Vefatının 25. yılında Necip Fazıl

Vefatının 25. yılında Necip Fazıl

1980li yıllarda, önce "Medeniyetler Çatışması" tez(!)iyle gündeme oturan, tartışılan, karşı çıkılan-taraftar olunan; sonra aksine bir dönüşümle...

Vefatının 25. yılında bir medeniyet tasarımcısı: Necip Fazıl

1980li yıllarda, önce "Medeniyetler Çatışması" tez(!)iyle gündeme oturan, tartışılan, karşı çıkılan-taraftar olunan; sonra aksine bir dönüşümle "Medeniyetler Buluşması", "Medeniyetler Diyaloğu", "Medeniyetler Uzlaşması" gibi (şu anda krema tadının ötesinde pek fazla bir önemi ve özgül ağırlığı olmayan) medeniyet kavramı etrafında bir anlam ve muhteva arayışları, son yıllarda ülkemizde kimi siyaset adamları ve aydınlarca lafzî vurgularla hızla ve sıkça gündeme getiriliyor. Ancak bu "medeniyet" kavramının soyutlamaların ötesinde bir reel tasarım halinde ve bir tarihsel aidiyet vurgusu ve konjonktürel bir olgu olmaktan çıkarılıp güncele taşınabilmesi önemli bir problem-ihtiyaç olarak, üzerinde kafa yorulmasını gerekli kılıyor. Çünkü oldukça yaşlanan ve yorgun düşen dünyamızın yeni haritalara ve dizaynlara gebe olduğu günümüzde, bu harita ve dizaynların tarihsel kökleri halâ canlılık taşıyan milletlerce yerine getirilmesi gereken bir ödev/görev olduğunu da bilmek gerekiyor.
ABDnin küresel bir kasırga estirdiği ve Büyük Ortadoğu, Geniş Ortadoğu şeklinde projelendirdiği 21. yüzyıl tasarımlarına/projeksiyonlarına pasif bir oyuncu veya edilgen bir seyirci olarak katılmamak için tarihî birikimimizi güncelleyebilecek bir irade ve cehd göstermek öncelikle İslâmı bir medeniyet tasarımı halinde sistematize etmiş, bir dünya görüşü ihtiyacı olarak günümüze taşımış, büyük fikir adamlarını referans almak da gerekiyor.
Nasıl ki bugünkü batı (ABD de içinde olarak) tarihsel kök olarak beslendiği aidiyet dünyası "Roma-Hıristiyanlık ve Eski Yunan"ın bileşimi-kompozisyonuna dayalı yeni büyük haritalar-projeksiyonlar üretebiliyorsa, bu coğrafyanın da 1400 yıllık tarihsel birikimi güncelleyerek (malzemeleri taşıyarak değil) alternatif bir medeniyet tasarımı-projeksiyonu ortaya koyabilmesi gerekiyor.
Çok büyük bir iddia değil mi? Veya büyük cüret mi? Ütopyadan mı bahsediyoruz? Fildişi kulemizde gerçekleşemeyecek tahayyüllere mi dalıyoruz? Veya başka galaksileri mi işaret ediyoruz? Ne demek istiyoruz?
İşte tam da bu kavşak noktasında yâni tarihsel kırılma çizgisinde bulunduğumuz anda Necip Fazılı hatırlamamız, idraklerimizi ona yöneltmemiz gerektiğini düşünüyorum.
Evet" Necip Fazıldan bahsediyoruz. Ve onun büyük davası, büyük rüyası, büyük duasının kalemine aktığı, tecelliler dünyasında şekillendiği, forma büründüğü bir medeniyet tasarımı olarak kristalleştiği: Büyük Doğusundan... Yani İdeolocya Örgüsünden...
Ne gariptir ki Necip Fazılın söylediklerini, bugün hem entelektüel, hem kültürel, hem siyasi, hem de stratejik olarak bir büyük ütopya/harita/fotoğraf olarak önümüze almamız gerekirken ve bunun ihtiyaç olarak dahi hissedilmediği bir iklimde Necip Fazıla ilişkin bu söylediklerimiz bir abartı mıdır? Bir mübalağa mıdır? Biraz daha geriye giderek, konuyu temellendirerek bu soruya cevap arayalım ve Üstad Necip Fazılın ontolojik anlamını tesbite çalışalım..
Bugün kimi Müslüman aydın/kültür adamlarınca medeniyet tasarımı, medeniyet projesi kavramları soyut-ütopik-bağlamından kopuk olarak nitelendirilse de biz Necip Fazıl gibi işin tahkikinde olan bir mütefekkirin 40 yıllık çile ile ciğerinden kalemine kan çekerek örgüleştirdiği, kitaplık çapta bütünleştirdiği İdeolocya Örgüsünün lafzını bile okuma ihtiyacı hissetmeyenler konumuz dışında...
O diyordu ki: "Doğruyu mu arıyorsun? Allah ile Resulünün bildirdiği. İyiyi mi arıyorsun? Allah ile Resulünün öğrettiği. Güzeli mi arıyorsun? Allah ile Resulünün gösterdiği." İşte Üstadı, insanın doğru-iyi-güzel ve yanlış-kötü-çirkin şeklinde iki kutuplu bu dünya ve ötesi macerasında hedef gösterdiği bu cümleleri Onun "meselesi"ni anlatmaya yeter.
"Lâfımın dostusunuz çilemin yabancısı. Yok mudur sizin köyde çeken fikir sancısı? "mısralarında da dile getirdiği "fikir sancısı"... İşte bu sancının neticesidir ki ortaya kâmil bir medeniyet tasarımı halinde Onun "Büyük Doğu" olarak isimlendirdiği mukaddes emanet davasını, bu yüzyılın şartlarında bütünleştirmiş ve insanlığa teklif edilmiş, sunulmuş bir mimarî proje olarak ortaya koymuştur. Aslında bu bir yenileyiciliktir. Eski deyimle tecdiddir. Üstad bu manâda (anlaşılmasa da, görülmese de) bir müceddittir. Çünkü İslâmi çizgiyi doğuşundan bu yana takip ederseniz, bu çizginin tecditle bugüne ulaştığını görürsünüz. Aslında O; Allahın Resulü ve Sahabîlerden sonra ümmetin en büyüklerinden, büyük müceddidi İmam-ı Rabbanî´nin çizgisinin günümüzdeki temsilcisi idi. O büyük yenileştiricinin izini takip eden bir yenileyici. Bu konuya derinliğine girmenin yeri burası değil, sadece bu tesbitlerle yetinelim. Aslında, bugün bile ülkemizde ve tüm İslâm aleminde halâ anlaşılamamış olan İmam-ı Rabbanî hazretlerini anlayabilmiş ve anlatabilmiş ve Ondan aldığı silsile nefesini kalıplaştırabilmiş yegane kişi de gene Üstad Necip Fazıldır. Müslüman olmuş bir İngiliz bilim adamının deyimiyle "Postmodern dünyada kıbleyi bulma"nın niçin ve nasılını İdeolocya Örgüsüyle ortaya koymuştur. Tabii bunu görebilecek olanlar; "ideoloji bir ihtiyaç mıdır?", "bunu ifade edebilecek, bütünleyecek; mütefekkir-düşünce adamı nedir?" gibi günümüzün Müslüman aydınlarının yabancısı olduğu, kıyısından bile geçemedikleri temel soruları hem sorabilen hem de cevap verebilenlerdir. Bunlar ayrı ayrı bahisler, konular...
Osmanlı sonrası gerek ferdî zuhur, gerekse de toplumsal zuhur için mutlak gerekli olan ihtiyacı (belki büyük iddia gibi gelebilir size ama) sadece Üstad Necip Fazıl hissedebilmiş ve bunu İdeolocya Örgüsü ismiyle bütünleştirmiş, örgüleştirmiştir. Ne diyordu bu eserinin ilk baskısındaki ithafında ? "Ben bu eseri örgüleştirmek için yaratıldım." İfadesinin altını çizmemiz gerekiyor. Gene İdeolocya Örgüsünün girişinde "Fikirde, sanatta, anlayışta, anlatışta, buluşta, tutuşta, dağıtışta, toplayışta ve nihayet yaşanmaya değer hayatın ölçülerini billurlaştırma işinde dünyanın en büyük adamı olmak isterdim; nefsim için değil de, sırf Onun ümmetinden en hakîr ferde düşen liyakat payını ve üstünlük derecesini göstermek için"" diyor.
İşte Üstadın temel fonksiyonu, ne yapmak istediği ve yaptığı burada ortaya çıkıyor ve ortaya konuluyor. Üstad, Osmanlı sonrası artık devlet ve toplum plânında tefessüh eden, ortadan kaldırılan İslâmın bütün bir tasarım halinde yani medeniyet projesi olarak yeni zaman ve mekân şartlarında nasıl olacağı? temel sorusunun cevabını İdeolocya Örgüsüyle vermiştir. Bunu da Büyük Doğu olarak isimlendirmiştir. Büyük Doğu; kendi ifadesiyle "Gelmiş ve gelecek zaman boyunca bütün eşya ve hadiseler zeminini avlamaya memur bir fikir ağı" Bu ruh, sistem ve ismin, bağlı olduğu iman mihrakına göre hiçbir istiklâli yoktur. Olanca saffet ve asliyetiyle İslâmiyete yol açma geçidi. Ve çoktan beri kaybedilmiş bulunan bu saffet ve asliyeti 21. asrın eşiğinde eşya ve hadiselere tatbik etme işi"" İşte Üstadın bahsettiğim tecdid işlevini bu cümlede bulabilirsiniz. Onun kendisi müceddit olduğunu söylemiyor. Biz onun yaptığı işin sadece ülkemiz için değil, tüm İslâm alemi ve tüm insanlık için ihtiyaç olan tecdid-yenilemenin ne olduğunu, ne olması gerektiğini Onun İdeolocya Örgüsüyle anlayabiliyoruz.
Onun "Her yüzyılda bir yenileyici gelir" ölçüsünden ilhamla 1978 yılında yazdığı "Bindörtyüze bir yıl var, yaklaştı zamanımız; Bu asırda gelir mi dersin kahramanımız?" mısraları da aslında yaptıklarının o ölçünün gereği olan bir kahramanlık-yenileyiciliktir.
Burada sözkonusu ettiğimiz tecdid-yenileyicilik kavramını tarihsel bağlamından koparmadan aynı mana ve muhteva çizgisinde günümüze taşıdığımızda bunun günümüzde tekabül ettiği zat ve eser : Necip Fazıl ve (diğer tüm eserleri ile birlikte temelde) İdeolocya Örgüsüdür. Aslında tecdid-teceddüt-müceddit kavramlarının yeniden tahkik ve tanımlanmasının bizi böyle bir sonuca götürmesi kaçınılmazdır. Bunları söylerken bir mistifikasyon şeklinde anlam ve kavram saptırmalarına da kapı aralamamak gerekiyor. "Bu da nereden çıktı şimdi?" şeklindeki hayret-soru cümlesine verilecek cevap: Necip Fazılın İdeolocya Örgüsünün ehlinde tahkikidir. Oldukça ilginçtir ki bu tahkiki, 1945 yılında, henüz hayatta olan ve o yıllarda Mısırda yaşayan Osmanlının son şeyhülislâmı, büyük İslâm alimi Mustafa Sabri Efendi yapmış ve Necip Fazıl ile ilgili hükmünü "kendisini İslâm davasının uzun yıllar boyunca beklenen"" şeklinde tecdid-yenileyici olarak vermiştir. Burada ayrıntıya girmeye gerek yok sanıyorum. Yani bu ihtiyacı ve cevabı doğrudan görebilen ve verebilen Mustafa Sabri Efendidir sadece.
Devam edelim..

Onun şiirlerinin bütününü ihtiva eden Çilesine bu gözle baktığınızda da aynı şeyi görürsünüz. Aynı tecdidi şiir idraki içerisinde yaşarsınız.
İdeolocya Örgüsünün sonunda "İslamı Yenilemek" başlığı altında bu konuyu (teceddüt-yenileme) özet maddeler halinde manifesto şeklinde ortaya koyar: "İslâm yenilenmez. Anlayışı yenilemek gerekir. Anlayış mı? Nurun aynadaki aksi" Aynayı yenilemek" Güneş yenilenmez. Göz yenilenir. İslam, başı ve sonu olmayan ebedî yeninin ismi" Ona her an biraz daha nüfuz etmektir ki, yenilik" Bunca zevalin ardından ancak kemal çığırı açılabilir""
Evet" yüzyıllara sâri bir zevalin ardından Üstad fikirde kemâl çığırı açmıştır.
Bunu yâni ideoloji/idelocya ihtiyacını, yenilenme ihtiyacını, model ihtiyacını, fikir adamı ihtiyacını, vs. vs. anlayabilenler ancak Üstadın İdeolocyasını anlayabilir. Gene onun tabiriyle ancak "derin ve gerçek mümin"ler anlayabilir.
Büyük fikir adamları, büyük ideologlar aynı zamanda büyük yenileyicilerdir. Bu yenileme asla reformla karıştırılmaması gereken bir yenilenmedir. Reformist düşüncede asla, öze, temele ilişkin bir tağyir ve tebeddül sözkonusudur, tecdit-yenilemede ise asla, öze, temele bakan gözün yenilenmesi sözkonusudur. Yâni reformist düşüncede tamir-ıslahatçılık; tecdit-yenilemede ise tahkim-inkılâpçılık esastır.
Büyük Doğu/İdeolocya Örgüsü; depo edilmiş, istiflenmiş bilgiler, malzemeler, malûmatlar yığını değildir. Konfeksiyon düşünceler, paketlenmiş fikirler değildir. Kendine özel terminolojisi, kavramsal düzeni (yeni deyimle) konsepti olan, çelişkisiz diyalektiği olan bir bütündür.
Onun Büyük Doğusu; Allah ve Resulûne bağlılığın büyük borcunu yerine getirebilmenin aşk derecesinde Büyük Dâvâsını, Büyük Rüyasını, Büyük Duasını, Büyük Doğrusunu ifade eder.
Büyük Doğu bir dünya görüşüdür. Önce bunu anlayabilmek lâzım. Burada İdeolocya Örgüsünün tahliline girmek gerekmiyor. Zaten o kendi kendisini tahlil ediyor, terkipleştiriyor. Yaptığı muhasebelerle.. Doğu-Batı, vs. vs.
İdeolocya Örgüsü; kimse farkında değildir ki aynı zamanda İslâmın Anadolu coğrafyasındaki arkeolojik ifadesidir. Medeniyet tasavvurudur dedik. Üstaddaki medeniyet tasavvuru/düşüncesi, onun fikir ve mücadele hayatının başından beri temellendirilmiştir. 1939 yılında yazdığı yazılarından birisinde "benim kafamda Asyacılık, eski Yunandan beri seyrini, istihalelerini bildiğimiz Avrupa medeniyeti dışında ve ona rakip ayrı bir medeniyet tasavvurudur. Bütün peygamberlere ve ruhî fenomenlere yataklık eden büyük Asya, şenliği tükenmiş mazisiyle olduğu kadar, onu zenginliklere boğacak şahsiyetli oluşların davet edeceği istikbaliyle de ayrı ve tam bir varlıktır"" hükmünü veriyor. Bu ifadeleri ancak bugün anlayabilme rüşdüne erebiliyoruz. O da tam değil. Bugün medeniyetler diyaloğu veya medeniyetler çatışması şeklinde gündeme gelen medeniyet tasavvurlarında aslında ortaya konulabilecek, teklif edilebilecek medeniyet ruhu, kitaplık çapta bir bütün halinde sadece Üstadın İdeolocya Örgüsünde mevcuttur.
Üstadın İdeolocya Örgüsüyle yaptığını anlayabilen nadir kalemlerden birisi, ABDde akademisyen bir yazarın Modernleşen Müslümanlar kitabında (Hakan Yavuz) görebiliyoruz. Diyor ki: "1940lar ve 1950lerde Necip Fazıl, İslâmı Büyük Doğu olarak bilinen bütüncül bir ideoloji olarak yapılandıran ilk Türk Müslüman aydınıydı. İslâmın ideolojileşmesi süreci, Kemalist batılılaşma projesine muhalif olarak gerçekleştirildi. Necip Fazıl, kitaplarıyla, kendisinin ve toplumun, daha derin bir ben ve İslamî bilişsel anlam ve eylem haritasının arayışına ışık tuttu. Kuşağının derin varoluşsal acılarına yol açan ortak aslî bir dil ve hissiyat eksikliğiyle uğraştı"" İşte bu tesbitler üstadla ilgili önemli tesbitlerdir. Ve onun temel fonksiyonunu oldukça açık bir şekilde ifade eder. Yerli oryantalist diyebileceğimiz Şerif Mardinin de bu bağlamda Necip Fazılla ilgili oldukça uzun yazı ve tesbitleri de önemlidir.
İdeolocya Örgüsünün temel mantığında Üstad İslâmî ruh ve ölçülerin değişmezliğini merkezde sabitleyip, tüm dünyayı değişkenler olarak ele alıp tahlil ederek terkiplere kavuşturur. İdeolocya Örgüsü veya Büyük Doğu, donmuş bir kalıp, şablonlar kümeleri değildir. Bunu ancak idrak yolları iltihaplanmamış olanlar anlayabilir.
Gene 1939da "Dünya görüşü" eksikliğini ihtar eden Üstad diyor ki: "Bu devirde eline kalem almak cesaretini gösteren her insan, yapacağı en beylik teşbih ve kullanacağı en ucuz nükteyi bile, herkesçe malûm bir dünya görüşünün ölçülerine dayamak zorundadır." Bu ne müthiş bir tezatsızlık ve idraktir.
Büyük Doğu İdeolocya Örgüsünün ne olduğunu kim anlayabilir biliyor musunuz?
Dinin dünya tasarımının ne olduğunu anlayanlar,
Ahlâk-Dünya görüşü ilişkisini anlayanlar,
Dünya bilmecesinin çözümüne ilişkin sır idrakinden pay sahibi olanlar,
Fikir-İlim ayrılığı ve bütünlüğünün idrakinde olanlar ancak anlayabilir.
Bu manâda Üstadın İdeolocya Örgüsü bir manifestodur. Üstad İdeolocya örgüsüyle ütopyası olan adamdır. Projesi, gelecek tasarımı olan adamdır. Büyük Doğu veya İdeolocya Örgüsü; bütün bir insan memuriyet ve mesuliyetine Üstadın verdiği cevaptır. Sorumluluklar derece derece. Üstadın yaşadığı gerçeklik ancak İdeolocya Örgüsü gibi bir cevabı gerektiriyordu. İdeolocya Örgüsündeki birtakım kavramları, isimlendirmeleri bir türlü anlayamayanların Büyük Doğudan nasipleri yoktur. Üstadın kendisi İdeolocya Örgüsünün başında; "Eğer bu davayı bütünleştirebiliyorsak bizi ayakta ve saygıyla dinleyiniz; iddiamıza rağmen maskaralaştırıyorsak, maskaraların akıbetine mahkûm ediniz!!" demesine rağmen, her ikisi de gerçekleşmemiştir. Böylesine bir sığ idrak dünyasında yaşıyoruz.
İdeolocya Örgüsüyle ilgili olarak, bugüne kadar söylenmemişlerden bir tesbit olarak batılı büyük bir kafanın sözünü aktarayım. Diyor ki; "Çağın büyük adamı, çağının isteğini dile getirebilen, çağının isteğinin ne olduğunu söyleyebilen ve bu isteğe cevap verebilendir." İşte Üstadın İdeolocya Örgüsü-Büyük Doğu Düşüncesi başta olmak üzere aslî fonksiyonu bu cümlenin işaret ettiğidir.
Üstad; Büyük Doğu İdeolocya Örgüsüyle aynı zamanda bir dünya görüşü ahlâkı getirmiştir. Bunun ne olduğunu anlamak için gene kendisini dinleyelim:
" Allahın Resûlü, buyuruyor ki:"- Ben ahlâkî mekârimi (keremleri) tamamlamak üzere geldim!"
Buradan da anlıyoruz ki, ahlâk sadece dünya görüşünün bir neticesi değil, aynı zamanda sebebidir.
Ahlâk o hale geliyor ki, fikrin kendisi oluyor. Fikir hemen onun başına geçiyor. Sonra fikrin neticesi oluyor. Yani, sebep ve neticesi, netice ve sebebi... Ahlâk bütün bu kâinat manzumesinde, duyan, düşünen ve hareket eden insanın bütün hareketlerini tatbik edeceği ruhî mîzan...
Dünyada fikriyatını yapıp da ahlâkını belirtmeyen filozofa Batı eksik gözüyle bakar. Ve batı tefekkürü bahsinde de anlattığım gibi hemen şu soruyu yapıştırır:
"- Söyle, ahlâkın nedir?.. Hemen hesabını ver! Bunu sormakla mükellefim! Ve sen bildirmekle!.."
Bizde ise, ahlâk her şey... Zannettiğimiz gibi, öyle sunî terbiye hudutları, uydurma insanlık hudutları içinde değil... Onun çok dışındadır. Ve mefkurenin, idealin, ta kendisi olan tasavvufî, ilâhi marifet davasının ana dayanağıdır ahlâk... Şimdi üstün ahlâkı, umumî mânadaki ahlâkın ve insanın ana sermayesi kabul ettiğimiz zaman, dinin bütün dayanağı olarak görmekte zerre kadar tereddüde yer yoktur. Düşüncenin hemen arkasından gelen, düşünme tavrının anahtarıdır ahlâk... Bütün ruh ölçülerinin esası... "
İdeolocya Örgüsü-Büyük Doğu; kendimize, yöremize, ülkemize, bölgemize ve küremize ait sorumluluklarımızın total/bütün/küllî ifadesidir.
Sadece İdeolocya Örgüsü veya herhangi bir eserine bakmak nasıl muazzam bir enerji karşısında olduğumuzu göstermeye yeter.
Kavram ve muhtevaya ilişkin müthiş bir iğdiş oluş yaşayan Müslüman aydınların kendilerini sorgulayacakları bir ayna olarak Necip Fazıla bakmalarının elzem olduğunu söylesem, abartılı olmayacak sanıyorum. Onun yaptığı (Towarnikinin Heidegger için söylediği gibi) "denenmesi gereken bir ilacın adı değil, bir görev, bir iş" O, üçbin yıl sonra da okunuyor olacak!.."
Vefatının 25. yıldönümünde Üstadı rahmetle anıyor, anlıyor ve Onu bir de yukarıdaki manâda (tecdid-yenileyici) düşünmeyi teklif ediyoruz, ne dersiniz?
www.anadolugenclik.com.tr
Yahya Düzenli / haber@anadolugenclik.com.tr