Ahmet Taşgetiren

Ahmet Taşgetiren

Veto silahı ile...

NATO’da her ülkenin elinde “veto silahı” var. O silah devreye girince İttifak adına ortak karar alınamıyor. Yeni üye girişi de ortak karar gerektiriyor.

Bu ön bilgiler İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya giriş ihtimali ve Türkiye’nin bu ihtimali “Veto silahı” ile karşılaması ile ilgili. Türkiye, özellikle İsveç’in PKK/PYD’ye zemin hazırlamasını veto gerekçesi olarak zikrediyor. Finlandiya’nın da İsveç kadar olmasa da FETÖ – PKK eksenli örgütlere müsamaha göstermesi Ankara’da rahatsızlığa yol açıyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 1980’de, vetonun kaldırmasını ve Yunanistan’ın NATO’ya yeniden kabulünü, ardından da Yunanistan’ın Türkiye karşıtı faaliyetlerin odağı haline gelmesini “yılanın ilk sokması” olarak değerlendiriyor ve “Aynı delikten ikinci defa sokulmayacağız” diyor. Ardından da müzakere için gelmek isteyen İsveç ve Finlandiya ekiplerine “Gelmeyin, işe yaramaz” yollu açıklamalar yapıyor.

Gelinen noktada işin içine ABD’nin girmesi kaçınılmaz. Çünkü NATO’nun İsveç ve Finlandiya ile genişlemesi öncelikle Washington’da pişirilen bir gündem. Ortada Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı var, bu, Rusya’ya komşu tüm ülkeler için tehdit algısı demek, Amerika da karşı hamle olarak Rus tehdidinin NATO kuşatması ile cevaplanması stratejisini geliştiriyor. NATO’ya İsveç – Finlandiya katılımı bu hamlenin uzantısı.

Türkiye’nin, içinde bulunduğu savunma ittifakının paydaşlarından herhangi birisinin, kendisi için tehdit niteliği taşıyan gruplara zemin hazırlamasına itiraz etmesi kadar tabii bir durum olamaz.

Sorun şurada ki, veto silahı ile İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya katılımını önlesek dahi, bu, pek çok NATO ülkesi ile benzeri problem yaşıyor olma gerçeğimizi değiştirmiyor.

En başta Amerika ile. PYD-YPG’nin Fırat’ın Doğusunda tutunması dahil tüm donanımı Amerikan yapımı değil mi? Amerika ile başka başka başka problemler yaşamıyor muyuz?

Avrupa’da NATO üyesi olup da PKK’nın eylem yapmadığı, ya da insanların FETÖ iltisaklı olup da sığınma imkânı bulamadığı kaç ülke vardır ki…

Hele bir de AİHM ve Avrupa Konseyi ile ilişkiler, onun Avrupa Parlamentosu’na yansımaları konusuna gelince neredeyse tüm Avrupa ile problemliyiz.

Şöyle de bakılabilir: 12 Eylülcüler, Yunanistan’a vetoyu kaldırdılar ve NATO’ya giren Yunanistan Türkiye aleyhtarı faaliyetleri sürdürdü. Şimdi İsveç ve Finlandiya, bize güvenceler verip NATO’ya girdikleri takdirde Yunanistan gibi hareket etmeyeceklerinin bir garantisi var mı?

Tabii ki yok. Nitekim İsveç ve Finlandiya konusundaki tavrımız, daha çok “Gelinim sen anla” türünden ABD’nin Türkiye’ye yönelik “müttefik hukuku ile bağdaşmayan” politikalara itiraz niteliğindedir.

Bunu Almanya’ya diyoruz, Fransa’ya, Hollanda’ya diyoruz…

Bu anlamda Rusya ile de sorun yaşıyoruz ama Rusya ile savunma ittifakı içinde değiliz.

Şimdi ne olacak?

Gayet açık ki İsveç ve Finlandiya NATO’ya girmezse bizim NATO içi problemimiz bitmeyecek. Gerçekten İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya girmesini önlemeye mi çalışıyoruz, yoksa bu vesile ile kendi derdimizi anlatmaya mı, bu da bir soru.

Türkiye açısından haklı gerekçelere de dayansa, sonuçta NATO’nun genişlemesini engelleyen bir itirazın Rusya’yı rahatsız etmeme tavrı ile ilgili olarak görülmesi de mümkün. Bunu istiyor muyuz, bu da bir soru.

Asıl soru NATO içinde yaşadığımız problemlerle ilgili. Hem ordu gücümüzle NATO’da çok önemsendiğimiz ifade ediliyor, hem de güvenlik hassasiyetlerimize aynı pencereden bakılmıyor, hatta bizim tehdit olarak gördüklerimize imkân – zemin hazırlanıyor.

Nasıl çözülecek bu konu?

Acaba sorun, NATO camiasının Erdoğan iktidarı ile yaşadığı iletişimsizlikle mi ilgili, yoksa tamamen Türkiye’nin hassasiyetlerinin ıskalanması ile mi?

Yani Batı dünyasında Türkiye’nin güvenliği diye bir gündem yok mu? Türkiye gözden çıkarılmış bir ülke mi?

Öyle olmadığı da sanırım Ankara’nın jeo - politik - stratejik değerlendirmelerinde not ediliyordur. Çünkü Türkiye’nin ağırlık değerlendirmelerinde hâlâ “Batı için önemli olduğu” görüşü hakimdir.

Burada “Erdoğan yönetimi bu problemlerin çözümü için farklı bir dil – söylem – strateji geliştirebilir mi?” gibi bir soru da sorulabilir.

Bir soru da şudur: Eğer Batı dünyası, Türkiye ile ilgili bütün hesaplarını “Erdoğansız bir Türkiye” üzerine kuruyor ise ve Türk halkı Erdoğan’da ısrar ederse, NATO ile ve tüm Batı ile ilişkiler hep böyle gerilim dozunda mı devam edecektir? Burada şunu da not etmek gerekir ki Türkiye’de iktidara kim gelirse gelsin güvenlik sorunlarını görmezden gelme lüksüne sahip değildir.

Ülke olarak güvenlik hassasiyetimizden vaz geçmeyeceğimiz açık. Güvenlik tehditlerinin arkasına büyük güçlerin yerleşmesini önlemek önemli. Denebilir ki mesela NATO’nun patronu mesabesindeki ABD, YPG/PYD’yi Türkiye’ye tercih etmemeli.

Nasıl sağlayacağız bunu? İsveç, Finlandiya kısmı bu sorunun sadece bir türevi…

PARLAMENTOLARINDA…

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İsveç -Finlandiya konusuna itirazı seslendirirken kurduğu bir cümle var; şunu diyor: “PKK’sı, DHKPC’si İsveç’te, Hollanda’da yuvalanmış durumdalar. Ve oraların hatta daha da ileri gidiyorum parlamentolarında da yer alıyorlar.”

Bu cümleleri okuyunca bizde Cumhur İttifakı’nın HDP’ye yönelik söylemlerini hatırlamamak mümkün değil. Yani İsveçliler kalkıp “Siz kendi parlamentonuzdaki insanlara ‘PKK - Kandil uzantısı’ suçlaması yöneltmiyor musunuz?” diye söylerlerse şaşırmamak lazım. Hadi yerel yönetimler için “Biz belediyelere kayyım atadık” cevabını verdik ya parlamentoya yansıyan 6 milyon oyun temsilcileri için ne denecek?!!

Zor iş değil mi?

Bu yazı toplam 390 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar