolojik bir alana tekabül etmedi çünkü.

Yasakların şiddeti artıkça, başörtülü kadınların ve genç kızların hem entelektüel hem de sanatsal kapasiteleri artmaya devam edecek. Bunun iki sebebi var. Birincisi tesettürlü genç kızların "ol"ması için aileler ve sosyal yardım kuruluşları her türlü imkanı seferber etmeye çalışıyor. İkincisi başörtülü kızlara uygulanan "devlet baskısı", genç kızları yaşıtlarına oranla hayata karşı bağışıklık sistemini güçlendiren bir "aşı" vazifesi görüyor.

Velhasıl herkes görebildiği yere kadar bakıyor" Bütün mesele dağın arkasında bir dağ olduğunu idrak edebilmekte.

 

yenişafak

Bu yazı toplam 541 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar